Yeni partiler hareketlendi.. Kolay değil ama kısır döngüyü umuda çevirebilen fark atabilir…

32
Reklam

AK Parti bünyesinde siyaset yapmış liderlere sahip iki yeni parti korona dönemindeki zorunlu suskunluktan sonra meydanlara çıktı.

“Meydanlara” dememe bakmayın, toplantılar yine dönemin özelliği gereği salonlarda yapılıyor. İlk izlenim, salon toplantılarının ilgi açısından meydan kalabalığı görüntüsünü verdiği.

Yeni partilerin liderleri de kozalarından çıkıyor, can alıcı sorunlara temas ederken vaktiyle içinde yer aldıkları iktidar cephesine olan eleştirilerinin dozunu da artırıyorlar.

Çevreye kulak verildiğinde yeni partilerin görmeye başladıkları ilginin konuştukları illeri aşarak ülke geneline yayılmaya başladığı fark ediliyor.

Adam olacak kişi nasıl çocukluğundan belli olursa, partilerin iktidar adayı olup olamayacağı da kuruluşlarında gördükleri -veya göremedikleri- ilgiden belli olur. 

İki parti de kuruluş döneminde beklenen cevvaliyeti sergileyememişti. Zayıf çıkışlar yüzünden duyulan hayal kırıklığının üstesinden bir çırpıda ve bütünüyle gelmeleri zor; yine de ilgi halkasının genişlemesi bazı çevrelerde varlığını hissettiren “Ne yapılırsa yapılsın siyasetteki tıkanıklığı aşmak mümkün olmayacak” umutsuzluğunu kırabilir.

Siyaset umut demektir

Ülkenin böyle bir umuda ihtiyacı var.

Reklam

Dün gece Rusya karşısında milli takımımızın sergilediği oyun tarzı bana ülke siyasetinin durumunu düşündürdü. Zayıf başladı oyuna milliler, golü yiyince bile üzerlerindeki sinmişliği atamadılar. İkinci yarı ise ilk 45 dakikanın tam tersiydi. Arada oyuna alınan tek bir oyuncunun getirdiği heyecan diğer oyuncuları da tetikledi. Maç 1-1 bitti, fakat birkaç küçük dokunuşla daha milli takımın lehine 3-1 de bitebilirdi.  

Siyasiler de yeni partilerini ülke siyasetinde söz sahibi haline getirebilirler. Eleştiriyi aşan bir yeni söylem, daha önce cepheye sürülmemiş heyecan verecek yeni yüzler bunu sağlayabilir.

Partileri oluşturanların şöyle bir değerlendirmeyle yola koyuldukları anlaşılıyor: AK Parti başlangıçta gerçekçi ve yararlı ilkelere sahipti (doğru). Yönetimi eline aldığı ilk on yıla yakın süreyle her alanda başarılı çalışmalar gerçekleştirdi (bu da doğru). Yanlışlık tek adam yönetimine evrilen sistem değişikliğiyle başladı (bu doğru değil). Sistem değişikliği sonrası iktidarda devam edebilmek için başka bir partinin desteğine ihtiyaç ortaya çıktı (bu doğru). O partiden alınan desteğin devamlı olabilmesi için iktidar partisi kendini ona benzetmek zorunda kaldı (bu da tam doğru değil).

AK Parti’nin kendisine sürekli başarı getiren yoldan ayrılması ‘Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçilmesiyle başlamadı. Daha öncesi var. Kuruluş kadrosunda yer alan ve Türkiye’yi ‘örnek ülke’ haline dönüştürme heyecanı taşıyanlara zemin kaybettiren farklı tercihe sahip bir başka grup öne çıktı. ‘Sürekli iktidarda kalma’ tercihini önemseyen bu insanlar o zaman da kendilerine ek güç getireceğini düşündükleri yol arkadaşları aradılar.

Buldular da.

Yol arkadaşlığı iyidir, ancak iyi seçilmezse, yol arkadaşı insanlara olabildiği gibi partilere de kaldıramayacakları yükler getirebilir.

Getirdi de.

Şimdiki yol arkadaşları da varlıklarıyla güç katar görünürken AK Parti’den oy -ve itibar- kaymasına sebep oluyor.

Reklam

İktidar partisi ile ona destek çıkan ortakları arasında kendini belli eden uyum sonradan mecburen edinilmiş benzerlikler yüzünden değil. Elbette ortaklarla sürekli aykırılık sergileyerek yola devam edilmez; taraflar birarada yaşabilmenin yolunu benzeşmede arayacaktır.

Buraya kadarı doğru. Ancak iktidarda bulunan parti yol arkadaşlarını sürekli yanında tutabilmek için fazla zahmete katlanmak zorunda kalmadı. Bir-iki seçimle kadrolarını yenileyerek bu duruma itiraz edebilecekleri eledi ve bu yolla kendini farklılaştırdı.

AK Parti şimdi istese bile bugün girdiği yoldan kolay kolay çıkamaz. Eski başarılı günlerini günümüzde yeniden canlandıracak bir kadrosu yok çünkü.

Ekonomi ve dış politika

Ekonomiyi ele alalım.

Hemen herkes hükümetin ekonomi yönetiminin başarısız olduğu kanaatinde; bu kanaat AK parti çevrelerinde de yaygın. Öyle değil mi?

Peki ekonomiden sorumlu olan kişi değiştirilmek istense eski başarıları günümüzde yeniden canlandıracağına inanılacak kim var AK Parti kadrosu içerisinde? 

Bürokraside de -bırakın doğruları icraata dönüştürebilecekleri bir tarafa- doğruları söylenmesi gerekeceklere söyleyebilecekler bile yok.

Sadece ekonomi değil, dış politika da öyle.

Dış politikada artık gözle görülür bir hal alan açmazlar söylenmesi gerekenlere kendileri tarafından ifade edilemediği için, doğruların söylenmesi gereken kişilerin okuduğu düşünülen yazarlar aracılığıyla sıkıntıların seslendirilmesi yöntemine başvuruluyor. 

Anlayacağınız sözün bittiği yerdeyiz.

Politika sözün bittiği yerden alınarak ileriye taşınır. Ülke insanının ilgisini çeken, kısır döngünün kırılabileceği umudunu aşılayan, daha güzeli vaad eden bir kadro yeni söylemlerle bunu sağlayabilir.

Tıpkı siyasetin tükendiği bir dönemde kurulmuş, gerçekçi bir kadroya sahip, varlığıyla ülkenin içine yuvarlandığı yerden kaldırılmasını sağlayacağı umudunu veren 2001 yılının AK Partisi’nin yaptığı gibi.

Ona da şans tanıyan, hatta vaadlerini yerine getirebileceğine inanan çok azdı; yine de ilk seçimde iktidara gelebildi AK Parti ve o kadrosuyla vaadlerini gerçekleştirmeye çalıştığı gibi, vaadlerinden ilerisini de hayata geçirebileceği umudunu verdi.

Yeni partilerin -hiç değilse artık hangisi daha fazla umut verebilecekse onun- yapması gereken de budur.

Şartlar o günlerin şartlarına benziyor, o şartların zorlayacağı sonuç da aynı olabilir.

İzleyelim bakalım, olabilecek mi?

ΩΩΩΩ  

Reklam

32 YORUMLAR

  1. Çok dürüst bir yakınım var durumu içler acısı. Kendisi geçmişte küçük çaplı bir işadamıydı, sonraları işleri bozuldu ve iflas etti. Evi, yazlığı yok, bankada parası yok. Fakat iflas ettiğinde vergi dairesine ve SGK’ya borçları kalmış. Vergi dairesi emekli maaşına haciz koyamıyor fakat SGK bunu yapabiliyormuş ve emekli maaşının üçte birini her ay borcuna karşılık kesiyormuş.

    Yakınım şöyle diyor. “Tamam borcum borç, fakat hiç birşeyi olmayan bir insanın emekli maaşının üçte biri de kesilmez ki, ben nasıl geçineceğim? Hadi buna da razı olayım diyorum fakat Suriyelilere yapılan milyarlarca dolar yardımı görünce kan tepeme çıkıyor. Anayasa Mahkemesine hak ihlali için dava açmayı düşünüyorum”.

    Bir de şöyle bir hesap yapmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan bugüne kadar Suriyeler için yapılan masrafın 45 milyar doları bulduğunu söylemişti. Bu rakamı bugünkü kurdan TL’ye çevirip 83 milyon nüfusa bölünce adam başı yaklaşık 4.200 TL düşüyormuş. Şöyle diyor: “Aile efradım ve birinci derece yakınlarımı da hesaba katarsan benim vergi dairesine SGK’ya olan bütün borçlarım ödenir. Ya benim devlete olan borçlarımı sıfırlasınlar yada 45 milyar dolar iktidarın her aşamadaki yöneticilerinden tahsil edilerek devlet hazinesine koyulsun. Ben hata yaptım ama sıfırlandım, bedelini ödüyorum. Milli serveti heba edip hatalar yapanlarsa yine de zengin yaşıyorlar. Ya benim emekli maaşımdaki kesintiyi kaldırsınlar yada 45 milyar dolar onlara ödetilsin, eşitlik sağlansın.”

    Elçiye zeval olmazmış. Ben şahit olduğum bir olayı aktardım. Bence adam haklı!

  2. DEVA Partisi Analizi – İki makale özeti (Özetlediğim için yazar adlarını vermedim)

    DEVA Partisinin olumlu yönleri çok ve aşikar. Bu nedenle sadece olumsuz sayılacak ve değerli bulduğum eleştirilere özetde yer verdim, ayrıca bir yorumda bulunmadım.

    * Ali Babacan’ın AK Parti içinde mücadele vermeden partisini sessiz bir şekilde kurması partinin bir hikayeden yoksun kalması anlamına geliyor.

    * Deva Partisi’nin muhalif kamuoyunda sıklıkla dile getirilen “AKP de ilk çıktığında böyleydi”, “Bu tablodan onlar da sorumlu”, “Siyasal İslamcı” gibi suçlama ve tepkilere maruz kalmanın getirdiği bir savunma refleksi sebebiyle AK Parti ve muhafazakâr siyasetin dilini kullanmaktan kaçındığı bir siyaset pratiği geliştirdiği görülüyor.

    Davutoğlu ve Gelecek Partisi’ne yönelik ‘’İslamcı’’ ve ‘’AK Parti’nin devamı’’ şeklindeki eleştirilerin buraya kaymasını engelleyen bu dilin, Deva Partisi’nin hedeflediği AK Partili rahatsızları ne kadar tatmin ettiği sorusu önümüzde duruyor.

    Deva Partisi, CHP’ye zaruri sebeplerle oy vermeye başlamış apolitik şehirli genç seçmenin, İyi Parti’nin beklentisini karşılayamadığı merkez sağla barışık seçmenin ve Kürt illerinde HDP’nin iş yapabilme gücünden umudunu kesmiş kentli-liberal Kürt seçmenin aklına ve duygusuna daha çok hitap eden bir dille sınırlı kalma riskini taşıyor.

    * Deva Partisi’nin seçkinci bir politika izlenimi veren ve genel siyasetinde sürekli vurguladığı sermaye odaklı girişimcilik, kalkınma, teknolojik atılım perspektifinin ön planda olmasının siyasi açıdan ciddi handikapları olacaktır. Sabit ücretle çalışan, beyaz ve mavi yakalı genç gruplar için başarının statüsel bir atıfla ele alınması dışlanmışlık hissi uyandıracaktır. Deva Partisi’nin şimdiye kadar gerekli sermaye ve networkten yoksun olması sebebiyle girişimciliği değil devlet kurumlarında istihdamı bekleyen taşrada ve kent varoşlarındaki kalabalık genç nüfus için tatmin edici bir vaadi yok.

    Kalkınmacı ve ilerlemeci perspektif, sosyal devlet perspektifiyle orta alt ve alt sınıfları kapsayan bir siyasi vizyonla dengelenirse ancak o zaman bu kesimin de kendini ait hissettiği bir ruh oluşması sağlanabilir. Halihazırda kentli orta ve üst sınıfa hitap eden bir siyasal söylem üretmesi ve AK Parti-MHP oyunun kümelendiği taşraya cazip gelecek ekonomik vaatler ile bağı güçlendirecek bir dil kuramıyor olması Deva Partisi için bir probleme işaret ediyor.

    * DEVA Partisi programında “Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi” bölümünde Kürt sorununa büyük bir yer ayrılması oldukça cesurca. Biraz soyut da kalmış olsa, sorunun çözümünde başlangıç noktası olarak evrensel demokratik normlara işaret edilmiş.

    Reelpolitik açısından soru işareti ise, Partinin programının ana eksenine bu sorunun oturtulmasının, hedeflenen merkez sağ ve ılımlı muhafazakar kesimlerde ne ölçüde karşılık bulacağı. Belki daha da önemlisi, bu vurgunun anılan kesimler üzerinde partiyi daha baştan reddedici bir etki yaratma riski.

    * Deva Partisi’nin muhalefet bloğundan kendisine akabilecek oyla da büyüyeceği aşikâr lâkin Türkiye’de muhalefet bloğu arasındaki kütlesel değişimlerden ziyade asıl ihtiyaç, muhalefeti teşkil eden yekûnun büyümesi, dolayısıyla Deva Partisi’ne (ve Gelecek Partisi’ne) esas olarak AK Parti’den oy akmasıdır.

    • Bunlar, sosyalist medyanın, Ruşen Çakır’ın “Tepeleme yedi çorba kaşığı sosyalizmi alıyor, bunu elimizi korkak alıştırmadan demetinden koparıp aldığımız ve havanda dövdüğümüz üç tutam Atatürkçülük otuyla güzelce karıştırıyor, yemeği pişirme safhasına geçtiğimizde bunların tadı çok fark edilmesin diye, stüdyomuza zaman zaman her toplumsal kesimden aydınları davet ediyoruz” tadındaki Medyascope-TV’sinin sık sık kapısını çaldıkları Bilken’ten Berk Esen’in laf ebeliklerinden fazlaca şeyler değil, Fatih Bey.

      Bu genç akademisyen, beyaz iş önlüğünü giyip laboratuarına dalıyor, sonra “Deva Partisi’nin ne olup olmadığını, erişebileceği maksimum oy potansiyelini, Türkiye’deki toplumsal sınıflar temelinde analiz ettim. İşte bilimum deney tüplerimle girişmiş olduğum analizimin sonuçları, buyurun” diyor.

      Zihninde kurmuş bir “Türkiye’de toplumsal sınıflar haritası”, renkli keçeli kalemlerle içlerini boyamış, üstad Marks’ın şablonuyla siyaset bilimcilik oynuyor.

      Bu genç adamı, “Eti senin kemiği benim, Hocam” diyerek kendisiyle aynı yaştaki bir başka akademisyen olup hayatın içine de bakan Burak Bilgehan Özipek’in yanına dört yıl çırak vereceksiniz -bir yararı olur mu bilinmez, ama bu hayat umutsuz da yaşanmaz.

      Özet metninizdeki argümanların her birini alıp üzerine bayıcı paragraflar döşenmek hem bana, hem de yorumlara da bakan okurlara zul olur. Velhasılı kelam:

      (1) Bu kardeşimiz ve siz, 1990’lı yılların “sağ merkez”, “sol merkez” çiziktirmeleri ile Türkiye’nin tahliline girişiyorsunuz. Bunlar ‘Taze bitti’ değil, ‘Çoktan bitti’: AK Parti’nin ilk 10 yılındaki performansı artık MERKEZ’in kendisi. Yeni merkez, yeni çıta bu artık. Evet, Türkiye siyasetinde yeni merkez, kabaca, 2002-2010. Eskimiş cetvellerinizi atacak, yenilerini alacaksınız.

      (2) Deva Partisi’nin NE TÜR BİR TOPLUMSAL-SİYASAL KRİZ ortamında doğmuş olduğunu dahi aklınıza getirmeden oturup parti analizlerine girişiyorsanız, sizlere daha yolun başında “Geçmiş olsun” demek durumunda kalırız.

      “Ne diyor, gidip bir soralım” diye gelip üniversite odanızın kapısını çalsa çalsa Evrensel, Birgün gibi sosyalist gazetelerin şaşkın muhabirleri çalar.

      DEVA’nın kurucularının muhtevası şu ve de buymuş, ve saire. Geçiniz bunları bir kalemde.

      DEVA, Türkiye’nin neredeyse her on yılda bir yaşamış olduğu toplumsal-siyasal krizlerinin 2020 versiyonunun çocuğudur -tıpkı 2002’nin AK Partisi gibi. Babacan ve diğerlerine, “Yaw, parlak işadamları ve parlak akademisyenler olaraktan biz de bir parti kuralım, bakalım pratiğimiz yüzde 5, erişebileceğimiz maksimum potansiyel yüzde 13 mü olacak, bi görelim” kafasıyla toplaşıp parti kurmuş idealistler muamelesi çekerseniz, gülünç duruma düşersiniz.

      Deva Partisi, kendi medya outletleri (kanalları) ve parti örgütleriyle geniş halk kitlelerini varlığından haberdar kılıp onlara derdini anlatabilir duruma geldiğinde, zaten kendiliğinden yüzde 15-20 bandına yerleşmiş olacaktir.

      Bu, bugün adeta hepimize 7 Uyuyanlar’ın Eshab-ı Kehf’nin dinginlik ve sükunetini hatırlatan Meclis’te, beklenen ve korkulan İstanbul depreminin öncüsü sayabileceğimiz sallantı ve fokurdamalara yol açacaktır. Meclis’teki herhangi bir milletvekilinin siyasetin muhtemel gidişatını okuma becerisi, sizin ciddiye aldığınız o ‘Marksist sınıf çözümlemeci’ genç akademisyenden en az iki gömlek üstündür.

      Tek başına iktidar olanağını da yakalayacak olan Deva Partisi, tek başına iktidarını takip eden ikinci (birinci değil, ikinci) seçimde, seçimlerden yüzde 40 bandında oy alarak çıkacaktır.

      Deva’nın erişebileceği maksimum oy potansiyeli yüzde 13’müş.

      Bunu söyleyebilenlerin Bilkent akademisyeni olmasından, dinleyip ciddiye alanların arasında sizin de olmanızdan, ülkem adına hicab duyuyorum.

      DEVA’nın sahip olduğu oy potansiyeli yüzde 50-55 bandıdır. 🙂

      • Bahsettiğiniz isimleri (Ruşen Çakır hariç) bilmiyorum. Yararlandığım kaynakların az olanı Ankara Üniv.’den bir Hukuk Profu, esas diğeri ise Kürtler üzerine çalışan bir araştırma şirketinin adı da Kürt olan sahibi. Ben ve yararlandığım kaynaklar DEVA partisine olumlu bakıyor. Fakat özetlediğim ve benim de katıldığım hususlarda eksikler olduğu anlatılmak istenmiş. Buradaki bazı Erdoğan’cı yorumcuların durumuna düşmeyin, DEVA=Ali Babacan ne söylerse doğrudur demeyin derim. Eleştirilerde kullanılan argümanlar yabana atılacak cinsten değiller kanımca.
        (Ben sosyal bilimci değilim, y.mühendisim.)

        • Yanıltıcı bilgi veriyorusunuz Fatih Bey. Bize, “Size iki makalenin özetini sunuyorum” diyorsunuz. Ama, gerçekte, dört farklı metinden kopyala-yapıştır yöntemiyle ve rastlantısal olarak alt alta dizilmiş cümleler çöplüğü var.

          Dilerseniz, bize “İki makalenin özeti” diyerek (söz konusu makalelerin hangileri olduğunu da nedense gizli tutarak) birbirleriyle ilintisiz yazılardan rastgele seçip alt alta sıraladığınız cümlelerin her birini kopyalandığı yazıların kaynaklarıyla bir döküm olarak verebilirim.

          İşin bunun kadar eğlenceli yanı, kopyalanıp yapıştırılmış cümlelerin kendilerinden alındığı makale yazarlarının farklı düşünce geleneklerinden kişiler olmaları.

          Cümle 1: “Ali Babacan’ın AK Parti içinde mücadele vermeden partisini sessiz bir şekilde kurması partinin bir hikayeden yoksun kalması anlamına geliyor.” Cümlenin ait olduğu kişi: Nezih Onur Kuru, cümle, bir Euronews ropörtajından kopyalanmış.

          Cümle 2: “Deva Partisi’nin özellikle muhalif kamuoyunda yerleşik ve sıklıkla tekrar edilen. . .” (Roj Girasun makalesinden alınmış cümle. Neden cümlenin orijinalindeki “tekrar edilen” sözükleri sizin metninizde “dile getirilen” diye değiştirilerek yazıldığı da ilginç bir muamma. Bu arada, genç akademisyen Roj Girasun’u da Medyascope TV’den tanıdığımı, en az 6-7 farklı videosunu izlediğimi söylemiş olayım)

          Cümle 3: “”Özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi” bölümünde Kürt sorununa büyük bir yer ayrılması oldukça cesurca.” Cümlenin ait olduğu kişi: Ali D. Ulusoy, cümle, yazarın T24 haber sitesindeki makalesinden kopyalanmış .

          Devam etmemi ister misiniz?

          • Polemikçi bir yapınız var, bir cümlenin başkasına ait olduğu gözden kaçmış olabilir, ne var bunda. Ben kendimin de katıldığım görüşleri sıraladım. Açıkçası DEVA Partisi seçkinci bir liberal parti görünümünde. AKP’den oy alabilecek söylem ve politikaları geliştirmeleri gerekir diye dostça bir uyarıda bulunuyorum. Fena mı yapıyorum? Sizin ve benim gibileri ikna etmeleri yeterli mi?

          • Temel sorun şu Fatih Bey: Hem parti lideri A. Babacan’ın iki farklı ropörtajında altını çizerek dile getirdiği gibi, hem de Deva Partisi İstanbul İl Başkanı G. Ayan’ın uzun bir söyleşide (sanırım Medyascope’daydı) işaret ettiği gibi, bu partinin “oy alabilecek söylem ve politikalar geliştirmek” gibi bir derdi yok. Benim bu partiye olan heyecanlı desteğimin bir nedeni de bu.

            Sadece kadroları ve partinin inşası sürecinde izlenen sıradışı yöntem, sadece parti programındaki meselelere yönelik sıradışı yaklaşım dolayısıyla değil, DEVA, siyaset yapış tarzı konusunda da ayrı bir yerde duruyor, ve bu konudaki ilkesel tutumunda ısrarcı olacak görünüyor.

            Türkiye, bugün gelmiş olduğu aşamada, artık halka gidip ondan oy alma kaygısı üzerine inşa edilmiş söylem ve politikalarla yol almak istemeyen bir siyasi zihniyete yol vermek zorunda.

            DEVA, diğer bütün partilerden farklı olarak, yüzde 10 ya da yüzde 20’lik oya sahip olmak üzere kurulmuş bir parti değil.

            İktidara gelmek ve Türkiye’yi sahici anlamda dönüştürmek üzere kuruldu. Ya iktidar, ya da hiç partisi Deva Partisi.

            Bu, tamamen TEK BİR VARSAYIM üzerine inşa edilmiş bir girşim ve çaba: Türkiye’de yaşayan insanlar bunca deneyimin ardından artık böyle bir partiye hazır.

            Bu sadece güçlü bir izlenim. Hem parti lideri, hem kurucular, hem de benim gibi destekçi insanlar, bu izlenimimizin ve umudumuzun boş da çıkabileceğinin pekala farkındayız.

            Yüzde 5, yüzde 10, yüzde 14’e de mahkum edliebilir Deva. Bu pekala mümkün bir olasılık. Ama ülke yönetiminde sorumluluk üstlenmiş siyasetçi, ama bir gazeteci-yazar, ama siyaseti izleyip bildiğini düşünen sıradan bir birey, ama bir oto tamircisi: Güçlü izlenimimizin doğrulanacağı kanısındayız.

            Oy almak için söylem ve politika geliştirip halka öyle gitmek: Hayır. DEVA bunu yapmayacak. Çünkü, bu, basitçe ve açıkça, kendi varlık nedenini ortadan kaldırmak anlamına gelir.

            Liberal ve seçkinci görünüyormuş parti. Öyle görünüyorsa öyledir.

            Liderimiz sürükleyici, karizmatik değilmiş. Öyle ise öyledir.

            “Atatürk”, “laiklik”, “cumhuriyet devrimleri”, “Türk”, “Türk milleti” terimleri 132 sayfalık parti programında bir kere olsun geçmiyor. Evet, geçmiyor. Çünkü, partinin zihin dünyasını paylaşanlar bunun böyle olmak zorunda olmadığını düşünüyorlar.

            Ya halk DEVA’nın söylediklerini akla yakın bulup destek verecek ve iktidara taşıyacak kısa sürede, ya da, yazgısı güdük bir parti olarak kalmak olacak. İkincisi durumunda kimse yola devam etmez -ben de Saadet’e geri dönerim.

            Babacan’ı biliyorsunuz. Kurucuları da tanımaya çalışın. İstanbul İl Başkanı’nın maddi zenginliğinden de, İntermet üzerinden başvurusunu takiben mülakatlarla o göreve seçildiğinden haberdar olun.

            Ben haberdarım. Ve, diyorum ki, lider ve kurucu kadronun para pul derdi yok. Hemen hepsinin hali vakti ziyadesiyle yerinde.

  3. Sn Bernar beycigim demir almış bir gemi limandan Melis açıklarına doğru ilerliyor.Tahminler tutmadı galiba.Yorumunuzu bekliyorum.

    • “Melis” değil Ahmet Bey, “Meis Adası”.

      Tamam, ada açıklarına doğru ilerlesin. Hazır gitmişken, Yunanistan’ın anakarasına da uzansın, kıyıları bi güzel topçu ateşine tutup öyle dönsün. Bakın Erivan’a akıllı füze yollamayınca, Rusların kurduğu masada sandalyeyi bırakın, bir tabureye bile oturamadık.

      • Sn.bernar belki yerel halk melis falan diyordur; yok eğer öyle değilse uzunca tokat yazısı da benim için yazar mısın?

  4. bernar bey kapısında militan olacağı bir dava arıyor ama fehmi bey de ülkeyi birlikte yöneteceği parti arıyor.
    – sonuçta, ülke sorunlarını ve ülkenin gelişimini değil hangi partinin iktidara geleceği üzerine tartışma yürütüyoruz.
    – oysa türkiyenin sorunu ülkeyi kimin yönetirse iyi olacağı değil.
    – öncelikle kimin yönetmemesi, kimin ya da kimlerin türkiye siyasetinden çekilmesi gerektiği ve nasıl bir türkiye olmaması gereğidir.
    – türkçeye kabaca çevirecek olursan:
    – akp ve mhpden ülkenin kurtulması, başkanlık sisteminden ülkenin kurtulması.
    – kabaca dedim çünkü aslında türkiyenin başka sorunları da var ve onların da çözülmesi lazım ki bu sorunlar ve çözümleri A ya da B partisinin yapacağı birşey değil.
    – A ya da B partisinin ülkenin bütün sorunlarını çözeceğini düşünmek A ya da B partisini sadece iyilerden ve yeteneklilerden oluştuğunu, diğer partinin de sadece şeytanlardan oluştuğunu varsaymaya dayanan gelişmemiş bir beynin varacağı sonuçtur.
    – ali bey doğru söylüyor:
    – günümüz şartlarını ak partinin ortaya çıktığı şartlara benzetmek, doğru bir yaklaşım değil, bir düz mantık yaklaşımıdır.
    – ak parti kurulmadan önce kriz vardı, şimdi de kriz var. yani aynı şartlar mevcut demektir ki bu bile yanlış. ülkenin içinde bulunduğu durumu kavramaktan uzak bir yaklaşım.
    – ak parti iktidara gelmeden önce kriz vardı kısmı doğru, ama “şimdi de ülke krizde” bölümü, ülkenin içinde bulunduğu durum üzerine hiç kafa yorulmadığını gösteren bir cümle.
    – şimdi türkiyede kriz yok. şimdi türkiye, ya bugüne kadar çözemediği ve biriktirdiği sorunlarını çözecek ya da daha kötüye gidecek, venezuella, iran, suriye vb gibi bir ülke olacak. yani bataklık içinde debelenen bir ülke olacak.
    – akp ve mhp ülkenin 100 senesini yedi.
    – dünyanın en türk düşmanı insanlarını biraraya getir. bu ülkeye bunlar kadar zarar veremezdi.
    – “kabaca” bölümünü birazcık ayrıntılandırmam gerekirse.
    – Ülkenin “milliyetçilik” sorunu var.
    – Ülkenin “dincilik” sorunu var.
    -Ülkenin osmanlıcılık sorunu var
    – Ülkenin atatürkçülük sorunu var
    – Ülkenin ulusalcılık (kürt ulusalcılığı da dahil) sorunu var ki asklında yukardaki “milliyetçilik” içinde de sayılabilirdi ancak bu kesim kendilerini milliyetçilerden ayırıp, güya ilerici imiş gibi lanse ettikleri için ben de bunu ayrı bir başlık altında yazdım.
    – Ülkenin “izm”ler sorunu var. Artık dünya “izm”leri taşımıyor. Bütün dünyada geçmişteki değer yargıları ile günümüzde olması gereken değer yargıları arasında bir çatışma var. brezilyadan amerikaya kadar olanlar biraz da bu açıdan değerlendirilebilir.
    – Ülkenin demokrasi bilinci sorunu var.
    – Ülkenin hukuk bilinci sorunu var.
    – Ülkenin “hak”ve “adalet” kavramı sorunu var.
    – Ülkenin, sevmediği yaşam şekillerine, davranışlara ve düşüncelere tahammül edememe sorunu var.
    – Ülkenin sevmediği kişilerin haklarını kabul edememe sorunu var.
    – Ülkenin, bilim ve bilimsel düşünceden uzaklık sorunu var.
    – ve içinde bulunduğumuz dönem, ülkenin bu sorunlarını çözüp çözemeyeceğinin belirleneceği bir dönem. ve bunları çözüp çözemiyeceğimizi A ya da B partisi değil, günlük yaşam içindeki davranışlarımızla, yaklaşımlarımızla, üreteceğimiz düşüncelerle, ortaya koyacağımız değerlerle, bütün hepimiz yapacağız.
    – ya da başaramayacağız.
    – Lütfen!
    – Ülkeyi seviyorsanız! artık bu ülkenin neden hala geri kaldığı üzerine kafa yorun. ülkenin bugün içinde bulunduğu durum üzerine kafa yorun.
    – İnsanlar şu veya bu şekilde bunlara kafa yoruyorlar.
    – Bakın chp içinde tartışmalar var ve yaşanan tartışmalar bu sorunlardan bazılarının çözümünü ya da daha geriye gidilmesi potansiyelini taşıyor.
    – Bugün hdp içinde tartışmalar var ve bu tartışmalar da yine aynı şekilde potansiyel taşıyor.
    – İnsanların gözünden kaçıyor. Bugün hdpli kars belediye başkanı Ayhan Bilginin açıklamaları vardı. İfadelerine şaşırdığımı söylemem lazım. söylediklerinin doğru olduğunu düşünmememe rağmen. Etraflıca düşündüğünü ve birtakım düşünceler (ayrıntılı düşünceler) geliştirdiğini görmek beni şaşırttı.
    – “Demokrasicilik oynamak” şeklindeki demeci de bugün tartışılan (dipden dibe) bir konunun dışavurumu. yani insanlar düşünüyor. Bernarın farkında olmaması o insanların düşünmediği anlamına gelmiyor. keşke gelseydi. bernar kendisini çok akıllı zannetmeye devam ederdi.
    – geçtiğimiz günlerde de ahmet nesinin hdp içindeki tartışmalara ilişkin yazısı vardı.
    – chp içindeki ulusalcıların çıkışı zaten malum. “gül olursa erdoğana oy veririm daha iyi” diyorlar.
    – Bütün bunlar, türkiyenin dönüşüm çabaları.
    – daha önceden de yazdım. türkiyenin, atatürkçülük de dahil, ideolojilerden kurtulması lazım. dünya artık ideolojiler dünyası değil.
    – ulusalcılıktan kurtulması lazım.
    – dinin artık birilerinin “iyi” ya da “kötü” olarak nitelenmesindeki mihenk taşı olmaktan çıkması, insan ile Allah arasında olması lazım.
    – Yani, “din Allah’ın olana kadar” cemaatlerden, ideolojilerden, kesimlerden, gruplardan kurtulması lazım.
    – Daha yazacak çok şey var. ancak benim derdim doğruları sıralamak değil, insanların doğru konular üzerinde, doğru şekilde tartışmasını sağlamaya çalışmak. çünkü insanların dönüşümü ancak bu şekilde olabilir.
    – Bernar anlar mı bilmiyorum ama, işte bunun için, türkiyede birşey olacaksa, burda sol ve demokrat kesimin payı önemli olacaktır.

    • Ülkenin sorunlarına o gitsin bu kalsın demekle çözüm bulunmuyor.sorunlar çözüme kafa patlatmakla Ortadan kaldirilir.biz ise sürekli birilerini kotuleyerek Çözüm bulacağımizı zannediyoruz.

  5. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, ‘Oruç Reis’ sismik araştırma gemisinin Akdeniz’e demir almasına ilişkin, “Her seferinde ülkemiz, milletimiz kazandı. Durmak yok, yola devam. Oruç Reis’imizin yolu açık olsun” dedi .

  6. Türkiye’nin mevcut durumunu veri kabul ederek siyasi analizler yapmak reel politiğe uygundur. Nitekim yapılan analizlerin tamamına yakını da bu şekildedir. Fakat mevcut durumun normal olup olmadığı üzerine de siyasi analizler yapılmalıdır. Aşağıda böyle bir deneme yapılmıştır.

    2020 itibariyle Türkiye’de siyasi önceliği milliyetçilik olan MHP+IYI+HDP seçmeninin toplamı %30 kadardır. AKP, SP ve Gelecek Partisi içinde toplanan köktendinci seçmenlerin toplamı ise %20 kadardır. Çeşitli nedenlerle küçük partiler ve bağımsızlar da %5 kadar seçmen toplamaktadır. Buna göre siyasette milliyetçiliği öncelemeyen, kökten dinci ve marjinal olmayan ve merkez diyebileceğimiz seçmenlerin toplamı %45 ile sınırlı kalmaktadır. Onlar da merkez-sağ ve merkez-sol şeklinde enaz iki partiye bölünmektedir. Bu tespit Türkiye’deki siyasi istikrarsızlığı büyük ölçüde açıklamaktadır sanırım.

    Aslında AKP ve özellikle CHP seçmenleri içinde de Türk milliyetçiliğini önceleyen toplam %25 kadar seçmen bulunmaktadır. Bunlar partilerinin milliyetçilik konusundaki politikalarını beğenmeseler bile hasım gördükleri diğeri kazanmasın diye kerhen kendi partilerine oy vermektedirler. Türk milliyetçiliğinin bu kadar ön plana çıkmasının nedeni 40-50 yıldır süren PKK terörünün vatandaşı bıktırması ve birkaç yıl önce kazılan çukurlarda TC Devletine savaş açılmış olmasıdır. Diğer yandan kısaca ‘Beka’ ile ifade edilen, PKK kontrolündeki Suriye Kürdistanı ve bunun Türkiye’ye olası olumsuz etkileri de milliyetçi endişelerin artmasına neden olmuştur.

    Köktendici %20 seçmenin ise enaz yarısı güçlü olan muhafazakar-sağ partiye kolayca kaydığından bu kesimin istikrarı bozma payı daha azdır.

    • Sn fkt güzelin yanında yakışıklı damat gibi yazı olmuş tbr.
      Umarım dön baba dönelim, sazan sarmalı gibi açmazlardan siyasiler ve yazarımız çıkarlar, prangalarından kurtularak kendileride refaha erer, ülkeye de yeni ufuklar açarlar.
      Bismillah diyerek yönetime talip olurlar.
      Anahtar da sifre de %45 rakamındadır. Karpuzun göbeğinde çekirdek tanelerinin kendine doğru gelmesini bekliyor.
      Çekirdekler kendi kendine gelmez, dilimlendikten sonra dilimleri yarım ay gibi sırtına yüklerse karpuzun göbeği,
      Voltranı da oluşturabilir, hilalide oluşturabilir, her isin üstesinden de gelebilir.
      Bu sadece muhalefet için geçerli değil! Beni ilgilendirmez, ha ak parti ha al parti,
      Ha sağ x milliyetçisi, ha k milliyetçisi. Halk milliyetçiliğe sarılmışsa eğer, zaten sen niye oturuyon rahat koltuğunda?
      Politika üretsen milliyetçisi de, şucusuda bucusuda zaten sana gelecek sen sorun çözücü güçle herşeyin anahtarını çevirerek açacaksın tüm kapıları.
      Huzurunda, ekonominin de, iyi yaşantısınında ortak masada bulacaksın çaresini çözümünü.

  7. Merkez-sağ ve merkez-sol ana akım partilerin iktidara yürüyebilmesi için Türk milliyetçiliği öncelikli duygu ve endişelere karşı makul ve ikna edici bir söyleme sahip olmaları ve kısaca ‘Beka’ ile ifade edilen dış politika sorunlarında daha iyisini daha akılcı bir şekilde yapabileceklerini bir şekilde kamuoyuna açıklamaları gerekir. Fakat görülen o ki bu konularda çok yuvarlak ifadeler kullanıyorlar ve bu yeterli olmuyor. Buna göre DEVA ve CHP’nin oylarını artırabilmesi için Türk veya Kürt seçmenden hangisine ağırlık vermesi gerektiği sorusu ön plana çıkmaktadır. Şüphesiz ki milliyetçi Türk seçmenden oy alabilmek için HDP=PKK’dır demek gerekmez, öyle de değil zaten. Bu partilerin HDP’ye değil HDP seçmenine yaklaşacak yöntemler bulması gerekir kanaatindeyim. (HDP’ye karşı hukuk dışı müdahalelerde HDP’ye usulünce sahip çıkılmalıdır)

    CHP 100 yıllık bir partidir ve daima belirli bir oyu vardır. DEVA partisi ise eğer başa gelirlerse Ali Babacan’ın daha kolay ve hesaplı kredi bulabileceğinin ötesine geçmelidir. Zira bunun dışında parti programları güzel ama çok fazla yuvarlak vaadler. Örneğin katılımcı demokrasi ve Kürtlerin ana dil sorununun çözümü deyince millet bunu ‘Kürtçe eğitim de yapılacak’ anlıyor. Böyle mi değil mi bunu anlamadan da pek çoğu oy vermeyecektir.

    Vesayet rejiminin sona ermesi beklentilerini ise duygusal buluyorum. Zira ‘vesayetçiler’ seçimle işbaşına gelmiyorlar ki, onlar hep varlar!

  8. Sayın Koru’nun bugünkü yazısına başlık olarak tercih ettiği ifadenin birinci ve kısa cümleciği şu:

    “Yeni partiler hareketlendi. . .”

    Doğru mu bu? Bir mübalağa mı bu?

    Sayın Koru’nun yıllar içinde üstüne koyarak inşa etmiş olduğu entelektüel kimliğinden bihaber olup “Fehmi Koru” isminin bunlar için ilk çağrıştırdığı şeyin yazarın A. Gül ile dostluğa dayalı yakınlığı olan çakma Koru okurlarının diliyle üçüncü bir soru daha ekleyelim bunlara:

    Sayın Koru, Babacan’ın partisini parlatmak için mi söylüyor bunu?

    Şu sıralar hiçbir kamuoyu araştırma şirketinin araştırmalarına ve kamuoyu ile paylaştıkları bulgularına fazlaca güvenmiyorum. Ortalık da karışık, zihinler de karışık. Pandemi de iri kaşık olmuş karışıklık tenceresini karıştırıp duruyor. Özellikle telefon üzerinden yapılan kamuoyu yoklamalarının verilerini kuşkuyla karşılamak, bunların yaptıkları araştırmaya ilişkin “yüzde 3 hata payı içeriyor” türü ibarelerini ciddiye almamak gerek. KONDA da yayınlasa, hayli temkinli yaklaşırım.

    Can Selçuki, akademik kariyeri olan, kişiliğine ve yaptığı işin ciddiyetine ve ahlakına güvenebileceğiniz genç bir insan. İstanbul Ekonomi Araştırma’nın başında. İki gün önce son anket çalışması sonuçlarını yayınladı İEA. (Merak edenler internetten bulup bakabilir: AK parti yüzde 35, CHP yüzde 17.7. . . . diye sıralanıp gidiyor partilerin aldıkları oy yüzdeleri)

    Hayli yanıltıcı olabileceğini düşündüğüm için partilerin oy oranlarına takılmayıp geçiyorum.

    Benim, sağlıklı olabileceğine görece ihtimal verdiğim ve dikkate değer bulduğum veriler şunlar:

    (1) “Bugün itibarıyla ekonominin nasıl olduğunu düşünüyorsunuz?” sorusuna 1500 kişilik denek gurubunun yüzde 67’si Ekim ayında “Çok kötü/Kötü” seçeneklerini işaretlemiş. Bu oran, bir ay önceki (Ağustos) araştırmada yüzde 47. Soruya, “Ne iyi Ne Kötü” cevabını verenler ise, yüzde 33’den yüzde 20’ye gerilemiş. Ekonominin “İyi” olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 17.

    Bunlar, anketlerin güvenilmezliği dikkate alındığında dahi hala anlamlı olabilen çok yüksek rakamsal değişiklikler.

    (2) “Sizce yaşadığımız ekonomik krizin yarattığı sorunları hangi lider çözebilir?” şeklindeki açık uçlu (yani seçenek verilmeden) soruya, denekler, MAYIS ayında yüzde 39.7 ile “Erdoğan” şeklinde cevap vermişler. Bu oran, beş ay sonra, EKİM’de, yüzde 33.3’e gerilemiş. Kabaca 6 puanlık bir düşüş var.

    (3) Yukarıdaki soruya “M. Akşener” diyenlerin oranı, Mayıs’taki yüzde 4.6’dan Ekim’deki yüzde 8,6’ya yükselmiş. Aynı oranlar, “A. Babacan” için Mayıs’ta yüzde 2.3, Ekim’de ise yüzde 8.6.

    Eğer bu veriler bir anlam ifade ediyorsa gerçekten, geçim sıkıntısı gibi ekonomi ile ilgili sıkıntılar derinleştikçe (veya kalıcılaştıkça), Erdoğan’a olan güvenin azaldığını söylemek gerekir. Buna ekleyebileceğimiz ikinci bir çıkarsama, seçmenlerin yeni arayışlar içine girme eğilimi gösterdikleri. Hem M. Akşener (4 puan) hem Babacan’ın (6,5 puan) oylarındaki belirgin artış bunun işaretçisi.

    ‘Müminler’, önümüzdeki 6 aylık zorlu kış aylarında hakiki müminler olduklarını yoksulluğa katlanarak kanıtlamakla görevli kılındılar.

    Bakalım bu ‘seferle emrolunmuşluk’ hali (sn. Gayret’in kulakları çınlasın!) yakın geleceğin araştırma bulgularındaki rakamlara nasıl yansıyacak. . .

    Maliye Bakanı, döviz kurlarına bakmıyormuş bile. Bakmasın.

    Resiçlier de bu tür araştırmalara güvenmiyorlarmış. Güvenmesinler.

    • Banada gelip sorsalardı bu ay “ekonomiyi düzeltecek babacan olsaydı..” diye aklımdan geçmedi değil.
      Fakat, sadece bu idi geçen aklımdan ve geldiği gibi gitti!
      Yani demem o ki: sn RTE’ den iyiyim diyen biri çıksın, yeminle oyumu ona basarım,
      lakin değişen sadece su olur: rte evde tek basına’ dan, RTE ve karşısındakiler!
      O güne kadar bir maraza çıkarmaz, en büyük benim, biz ne dersek o olur havası na girmezlerse eğer,
      Anonim şt’i de, kolektif şti de Babacan iyi kurar.
      O kadar.

  9. Muhalefet partilerinin bir çok açmazı, birden fazla çok acayip işleri oluyor bazan. Bir bakıyorsunuz muhalefet yapayım derken kendi kalesine gol atıyor, yada karşısında öyle profesyonelleşmiş bir grup varki kendi slahıyla onu vurabilme becerisi edinmiş olabiliyor.
    “Şu iktidardakiler düşsede ben o koltuğa otursam!” Kafasına sahip o kadar çok sözde siyasetçi var ki,
    Halbuki, -ben/biz onlardan daha iyiyiz ve daha iyi yönetiriz.
    -Biz başka farklı bir sistemle yönetmeye talibiz.
    -Biz amerikan ya yada Almanya veya İngiliz veyahut çin japon kafasıyla değil, onların teknoloji bilim ileri seviye herseyini alıp inceleyip uygulayarak yönetecegiz. (Onların menfaatlerine değil).
    -Biz önce ekonomiyi düzeltecegiz, sonra işsizlik, üretim veya kalkınma projelerimiz var.
    -Biz şu kadroyla yönetime talibiz. Diyen lazım bu ülkeye.
    Ya da sana/partine (sen onu parti sanıyorsun) şunu söyletirler:
    Ben etnik dini finans işi vururum kırarım ümüğünü sıkarım, kodummu oturturum, biz şöyle bir imparatorluğun tohumlarıyız,
    Şu gruplara özgürlük, bu mahalleye demokrasi, öteki kutba adalet getireceğim,
    Kefereler kapımızda kuyruk olacak (milleti yağ kuyruğuna muhtaç etmede),
    Layikligi getireceğiz, hukuku dibine oturtacağız, cumhuriyet varya su cumhuriyet, onların üç yetmez (ama evet) beşinci sini alıp size getireceezz.
    Belki sen gaza gelirsin marifetim benden menkul sanarak,
    Sizi tek adamdan kurtarmazsam namerdim, yeni bir ülke inşa edecez, belki marsta yeni bir koloni, 24 saat ense yapacaksın, üretmek çalışmak yok, anahtara gerek yok (uç anahtar vadi eskidi) uzayın yeni madenlerini kesfedeceez ve onları jüpiterlilere satacaazz! Bile dedirtirlet adama..
    Son söz: kimse sizden ülkeyi yada bir başkasından kurtarmanızı istemiyor!!!
    İlk önce bunu kafanıza sokun. Millet kendini kurtarmasını sizden iyi bilir. Ne bu ülkenin kurumlarına nede bir karış toprağına bir halel gelir. İnanmayan 15 temmuz hatıraları okusun. Size bir sır vereyim, yeni nesil gencler, bu siyasetcilere ne gerek var? Ben herseyimi kendim yapabiliyorum! Kafasındalar benden söylemesi.
    İşsizlik, durgun ekonomi, huzursuzluk, bıkkınlık bezginlik getirir.
    Yönetin, hesap verin, bu yeter!

  10. Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Suriye’de savaş mağduru aileler için yaptırılan 5 bin ‘İyilik Konutu’nun 600 tanesi tamamlanarak teslim edilmiş, kalanlarının inşaatı devam ediyormuş.

    Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı R.T.Erdoğan da bugüne kadar Suriyeliler için 45 milyar dolar masraf yapıldığını açıklamıştı geçenlerde. Bu parayla 2 milyona yakın sosyal konut yapılıp, ev sahibi olmayan Türk vatandaşı ailelere teslim edilebilirdi.

    Ev sahibi olmayan vatandaşlarımızın bilgisine.

  11. Sayın Koru nun, Akp içinde ”sürekli iktidarda kalma ”tercihini benimseyen grubun olduğu görüşüne katılıyorum.Başta Erdoğan ve ona yön verenlerin tercihi hep; ne yapıp edip sürekli iktidarda kalma arzuları oldu.Siyasi partilerin iktidar olma arzuları demokrasilerde normaldir.Ancak sürekli iktidarda kalma arzsusu normal değildir.Mutlak ve devamlı iktidar arzusu despotluk zihniyeti ürünüdür.Böyle bir arzu, hem eşitsizlik doğurur hem de güvensizlik.Böyle bir arzu demokrasiyi öldürür ,totaliter mutlakıyeti doğurur.Böyle bir arzu peşinde koşan iktidar, kendini devlet gücünün mutlak sahibi sanır.Devletin esas gücü olan yasa ve anayasayı çiğner veya kendine kalkan yapar.2017 anayasa referandumu ile ortaya konan ”Partili Cuhurbaşkanlığı Sistemi” ile ;devletin, parti devletine haline getirilmesi işte böyle bir arzunun eseridir.Demokrasilerin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığıdır.Anasaya değişkliği ile yasama(meclis),yürütme (hükümet üyeleri),yargı erklerinin üstünde bir tek adam gücü var edildi.Kuvvetler ayrılığı yok edildi.Dolaysiyle hak ,hukuk, adalet,özgürlük kavramları sadece kendilerine yontan bir silah haline getirildi.Bu kavramlar,AKP den oluşan bir burjuva sınıfı(muhalefetten bazıları bu sınıfa süslümanlar sınıfı diyor) sınıfının öz malı haline getirildi.İktidarın veya iktidar politikalarının karşısında olanlar hain,ajan,terörist sayıldı.19 yıllık AKP iktidarının sürekli iktidarda kalma arzusu,işte böyle yanlış işler peşinde koşmalarına neden oldu.Muhalefete karşı ise sahte özgürlük sunuldu.Kâğıt üstünde ve söylemlerde muhalefet özgür denildi.Uygulamalarda ağır baskılar ve yaptırımlar uygulandı.İşte bu nedenlerle,siyasi partilerin sürekli iktidarda kalma hırs ve arzuları demokrasi için zararlıdır.Bu tek adam sistemnin yok olması gerekir.Muhalefete,bilhassa AKP den ayrılan ve merkez sağ ile milliyetçi kesime hitap eden yeni muhalefet partilerine iş düşüyor.Tabi bu partilere destek verecek seçmen kitlesine de …Saygılar.

  12. Düşünen ve düşünceleriyle müzakerelere katılan insanların, aydınların, şu veya bu gerekçeyi öne sürerek üstlenmekten kaçınmamaları umulan bir sorumlulukları olduğunu düşünüyorum.

    Bu sorumluluğun kaynağı, ve şu içinden geçtiğimiz dönemde giderek yaşamsal hale gelmesinin nedeni şu: Her ülke için söylenebilir mi, emin değilim; ama, hiç değilse Türkiye’de, ülkenin gerçekten zora girdiği dönemlerde, insanlar dönüp aydınlarına, kanaat önderlerine bakıyorlar bir tür yol göstericilik beklentisiyle.

    Burada, “aydın” ya da “kanaat önderi” ifadelerine özel anlamlar yükleyip o şahsiyetlerin özel insanlar olduklarını düşünmeyelim. Meselelere sakin ve sağdulu yaklaştığı, yanısıra, sayın Koru’nun tabiriyle “doğrucu-davut” olduğu konusunda kahvehane müdavimlerinin ekseriyetle üzerinde hemfikir göründükleri bir ağabey ya da amca da pekala bir aydın, bir kanaat önderidir.

    Hakikati şu veya bu nedenle görmek istemeyenler ile bir kişisel çıkar nedeniyle hakikati gördüğü halde görmüyormuş gibi yapanlar dışında, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durum, “Arif’e tarif gerekmez” denecek kadar açık.

    Kaç aylık ömrü kaldığını bilemiyoruz, kestirmeye çalışıyoruz. Ben diyorum en çok 8-9 ay. Bir diğerimiz, “Bence biraz daha zaman alacak” diyebilir kesin bir zaman süresi vermeden. Ama, Cumhur İttifakı’nın uzatmaları oynadığını, şu veya bu yakın gelecekte Erdoğan ve yoldaşlarını silekeyip sırtından atacağını görüyor, biliyoruz.

    Ve, seçmenlerin hatırı sayılır bir bölümü şaşkın, zihni karışık. “Yetti gali. . .” diyerek Cumhur İttifakı’nın iki partisine desteğini çekmeye karar vemiş insanların sayısı artıyor. Bu kış aylarında sayıları hızlanarak artacak bu yurttaşların. Hem güvendikleri dağlara kar yağmış olmasının kırgınlığı var kalplerinde. Hem de zorlu gündelik hayat yükünün ağırlığının verdiği bıkkınlık.

    “Hiçbirine!” diyorlar hem müminliklerini şimdi de yoksulluğa sabrederek kanıtlamalarını isteyen liderlerine yönelik düşkırıklığını, hem bütün bir siyaset alemine öfkelerini dışa vurarak -gelecek bir seçimde kime oy verecekleri sorulduğunda.

    Herhalde fazlaca itiraz eden olmaz ki, umutla ve inançla gidip CHP’ye oy verecek CHP seçmeni çok fazla değil. Erdoğan’ın yazgıları olup çıkmışlık halini kabullenemedikleri için gidip yine CHP’ye oy veriyorlar.

    Blmiyorum ama herhalde zihni en açık olan İyi Parti seçmen kitlesi. Ama, orada da potansiyel bir tehlike var görünüyor bir zihin karışıklığına sürüklenme konusunda. Erdoğan da Bahçeli de kaşıyıp duruyor İyi Parti huzursuzlaşsın diye.

    Çok açık ki, Cumhur İttifakı gidiyor. Çok açık ki, siyasal iktidar kuşu gidip CHP’nin ya da İyi Parti’nin eline konmayacak. Yüzde bilmem kaç AK Parti, bilmem kaç CHP, bilmem kaç MHP falan alacak.

    Düşünen ve düşünceleriyle müzakerelere katılan arkadaşların ne önerdiklerini samimiyetle merak ediyorum. Önerdikleri yeni iktidar kombinasyonunun (her ne ise o) ülke sorunlarını çözme kapasitesi sergileyeceğine samimiyetle inanıp inanmadıklarını da merak ediyorum.

    Benim indimde, bu arkadaşlar birer aydın, birer kanaat önderi.

    Kahvehane gelenekleri varsa, müdavimler pişpirik oynarlarken, açık TV ekranında görüntüye gelen Babacan’a işaret ederek, “Bu adama ne diyorsun, Fatih Abi? İş görür mü sence? Var mı bir şansı?” diye sorduklarında bu arkadaşlar ne söylüyorlar cevaben, merak ediyorum:

    “Yok, bundan da bi numara çıkmaz. 15 yıl Erdoğan’ın yanındaydı.”

    “İyi adam hoş adam. Bakanlığı da başarılıydı. Ama partisi yürümez. Halk lidere bakar. Bu lider değil. Esip gürlemiyor. Karizma yok. Bildiğin teknokrat. Şimdi 2 alıyorsa yarın 4 alır, orda kalır. Bizim insanlarımız peşine takılacak lider ister.”

    “İlk bakışta aklı başında şeyler söylüyor diye düşünüyorsun. Yanına aldıkları da iş bilen kişiler gibi görünüyorlar. Ama, uyuzum ben bunlardan. 132 sayfa parti programı yazmışlar. İçinde Atatürk sözcüğü yok. Şimdi karınlarından konuşuyorlar, ama bir bitlensinler, bunlar da başlar çözüm süreci, barış süreci deyip durmaya.”

    “Aslında fena değil kurduğu parti. İktidar olacağını bilsen ciddi ciddi düşünürüm oy vermeyi. Ama, bir anket dışında, daha yüzde 2’yi aşıp yüzde 3 olamadı. Vereceğin oy çöpe gider. El mahkum, homur homur olsak da vereceğiz yine aynı partiye.”

    Böyle şeyler mi söylüyorlar?

    Peki bunlar gerçek anlamda siyasal bir çözümlemenin karşılığı olan, düşünce ürünü ‘düşünceler’ mi?

    Bir parti kurdu Babacan ve beraberindekiler.

    Bir parti programı azdılar. Çözüm önerilerini ve vaadlerini ifadeye döktüler.

    Liderleri, beraberindekiler bir yüzükle gelip TIR yüküyle gitme niyetinde insanlar mı, değiller mi? Fikir edinecek kadar tanıyoruz.

    Aydınlara, kanaat önderlerine yakışır siyasal ve düşünsel itirazları samimi bir merakla okumaya hazırım.

  13. Diyanet çok zenginleşmiş. AKP üst yönetimi ise hatırı sayılır zenginlerden oluşuyor. Onları destekleyen havuz medyası da tarikatlar da çok zenginler.

    Fakat ümmet fakir.

  14. Ben bu günkü yazının ; yeni kurulan partilerle ilgili bölümü hariç tümüne aynen katılıyorum , bence hepsi gerçek , hepsi doğrudur . Yeni partiler hakkında ise hiç olumlu bir görüşe ve tabi ki bir ümide asla sahip değilim ! Bunların kuruluş süreci ve ortamın şartları da bence hiç AKP ninkine benzemiyor . Ayrıca bu yeni partileri kuranlar zamanında cesaretle ortaya çıkıp gereken refleksi gösteremediler dolayısıyla halka da gereken güveni ve ümidi veremediler yani o rüzgardan istifade edemediler , bana göre geçmiş ola ! ( Böyle deyince , asla herhangi bir partiyi savunduğum düşünülmesin, zira hiç birini tutmam ! ) ” Ee.. peki kardeşim memleketin hali ne olacak yani ” diye sorulabilir ; inanın ben hiç bir çıkış yolu göremiyorum yani ümidim yok ! Belki hiç ummadığımız bir şekilde bir mucize olabilir ,inşallah ,Allah büyüktür , sonsuz bir güce ve merhamete sahiptir ! Herkese selam ve saygılar sunarım

    • “Zamanında cesaretle ortaya çıkıp gereken refleksi gösteremediler.”

      Bu sıkça işittiğimiz söylence dört açıdan hayli sorunlu, Ali Bey.

      (1) Babacan, benim baştan sona izlediğim üç uzun ropörtajda, bu iddiaya sakin, kolayca anlaşılır, güçlü ve ikna edici argümanlarla yanıt verdi. (“Gönder linklerini, belki göz atar dinlerim” derseniz severek yaparım bu işi.)

      (2) Velev ki dediğiniz doğru olsun. Zamanında cesaret gösterememiş olsunlar umulan gürlükte ses çıkarma konusunda. Peki, sadece bu gerekçeye dayanarak Deva Partisi’nin üzerini çizmek, bir aydın tavrı mı? Bu, düşünen, değerlendiren, çözümleyen zihinin ürünü bir tavır mı? Hem bir çıkış yolu göremediğinizi söylüyorsunuz. Hem de, geç de olsa, aç değil açıkta değil insanların ailelerinden, sıcak yataklarından feragat ederek kurarak taşın altına ellerini soktukları yeni bir partinin üstünü, “Yok, olmaz, ortaya çıkmakta geç kaldılar” türü fikri yapıdan yoksun bir gerekçeyle çizip geçiyorsunuz.

      (3) Ortada bir parti programı var, Ali Bey. Çöüzüm önerileri ve vaadler var. Yanısıra, kişilik, karakter, beceri, liyakat konusunda (olumlu olumsuz) bir fikir sahibi olabileceğimiz insanlar var.

      Doğru olan, bu yeni partileri bunlar üzerinden değerlendirmek değil midir?

      Sizin öne sürdüğünüz gerekçe ile bu partiye uzak durma lüksümüz var mı böyle bir dönemde?

  15. Üstad AKP’yi her gün eleştiriyorsunda AK partinin ahı gitmiş vahı kalmış o 2002’deki iddialı ve idealist AK partililer yok artık onlar bir şekilde ayıklanmış yerine iddiası olmayan emirlere itaat eden bürükrat zihniyetli ve memur zihniyetli ,devletçi kişiler kalmış .TV’lerde konuşan AKP’li göremessin onların yerine gazeteci kimlikli televizyon ve gazetelerde çalışan kişiler konuşuyor. Sayın Cumhurbaşkanının etrafında da toplanmış teknukrutlatlar cumhurbaşkanını yönlendiriyor. Yalnız Türkiye’ de öyle bir medya var ki buna akıl erer gibi değil işleri şakşakcılıktan başka bir şey bilmeyen dünyayı ve Türkiye’yi tanımayan kendilerini gazeteciyim sanan kişilerin elinde medya .bunlarda ayrı bir dert.2002’deki medya bilinçli olarak bir şey savunuyordu yanlıştı ama yanlışı bilerek savunuyordu şimdiki medya yanlış olduğunu bilmiyor yine de savunuyor bu da bir ayrı sıkıntı inşallah bu günlerde geçer. O senin tasarladığın AKP yok artık üstad. Herkese saygılar.

  16. Daha düne kadar tam 15 yıl boyunca .Reisimiz ne derse o demiş.Ayrılırken bile 15 yıl sizinle çalışmaktan büyük onur duydum.Ömür boyu liderimizsin deyin.Hatta bunlardan biri o kadar ileri gittiki atmakta.en ufak nu kutlu davaya birşey dersem yüzüme tükürün diyecek kadar şirazesini kaynetmiş.Ama sanki bunları bu arkadaşlar söylememiş ve 15 yıldır bu yolda yürümemiş gibi “Yeni ” diye pazarlanıyor.Yahu arkadaş bir insa 15 yıl rol yapabilir mi?
    Bir insan 15 yıl bıyunca yanlış yola girdiğini göremez mi?
    daha 3-4 yıl once yüzüme tükürün diyecek kadar bıl keseden atabilir mi?
    Bu adamların Türkiye yi değitireceği cilası bile başlı başına bir olay.

    Üfürükçü analizciler o kadar çok şeyi tartıştırmayı,tartışmayı seviyorlar ki böylece halkı aptallaştırıp en basit şeyleri bile o tartışma çöplüklerinin içinde boğmayı hedefliyorlar.
    Bu kadar basit analizi bile aklımızla alay eder gibi gözden kaçırıyorlar.Ne demişti bunlardan en pişkini “yüzüme tükürün”.

    Diğeri ise serbest piyasacı ama gel gör sosyalist arkadaşları bile tavlıyor.Nasıl oluyor bu kadar Temel bir çelişiki.İşte onu sorarsanız sayfalar dolusu birbiri ile alakasız bilgi çöplüğünü boca ederler.

    En iyisi Oruc Reis sefere(!) çıkmış yine üfürükçü analizcilere duyrulur.
    s400 leri aramaya çıkmış(!) diye üfürüyorlar akıllarınca.Çok yakında s400 lerin videolarını da görünce bak biz dedik s400 leri bunlar gömmüştü Oruc reise buldurmak için ABD den emir aldılar diye üfürürler mi?Yaparalar kardeş yaparlar işleri güçleri algı.

    • sen bakma onlara keyfini bozma serdarım! bak dinle keyfin yerine gelsin:

      Watch “Putin’den Türk Yurdu Dağlık Karabağ açıklaması | Turan ordusu kuruldu | Türkiye Dünya lideri mi ?” on YouTube
      https://youtu.be/4-Wk5z0nMYA

      Bilge Kral Mansa Musa hacca giderken şehre uğradığında bana da haber ver, kervanına katılmak istiyorum.

      • Benim keyfim yerinde
        Ama sizler RTE bugün gidecek yarın gidecek diye sallamaktan uyku uyuşamıyorsunuz vahki ne vah

  17. Bence olacak. İzleyeceğiz, ve olduğunu göreceğiz.

    Gelecek Partisi’nin varlığını önemsiyorum. Sn. Koru’nun sözünü ettiği, hızla AK Parti’yi tanınmaz hale getirerek işi yeni ortaklarla gönüllü ideolojik bütünleşmeye vardıran kliğin tek kayda değer başarısı, ortaklarıyla birlikte topyekün olarak dindar muhafazakarları berbat bir hamasi milliyetçilik ve devletçi ulusalcılık bombardımanına tutmak oldu.

    Siyasetteki biricik ilkesi faydacılık (pragmatizm) ve fırsatçılık (oportünizm) olan Erdoğan, bu bombardımanın etkili olup dindar muhafazakar yığınların artık tanımakta zorlandığımız savrulmasına öncülük etti.

    Gelecek Partisi, şimdi, bu ‘AK Parti”nin gerçek AK Parti’den ilintisiz içeriğinin yığınlar tarafından görülür hale gelmesinde kolaylaştırıcı bir rol oynuyor. İşlevi ve değeri bundan ibaret. Üstlenmiş oldukları bu rol dolayısıyla kendilerine ancak teşekkür edebiliriz.

    Ne var ki, hemen tüm gözlemcilerin sezip bildiği üzere, hızla büyüyüp ileri atılarak Türkiye’nin yakın geleceğine damgasını vurma potansiyeline sahip olan parti Gelecek Partisi değil, Deva Partisi.

    Bunu, Deva Partisi’ni desteklediğim için değil, durumun bu olduğunu gözlediğim için söylüyorum.

    Türkiye’nin Erdoğan eliyle içine itildiği açmaz, sadece ekonomik ve bununla doğrudan ilintili alanlarla sınırlı değil. Çok ciddi ve çok can acıtıcı bir yüzeyselleşme ve çürümüşlük hali var ortada. Gündelik hayatta sokağa da yansıyor bu, siyasetteki lumpenleşmiş dile de, devlet ve kurumlarının, yargı kurumunun çivisinin çıkmışlığına da.

    Toplumsal hayatımızın her alanına siyaret etmiş bu ekonomik, siyasal ve ahlaki çöküntüden çıkışın sorumluluğu tek başına dindar muhafazakarların omuzlarına yüklenemez. İtiraf etmesek de, aslında sorunlarımızın çözümünün tek bir sosyolojik aktörün meseleleri yüklenip taşımaya çalışmasıyla mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz.

    Türkiye, sorunlarını, sahip olduğu olumluluklara rağmen nihai olarak bir kimlik partisi olan Gelecek Partisi ile değil, çok geniş toplumsal aktörleri içine alan, onların işbirliği ve dayanışmasını, ortak aklı ima eden bir KİTLE PARTİSİ ile aşabilir.

    Türkiye gerçekten zor durumda. Erdoğan ve ortaklarının yol açmış oldukları yıkım, sözcüğün gerçek anlamında bir yıkım, bir mübalağa değil.

    Ne var ki, benim pırlanta değerinde addettiğim bir görkemli olumluluğa sahibiz hep birlikte: DENEYİM.

    Bütün toplumsal kesimler, tüm sosyolojik aktörler, muazzam deneyimlerden geçtiler 2002’den bugüne.

    Muhafazakar yığınlar, kendi geleneksel değer ve ilkerine sırtlarını dönip bir liderin büyüsüne kapılarak sürüklenip gitmenin nelere yol açtığını gördüler, görebilirler. O değer ve ilkelere sahip çıktıklarında, o değer ve ilkelerin ruhuna sadık kaldıklarında Türkiye’ye ne muazzam iyilikler yapabilmiş olduklarını da gördüler -ve hepimize gösterdiler iktidarlarının ilk dönemlerinde.

    Gülen Cemaati de şimdi çok zengin (ve çok acılı) deneyimlere sahip.

    Kürtler de öyle.

    Kürtler, dindar muhafazakarların ve demokrat aydınların, kanaat önderlerinin bir araya gelip topluma öncülük ettiklerinde ortaya ne görkemli güzellikler çıkabildiğine tanık oldular. Türklerin sağlıksız, sadece onlara değil hepimize kaybettiren içeriksiz, hamasi ve değersiz milliyetçilikten ve devlet tapınıcılığından pekala kurtulabildiklerini, kendilerine kulak verme erdemi gösterebildiklerine tanık oldular barış sürecinde. Bu, Türklerin hep birlikte sağduyunun sesi olup PKK kalesini topa tutması gibiydi. Belki de onyıllardır ilk kez, Kürtler, Türklerin dönüp sözlerine kulak verebildiklerine tanık oldular.

    Türkler, siyaset sivilleştiğinde, sivil toplum tüm renkeri ile konuştuğunda, bunun kendilerine adalet, daha iyi yaşam standartları, hepimizi içten içe sevindiren bir huzur getirdiğini gördüler. Bizlere hep birer öcü olarak dayatılmış dindarlığın ve Kürt kimliğinin aslında korkup ürkülecek şeyler olmadığını sezdiler.

    Laikçi sosyoloji de çok zengin deneyimlere sahip oldu. O deneyimlerden ders çıkarıp çıkaramadıklarını zaman gösterecek. Yapabileceğimiz yegane şey, onların hem kendi, hem de tüm Türkiye yararına, deneyimlerinden dersler çıkarma becerisini göstermeleri. Ama, yersiz bir hoşgörüye ve sabıra kapılma, onları bekleme lüksüne sahip değiliz. Bütün yaşanmışlıklara rağmen ders çıkarmamakta inat ederlerse, zaten tarih dediğimiz yolun kenarına itilecekler.

    Deva Partisi, işte bu (farklı kimliklerle ama) hep birlikte yaşamış olduğumuz deneyimlerin işaret ettiği doğru yol ve yörüngenin kendisi.

    Başka bir vesileyle söylediğim gibi, Cumhur İttifakı ve Erdoğan, nihayete ermiş olmasına rağmen devam ediyormuş gibi görünen bitmiş bir süreç.

    İşbirliği ve dayanışma için bir araya gelip önümüze ve işimize bakma zamanı şimdi.

    Adres de belli.

    Çoğulcu ve katılmıcı demokrasi, vesayetten kurtulmuş sivil siyaset, toplumsal barış ve işbirliği üzerinde yükselecek özgüven ve gelecek umudu.

    Tanışıp söyleşmemiz, el sıkışıp hep birlikte geleceğe yürümemiz gerekiyor.

    DEVA, bunun iyi ve işlevsel bir aracı.

Yoruma kapalı.