Yeni medya düzeni gazeteleri öldürdü, ama gazeteciliği diriltiyor…

57
Guardian gazetesinden..
Reklam

Gazeteyi bayiden alarak okuyanınız var mı?

Bu soruya “Evet” cevabı vereceklerin hayli az olduğunu ben de biliyorum. Bütün dünyada olduğu gibi basılı gazete okuru sayısı bizde de bayağı azaldı. Tahmin edilebilecek sebeplerle, henüz gerçek satış rakamları tiraj raporlarına yansımıyor, ancak en çok satışa mazhar gazetenin bile okuyucu sayısı sözü edilmeyecek kadar az.

Gazete okuyan sayısı azalmadı, gazete satın alan sayısı azaldı.

İnternet üzerinden ulaşılıyor gazetelere ve galiba belli başlı bazı yazarların ne yazdığına göz atılıyor.

Haberler gün boyu ya televizyonlardan izleniyor, ya da yerli-yabancı haber ajanslarının sürekli ilettiği mesajlar haber izleme ihtiyacını karşılıyor.

‘Özel haber’ diye hala varlığını sürdüren bir kavram var, ancak o kavramın gereği bizim medyadan neredeyse gitti gidecek… Bir gazetenin yeni yayın yönetmeni, büyük bir iştahla başlattığı haftalık değerlendirme yazılarının ilkinde, bir önceki hafta öne çıkardıkları haberlerin listesini vermekte zorlanınca, ertesi hafta bu alandaki iştahını kaybetti.

Tek bir özel haber vermemişlerdi o bir hafta boyunca.

Küçük ilanlar.. Vefat duyuruları..

Reklam

Eskiden belli başlı gazeteler küçük ilanları için alınırdı; günlük ihtiyaçları görecek küçük ilanları takip edenlerin sayısının birkaç yüz bini bulduğu bilinirdi. Şimdi o ihtiyaç internet üzerinden fazlasıyla karşılanıyor. Online satış mağazaları yanında emlak satışlar-kiralamalar için de özel siteler bulunuyor.

Gazeteler küçük ilan okurlarını kaybettiler.

Benim bir iddiam var: Gazetelerde yayımlanan vefat ilanlarını takip edip sıcağı sıcağına duyuran bir internet sitesi devreye girerse, toplam gazete satış rakamlarında ciddi yeni düşmeler yaşanması kaçınılmaz olur. 

Yaşlı-başlı tanıdıklarımın bir çoğu, gazeteyi, sırf tanıdıklarından vefat edenler olur da kaçırırlar diye alıyorlar çünkü.

Çizdiğim tabloya bakıp gazeteler varlık sebebini yitirdiler diye gazeteciliğin öldüğünü düşünecekler yanılıyorlar. Tam tersine, gazeteleri ölmeye yatıran yeni teknolojiler, gazetecilerin işini kolaylaştırıyor.

Gazeteler ölüyor, fakat gazetecilik diriliyor…

Nasılını anlatayım

Değişik ülkelerde çıkan haftalık, aylık dergilerin elimize geçmesini günlerce-haftalarca bekler, yabancı günlük gazeteleri bir veya iki gün sonra Hachette’e uğrayarak satın alabilirdik. Kitaplar için ise genellikle yurtdışına çıkmamız gerekirdi.

Reklam

Bugün öyle mi ya… Yazımı yazmadan önce pek çok yerli-yabancı internet sitesine girip kimler neler yazmış okudum. İsteyen internet üzerinden dünyanın dört bir tarafında yayın yapan her dilden televizyona da erişip en taze haberleri birinci elden edinebiliyor. Onlarca yerli-yabancı gazeteyi sayfalarını da sanki elimdeymiş gibi çevirerek çıktığı ülkenin insanlarından önce okuma imkanına sahibim. Dergiler de öyle. Dün çıkan bir kitabı istersem bugün indirip tabletimden okuyabiliyorum.

Tabletimde bulunan arşiv programlarına kopyaladığım haberler ve yorumlar her zaman elimin altında; yıllar önce arşive attığım bir haber veya yorumdan anında yararlanabilmem mümkün. Bu büyük bir imkan.

Sözün kısası, gazeteciler için yararlanılabilecek sınırsız kaynak ve onlardan yararlanmayı mümkün kılan pek çok teknik imkan var.

Okura erişmek de kolay.

Yazımı tamamladığımda birkaç saniye içerisinde sitemdeki yerine koyacağım ve sizler isterseniz hemen isterseniz günün sizler için en uygun vaktinde yazdığımı okuyabileceksiniz. Sitemde mevcut yazılarımı kaç kişinin, Türkiye’de ve dünyanın dört bir tarafında, hatta hangi ülkenin neresinde, okuduğunu anlık görebiliyorum. Günlük toplam okur sayısını da bilebilecek durumdayım.

TV programcısı ve yorumcular

Bugün pek çok meslektaş, yalnızca yazıyla da yetinmiyor, sosyal medya araçlarının sağladığı platformları kullanarak görüntülü olarak da azımsanmayacak bir kitleye ulaşabiliyor. Vaktiyle TV kanallarında izlenen programlara imza atmış isimler, dışlandıklarında bir köşeye çekilmiyor, açtıkları alternatif kanallardan milyonlarca kişiyle doğrudan ilişki kurabiliyor.

Rekabetten de çekinmiyorlar.

Her gün birkaç kez izleyici karşsına çıkıp görüşlerini paylaşan bir meslektaş, geçenlerde beni arayıp “Neden sen de bize katılmıyorsun?” sorusu eşliğinde beni de kendilerine katılmaya teşvik etti. İstediği, onun ve TV ekranlarında yer verilmeyen diğerlerinin yaptığı gibi, benim de, YouTube üzerinden görüntülü olarak izleyici karşısına çıkmamdı.

Birbirlerinin varlığından destek alan yeni bir medya ortamı var bugün.

Yakınlarımdan birine, kendisiyle aynı araç içerisinde seyahat ederken, uzunca sayılabilecek iki kent arası yolculuğunda yalnızlıktan sıkılıp sıkılmadığı sorusunu yönelttiğimde, bana, “Yok” dedikten sonra ekledi: “Yol boyu sadece müzik dinleseydim herhalde sıkılırdım, ama önemli kişilerin deneyimlerini paylaştıran uzunca podcast’lar dinledim, bir baktım yolculuğum bitivermiş…”

Görüntülü olmayan konuşmaya dayalı programlara ‘podcast’ deniliyor.

Akıl alır gibi değil.

Yeni siyasetin yeni medyası hazır

Siyasetin yeniden ağırlığını hissettireceği günlere doğru hızla yol alıyoruz. Geleneksel medyanın hala güçlü olduğunu varsayan ve bu uğurda destek için  milyonlar sarf etmeyi göze alanlara karşılık, birkaç bin liralık bir masrafla okur ve izleyiciye ulaşılabilen alternatif medyanın rekabetine tanıklık edilecek.

Ortamı pisleten ve çirkinleştiren trollere rağmen alternatif medyanın varlığını daha fazla hissettireceği bir döneme hazırlıklı olmak gerekiyor.

Girişteki “İçinizde gazeteyi bayiden alarak okuyan var mı?” anlamsız sorusunu bu yazıdaki bilgileri sizlerle paylaşmak için sordum.

ΩΩΩΩ

Reklam

57 YORUMLAR

  1. Her meslekte ahlaklı, orta ahlaklı, ahlaksız insanlar olabiliyor. Hal böyleyken gazetecilerin hepsinin de dürüst/ahlaklı olması gerektiği düşüncesi gerçekçi olmuyor. Diğer yandan alıcısı olan her malın bir satıcısı olduğu söylenir. Buna göre havuz medyası gerçekten tiraj yaparak işini yürütebiliyorsa yaptıkları işin ahlaki değeri düşükse de meşrudur. Fakat aldatıcı tiraj rakamları ile reklam alıyorlarsa ve patronlarına iş hayatında Hükümet tarafından başka menfaatler sağlanıyorsa yaptıkları işin meşruiyeti de yoktur. Buna göre ya yakın gelecekte başları büyük derde girecektir yada kokusunu aldıklarında köprüden önceki son çıkışı kullanarak tornistan edeceklerdir. (ne kadar kendilerini kurtarabilirler orası şüpheli)

    Türkiye’de şu kural mutlaka uygulanmalıdır : Medya patronları/ortakları Devlet ve bağlı kuruluşları ile hiçbir ticari ilişkiye girememelidir. Bu keyfiyet, TBMM’den çıkacak bir yasa ile sağlanmalıdır. Başka türlü gazetecilik olmaz, şarlatanlık olur.

  2. 1) 6 Haziran 1956’da Kırşehir milletvekili Osman Bölükbaşı, Meclis’te Basın hürriyetinin önemini anlatıyor. Amerikan anayasasının mimarlarından Thomas Jefferson’un şu sözlerini naklediyor:
    “Bana parlamento müessesesi mi, adalet müessesesi mi, yoksa basın hürriyeti mi diye sorsanız, size basın hürriyetini tercih ediyorum diye cevap veririm. Basın hürriyeti olmayan memleketteki devlet bir kabile devleti olmaktan ileri gidememiştir.” (Meclis zabıtlarından aktaran: Taha Akyol)
    Thomas Jefferson’ın ölüm tarihi 1826. Ruhen, fikren ve zihnen çok gerilerdeyiz. Başımızdakiler hem Parlamentodan, hem Adaletten hem Basın Hürriyeti’nden rahatsızlar. İmkanları olsa hepsini, topyekün kaldıracaklar.
    2) Bunlara göre Adalet “altın çağ”ını yaşıyor. Medyaları “yerli ve milli”… Hukuka, basına, parlamenter sisteme dikatatörler karşıdır. Kaddafi, Saddam ve Esad’ın ülkelerinde bunlar yoktu. Bu adamlar ülkelerine bir yatırım yapmadı. Yatırımı kendi saltanatlarına yaptılar. Ülkeleri o yüzden bu halde. Jefferson 1826’da ne anlatıyor, bizimkiler 2020’de ne anlatıyor…
    3) Bunların arzuladığı medya şu: “Trakya’da, 20 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi bulunmasının ardından bölgeden bir müjdeli haber daha geldi.” https://twitter.com/yenisafak/status/1132882307130507265
    (Yeni Şafak’ın 27 mayıs 2019 tarihli tweeti.)
    Böyle şeyler yazacak medyaları var, bunlara inanacak ta halk lazım ki iktidarları devam etsin.
    4) Yeni Şafak’ın tweet’ine istinaden sormak lazım: Zerre kadar meslek haysiyeti olan biri Yeni Şafak çatısı altında mesleğini icra eder mi?
    5) Neyse ki şükür ki “her şey karanlık” değil. “Hava kurşun gibi ağır” da değil. İmdadımıza yine gavurlar yetişiyor. Harikulade bir gavur icadı olan İnternet sayesinde istediğimiz gazeteyi ve yazarı okuyabiliyoruz. Doğru haber alabiliyoruz. İktidarın yalanlarına ve tezviratlarına mecbur ve mahkum değiliz. İnterneti kim icad ettiyse cennetlik.
    6) Ben gazete almaya devam ediyorum. Haftada bir kez Hürriyet alıyorum. Cuma günü kitap eki için. Selvi, Hakan ve Şener’e de bu vesile göz atıyorum. Böylelikle tiksinmenin de bir ihtiyaç olduğunu fark ettim.
    7) Haftada 3-5 kez Karar alıyorum. Destek amaçlı. Düşük Tiraja kişisel bir katkı. Taha Akyol’un yazdığı günler alıyorum. Karar’ı çıkaranlar akıllı olsalar, güzel kararlar alabilseler tirajları artar. Gazeteyi ben yönetsem Selahattin Duman’ı transfer ederim mesela. Kılıçdaroğlu’na ne diyorlar: Partini geniş halk kesimlerine, bütün millete aç. Siz de gazeteyi geniş okur kesimlerine açın.
    8) Selahattin Duman, İsmet Berkan’ın çıkardığı Haftalık Gazete’de yazmaya başlamıştı. 8-10 hafta 10 lira verip aldım. Sonra Corona’yı bahane edip basılı yayına son verdiler. İnternetten okumak için haftada 10 lira vermem. Çünkü sadece Duman’ı okuyacağım, diğerlerini okumayacağım. 10 lira direk Duman’ın cebine girse helal olsun der abone olurum.
    9) Sözcü 1,50 lira, Cumhuriyet 2,50 lira. Haftalık Gazete ise 10,00 lira idi. Haftada bir kez basılı çıkmak zor geldi. T24’teki bir yazar para kazanamamaktan yakınıyor, “reklamlara tıklamıyorsunuz” diye sızlanıyordu. Haftada bir basılı çıkın belki alırız. 8-10 bin bile satsanız biraz para kazanmak mümkün olur.
    10) Çarşamba geceleri Twitter’dan bakıyorum: Cumhuriyet Kitap’ta beni ilgilendiren bir şey var mı? Varsa Perşembe günü de Cumhuriyet alıyorum.
    11) Bir gazeteyi elime aldığım zaman daha çok şey okuyorum. İnternetten olduğu zaman daha az şey okuyorum.
    12) Karar’ı yönetenlere bir öneri daha: Baskı tesisiniz olduğuna göre başka gazeteler çıkarmak mümkün demektir. Bu iktidar ne yapıyor? Önce zorla gazeteyi sattırıyor. Sonra içini boşaltıyor. Sonra da kapatıyor. Adına trol denen pislik sürüleri de “oh çok iyi oldu” diyerek tempo tutuyor. Bu iktidarın yok ettiği güzellikleri tekrar diriltmek gücü yetenlere, imkanı olanlara farzdır.
    13) Vatan’ı yok mu ettiler. Yeni Vatan adında bir gazete kurasın, gazetenin eski çalışanlarına, kovulmuş yazarlarına “buyrun” dersin. Vatan satılmadan önce 125 bin satıyordu. Okurlar ilgi gösterirse devam eder, satmassa zaten kapanır.
    14) Medyanın içinde bulunduğu bu berbat hâlden çıkış imkanları var. Yani krizi fırsata çevirmek mümkün. İktidar tehditle, şantajla, hakaretle, cebren ve hile ile medyayı bitirdi. Tekrar diriltmek mümkün.
    15) Aydın Doğan büyük hatalar yaptı. Yabancı Sermaye 3,2 milyar dolar teklif etti medyasına. Satmaya kıyamadı. Sonra tehdit ve şantaja boyun eğip 1,1 milyar dolara yerli ve milli iş adamına satmak zorunda kaldı. Hem kendi kaybetti hem biz. Yabancı Sermaye girişi olmaması da ayrıca bir kayıp. Kapsamı büyük bir kayıp bu. Basın hürriyeti bağlamında ülkemiz, gazete keyfi bağlamında da biz okurlar kayıptayız.
    16) Aydın Doğan daha önce Vatan ve Milliyet’i yerli ve milli iş adamına satmış, Radikal’i de kapatmıştı. Üzerindeki baskının hafifleyeceğini düşünerek yapmıştı bunu. Baskı hafiflemeyip arttığına göre bu noktada uyanması gerekirdi.
    17) Dik dursaydı kahramandı. Alemin enayisi ben miyim deyip havlu attı. Bu iktidardan kurtulduğumuz gün her şey normalleşmeye başlayacak.

  3. Gün geçmiyor ki memleket düşmanı vatan hainleri kimi içerden kimi dışardan türkiyenin tökezleyip düştüğünü görebilmek için ağızlarından salyalar ve köpükler saçarak akla hayale gelmedik fitne fesatla türlü yalan ve iftirayı buraya kusmuş olmasınlar.
    Öyle ki mercimek kadar beyinleriyle ülkemiz aleyhine olabileceğini düşündükleri kimi mevzuları gevişleye gevişleye ağızları kağşamış bu mankurt sürüsü biyandan devlet büyüklerimize sövüp sayarken biryandan da onları seçip yönetime getiren halkımızı sürekli aşağılayıp hakaret etmekle meşguller.
    Efendilerinin önlerine fırlatacağı bir parça kemiğe veya yalçanağına karşılık olarak; türkiyenin izlemekte olduğu bağımsız dışpolitikasından duydukları rahatsızlığı buralarda tekrarlayıp duran zavallılar, milletimizi sevindirecek her bir gelişmede de karalar bağlayıp tasmalarını tutanların düdüğünü çalıyorlar.
    İçte ve dışta her türlü hile ve dalavereye rağmen, dört yandan gelen tüm saldırıları cesaretle püskürten türkiye liderliği ülkemizi çok daha parlak günlere emin adımlarla taşırken bu haramzade güruh muhalefet kisvesi altında her türlü murdarlığı ve muzahrafatı yorum diye bu köşeye çalıp mide bulandırıyorlar!
    Allah kimseyi ibretlik etmesin, böylesi bir kahpeliği ekosistemdeki hiçbir hayvan türü veya sürüsü tolere etmez!
    Bu bağlamda, hüda fırsat vere; alayının defterini dürmek boynumuzun borcudur!
    İtin sahibi varsa, kurtun da allahı var!

    • İt dediğin kurdun ehlileştirilmişi, o zaman onun da vallahı var. Şaka bir yana öyle güzel yazmışsın ki oyum şimdiden belli oldu. 🙂

  4. Dürüst! Gazeteci,ve yazarlar arasında, benim okuduğum ileriyi, gören iftiradan uzak dürüst ve kalemini eyip bükmeden yazanlar sayın Fehmi Koru ve Ahmet Nesin!
    Biri Müslüman diğer’i Ateist.
    İkisinin yaşamlarındaki tek ortak özelikleri okurlarına doğru haber aktarmak.
    Fehmi beyin yazıları genelde ciddi, Ahmet, beyin yazılarıde genelde komik,

    Bugün, Fehmi beyin 17 Temmuz 2016 darbeden 1 gün sonra yazdįğı yazısının bitiş paragraphinde ne yazmışsa eksiksiz hepsi gerçekleşmış.
    ×××××××
    “Hiç tereddüdünüz olmasın, bu ‘darbe’ Gülen’e ve sempatizanlarına indirilmiş bir darbeye dönüşecek.

    Parmakları olsa da öyle, olmasa da…”
    ××××××

    https://www.artigercek.com/yazarlar/ahmetnesin/akp-nin-fethullah-gulencileri-erdogan-ve-arinc
    Buda yukardaki linkden bir bõlüm.
    ××××××
    Okudunuz değil mi, bu konuşma MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanma isteminden 1 yıl sonra yapılıyor, yani kavgalı oldukları söylenirken bile Erdoğan emir bekliyor. Şimdi anladınız mı neden Erdoğan ve taifesi inatla 17-25 Aralık sonrası diyiyor.
    ×××××××
    Sosyal medyda bunlar gibi gazeteciler yükselecek yoksa havuzun “amurunda yüzen ve kendilerini gazeteci zannedenler değıl.

  5. Hamza bey “bütün ideolojiler kötüdür” buyurmuşlar, mim doğrudur demiş; ben de ikinize birden soruyorum:
    Sosyalizmin bir tanecik kötü özelliğini ya da yönünü söyler misiniz?
    Biz de bilelim…

    • h.gayret! öncelikle sosyalizm ile sosyalist ideoloji arasındaki farkı kavraman lazım. bu farkı kavradıktan sonra sana sosyalist ideolojinin kötülüklerini anlatırım.
      – Sosyalizm konusu ise apayrı bir konu.
      – Mark, sosyalizme kadar, bütün toplumsal dönüşümlerin mekanizmasını açıklamış.
      – Fakat konu kapitalizmden sosyalizme geçiş olduğunda tıkanıp kalmış. Bir mekanizma yok. Onun yerine proleterya diktatörlüğü kavramını koymuş. proleterya diktatörlüğü ise, zaten adı ise müsamma mı derler. işte öyle. adı üstünde diktatörlük.
      – Sol, Proleterya diktatörlüğünün gerçek demokrasi olduğunu iddia eder ama hem sosyalizmin pratiği proleterya diktatörlüğünün demokrasiye izin vermediğini gösterdi, hem de düşünülen mekanizmanın demokrasi üretmesi zaten mümkün değildi. zaten hiçbir yerde de demokrasi üretmedi.
      – Onun için, öncelikle sosyalizm ile sosyalist ideoloji arasındaki farkı öğren. sonra, ikisinin de sana ayrı ayrı kötülüklerini ve marxın yukarda bahsettiğim açmazını anlatırım.

      • Yalnız küçük bi düzeltme daha yapmak lazım hamza bey;
        “adı ile müs(a)mma” değil
        “ismiyle müsemma” olacak!
        İstersen gerisini de bırakalım dağınık kalsın…

        • “…düşünülen mekanizma” her neydiyse artık neden “demokrasi üretmesi” gerekiyormuş ki?
          Barbarlık ya da sosyalizm; bunların arasında “demokrasi diye bir istasyon” mu vardır?
          Üretimde ve tüketimde devlet tekeli olması çok mu karmaşık bir mekanizmadır?

    • Sn. H.Gayret. Sosyalizme sahip çıkmanız güzel. Fakat sosyalist ülkücü ve Erdoğancı da ilk defa gördüm. Kıyamet alameti mi acaba? Belki de siyasette kullanılan yeni bir kompozit malzemedir bu!

      • Abdullah bey, bu konular sizi aşar, ama işe “galiyev ve sömürgeler enternasyonali” ile başlayabilirsiniz…

  6. Değişmeyen güç medya.Medya her zaman bir muammadır.Dünya da teknolojiler değişiyor.Gelenek,örf ve adetler değişiyor.Hatta bazı dinler bile değişiyor.Değişmeyen bir gercek var:O da paranın gücü.Biraz argo bir kelime ama şöyle bir söz var:Paran kadar konuş.Maalasef dünya da ve türkiye de parası olanların sesi hep gür cıkıyor.Gür çıkan ses insanları ya ikna ediyor ya yanlış yönlendiriyor.Medyanın düzelmesi için insanların çok bilinçli ve eğitimli olması,soran ve sorgulayan bir toplum olması lazım.Mutlaka bizim de soran ve sorgulayan bir kesim var ama ne derse ona inanan bir kesim de var.Gazetecilik mesleği maalasef sermaye ile olan bir iş,onun için vicdan ve cüzdan meselesi önemli oldugu için bazen gazeteciler vicdanının sesini duymazdan gelmek zorunda kalıyor.

  7. Dün, FK günlüğü sitesinde! Troller adeta cırit attılar… bugünde bakiyorumda hız kesmemiş halen daha 4 nala devam ediyorlar.

    Genelde vaktim olmadığı zaman yorumları pek okumiyorum.
    Bu gün hem dünkü hemde bugünkü yorumlara şöyle bir göz attım.

    Dün ,Güven isminde bir yorumcu şöyle yaziyor.

    “Son y.yılda ülkeyi yönetenler bir halde iyi yada kötü yöneterek bu günlere kimsenin [danası mandası] oldurmadan, yada
    [Babalarının adının Hans, makinis , durkof olmadan] [açlıktan öldürmeden] getirmeyi başarmışlar.”
    [Bu günlerde birtakım değerlere ihtiyaç duyulmayabilir, ”

    Galiba bu bey! Halen daha
    intihar ederek iki haftaya yakın yaşam mucadelesine yenik düşen kızın başına gelenleden haberi yok veya at gözlüğü ile yaziyor.

    Çünkü, o kızı kandıran DEVLETIN vatani, milleti ve kız gibilerinin namuslarina leke gelmemesi yani korumak için gönderdiği maaşli kahraman ordusunun elamanlarından biri o kizi ve o kiz gibilerinin nasıl hayatlarını karartıklarını arkadaşlari ile yazışdığı mesajlarda okudum…. ve irkildim.
    Şimdi! O kızların namuslarına sahip çıkmak şöyle dursun namus,ve canlarına okuyanlar Musalar, Ahmetler Mehmeler değilde Hanslarmi?

    Açliktan, ailece intihar edip ölenler Türkiyedeki erdoğan rejimi kurbanlari değilde Yunanliların kurbanlarımı?

    Peki o kız çocuklarını Huns olmayanların tuzağına düşüren babalara ne demeli; Kız çocuklarını insandan saymayan ve onlaraı ya PKK yada doğuda gõrevli devletin bazı kötü niyetli memurlari musaların kucağına düşurecek iki seçenekten başka çare bırakmayan babaların isimleride her halde Hans değildir.

    Bu tip çok bilmişler kendileri gibilerine gaz vemek için güya yabancı düşmanlığını
    sosyal medyayi kullanarak
    Erdoğan ve onun gibilerinin beceriksizliklerini kapatabikeceklerini zannediyorlar.

    • Bir örnek verdiniz belki onlarca verebilirsiniz.Bir sapığın yaptığını tüm ülkeye ve yönetime mal etmek mantıklı mı sizce.Ayrica yaşadığınız ülkede ve Avrupa’da tecavüz oranlarının yaşayan insan sayısına oranını hiç arastirdiniz mi?
      Araştırmış olsaydınız iftira attığınız bu toplumdan derhal özür dilerdiniz.uzaklarda yapılan eylemleri hümanist dokunuslar mi zannediyorsunuz?

      • Evet haklısınız! Çok güzel şeyler yaptı! En güzelide 15 Temmuz 2016, silahlarında kurşun olmayan erlerin boğazlarını kestiler kalanlaride zindanlara tiktilar! Yaptıkları güzel şelerden Sadece bu bile
        Dünya durdukça isminin ilalabet şerefle anılacak olmasına yeter.

        Cumhuriyet gazetesinden Işıl Özgentürk, yazısından bir bölüm.

        “Siirt’te görev yapan uzman çavuş Musa Orhan, Batmanlı İpek Er’i on beş gün bir evde tutup sürekli tecavüz etti. Bu arada arkadaşlarıyla yazıştı, yazışmalar şöyle, hiç değiştirmeden aldım: “Nebtın gardaş kıza”, “15 gündür a…koydum gardaş usandım vallaha”, “Yuh gardaşım sakın başını yakma”, “Sıkıntı yok almazlar daha önce de deneyimim var gardaşım”, “Bir ara bana da getir”, “Bakarız”, “Hadi lan naz yapma.”

        On beş gün sürekli tecavüze uğrayan İpek Er, daha sonra serbest bırakılmış, o da şöyle yazmış bir kâğıda: “Bana tecavüz etti, ağladım.” O, bana “Ağlama, diktirirsin” dedi.

        Batmanda görev yapan bir öğretmen arkadaşım Batmanada kiz çocuklarına hiç değer verilmez, babalar kız çocuklarını çocuktan saymaz, onlar okutulmazlar, mal gibi satılırlar. Mirastan onlara hiçbir pay düşmez. Herhangi bir beceri edinmeleri, yaşamlarını kendi ayakları üstünde sürdürmeleri için hiçbir yardım almazlar. Bu durumdaki genç kızların iki seçeneği vardır: Ya dağa çıkmak ya da kentlerinde görev yapan asker, bürokrat biriyle evlenerek kurtulmak. Bu nedenle pek çok genç kız umutsuzca kendini kandırır, evlilik hayalleri kurar ve ansızın bürokrat, asker bir başka bölgeye tayin olur gider. Çoğu bekâretini kaybetmiş genç kızlar için intihar, bir kurtuluş olur.”

        Musa Orhan,“Şimdilerde elini kollunu sallayarak geziyor ve bol miktarda bozkurt işareti yaparak arkadaşlarına zaferini ilan ediyor”

  8. Türklerin sosyal medya ile imtahanı!
    Çok azda olsa istisnalar hariç!
    Tükiye vatandaşlarının sosyal medya kullanmaları Türkiyeyi Dünyadan soyutliyor….troller ordusu vasıtası ile’de resmen dünyanın 1 numaralı cahil milleti görünümünü veriyor ve isbatliyor.
    Bu arada, her zaman gündemi değişiştirme konusunda #1 Uzman olarak milleti birbirleri ile dalaştırıp Ülkeyi adim adım iflasa sürüklerken trolleri vasıtası ile milleti Türkiyeyi şaha kaldırğına inandırıyor. cahilleştirdiği kitlelere peşinden sürükleyip, insanlığı, değerleri ve Türkiyeyi yok ederken kendini alkışlatarak bir değil bin kõşe döniyor
    Yiyidi öldür hakkını yememek için bir kez daga erdoğana HELAL Olsun diyiyorum.
    Gene üstün bõl parçala yönet taktiği Zafer bayraminada damgasını vurdu.

    • Şu trol kelimesini bi açıklayın da bilelim.
      Memlekette yapılan doğruları anlatmak trolluk ise fena trolum.Gecmiste 16 _ 20 Euro cente elektrik anlaşmalarını yazıp şimdi 6.9 Euro cente solar sözleşme imzalamayı trolculuk zannediyorsaniz.ne mutlu bana.Elktrikli araç üretimini övüp batarya yatırımını alkışlamak trollukse köküne kadar trolum.yerli savunma sanayi/Total savunma gideri =% 70 e geldiğini belirtmek trollukse ne mutlu bana.500 bin ton buğday ithalatını normal görüp 2.4 milyar USD değerinde oyun sirketinin satisi ile ovunuyorsak.Sonuna kadar trolum.Turkiye nin endüstri ülkesi oldugunu belirtmek trollukse köküne kadar trolum.
      Ey millet bardağın dolu tarafi da var bunları da gorun

      • Bardağın dolu tarafını görcez de yapılan bir işi 3, 5 hatta bazen 10’la çarpıp gaza getirmeye çalıştıklarında sigortalarımız atıyor. Ayrıca size naçizane tavsiyem, bardağın boş tarafını da görün ve ne kadar dolu olduğuna havuz medyası okuyarak karar vermeyin.

  9. bir gazete başlığı:
    “Kişi başına milli gelir 9 bin doların altına indi; Türkiye dünyada 70’inci sırada”
    Türkiyedeki şu ekonomistler insanın aklını alır valla.
    – öğrenmişler kişi başına düşen milli gelir hesabının nasıl yapılacağını. ona göre hesap yapıyorlar. Hiçbirisinin aklına da, kişi başına düşen milli gelir hesabının yanında, gelir dağılımı dengesizliği (ki yine ekonomik bir terimdir) sonucu insanların gerçek durumunu ortaya koymak gelmiyor.
    – Bu arada Tüik mujizesinden bahsetmiyorum bile.
    – 9.000 dolar x 7.35= 66.150 Lira.
    – Eğer bu 4 kişilik aile ise 66.150 x 4= 264.600 tl eder.
    – böl yıllık geliri 12’ye: 264.600/12= 22050 tl eder.
    – aylık evine 22050 tl giren insanı sokakta bulamazsın.
    – böyle yalanları civcivler yemiyor ama insanlar maşallah hamudu ile götürüyorlar. yalanı ne çok seviyorlar.

    • İlave!
      – 9000 dolara düşmüş milli gelir elime geçse, ahmet olur, beynimi kafatasımdan çıkarır, dolapta çürümeye bile bırakırım.
      – bize lüks olan dünyada 70’inci sıra. o da ayrı komedi.

  10. Büyük bir hayranlıkla yazılarını takip ettiğimiz yazarların, menfaat uğruna kalemlerini sattıklarına şahit olduk. Tanıdığımız bu anlı şanlı gazeteciler nasıl, burnundan kıl aldırmayan bu adamlar nasıl bu adaletsizliklere göz yumar, hatta alkış tutar diye hayret ediyordum. Demek oluyormuş, Bu süreç hepimiz için özellikle gazeteciler için bir imtihandı, Bir turnusol kağıdı gibiydi. Her süreç gibi, bu günlerde geride kalacak, zulmü alkışlayanların belik hiç esamesi okunmayıp, unutulmaya mahkum olurken, adalet için mücadele edenleri tarih kahraman olarak kayda geçecek, gelecek nesiller onları alkışlayacaklar.
    Hocam yıllardır sizi takip ediyorum, zatı şahsınıza has üslubunuzla kaleminizi hiç kiraya vermediniz, 28 Şubatta eğilmediniz dik durdunuz. Canla başla kendileri için mücadele ettiğiniz adamlar tv ekranlarını size haram etti. Kaleminizi susturmak istediler, gazeteler size sayfalarını kapadı. Bunca engellemelere rağmen adaleti, hakkı haykıran sesinizi kısamadılar. Dün eğilmemiştiniz, bugünde eğilmediniz. Size takmadıkları kulp kalmadı, ama güneşi balçıkla sıvayamadılar. Cesaretiniz göğsümüzü kabarttı. Tarih onların bir kısmını yazacak ve sizi de yazacak ve hak ettiğiniz yerde olacaksınız.
    Yuotube Tvilerde hakikaten sizi bekliyoruz. Hep baskının karşısında oldunuz. Allah sizden razı olsun.

    • Musa arkadaş, kimdir bu büyük bir hayranlıkla takip ettiğiniz ve menfaat uğruna kalemlerini satan yazarlar? Allah için bir ikisini örnek verseydiniz onlardan, vallahi merak ettim, nasıl bir trajedi yaşamışız da ruhumuz bile duymamış?
      Ya bu medyanın kralı fehmi bey, gerisini siz düşünün; kimmiş o bulunmaz hintkumaşları da ordan oraya alınıp satılmışlar?

      • Kalemini Kiraya vermeyenler aynı zamanda medyada kendisine yer bulamayan, yılllardır yazdıkları gazetelerden kovulan insanlardır. Bunu nasıl görmezsiniz. Bir kaç örnek Fehmi Bey, Taha Akyol, Akif Beki, Taşgetiren Bence Murat Yetkin ve bir hayli kalabalık gazeteci. Satılık kalemler de bir hayli var, suya sabuna dokunmayan ekmek mücadelesi veren gazetecileri de suçlamıyorum. Ya da muhalif olmadan kendine bir yol tutanlara da saygılıyım. Kiralık kaleme örnek versem hakaret etmiş olurum, kamuoyu zaten her şeyi biliyor, o tür adamları okuduğunda tiksiniyor. Burada onları anmanın bir anlamı yok

        • Evet, o duyguyu en iyi anlatan sözcük “tiksinti”. Düşkünlük, vıcık vıcık bir karakter ve kişilik yoksunluğu karşısında diğer bütün olumsuz duyguları gölgeleyip öne çıkan duygu “tiksinti”. Her şeyin farkındayız ve tiksiniyoruz.

  11. Havuz medyasından bazı manşetler

    Yeni Şafak : Düşmanlarımıza hodri meydan diyoruz.
    Türkiye : Bir müjde daha geldi. Artık uzay ligindeyiz.
    Yeni Akit : Yerli ve milli teknolojide uzay ligindeyiz.
    Akşam : İstikbal mücadelemiz devam ediyor.
    Sabah : Türkiye artık uzay liginde.
    Hürriyet : Düşmanlarımıza hodri meydan
    Milliyet : Dünyanın lojistik üssü olacağız.
    Takvim : Türkiye gaza ulaştı. Batı şok yaşadı.

    Bu gazetelere ilave sayısız iktidar yanlısı besleme yerel gazete var. Bir de bunlara TRT başta olmak üzere havuz medyası TV kanallarını ekleyin. Bu kanallarda belirli malum kişiler kırk dereden su getirip propaganda yapmaktadırlar. Haberler belirli bir çizgide verilmektedir. R.T.Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı ve AKP sözcülerinin bitip tükenmeyen konuşmalarını ekleyin. Daha bitmedi, diyelim uçağa veya vapura bindiniz ve koltuğun arkasındaki dergiye göz atayım dediniz, karşılaşacağınız manzara aynıdır. Tabi şehirlerin bilbordlarına asılmış onbinlerce reklam afişleri de var.

    Birçoğumuz bu rezillikten ve ahlaksızlıktan uzak durarak akıl ve ruh dünyamızı korumaya çalışıyoruz. Fakat bazı bahtsızlar hala bunları izleyip Türkiye’nin artık uzay ligine yükseldiğini sanıyorlar.

    • Ben akıl ve ruh sağlığımı korumanın yolunu buldum, Fatih Bey: alaycılık. Evdeki kedicikler bile ayak uydurdular buna. “Bu virüsün ne zaman biteceği belli değil, temkinli gidip sizin kuru mamanın kalitesini bir gömlek düşürsek mi acaba? Kaygılanıyorum” dediğimde, “Hayrola? Maaşını dolarla mı alıyorsun?” diye soruyla karşılık veriyorlar. Kendiliğinden başkaca versiyonlar da ürettik kendi aramızda: “Ulen pervaneli serinleticiyi 3’den 1’e düşürdük. Gece düğmesine basmak olduk. Elektrik faturası yine aynı geliyor” falan dediğimde, “Orada kapı gibi duran o beyaz eşya ne peki? Buzdolabı değil mi o? Bırak bu içi boş sızlanmaları” bakışı sallıyorlar.

      • Bizim evde de eskiden tel dolap vardı, Erdoğan geldikten sonra hamdolsun buzdolabı sahibi olmuştuk. İnşallah yakında yerli ve milli buzdolabını da yaparız. Herhalde onu da devletin şöyle birkaç milyar dolar destek vermesiyle yerli-milli firmamız BMC (Buzdolabi Machine Co) yapar.

  12. Halkın %59’u da Erdoğan ve bakanının virüs konusunda gerçekleri toplumdan sakladığını düşünüyor. AK Parti seçmenlerinin %33,7’si, MHP seçmenlerinin 37,4’ü de hükümetin virüs vakalarında “şeffaf davranmadığı ve gerçekleri açıklamadığı” düşüncesinde. Metropol Araştırma bulgularını az önce paylaştı.

    Her 3 AK Parti seçmeninden bir tanesi Erdoğan iktidarının verilerine inanmıyor!

  13. Son dakika haberi. Üstelik de Hürriyet’ten. Erdoğan’ın vizyonerliğinden söz eden Ahmet ve Özer Beyler’e hediye kabilinden, havuz medaysına omuz veriyor, son dakika haberi paylaşıyorum:

    “Türkiye’den Rusya’ya çok sert PKK tepkisi: Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan son dakika açıklamasında ‘Terör örgütü PKK/YPG güdümündeki sözde “Suriye Demokratik Konseyi” unsurlarından oluşan bir grubun Rusya Federasyonu’na davet edilmesini ve Rus resmî makamları tarafından üst düzeyde kabul edilmesini kaygıyla karşılıyoruz’ ifadeleri kullanıldı.”

    Haberin başklığı, “çok sert tepki” diyor. Dışişleri bakanlığının metnini okuyorsunuz. “Kaygıyla karşılıyoruz” ifadesi var.

    Başka ne var?

    Türkiye’nin bu konudaki tepkisinin “siyasi istişareler için Moskova’da bulunan Bakan Yardımcısı Büyükelçi Sedat Önal başkanlığındaki heyet tarafından Rus makamlara aktarılacağı” var.

    ‘Vizyoner’ nerede?

    • Yahu bu nasıl iş anlayamadım. Dost olmak için Rusya’dan S-400 almamış mıydı bunlar. Bir de karşı çıktık diye bize illet-zillet hatta vatan haini demişlerdi. Şimdi bu lafları nerelerine sokacaklar? 🙂

      • ?? mim bey! Sizde muthiş bir kabiliyet var.
        Iki kelime ile 100 sayfalık bilgi veriyorsunuz.
        Bazen sosyal medyadaki Türkiyeli çok bilmiş cahillerin yazdıklarını okuyunca kızıyorum.o an hemen sizin bendeki yazi koleksiyonunuza bir gõz atiyorum o günü gülerek geçirmeme yetişiyor.
        Ellerinize sağlık.

  14. “Bu vatandaşları kandıranın Allah belasını versin (. . .) Erdoğan’ın Allah’tan çekeceği azabın haddi hesabı yok.” Bunu ve daha fazlasını söyleyen 15 Temmuz’da açılan ateşle göbeğinden yaralanan genç, bir (eski) Reisçi. O da benim gibi Erdoğan’ın yalancı olduğunu söylüyor.

    Her şeye rağmen medya var. Her şeye rağmen insanlar korkularından sıyrılıyorlar, ve konuşuyorlar.

    İzleyin, dinleyin bu 15 Temmuz gazisini. Beddualarının altında ezilin. Öylesine ezilin ki, gelip bizlere bu genç adamın tiyatrocu olduğunu söylemekten başka söyleyecek söz bulamayın.

    https://www.youtube.com/watch?v=r7sAt4lOLwg

  15. Gazete kelimesi, Venedikçe gazéta (1. kesecik, Venedik devletinde bir para birimi, 2. haber bülteni) kelimelerinden kaynaklanır. Venedik cumhuriyetine özgü bir kurum iken 1630’larda Almanya ve Hollanda, daha sonra Fransa ve İngiltere’de benimsenmiştir.

    1779-81 arası sadrazam olan Silahdar Mehmed Paşa döneminde Avrupa gazetelerini izlemek ve tercüme etmek için bir oda teşkil edilmiş ve gazeta evrakı hulasaları düzenli olarak padişaha iletilmiştir.

    Takvim-i Vekayi, Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde 1831’de II.Mahmut’un emriyle yayımlanmaya başlanan ilk Osmanlı Türk resmi gazetesidir. Haftalık olarak yayımlanan ve Osmanlı Türkçesi dışında Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca, Rumca baskıları da yayımlanan bir gazeteydi. Resmî ilânlar ve gayrı resmî duyurular dışında, iç ve dış gelişmelere ilişkin haberler de basılmaktaydı. Ardından 1840’da bir İngiliz olan William Churchill tarafından çıkarılmaya başlanan yarı resmi gazetemiz Ceride-i Havadis gelir.

    1860 yılında yayın hayatına başlayan Tercüman-ı Ahval ile birlikte Agah Efendi, Şinasi ve Namık Kemal fikir gazeteciliğinin öncülüğünü yaparak ilk özel gazeteyi çıkarmışlardır. Buna göre gazetecilik konusunda Batı ile aramızda 230 yıllık bir gecikme olduğu söylenebilir.

  16. Artık her gazeteci bir gazete.
    Kendine yani birikimine, kalemine, hitabetine güvenene dijital platformlar neredeyse sınırsız imkan tanıyor.
    Siyasiler gazetelere baskı uyguladıkça gazeteciler dijital platformları değerlendiriyor.
    Belki de siyasilerin amaçlarının tersi gerçekleşecek.

  17. Sayın mim!
    “Kurtuluş Savaşı’na ve Mustafa Kemal’e sahip çıkmak, denizlerin kirlenmesi ile mücadele etmeye engel değil ki!” diye yazmışınız.
    – Yazınızdaki düşünce yanlışlığından başlayacağım öncelikle. Ne demek sahip çıkmak anlamadım.
    – “kurtuluş savaşı bizim kurtuluş savaşımız ve Mustafa kemal bizimdir. yedirmeyiz!” demek mi?
    – Ya da, “mustafa kemalin amerikayı kurtardığı söyleniyor ama o bizim ülkemizi kurtardı” demek mi?
    – Mustafa kemal, bu ülkenin işgalden kurtulması için kurtuluş savaşına önderlik etti ve elimizde en azından üzerinde yaşadığımız toprakların kalmasını sağladı. bunun da ötesinde, artık yaşaması mümkün olmayan bir sistemin yerine, daha çağdaş olan cumhuriyeti getirdi.
    – Bu durumun sahip çıkacak ya da sahip çıkmayacak bir noktası yok.
    – Birileri yok “böyle değil” dese de, birileri “bu bizim, onların değil” dese de birşeyi değiştirmez.
    – Yani, sahip çıkıp çıkmamanın olayın, olgunun kendisine olumlu ya da olumsuz bir etkisi yok. tamamen insanların subjektif, duygusal yaklaşımı.
    – Yani, “mustafa kemal kötü birisiydi” desen de, “mustafa kemal çook çok iyi birisiydi” desen de, türkiyenin demokrasisine, adalet anlayışına, ekonomisine bir etkisi (en azından böyle konuşma anlamında) olmadığı gibi, mustafa kemal ve diğer değerli insanların yaptıkları iyiliklere de olumlu ya da olumsuz bir etkisi yok.
    – Bu tür şeylerin etkisi, ölen insanlara değil, bu tür konular üzerine kafa yoran biz yaşayan varlıklar üzerinedir. Yani, “mustafa kemal kötü biriydi” diyen birisi de, “mustafa kemal müthiş adamdı” diyen birisi de, aslında sadece kendi hayatını belirliyor, kendi yaşamını belirliyor, kendi ahlakını belirliyor. yoksa ne inönünün, ne atatürkün, ne fevzi çakmakın iyiliğini ya da kötülüğünü belirlemiyor.
    – Zaten, kurtuluş savaşı ve atatürk ve o dönem simge isimlerinin anılmasının, üzerlerine yazı yazılmasının anlamı da budur. bugün ve gelecekte yaşayan, yaşayacak insanların yaşamlarını, değerlerini, düşüncelerini, değer yargılarını vb. belirlemek.
    – Bir türkiyelilik bilinci oluşturması, bir cumhuriyet bilinci oluşturması, cumhuriyet değerleri oluşturması anlamında bu tür anmalar ve etkinliklerin olması da normaldir.
    – Ancak, bu normallik, ilk dönemler için geçerlidir.
    – aradan bilmem kaç küsur yıl geçmişken, aynı yoğunluk ve yaygınlıkta bunların yapılması anlamsız olduğu gibi, bu aşamada hala ilk zamanların yaygınlık ve yoğunluunda yapılması, toplumun gelişimine engel olacaktır.
    – Çünkü artık, toplumun, o dönemin şartlarının gerekleri olanlara göre değil, bugünün şartlarının gerekleri üzerine değerler, bilinçler oluşturması gerekir. Bugün artık, o günkü cumhuriyet bilincini diriltmeye çalışmak, günümüzün demokrasi anlayışını ekarte etmek, baskılamak, demokrasiyi katletmektir.
    – Olayı başka, kaba bir örnekle açıklayacak olursam: Bir ev düşünün. herkes bilirki, eşyaların evde kaplaması gereken bir azami ve asgari alanı vardır. Mesela, evde 50 tane sandalya olmaz. ya da 30 kişilik masa olmaz.
    – eğer evde 50 tane sandalye olursa, diğer eşyalara yer kalmaz. evi yaşanmaz yaparsınız. aynı durum, düşünsel, duygusal, değersel olgular açısından da geçerlidir.
    – Zaten ideolojilerin (bu arada dinin toplum yaşamında aşırı yer almasının da) toplumların gelişimine engel olmasındaki birinci neden budur. Yani, olması gerektiğinden fazla yer kaplaması.
    – Olayın ikinci bir boyutuna gelince. Herşeyin olduğu gibi, bu tür anmaların da, cumhuriyet bilinci, türkiyelilik bilinci vs. oluşturma çabalarının marjinal etkiye kadar anlamı vardır. bir dönem gelir ki, artık bunlar marjinal etki oluşturur. Yani, toplumun yaşamını olumlu etkileme özelliğini kaybetmeye başlar. işte bunların da, yaşamın bu kuralı çerçevesinde yavaş yavaş sönümlenmesi gerekir.
    – Bu arada, marjinal etki: mesela susamışındır. 1 bardak su içersin susuzluğunu giderirsin. ikinci bardak suyun senin vücuduna olumlu etkisi, ilk bardak kadar değildir. daha azdır. ikinci bardağın etkisine marjinal etki denir. ve artık bundan sonra içeceğin su, vücuduna zarar vermeye başlar.
    – Yani, nesnelerin, olguların, olayların, düşüncelerin, değerlerin, olması gerekenden fazla veya eksik olması, her açıdan kötüdür.
    – kan değerleri açısından da bu böyle. beslenme alışkanlığı açısından da bu böyle, değer yargıları açısından da bu böyle, din açısından da bu böyle, insan ilişkileri açısından da bu böyle, milli duygular açısından da böyle, yöresel duygular açısından da böyle, insanların değerlendirilmesi açısından da böyle.
    – Birşeyin (nesne, düşünce, duygu, vb.) olması gerekenden az ya da çok olması, diğer şeylere yaklaşımı da etkiler. mesela dini duyguların çok yoğun olmasının etkilerini son dönemde çok net gördük.
    – atatürkçülüğün etkilerini de önceki dönemlerde görmüştük. milliyetçiliğin etkilerini de öyle.
    – Yani böyle şeyler, durumu doğru değerlendirmeye engel teşkil ediyor.
    – Bu durumu, alışılmış, bilinen kavramlarla açıklayacak olursam:
    – İdeolojiler kadar insanı aptallaştıran başka bir olgu yoktur.

    • Hamza bey merhaba. Ben iki satır yazdım siz döktürmüşsünüz maşallah!
      Fakat “Yunan kazansaydı daha iyiydi” diyenleri manevi büyük olarak görenlerin hala iktidarda olduklarını hatırlatırım. Kuvay-ı Milliye için idam fermanı yazan Şeyhülislam da (Dürrizade) bunlar için mübarek bir adamdır. Kısacası liberalizmin sırası değil şimdi.

      • Sayın mim! yazdıklarım aslında çok önemli.
        – Ama siz, olayı döktürme babında değerlendiriyorsanız diyeceğim birşey yok.
        – Benim yazımda felsefe var, sosyoloji var, yaşamın doğruları var, toplumların gelişmesinin doğruları var. doğruyu bulmanın doğruları var. sağlığın doğruları var, doğru düşünmenin doğruları var, doğru duygulanımın doğruları var.
        – Yazımı yukardaki parağrafıma göre tekrar değerlendirmenizi tavsiye etmekten başka yapacak birşeyim yok.
        – sizin yazınıza yazabileceğim tek cevap, türkiyenin kurtuluşunun bir ideoloji yerine, diğer ideolojiyi ikame etmek olmadığını söylemek olacak.
        – yani, islamcı ideoloji tu kaka ama atatürkçü ideoloji çok yaşa durumu yok. bütün ideolojiler kötüdür.

        • Bütün ideolojilerin kötü olduğuna katılırım. Fakat ideoloji ile bilimsel düşünceyi ayırmak da her zaman kolay olmuyor. Ayrıca M.K.Atatürk’ün bir ideolojisi yoktu. Onun tavsiyesi “En hakiki mürşit ilimdir, fendir” olmuştur.

          • Sayın mim! ben atatürkü eleştirmedim ki! ben atatürkçülük eleştirisi yaptım.
            – Öncelikle Atatürk müthiş bir adammış. Ülkeye yaptığı hizmetlerden ayrı olarak yazıyorum. dahi imiş.
            – hem de sadece askeri deha değil. gerçek bir dahi.
            taa o yıllarda, o şartlarda standardizasyon önemi üzerine laf etmiş. Ben atatürkün standardizasyonun önemi konusundaki düşüncelerini duyduğumda çok şaşırmıştım.
            – Belki bilmeyenler olabilir: mesela videların hep sağ tarafa kapanıp, sol tarafa açılması bir standardizasyondur.

    • Pembe gözlük takınca dünya pembe olmadığı gibi, pamuk gibi yumuşak konuşunca kadife kumaş dokunmuyor.
      Ne geçmişi geri getirebiliriz, ne de sil bastan diyebiliriz.
      Geçmişi şimdiki gözlüklerle bakıp değerlendiremeyiz.
      Amerkanyalinin korkulu rüyası TSK ise, orada sadece silahların modernleşmesi konuşulur.
      Okulun önünde duran cansız bir heykelin kafası bile düşmanı titremeye yetiyorsa, bundan ben rahatsız niye olayım?
      Atatürk yada sn RTE bu ülkede taş üstüne bir taş koymuşsa benim başımın üzerinde her zaman yeri vardır. Bin yıllık Ayasofya yı kendine dert edinirken bu millet, komşu yunan bir cami bile açmıyor korkusundan. Avrupa 50 yıl benden ilerdeyken bunu yaşıyorsa bahsettigin toplum gelişmesine bizim ömrümüz yetmeyecek görünüyor.
      Fakat, kişilere takılmak yanıltır. Bir şeyin zamanı gelmişse halk her zaman önüne bir şey koymayı bilir.
      Hiç kimse bulunmaz hint kumaşı yada sihirbaz değildir.
      Günümüz hastalığı, komşunun evinde bal var, bende de yarın hemen olsun!
      Yani nefis, başkasının kayığıyla bir yere gidebileceği yanılsaması.
      Allahtan korkarak onu sevelim, Atadan korkmayalım tapmayalım sadece onun gösterdiği yoldan ilerleyelim. Seçtiğimiz vekillerimizi sahiplenelim, arkasında duralım.
      Bakın bakalım yanlış yoldan giden olursa dahi geri dönüp size hizmet yarışına giriyor mu girmiyor mu?

  18. “Benim bir iddiam var: Gazetelerde yayımlanan vefat ilanlarını takip edip sıcağı sıcağına duyuran bir internet sitesi devreye girerse, toplam gazete satış rakamlarında ciddi yeni düşmeler yaşanması kaçınılmaz olur.”

    Sayın yazarın bu iddiasına katılmamak mümkün değil; nekrofil bunlar! Yıllardır söylüyorum; medya halk düşmanıdır, kanemicidir, ölüyiyicidir, asalaktır! Neyse ki tükenmekteler ama yine de toplum olarak duyarlı olmak lazım, çünkü sayın yazarın da muştuladığı gibi dijital platformlardan düşman geri dönebilir de!
    Siber güvenlik yetmez, Intronet şart!!!

  19. Bir medya kuruluşunun sürekli iktidarı eleştirmesi bana itici gelir ve değersiz bulurum. Bir medya kuruluşunun sürekli iktidarı övmesi ise tiksindirici ve aşağılık bir davranıştır. Zira bunu bedavaya yapmayacağı açıktır.

    • Hiçbiri bedavaya birşey yapmaz mim, severken de söverken de; en adisi ise hem beslenir hem söver, bunu da unutma…

  20. Evet Hocam , teknolojinin her şeyi nasıl allak bullak ettiğini -sadece basın açısından – çok çarpıcı bir şekilde ve güzel örneklerle anlatmışsınız. Ben de nostaljik olsun diye şunu eklemek istiyorum : Şimdiki gençler bilmezler ; eskiden mektubun hayatımızda çok önemli bir yeri vardı ; gerçi bir ayda gider, bir ayda gelirdi ama yine de revaçtaydı . Ev telefonu ise sadece çok nadir ve hatırlı kimselerde olurdu ; biz garipler şehirlerarası görüşme için PTT ye gider , kaydımızı yaptırır ,iki üç saat bekledikten sonra eğer hat kesilmezse zorzar konuşurduk ! Şimdiki gençler bunlara inanmazlar bile ! Ne diyelim her nesil öncekilere göre daha iyi yaşıyor ; aslında bütün bunlara rağmen biz de , bizden öncekilere göre iyi yaşadık sayılır.Selam ve saygılarımla.

  21. Medyayı öldüren, AKP nin yandaş politikalarıdır.Medya ölmüşse zaten gazeteciler de ölür otomatik olarak.Hapishanelerdeki gazeteci ve düşünce suçluları,muhalif medya olan baskılarlar bunun kanıtıdır.AKP cenahanının, tarafsız medyayı baskı ve tektitlerle ucuz fiatla satmaya zorlaması bunun kanıtıdır.AKP yandaş medya politikası ,medyada yandaşı ve trolleri egemen yaptı.Meydanı gasp edip, muhalif medyayı birkaçı hariç yok ettiler.Meseleyi yanlış pencereden bakıp, AKP gazetecileri diriltti anlamına gelmez,sayın Koru.Saygılar.

  22. Keşke birde eski TV ciler, eski gazeteciler gibi, eski politikacılar da olsa da onlar kenara çekilmiş, sadece akıl veriyor durumda seyretsek!
    Birde, babacan, Davutoğlu, İmamoğlu, antalya, kars, Edirne, hakkari siyasetçiler inin YouTube üzerinden günlük ismine seçerek görüşlerini öğrenebileceği miz bir seçenek olsa!
    Sadece RTÜK denetiminde olsun, korsan olmasın yeter!

  23. Türkiye ne zaman kurulu düzen geniş halk yığınları tarafından da gözlenebilir ölçüde soysuzlaşsa, siyasetçiler ve medya sığlaşıp halkın gündelik yaşam sorunlarıyla ilintisiz, incir çekirdeğini doldurmaz konular etrafında içi boş ağız dalaşlarına gömülse, ayaklarıdaki prangaları kırarak ileri doğru hamle yapabiliyor.

    Bunu, 12 Eylül sonrası T. Özal liderliğindeki ANAP ile, 28 Şubat olarak anılan dönemde AK Parti ile başardı.

    Benim bu “prangaları kırma” dediğim ileri doğru hamle dönemlerinde, medyada da sürece paralel olarak yeni mecralar filizleniyor. Geniş kitlelerin bıkkınlığı, kurulu düzene, onun siyasetçilerine ve yerleşik partilerine yönelik öfkesi bir DEĞİŞİM talebini dalga dalga ülkenin dört bir tarafına yayıyor.

    Özal’ın önünü açtığı özel televizyon kanalları, daha sonraki yıllarda Taraf ve o güne kadar çok sınırlı bir okur kitlesine sahip Yeni Şafak gazeteleri söz konusu değişim talebinin ürünleriydi AK Parti’nin önünün kesilmesi için her türden rezilliğe başvurulan dönemde.

    Türkiye, hiç de uzak olmayan bir gelecekte, benzeri bir iklime girecek. Bir değişim ihtiyacı, değişim duygusu ve değişim talebi, kendi ifadesini medyada da kazanacak.

    Muhafazakar dünyanın içinden çıkmış, onurlu, Erdoğan ve AK Parti eliyle kotarılan şer güçler tezgahının farkında olan muhafazakar aydınlar ve gazeteciler, çok zor koşullarda Karar Gazetesi’ne hayat verdiler.

    Şükürler olsun ki, bu gazetenin önü kesilemedi ve Karar ayakta kaldı, küçük adımlarla da olsa büyüdü. Yeni yazarların katılımıyla çeşitlendi ve güçlendi.

    Umuztsuzluğa ve karamsarlığa düşüp depresif bir ruh haline büründüğüm her bireysel kötü dönemimde, Karar Gazetesi ve sayın Koru’nun kişisel sitesi aracılığıyla o kesif karamsarlığın üstesinden gelebildim. Karar Gazetesi ve F. Koru sitesiyle karşılaştırılamayacak kadar sınırlı bir bilinirliğe sahip olsa da, Serbestiyet.com yazarları da hem entelektüel beslenme, hem de umut kaynağı oldu.

    Şimdi, kısa bir süredir, elimizde, bu ceberrut, bu yoz iktidara, silik ve çapsız muhalefete karşı, yepyeni bir siyaset dili ve siyaset tarzı öneren siyasal bir alternatifimiz de var artık: Deva Partisi.

    Yakın gelecekte, Türkiye siyaseti alt üst olacak, Türkiye bu lanetlenmeyi hak eden iktidara karşı prangalarını kıracak görünüyor.

    Bu, sadece umudum ve beklentim değil. Sezgilerim de bunu fısıldıyor.

    Zamanlamasında yanılabilirim.

    Benim 8-10 ay olarak öngördüğüm zaman bir yılı da aşabilir.

    Fakat, bir şeylerin çok köklü olarak ve hızla değişeceği bir yere doğru gittiğimiz hissi bende çok güçlü.

    Onurlu aydınların, onbinlerce masum insanımızın cezaevlerinin dış kapısı önünde beiirip özgürlüklerine ilk adımlarını atacakları, sevdikleriyle yeniden kuacaklaşacakları günlerin gelmesini çok istiyorum. Bu lumpen “hain”, “NATOcu” ithamlarının ve sırtlarını iktidara dayayarak bunlar dillendiren sıradan, kendilerine saygı duyacak bir şeyleri olmadığı için hayata ve insana da saygısı olmayan tiplerin silinip gidecekleri günleri bekliyorum.

    O insanlar o hapishanelerde tutsak kaldıkları sürece bana huzur yok, Türkiye’ye gün yüzü yok.

    Hzurun ve gün yüzünün işaretleri güçleniyor.

    Yakın geleceğe umutla bakıyorum.

    Bu umuda vesile olan herkese çok derin bir müteşekkirlik duyuyorum.

    • Sn.bernar bakıyorum artık işi askere havale etmiş gibisiniz ama artık orda da milli iradeye pranga vurmaya kalcak babayiğit biraz zor çıkar; herkesin işi gücü var, kimisi yerli araba fabrikası kuruyor, kimisi tank!
      Türkiye kapalı, natocu subayın 15temmuzda dediği gibi muhataplarınızın hepsi içerde ve şansları varsa ordan hiç çıkmazlar…

      • Üç dört haftalık aralarla üç zarf attım, üçünü de havada kaptın. Yeterince dikkatli değilsin. ‘Twitter’dan (!) takipçilerin arttı. Söz gazetecilikten açılmışken: Bir keresinde “M. Kaynak iyi gazeteciydi” gibisinden bir şey söylemiştin. Doğrudur 😉

  24. Ben bugün,
    Ali Babacan’ın 2002 den 2012 kadar olan konuşmalarını koniştuklarımın altına imzamı atarım dediği videolarını, YouTupe kanalında izledim.
    Gazetecilik ölmedıği gibi Diktatörlerinde korkusu ruyası oldu.
    Bundan sonra! Öğle emirle gazeteciyi susturamiyacaklar.

Yoruma kapalı.