Yabancıların merakı: Türkiye’de neler oluyor, bundan böyle neler olabilir?

34
Reklam

Kendimi bazen görevi masa başında oturup Türkiye’yi izlemek, ülkemizde olup bitenleri raporlaştırmak olan bir yabancı yerine koyuyorum.

‘Akbaba’nın Üç Günü’ filmindeki Robert Redford gibi…

1975 yapımı film başladığında sıradan bir binada günlerini okuyarak geçiren bir grup çalışanı görürüz. O günün teknolojik şartlarında var olan imkanları kullanırlar. Telefon ve teleksleri. Sıradan, rutin işler yapan bir grup insan.

Akbaba’nın Üç Günü..

Bir sabah erken saatte binaya giren birileri karşılarına çıkan herkesi öldürür. Redford kahvaltı getirmek üzere birkaç dakikalığına arka kapıdan dışarı çıktığı için aynı akıbetten kurtulur.

Sonrası büyük bir mücadeledir.

İzleyenler bilir, türünün en iyi örneklerinden bir gerilim filmidir ‘Akbaba’nın Üç Günü’

Redford’un canlandırdığı tip ve o binada çalışan diğerlerinin görevi, CIA’nin ve tabii ABD’nin ilgilendiği ülkelerde çıkan her şeyi okumak ve olabilecekleri öngören raporlar yazmaktır.

Merakım şu: Öyle biri şu sıralarda ülkemizde meydana gelen gelişmeleri nasıl değerlendiriyor olabilir?

Reklam

Ben eski bir filmden çıkarak bu soruyu soruyorum, ancak o filmde anlatılanların bugün gerçek hayatta yaşandığını da biliyorum. Şimdi de, görevi, hedef ülkelerde çıkan yayınları takip edip oradan geleceğe dair öngörüler çıkarmak olan insanlar var.

Tabii günümüzün hayli gelişkin teknolojisini kullanarak…

Guardian gazetesinin hafta sonları yayımladığı ekinde (The Guardian Weekend) bu hafta yayımlanan geniş bir araştırmanın başlığı şu: ‘Kitle Öngörü Silahı – Alman istihbaratının gelecekteki çatışmaları öngörmek için kullandığı gizli silah: Romanlar.”

Prof. Jürgen Wertheimer..

Alman -askeri- istihbaratı Tübingen’deki saygın bir üniversitenin bir bölümünü gizli bir projeyle görevlendirmiş. Hafta sonu ekindeki yazı bununla ilgili. Yazı, “Görevlendirilen akademisyenler yapay zeka uzmanları, fen bilimleriyle uğraşanlar veya uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi alanından isimler değil” diye uyarıyor okurlarını. Projenin başında mukayeseli edebiyat bölümünden bir profesör varmış.

Prof. Jürgen Wertheimer

Araştırmaya ‘Cassandra Projesi’ adı verilmiş…

Mitolojide, ‘Cassandra / Kassandra’ geleceği görme yeteneğine sahiptir. Kendisine bu yeteneği bağışlayan Apollo’ya verdiği sözü tutmadığı için onun tarafından lanetlenmişti Cassandra; geleceği görebilecek, ancak söylediklerine kimseyi inandıramayacaktı. Ansiklopediler Cassandra için şu kısa bilgiyi veriyor: “Psikolojide, geleceğe dair başkalarını uyarmasına ve doğruları söylemesine rağmen kimseyi kendine inandıramama durumuna Cassandra Kompleksi ismi verilmektedir.”

[Siyasi entrikalar etrafında dönen romanlar yazarı Robert Ludlum’un ‘Cassandra’ adını taşıyan (Cassandra Compact) bir eseri vardır. Roman kahramanı dünyanın başına dert olabilecek bir salgın hastalık için Rusya’daki bir laboratuarda üretilen virüs çalışmasının peşine düşer.]

Reklam

Neyse. 

Almanya/Tübingen’de üniversitenin edebiyat fakültesinde Prof. Wertheimer hedef seçtikleri bir ülkede çıkan yeni romanları okuyarak onlardan hareketle öngörülerde bulunmuş, bulgularını o sırada savunma bakanı olan Ursula von der Leyen’e göndermiş. Bekledikleri türden gelişmeler iki yıl içerisinde o hedef ülkede aynen yaşanmış. Şimdilerde Avrupa Komisyonu Başkanı olan Bn. von der Leyen’in yönlendirmesiyle kurulan ilişki sonucu, bakanlık, “Gelin, bunu başka ülkelere de yayalım, romanların hepsini okuyamazsınız, bunun için seçilmiş sözcüklerden oluşan bir dizin çıkarın, bilgisayarlar eserleri tarasın, ilgili bölümlere bakın” teklifinde bulunmuş.

‘Cassandra Projesi’ bu.

Okuduğum yazıya göre bulgular işe yarıyor. En son, Azerbaycan’da yayınlanan edebi eserlerden hareketle Ermenistan’la arasında bir çatışma yaşanabileceği öngörüsünde bulunmuşlar; savaşın çıkmasından bir yıl önce…

Söylemeye çalıştığım şu:‘Akbaba’nın Üç Günü’ filmindeki veya Almanya’nın Tübingen kenti üniversitesindeki ‘Cassandra Projesi’nde olduğu gibi, dünyanın bir yerlerinde “Türkiye’de neler oluyor, neler yazılıyor, neler konuşuluyor, bunlar ne anlama geliyor, Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?” sorularına cevap arayan birileri herhalde vardır.

Kendimi işte öyle bir grubun bir üyesi yerine koyuyor ve ülkeme dışarıdan bakmaya çalışıyorum.

Gördüğümün özeti şu: Bir veya çok Türkiye yok, şu sıralarda tam iki Türkiye var.

İlk Türkiye, ülkeyi yönetenler ile siyasi hayatta, bürokraside, iş dünyasında ve medyada onları destekleyenlerin Türkiyesi…

Diğer Türkiye ise, sosyal medyayı takip edenlerin Türkiyesi…

Birbirinden tamamen farklı bu iki Türkiye.

İlki diğerine gözlerini ve kulaklarını tıkamış görünüyor.

Diğeri ise gözlerini ve kulaklarını öteki Türkiye’de vaktiyle yaşanmış ve şimdilerde de yaşanmakta olan yanlışlıklara vermiş durumda.

Uzaydaki farklı galaksiler gibi bu ülkenin manzarası.

Bakanlar, bakanların yakınları, onların bürokrasideki uzantıları, iş dünyasında kollayıp korudukları, medyadan devşirdikleri destekçileri, bunlar arasından sivrilip hiç olmayacak yerlerden baş gösteren başka birileri…

Her biriyle ilgili akıl almaz iddialar ikinci Türkiye’nin gündemini teşkil ediyor.

Milyonlarca insan o gündemi takip ediyor.

Sayıları yine milyonlarla ifade edilebilecek bir başka kesim ise, o gündemden ya haberdar değil ya da önemsemiyor.

Böyle bir tabloya bakıp buradan ülkeyle ilgili sağlam bir öngörü çıkarmak mümkün mü?

Galiba mümkün.

Hiç kuşkum yok, dünyanın bir yerlerinde birileri ülkemizi sürekli mercek altında tutuyor ve bu tabloya bakıp önümüzdeki dönemle ilgili öngörülerde bulunuyordur.

Mitolojiye göre, Cassandra / Kassandra, zamanında, Truvalılara kalelerinin önüne ahşaptan bir at getirileceği, onun içinde düşman askerleri bulunacağı, onu kalenin içine alırlarsa hepsinin kılıçtan geçirileceği uyarısında bulunmuş.

Dinlemedikleri anlaşılıyor.

Bir öngörüsü de Cassandra’nın, Truva’da ölmekten kurtulan kendi kuzeninin kaçacağı ve Roma’da yeni bir ulus bulacağı yolundaymış.

O da tutmuşa benziyor.

Mitolojide tabii…

ΩΩΩΩ

Reklam

34 YORUMLAR

  1. Yolsuzluklar artık gizlenebilir boyutları çoktan aşmış ve patlamış durumda. Bundan sonra ortaya saçılacakları saklamaları, yok gibi davranmaları mümkün değil. Bu pisliklerin hepsinin hesabı da sorulacak. Uluslararası sistem (ABD diye anlayın siz bunu) hesap sormaya karar vermiş görünüyor. Siz kendi pisliğinizi temizlemezseniz birisi çıkar hesabını sorar elbette. Çünkü pislik uluslararası boyutta. Adamlar siyasilerle, güya hukuk adamlarıyla elele vermişler uyuşturucu yolları belirliyorlar, devletleri dolandırıyorlar. Elbette bir yerde duvara toslayacaklardı. O vakit gelmiş görünüyor.

    Üzücü olan Türkiye’de namuslu bir tane gazetecinin, hukuk adamının bırakılmamış olması. Bu pislikleri ortaya dökmek mafyaya kaldı, hukuki boyutlarının ateşi de yurt dışında atılmak zorunda kaldı. Bizimkiler 3 maymunları oynamaya devam ediyorlar. Ama bundan sonrası zor görünüyor. Ne yasaklar, ne göz korkutmalarla susturabilecekler. Bundan sonrası şenlikli olacak. Çorap söküğü gibi gelecek, kaçacak delik arayacak yolsuzlar.

    Susurluk da böyle olmuştu. Güya kamyon gidip çarpmıştı gecenin körü ve bütün pislikler ortaya dökülmüştü. Kimse de anlamamıştı kamyon nereden geldi nasıl buldu bu ekibi. Nasıl oldu da bunun üstü örtülmedi ve haber oldu. Şimdi de yeni bir temizlik zamanı gelmiş demek ki. Bu sefer kökten yapılsa bari. Biz oturup çekirdek kola izleyeceğiz bu yaz koltuğumuzda bu eğlenceyi.

  2. almanya bu çalışmayı ne zaman yapmış bilmiyorum ama çok akıllıca bir çalışma. istihbarat örgütlerinin bilimsel verilere göre çalıştıkları biliniyor ama bilimsel çalışmalara ait güncel verilari takip ettiklerini bilmiyordum, üstelik alman istihbaratının bilimsel bir çalışmaya katkı sunduğu anlamına geliyor bu haber. darısı bizim istihbaratın başına diyeceğim ama …neyse.

    türkiye’deki insanlar bu konuyu yıllarca işlediler. yani türkiye için en azından bilgi seviyesinde çok geçmişte kalan bir konu. artık herkesin kaçınılmaz son için pozisyon hazırlığı yapmakla meşgul olduklarını zannediyorum. kendi adıma ben şahsen üç senedir hiç bir şekilde kaçamayacağım ve ansızın yakalanacağım sona mental ve psikolojik olarak hazırlanmaya çalışıyorum. çünkü artık kaçınmanın mümkün olmadığı iyice belli oldu. yapacak hiç bir şeyimiz yok ALLAH’a sığınmaktan başka.

    • Bir yabancı istihbarat örgütünün bir diğer ülkede yazılan romanlardan yola çıkarak o ülkenin muhtemelen hangi ülke ile çatışacağını öngörmeye çalışmak neden “bilimsel” ve neden “çok akıllıca bir çalışma” Baran? Adı geçen ülke Almanya olduğu için mi? O “bilimsel” ve de “çok akıllıca çalışma” önerisi Tacikistan ya da Bolivya istihbarat örgütünden, Süleyman Soylu ya da H. Fidan’dan gelmiş olsaydı, yine bu kadar heyecanlanır mıydın?

      • Bizde Hakan Fidan’ında bir bilimsel çalışma içinde olduğu söyleniyor. konusu aynı zamanda doktora teziymiş. konunun adı da “Kaos”muş. kontrollü kaostan bahsediliyor, ya kontrolden çıkarsa …!

        edebiyat ise hata payı en düşük en sağlam verileri oluşturur.
        türkçede bu manada çok anlamlı vecizeler var.

        • Başını kaz çevirmekten alabildiğinde belki sorumu da yanıtlarsın Baran:

          Bir yabancı istihbarat örgütünün bir diğer ülkede yazılan romanlardan yola çıkarak o ülkenin muhtemelen hangi ülke ile çatışacağını öngörmeye çalışmak neden “bilimsel” ve neden “çok akıllıca bir çalışma” ?

          • genel olarak bilim dalları yorumlanmaya muhtaç bilgiler sunar araştırmacılarına, edebiyat ise yorumlanmış bilgiler sunar…

            sorunuzun cevabı bu cümle. daha uzun konuşmak isterdim ama çalışıyorum ben.

  3. Etyen Mahçupyan da havlu atmış, yazılarına ara vermiş. Türkiye’nin gerçekten kısır döngüsü insanı boğuyor. Aynı problemler hiç bir şekilde çözüme kavuşturulmadan yıllarca sürüncemede devam edip geliyor. Ve hiç ilerleme de kaydedemiyorsunuz. Hep başa sarıyorsunuz. Burada en büyük sorumluluk milletin. Bu iş bir liderlik işi falan değil. Bu basbayağı milletin çözüm üretememesi problemi. Siyaset sonuçta millete göre hareket ediyor. Millet çözüm istemiyor ve hep yan çiziyor. Kürt problemi diyorsunuz, yok öyle bir şey diyor. Ermeni problemi Rum problemi diyorsunuz, insan hakları problemleri, demokrasi, hukuk, eşitlik, özgürlük diyorsunuz, yok diyor. Beni ilgilendirmez diyor. O yüzden ne çözüm bulunabiliyor ne ileri gidebiliyoruz. Yerimizde sayıyoruz sürekli. Milletin aklı başına gelmedi, illa duvara toslamayı bekliyor. O zaman da iş işten geçiyor. Milleti uyandırmak için uyanık, ses getiren, sözü dinlenen, akıllı aydınlarımız da pek yok maalesef. Kısır topraklar maalesef buraları.

    • Türklere bir asır boyunca Türk oldukları için doğru, Türk oldukları için çalışkan, Türk oldukları için zeki oldukları söylendi. “Sakın ola ki Türklüğünüze laf söyletmeyin” dendi. 80 yıl boyunca, bugün de söylenegeldiği üzere, her 10 Kasım’da, bankasından başbakanına, iş adamları derneklerinden sendika liderlerine, köşe başında simit satan amcamızdan ordinaytüs profesörüne varıncaya kadar, “O olmasaydı olmazdık” dendi. “O olmasaydı, bugün adımız Yorgo olurdu” söylencesi bir kuşaktan diğerine anlatılageldi. Sonra, devran değişir gibi oldu, artık konuşma sırasının kendilerine gelmiş olduğunu düşünenler, “R. Tayyip Erdoğan olmazsa Türkiye batar” demeye başladılar.

      Süleyman Demirel, vakti zamanında, “Bana ‘Ülkücüler suç işliyor’ detirtemezsiniz” demişti. Bugün, “Bana Balyoz, Ergenekon gibi şeylerin doğru olduğunu, Türk ordusunun meşru iktidara karşı darbe planları yaptığını söyletemezsiniz”, “Bana, dindarların dindar olmaları dolayısıyla dışlanmış, baskı altında tutulmuş olduklarını söyletemezsiniz” demeye getiren bir ton insan var.

      Yakına geldiğiniz meseleler biraz bunlarla da ilintili, Ender Bey.

      Türk olduğunuzu, doğru olduğunuzu, çalışkan olduğunuzu söylüyorsunuz. Buna laf ettirmeyeceğinizi ileri sürüyorsunuz.

      Ben de dönüp size şunu söylemek istiyorum:

      Türk olduğunuz için doğru da olamazsınız, yanlış da olamazsınız.

      Türk olduğunuz için çalışkan da olamazsınız, tembel de olamazsınız.

      Bir etnik kimliğe, bir dinsel kimliğe, bir ideolojik kimliğe, bir kültürel kimliğe, o kimliğin doğasından ileri geldiği sanılan olumlu nitelikler atfetmek, bana hiç de zekice görünmüyor.

      Lakin, bu konuda sizi eleştirmeye hakkımın olmadığının farkındayım. Çünkü, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” dedikten sonra, her nedense, tuhaf biçimde, “zekiyim” diye sürdürmüyorsunuz.

      İnanması çok, ama çok güç olabilir, ama bir Türk olarak, bir Uruguaylı, bir İranlı, bir Rus veya Mozambikliden ne daha doğru, ne de daha yamuksunuz. Ne daha çalışkan, ne de daha tembelsiniz.

      • Yüzde yüz doğru söylüyorsunuz. O ifade, sen Türk değilsin ifadesine bir tepkiydi. Ama amacını bayağı aşmış oldu espiri yapalım derken. Türk olmanın bir ayrıcalığı elbette yok insanlık ailesi içinde. Benim gözümde hiç.

  4. Bu işe giren müteahhit kendisini unutsun. Bu işe kredi veren unutsun kendini. Bunun altına imza atan bürokratın burnundan fitil fitil getireceğim.”
    Maşallah bu adamların iktidarını düşünemiyorum.
    Mafya haltetmis.

  5. Fehmi beyın bu günkü yazısının konusuna uygun bir anim.

    Anım, gidiş dönüş toplam 30 saatlik Parise yaptığımız bir yolculuk ve yabancıların bizimle ilgili düşnceleri.

    Bir modaci arkadaşım Tûrkiye hakkında bazı benimde fikrimi almak için moda haftasında Parise benide götürdü.

    Ben yolculuk süresince, bir kaç kelime Fıransızca daha sonra unutmak üzere ezberledim. O birkaç kelime “Fıransızlar ciddi ve zeki insanlar keşke Fıransıca bilseydim sizler ile sohbet etmek isterdim.”
    Gidenlerin hepsi Firansız ayı ana dili gibi konuşuyordular. Fıransızlar genelde bir kaç dil biliyormuşlar fakat ülkeye gelen Turist ve misafirler ile kendi dilleri olan Fıransizcayi konuşuyormuşlar.

    Gider gitmez hemen toplanti yapılacak olan ofise gittik. Fıransiz modacılar ile toplantı başlanadan önce birkaç kişi geldi, birisi kahve almaya gitti bende hemen arkasından gittim.İngilizce merhaba dedim o bana Fıransızca karşılık verdi.
    O an ezberledıklerimi söyledim, kadın hemen “önemli değil ben Türkçeyı pak bilemiyorum fakat İngilize konuşiyorum” dedi ve İngilizce sohbet etmeğe başladık Türkiyedeki tesetür modası ve meşhurların
    etkileri hakkında fikirlerimi sordu. First lady’lerin giyimler hakkında falan konuştuk.
    Kadının benim ile ingilizce konuştuğynu gören arkadaşlar şok olmuştular.
    Beni götürnelerinin nedeni, Türk kadınlarının modayı çok yakından takip ettikleri. Edenlerin arasında özeliklede başörtülüler’in daha fazla modaya önem vermeleri gekiyordu.
    Fıransızlar Hayrinnisa Gül’ün kıyafetlerinden hem Türk hanımları hemde Arap, ve diğer Müslüman hanımlar çok etkileniyormuşlar fakat
    Emine hanimin kıyafetlerinden pek o kadar etkilenmiyormuş’lar
    Bunu benimle konuşan Fıransız modacı söyledi. Bende o zaman şaka ile şöyle dedim. “Bayan Erdoğanın Modacısı Amerkalı ve Emine hanim kendi kıyafetlerinin taklit edilmesini istemediğı için,değişk tesetür modasi uyguluyor modeleri uyguluyor.

    Not:En sevmediğim meslek modacılık, en nefret ettiğinde modayı takip etmek.

    Fehmi beyin bugünkü yazısını okuyunca, Türkiye her konuda yabancıların ilgi alanın’da, olduğunu anlatabilmek için bu anımı paylaşmak istedim .

    Benim sayemde o gün hepsi ingilizce hatta Türkçe dahi konuşanlar oldu. Öğle bir araştırma yapmışlarkı bütün islam ülkeleri ve hanımlarının hobileri ve zevklerini onlardan dah iyi biliyorlar.

    Her milletin kendine göre hobileri var. Yalnız ABD ve AB gibi ülkelerin esas yerlileri, ırkçıda olsa kincide olsa yalan söylemiyorlar ve iftira atmiyorlar.

    Yabanci yatırımcılar Türkiyeye güvense Çindeki fabrikalarını Türkiyeye geririrler. AKP ilk dönemlerde Yabancıların ilgisini ve güvenini kazandı, onuda Babacan, Gül ve bunlara benzer diğer arkadaşları, Erdoğana rağmen yabancı Türistler ve hatta öğrenci olarak gitmek istiyenler azınmayacak kadar sayıları fazlaydı.
    Ünüversite’de okuyan yabacı öğrencileri Terörist diye hapis ettikleri zaman bütün dünya gördü ve duydu.

    Türkiye Erdoğandan önce ortalığa ve sosyal medyaya dağılmış cahil , alksız ve gazeteci kılıklı trollerden kurtarması veya susturması lazım.

  6. Bir yalanın istikrarlı şekilde sürdürülmesinin, yanına istikrarlı şekilde sürdürülebilecek başka yalanlar eklemenin ve bu yalanlar için özür bile dilememenin “hedefe kilitlenmişlik” ile yakın bir ilgisi olduğunu düşünüyorum.

    Hedefiniz hangi alçaklığı gerektiriyorsa o alçaklığı rahatça, sıradan bir şeymiş gibi devam ettirmenin o “kilitlenme” ile ilgisi var.

    Üniversite sınavlarına günler kala yine günler öncesinden çalışıp ürettikleri bir yalanı tedavüle soktular.

    Zamanlama elbet müthişti ve bir o kadar da kahpece! Hatta adice ve alçakça!

    Birkaç gün sonra sınava girecek yüz binlerce gencin bundan nasıl etkileneceğini hiç hesap etmeden. Belki de ederek!

  7. Neslihan Hanım, bitek sn.bernar değil onu takip etmeye hevesli yaş meyvenin tazesi kimi kopiller de epeydir ortalarda yoktu ama öyle anlaşılıyor ki yine birer ikişer ortama damliicaklar anlaşılan…

  8. Evet iki Türkiye var
    İlki malum hepimiz biliyoruz ve hakkında sallıyoruz.
    İkincisi ise sosyal medyayı takip ediyor.yapilan araştırma dünyada sosyal medya üzerinden üretilen yalan haberler % 20 iken ülkemizde % 40
    Evet bunu takip ediyorlar .
    Ama arada yakalanınca özür dileyen de var Katarlı çocukların tıb eğitimi gibi
    Bazen T24 gibi özür dileyeni de çıkıyor.
    Ama utanmazlar Twitter hesaplarinda hala o yalanı sürdürüyorlar.
    İşte 2. Turkiye

  9. Ahmet arkadaş sağolsun her zamanki gibi açmış ağzını yummuş gözünü, didem hanım da koyuvermiş gitmiş bu soruları; ortada kalmasın bari:
    “ddm
    28 Haziran 2021 At 22:50
    ekonomi kötü, diyorsun
    (ahmete göre öyle/bana göre normal)
    yargı iyi mi?
    (altın çağında, eksiklerine rağmen)
    eğitim?
    tarım?
    (sadece ülkemizi değil bütün rusya, avrupa ve komşularımızı doyuracak kadar üretim var)
    hayvancılık?
    (istanbulda bi sarı taksiye atlayıp iki durak gidersen anlarsın ne durumdayız…)
    sosyal adalet?
    (bir ayakkabı boyacısından c.uzan gibi birini daha yetiştirebilmek her toplumun harcı değildir!)
    gelir eşitliği?
    (Bu nedir? Yani “gelir eşitliği? Ne demek bu?)
    yolsuzluk endeksleri?
    (Polonya ile türkiyeyi bi kıyaslar mısın; hangisinde daha yüksekmiş? Yaz buraya, biz de öğrenelim!!!!)
    sen sabır diyorsun,
    ben insaf diyorum…”
    Ben de …saf bile diyemiyorum; ucuzluk işte…

    • bazıları mallara çöküyor,
      bazıları makamlara,
      bazıları da yorumlara…
      savunabilecek ne bir fikir kaldı,
      ne bir ülkü,
      ne bir dava.
      hepsi gitti.
      kişisel çıkarlara satıldı.
      geriye sadece ona buna sataşma,
      bolca saçmalama kaldı.
      ne hazin.
      ne acı.

  10. elmalı davası var gündemde,
    ibretle ve acıyla şahit oluyoruz.
    5 ve 9 yaşlarında biri kız, diğeri erkek çocuklarını boşanmış anne ve üvey baba çocuklarını satıyorlar. babaanne durumu farkedip, suç duyurusunda bulunuyor. çocuklar her şeyi olduğu gibi anlatıyorlar.
    görülen davada suçu sabit canavar anne ve canavar üvey baba tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyorlar.
    bu nasıl adalet?
    bu nasıl vicdan?
    bu nasıl ahlak?
    kim bu hakim?
    bu topluma ve yargıya neler oluyor?

    • Tailanda her günkü olaylar bunlar didem hanım sn.bernar bilir, siz de mahkemeyi mi beğenemediniz? Fetöcüleri salıverseydi zil takıp oynayacakmış gibi bir haliniz var ama?
      Bırak satmayı götürüp meriçin sularında boğdular katalog çocuklarını; o zaman bu ne biçim canavarlık dediğinizi biz duyamadık?
      Efendim?
      Devlete sövdünüz mü demedim, anne babaya bişey dediniz miydi diyorum!!!
      Ama bunlar üvey mi?

      • bazıları mallara çöküyor,
        bazıları makamlara,
        bazıları da yorumlara…
        savunabilecek ne bir fikir kaldı,
        ne bir dava.
        hepsi gitti.
        kişisel çıkarlara satıldı.
        geriye sadece ona buna sataşma,
        bolca saçmalama kaldı.
        ne hazin.
        ne acı.

  11. El atına(truva) binip üstümüze süren niceleri geldi geçti, biz hala burdayız, çanakkale köprüsü bitmek üzere!
    İsteyen istediği arge ekibini oluştursun, ölçsün biçsin; adam olan gelip bi çayımızı içsin ama memleket yol geçen hanı değildir(baçını haraçını alırız…) ona göre!
    Uyanıksa uyanık, cinse cin; türkte adam mı bitecek?
    Gavur çok mu kurnaz; kurnaz görmemişler bence:))))
    Avara kasnak gibi döner dururlar; ama bozkırda herkese ayak numarası uydurulur…

  12. Sayın hk “İhtimaller arasında tarihi algılarınız ne kadar sağlam, bir garantisi var mı?” diye sorup sıvışmışsınız dün; bunu biraz daha açar mısınız lütfen?

  13. “şu sıralarda tam iki Türkiye var.”
    bir türkiye, medyanın % 90 nının uçuyoruz-kaçıyoruz türü büyüklere masallarına inananlar ki bir kısım gerçekten inanıyor, bir kısım da inanmak istiyor,
    ama gerçekleri ne kadar makyajlayabilirsiniz ki,
    diğer türkiye ise ne denli büyük bir çöküş yaşadığımızın farkında olanlar.
    ekonomik çöküşler ne denli kötü olursa olsun, bizim gibi kaynakları olan ülkeler eğer isterlerse kısa sürede onarabilir, düzeltebilir. ekonomi bilinmeyen bir alan değildir, yapılacak işler bellidir, yapılmaması gerekenlerde bellidir. bir gece yarısı merkez bankasının başkanı nedensiz, amaçsız işten el çektirilirse mesela bu yapılmaması gerekenlere örnek gösterilebilir, binlerce örnekle beraber…
    ahlaki çöküşler hem değiştirmesi zor, hem çok uzun zaman alan, ağır efor gerektiren onarmalarla olur, ya olur ya olmaz…
    şimdi biz hem ağır bir ekonomik çöküş, hem ağır bir ahlaki çöküş yaşıyoruz.
    bundan böyle neler olabilir?
    eğer yaşananları kabullenebilirsek, yanlışları düzeltmek için bir şansımız olur.
    yok eğer inkar etmeye, kapatmaya, örtmeye, görmemeye, hafifletmeye, neden bulmaya, bahane üretmeye devam edersek daha zor günler bizi bekliyor demektir.
    ifşaatların, ne kadar çirkinlik, kepazelik varsa pek çoğunun döküldüğü, dökülmeye de devam edeceği görünüyor, bunların sarsıntılı sonuçları olacağı da açık.
    bunları görmek için projelendirmeye gerek yok.
    ortalama bir akıl anlamlandırmak için yeterli,
    hatta çok bile…

    • Evet, “ortalama bir akıl”la buraya kadar işte:
      “şimdi biz hem ağır bir ekonomik çöküş, hem ağır bir ahlaki çöküş yaşıyor”muşuz…
      Geçmiş olsun; “onarmalara” ahlakınızdan başlayın bence, ne de olsa “ekonomi bilinmeyen bir alan değildir, yapılacak işler bellidir, yapılmaması gerekenlerde bellidir.”
      Mesela:
      “bir gece yarısı merkez bankasının başkanı nedensiz, amaçsız işten el çektirilirse mesela bu yapılmaması gerekenlere örnek gösterilebilir”miş;
      Merkezbankası başkanı put mudur değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez olsun?
      Her geceyarısı bir banka müdürü değişse ne yazar; dört turpa kim..!?
      “binlerce örnekle beraber…” demişsiniz de;
      ee nerde hani?
      Eformuş… Ha gayret!!!

    • bazıları mallara çöküyor,
      bazıları makamlara,
      bazıları da yorumlara…
      savunabilecek ne bir fikir kaldı,
      ne bir dava.
      hepsi gitti.
      kişisel çıkarlara satıldı.
      geriye sadece ona buna sataşma,
      bolca saçmalama kaldı.
      ne hazin.
      ne acı.

  14. Bir Avrupa veya ABD gibi Batılı bir ülkede bir kaç yılı aşan bir süre boyunca gündelik bir yaşam sürmüş, yaşadığı ülkenin ev sahibi konumundaki toplumuyla yakın insani ilişkiler kurmuş, böylece Avrupalıları gündelik yaşamları içinde gözleme şansı elde etmiş olanlarımızın hiç değilse hatırı sayılır bir bölümünün de fark ettiği üzere, Avrupa, hiçbir sürprizi olmayan, bilindik gündelik yaşam modellerinin, bilindik sohbet konularının durmaksızın tekrarlanıp durduğu, hayatın boğucu denebilecek ölçüde sıkıcı olduğu bir diyardır.

    Henüz bilinmeyene, yeni ve alışılmışın dışında olana hastalıklı bir talebi vardır can sıkıntısı içinde debelenen pek çok Avrupalının. Yeni, bir süre için oyalayıcı, duygusal açıdan kımıldatıcı bir şeyler bulup çıkarma, Avrupalının karakteristik saplantısıdır. Bunları bulamadığında, o hastalıklı saplantısının zorlamasıyla, aslında pekala sıradan olan şeylerden heyecan verici bir sıradışılık yaratmaya çalışır.

    O saplantılı ruh ve duygu hali dolayısıyla, örneğin, gerçekte yoksul-varlıklı ayrımının varlıklı yararına savunulduğu, kadın düşmanlığının ayyuka çıktığı Budizmde derin bir felsefe, bir erdem keşfeder Batılı. Budizmle ilgisi olmayan, zorlama bir romantikleştirme ile, o dini kendi duygusal ihtiyaçları temelinde yeniden inşa eder.

    Erkek tuvaletlerinde yan yana dizilmiş, bildiğim kadarıyla bizde “psuar” diye anılan o beyaz hacet giderme parçacıklarını alır, bir sanat galerisinin ortasına yerleştirir. Şimdi, saygın bir sanat galerisinin ortasında kendi suskunluğu, yalnızlığı ve işlevsizliği içinde öyle duran taş parcacığı, sanatta geri dönülmez bir devrimin, ‘bambaşka’ (!) bir sanat kavrayışının (postmodern sanat) simgesidir artık. Bir diğer ‘sanatçı’ (!) yolda arabasıyla giderken yol kenarının biraz uzağında dikkatini çeken bir bina yıkıntısından kalma molozlardan bir parça alır, arabasının bagajına yükler, yoluna devam eder. O biçimsiz, demir çubukların orasından burasından gövdesinin yarısı kovuğunun içinde kalmış yılanlar gibi dışarıya sarktığı beton parçası da, şimdi sanat galerisinde boy gösterecek, üzerine sayısız çoklukta makaleler yazılacaktır.

    Dramatik, sarsıcı, yeni hiçbir şeyin kıyısından bile geçmediği, aynı ve fazlasıyla aşina gündelik hayatın o bilindik can sıkıcılığı içinde akıp gittiği Avrupa coğrafyasında, ruhu ve duygu dünyası kuraklıktan kavrulan Avrupalının yine saplantılı bir biçimde kendi bedeni ile uğraşıp durmasının nedeni de esas olarak budur. Turuncuya, mora boyalı ‘sıradışı’ saçların, 50-60’larına merdiven dayamış olanlar da dahil milyonlarca insanın dövme stüdyolarına koşturmasının, cinselliğin sıradanlaşmasının nedenlerini de burada aramak gerekir.

    Çoraklaşmış duygu ve ruh dünyasında hayvansı bir saldırganlıkla orada burada ikna edici bir anlam, heyecan verici bir oyalanma konusu arayıp duran Batılı’nın saçma sapanlıklardan bir anlam devşirme saçmalığını ciddiye almamak gerekir.

    Sayın Koru bu yanlışa düşmüş görünüyor.

    Türkiye, Lübnan, Kamboçya veya bir diğer ülkenin gelecekteki muhtemel siyasal-toplumsal deneyimlerinin o ülkede yazılan romanlardan yola çıkarak öngörülebileceği fikri, basitçe, saçma sapanlıktır.

    Bu saçma-sapanlığı gün ışığına çıkarmak için, bir kaç soru sormak yeterlidir:

    (1) Almanya’daki Tübingen Üniversitesi’nin edebiyat fakültesinde kaç kişi Azerbaycan ile Ermeni kültürü, dili, siyasal tarihi ile -çok yüzeysel bile olsa- bir aşinalığa sahip olablir ki kolektif olduğu söylenen bir akademik gurup çalışması yürütülebilsin, okunacak romanlar seçilebilsin, bunlardan anlamlı olabilecek bulgulara ulaşılabilsin?

    (2) Alman üniversitelerindeki akademik dünya, dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi, devlete mesafeli, sol anlatılara yakın, sol ahlakı içselleştirmiş akademisyenlerle doludur. Bu, sosyal bilimler, edebiyat ve sanat fakülteleri için özellikle geçerlidir. Alman İsithbarat Teşkilatı, gizli olup gizli kalması gereken, en az bir düzine akademisyenin katılımcısı olacağı bir araştırma için bir üniversitenin edebiyat fakültesine gider mi? Gitti diyelim: O “gizli” projenin “gizli” kalmayıp günün birinde mutlaka patlak vereceğini öngöremeyecek kadar salak mıdır Alman İstihbarat Teşkilatı? Belli gitmişler. Belli ki o salaklığa savrulmuşlar.

    (3) Bulguların işe yaramış olduğu bilgisini aktarıyor sayın Koru. Çünkü, ” en son, Azerbaycan’da yayınlanan edebi eserlerden hareketle Ermenistan’la arasında bir çatışma yaşanabileceği öngörüsünde bulunmuşlar; savaşın çıkmasından bir yıl önce”. Söz konusu iki ülke arasında bir çatışma yaşanabileceği öngörüsünde bulunmuş olmanın ne tür bir sıradışılığı, araştırmanın başarı kriteri olma anlamında ne tür bir ikna ediciliği olabilir? Hindistan-Pakistan, aynı ittifak içinde yer almalarına rağmen Türkiye-Yunanistan gibi geleneksel potansiyel çatışma ikilisi olan bir düzine ülke sayılabilir dünyada. Bulguların işe yaramış olduğunun güçlü bir işareti olarak verilen “Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının muhtemelliğinin bir yıl öncesinden öngörülmüşlüğü” örneği, sanki söz konusu araştırmanın başarısından ziyade sefaletine ve beş para etmez saçma sapanlığına işaret ediyor gibi.

    Batılıların kendilerine ilişkin heyecan arayışlarını gereğinden fazla ciddiye almamak gerek.

    Yine, benim de izlenmeye değer bulduğum İngiliz Guardian Gazetesi’ne, New York Times’a bakılırsa, Trump, yüzbinlerce silahlı fanatik taraftarı ile, seçim sonrası gemileri yakacak, belki de ABD kanlı iç çatışmalara, ülkeyi alt üst edecek bir kaosa sürüklenecekti.

    Sanki, izlenmeye değerlik ile her yazılanı ciddiye almak arasında bir fark gözetmek gerek.

    Geçen hafta, Serbestiyet.com’da, M. Şehmus Güzel imzalı okunmaya değer ilginç bir yazı vardı.

    Fikir versin, meramımı anlatmama aracılık etsin diye, bir iki paragrafını paylaşmak istiyorum:

    “Fransa’da 20 Haziran 2021’de yapılan “Bölge Meclisi” ve kimi vilayetteki “İl Özel İdaresi” / ”İl Meclisi” seçimlerinin ilk tur sonuçları kamuoyu yoklamalarının ve “uzmanların”, siyasetbilimcilerin yanıldığını gözler önüne serdi: Irkçı parti, kamuoyu yoklamalarının, aşırı sağcı “uzmanların” ileri sürdüğü gibi “güçlü” çıkmadı. Beş yıl önceki seçimlere oranla sekiz puan yitirdi.”

    “Birinci turun en önemli ve en çarpıcı özelliği, katılım oranının görülmemiş biçimde düşük olması: Ülke düzeyinde katılmayanların oranı yüzde 66,7. Şimdiye kadar böylesi görülmemişti. Fransa Cumhuriyeti gibi “demokrasi” liderliğine oynayan bir devlette seçmenlerin sadece yüzde 33,3’ü oy vermeye gitti.”

    “Bu oran seçmen yaşı azaldıkça daha da yükseliyor: 18-34 yaşları arasında oran % 82, 18-24 yaşları arasında ise biraz daha fazla: % 87. Bu yüzden “fatura” yine gençlere çıkarıldı/çıkarılıyor.”

    “Uzmanlar, siyasetbilimciler, toplumbilimciler, tarihçiler, psikologlar ve daha niceleri ve elbette kamuoyu yoklamalarını yapan ve maalesef hep sınıfta kalan kurumların yöneticileri, iyi saatte olsunlar ve bilhassa istihbarat birimleri ve bütün yöneticiler, ŞİMDİ SADECE ŞİMDİ, gençlerin oy sandığına gitmeme NEDENLERİNİ araştırmak için kafa yormaya başladılar.”

    Ne diyebiliriz ki?

    Kamuoyu araştırma kuruluşlarının seçim sonuçlarına ilişkin öngörüleri tutmuyor. Dahası, Fransız gençleri arasında gidip oy verme zahmetine katlananların oranı sadece ve sadece yüzde 18 dolayında. Ve, “uzmanlar, siyasetbilimciler, toplumbilimciler, tarihçiler, psikologlar (. . .)ve bilhassa istihbarat birimleri ŞİMDİ SADECE ŞİMDİ, gençlerin oy sandığına gitmeme NEDENLERİNİ araştırmak için kafa yormaya başlıyorlar.”

    Ne diyeceğiz şimdi?

    Fransızlar, atsınlar siyaset bilimi, toplum bilim, sosyal psikoloji çalışmalarını bir kenara. Kamuoyu araştırma şirketlerinin kapılarına kilit vursunlar. Ve gitsinler Fransız romanları okuyup bu ebelek gübelek demokrasi durumunun nedenlerini romanlardan keşfetsinler.

    Bunu mu söyleyeceğiz?

    • acelem olduğu için yarısını okuyabildim, evap yazacak biri çıkar mı çıkarsa bakalım sayfanın müdavimleri benim aklımdan geçenleri yazacaklar mı?

    • Sn.bernara avrupa genelinde katılıyorum, fransa özelinde bi ilave:
      Seçimlere katılımın düşük olması bizim yahya bey gibilere göre kesin “fransada mükemmel bir yerleşik düzen ve politik yaşam” bulunmasındandır:))))
      Ortalama bir zekanın üzerindeki allamelere soruyorum:
      %85 katılım oranıyla nerdeyse kafa kafaya çıkan seçim sonuçlarına bakıp bakıp; “sandık her şey değildir” diyerek türkiye demokrasisini yok saymak, burun kıvırmak hangi aklın ürünüdür acaba? Ne menem bir cinliktir bu?

  15. Aynen öyle birbirini duymayan dinlemeyen iki Türkiye var artık. Burada da gördüğümüz gibi.

    Amerikalarda davalar açılmış, Türkiye’deki mafya düzeninin bütün pislikleri ortalara saçılmış, tek adam susuyor, savcılar sus pus, üzerine çökülen malların, firmaların, otellerin, uçakların, marinaların haddi hesabı yok. Bu nasıl rezil mafyatik bir düzendir. Ne zamana kadar bu pislik içinde yaşayacağız eyyyy …

    Tek adam Türk yargısına güvenmiyor. Söke söke Londra tahkiminde alınır o paralar diyor. Yabancı yatırımcı zaten güvenmiyor. Malını mülkünü çekmiş ülkeden, kalanlar kaçacak fırsat arıyor. Türk yargısı bir tek bizim gariban vatandaşa kalıyor. Aman Türk hukukuna işiniz düşmesin. On yıllarca çözülmez davanız. Avukat tutma hakim tut derler. Böyle muz cumhuriyeti Afrika’da bile kalmadı. Yolsuzlukta Afrika’yla yarışıyoruz zaten.

    Bu yakınlarda Balyoz davasını Yargıtay (herhalde yeniden) bozdu. 10 yıl sonra. Bazı sanıklar öldü gitti. Yani neymiş Balyoz varmış, öyle mi? Türk hukukunun içinden çıkılamaz ölümcül sarmal döngüsüne tekrar hoşgeldiniz.

    Kavala’nın durumu gibi, tam bir davadan berat ediyor (Gezi), hop diyor yargımız, daha karpuz kesecektik, al sana darbe davası, tekrar içeri. Ölseniz de kurtulamıyorsunuz bu sarmaldan.

    Umarız bu sistemi kurgulayanlar, bu sistemi elinde maşa olarak kullananlar, bu sistemi yürütenler, bu sistemle yürüyenler bir gün bu sistemin elinde oyuncak olup sürüm sürüm sürünürler de mazlumların ahı yerde kalmaz. Aminnnnn!

    • Ender arkadaş gördüğüm kadarıyla senin türkiyeyle de, türklükle de pek bir işin yok gibi;
      Kim kimi niye dinlemiyormuş, sen hangi türkiyeden söz ediyorsun, biraz açar mısın?

      • Türküm, doğruyum, çalışkanım. Laf ettirmem bu konuda. Ancak Türkiye’nin bu zavallı haline üzülüyorum her duyarlı vatandaş gibi. Her sorumlu vatandaşın da, Türk veya Kürt farketmez, aynı duyarlığı göstermesi ve bu sefaletin bir an önce bitirilmesi için gayret göstermesi gerekir. Yapalıcaklar belirli. Bu yolsuzluk ve hırsızlıklar bir an önce soruşturulup cezalandırılsın, hukuk düzeni demokratik ülkeler düzeyine gelsin istiyoruz. Bunu aklıselim herkes kabul ediyordur. Akp’ye oy veren insanlar daha önceki dönemlerde yapılan antidemokratik haksızlıkları hatırlıyorlar, ve muhalefetin bu kazanımları kaybetmelerine sebep olmasını istemiyorlar, iktidar da bu korkuları kullanarak insanları hala kendine bağlı tutabiliyor. Bu güvensizliği aştığımız zaman, bu (artık ayan beyan) yolsuz iktidarı indirmemiz daha kolay olacak ve Türkiye’yi tekrar demokratik bir raya sokacağız. Bunun için çok çalışmak ve halkı ikna etmek gerekiyor. Türkiye’nin bu bölünmüşlüğünü bir an önce bitirmeliyiz. Tek çare kutuplaşmayı aşmak ve doğru yolda gidecekleri iktidara getirmek. Ve hesap sormak, sürekli.

        • Ender bey türkiyenin neresi bölünmüş? Sınırlarımıza sonradan katılmış suriye topraklarını diyorsan orda dur; oraları askeri güvenlik bölgesi olarak elimizde tutuyoruz, niye bölünmüş oluyor ki?

    • BOP, İŞİD, TALİBAN için kolaylıklar sağlayanlar, askeri kaynaklarımızı, tarih boyunca istisnasız her seferinde Türkleri (Selçuklu, Osmanlı, Türkiye) arkadan hançerleyen Araplar’a peşkeş çekenler olabilir mi acaba?

Yoruma kapalı.