Uluslararası arenada dört koldan sarıldı Türkiye.. Devlet ve parti sözcüsü olanların işi çok zorlaştı…

34
Mekke'de yapılan Rabıta toplantısına katılanlar.. Fotoğraf Hürriyet'ten..
Reklam

Bakanların bütünüyle siyasi kimliklilerden oluştuğu dönemlerde bakanlar kurulunun da bir sözcüsü vardı; her toplantıları sonrası gazetecilerin karşısına o çıkar, içeride konuşulanlarla hükümetin icraatları hakkında bilgiyi o verirdi.

Şimdi bakanlar daha çok siyasi kimliği bulunmayan kişilerden oluştuğu için olacak, artık bakanlar kurulu sözcüsü bulunmuyor; varsa bile kim olduğunu ben bilmiyorum.

Açıklama mercii olarak çoklukla iki kişiyi görüyoruz: AK Parti sözcüsü Ömer Çelik ile dışişleri bakanlığı sözcüsü Hami Aksoy’u…

Dışişleri bakanlığı bazen sözcüsünü aradan çıkarıp yazılı açıklamalarla doğrudan kamuoyu karşısına da çıkabiliyor.

En son dün hem AK Parti sözcüsüden bir açıklama geldi, hem de dışişleri bakanlığından…

Avrupa hücumda

Her iki sözcünün hedefinde, PKK ile ilişkili oldukları bilinen bazı kişilerin katıldığı, Suriye’nin kuzeyindeki PYD örgütüyle irtibatlı isimlerin konuşmacı oldukları bir toplantıya ev sahipliği yapan Avrupa Parlamentosu vardı.

Ömer Çelik’in açıklaması AA’ya göre şöyle:

Reklam

“Terörle mücadele etmesi gereken Avrupa Parlementosu teröre destek verirse kendini feshetmiş olur. AP’de düzenlenen etkinlikte PKK elebaşılarının yer alması teröre destek vermektir. PKK terör örgütünün mensupları bugün AP çatısı altında terör propagandası yapmıştır. Türkiye’ye ve Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik ahlak dışı tehditlerde bulunulmuştur. Bu, AP için utanç verici bir durumdur. AP’de terör etkinliğine izin verilmesini şiddetle kınıyoruz.

“PKK terör örgütünün AP’de terör propagandası yapıyor olması, AP’nin kendi değerlerinden vazgeçmesi demektir. AP, terör örgütlerinin propaganda merkezi olmamalıdır. AP’ye bir kere daha kendi varlık sebebini hatırlatıyoruz. Irkçıların, faşistlerin AP’de giderek daha çok boy göstermesinden sonra, şimdi de teröristler faaliyet yapmaktadır. AP, demokrasi ve terörün yan yana olamayacağını hatırlamalı ve ilkeli davranmalıdır.”

Dışişleri bakanlığı da dün aynı toplantıdan duyulan rahatsızlığı yazılı bir açıklamayla duyurdu.

Onu da bakanlığın internet sitesindeki bilgi notundan okuyalım

“Avrupa Parlamentosu’nda bugün düzenlenen skandal bir etkinlikte, PKK terör örgütünün elebaşılarının ve destekçilerinin de katılımıyla terör propagandası yapılmış, Türkiye’ye ve Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik çirkin tehditlerde bulunulmuştur.

”AB’nin de terör örgütleri listesinde yer alan PKK terör örgütü elebaşılarının Avrupa Parlamentosu’nda bir etkinliğe katılmalarına izin verilmesi ve etkinlikte terör propagandası yapılması teröre açıkça destek vermek demektir.

”Terör örgütleriyle ayrım yapılmaksızın mücadele edilmesi prensibini de yok sayan bu gayriresmi faaliyeti şiddetle lanetliyoruz.

”Bu faaliyete izin verilmesi Terörle Mücadeleye ilişkin 2017/541 sayılı AB Direktifini ve Avrupa Parlamentosu Başkanlık Bürosunun 2 Ekim 2017 tarihinde aldığı kararı da ihlal etmekte, dolayısıyla AB’nin kendi ilkeleriyle de çelişmektedir.”

Reklam

Avrupa Parlamentosu geçen hafta da bir Yunan milletvekilinin kışkırtıcı bir eylemiyle gündeme gelmişti.

Dün posta kutuma düşen bir davetiyeden, Avrupa Parlamentosu’nun iki hafta sonra yeniden sözcüler düzeyinde kınamalara muhatap hale gelmesi muhakkak bir başka etkinliğe daha ev sahipliği yapacağını öğrendim. Orada yine Türkiye tartışılacak.

Avrupalı politikacılar Türkiye’yi rahatsız eden faaliyetlerinden Ankara’dan gelen sert tepkilere rağmen vazgeçeceğe benzemiyor.

Yalnızca toplantılar değil sorun, Avrupa Parlamentosu’nun zaman zaman yayınladığı ülke raporlarında da ülkemiz hakkında pek olumlu yaklaşımlar sergilenmiyor.

Raporlara da Ömer Çelik ve Hami Aksoy’dan gelen şiddetli tepkilere alışkınız.

Oysa Avrupa Parlamentosu, 15 yıl kadar önce, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olması için onayını, büyük bir çoğunluğun oyu ile ve müthiş bir coşkuyla vermişti. Parlamento üyelerinin her dilden -bu arada Türkçe olarak da- ‘Evet’ sözcüğüne yer verilen pankartlar açtığını gösteren fotoğrafları herhalde hatırlarız.

Yalnız Avrupa olsa neyse

İlişkilerin nasıl bozulduğuna örnek olsun diye Avrupa Parlamentosu’yla ilgili örneği biraz uzattım. Yoksa ilişkimizin henüz bütünüyle kopmadığı Avrupa Birliği ve üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi de son zamanlarda Türkiye’yi kıyasıya eleştiren açıklamalar yapıyor, raporlar yayınlıyor.

ABD ile de –Donald Trump dışında- aramızın iyi olduğu söylenemez. ABD dışişleri bakanlığının her yıl Mart ayında yayınladığı insan hakları raporuna da her yıl aynı sözcüler tarafından şiddetle cevap verildiğini biliyoruz.

Gelecek ay yeni rapor çıktığında da aynı tepkilerle karşılaşılacağına emin olabilirsiniz.

Kongre’nin iki bölümü de -Senato ve Temsilciler Meclisi- son birkaç ay içerisinde hepimizin canını acıtan kararlar çıkardı.

Reuters haber ajansı, dün, Washington kaynaklı bir haberle, ABD’nin yıllardan beri sürdürdüğü terör örgütlerine karşı mücadelede Türkiye’nin işine çok yaradığı bilinen ‘istihbarat alanında işbirliği programı’nı askıya aldığını duyurdu.

Filistin temsilcisinin bile Türkiye karşıtı kararlarına katılmasıyla gündeme gelen Arap Birliği’nin tavrı da hoş değil. Libya konulu son toplantısına başka ‘gözlemci üyeler’ çağrıldığı halde aynı statüde olan Türkiye, yapıldıktan sonra toplantıdan haberdar oldu.

Ertuğrul Özkök bir başka şaşırtıcı etkinliği ayrıntılarıyla aktardı: Rabıta örgütü Suudi Arabistan’ın Mekke kentinde Libya konulu bir toplantı düzenlemiş. Toplantıya değişik ülkelerden ‘İslam uleması’ sıfatıyla katılan kişiler, Türkiye’yi kınayan bir karar almışlar.

Her taraftan gelen bu olumsuz çıkışlarla baş etmek, her birine cevap vermek, üyesi olunan uluslararası platformlarda dile getirilen eleştirileri göğüslemek bayağı büyük bir iş.

Bir zamanlar “Türk olmak kolay değil” denirdi, evelallah o tespit yine geçerli; bu dönemde ise “Türkiye’yi savunmak kolay değil” deyişi daha yaygın.

Ömer Çelik ile Hami Aksoy’a kolaylıklar dilerim.

ΩΩΩΩ 

Reklam

34 YORUMLAR

  1. Reisin sürekli tehdit ettiği! Netanyahu! Allaha Şükür ediyor!
    Bunuda
    Erdoğan’a yönelik bir esprisinde dile getirmiş.

    Not:Aşağıdaki çevri bana ait
    değil.

    “Jerusalem Post’ta yer alan habere göre, “Türkiye’ye gitmeyen tek İsrailli sanırım benim” diyen Netanyahu, Erdoğan’ın kendisine Hitler demesine ilişkin “Bir zamanlar Erdoğan bana her üç saatte bir Hitler derdi. Şimdi altı saatte bir diyor, ama tanrıya şükür ki ticaretimiz büyüyor” demiş.

    Bu sõzlerde göseriyor’ki Bizim beşizler! Tavşana kaç taziya tut gõz boyamasını iyi beceriyorlar. Özeliklede Bizim başkan.

    Ahmet bey! Ne oldu? Birden kayįplara karıştın gene. Sorduğum soruya KESTANE KEBAP ACELE CEVAP misali.
    Cevap beklememe rağmen henuz elime geçmedi.
    cevabını kâğani arabası ile gõnderseidin! Şu an elimde olurdu.

  2. Ağababaları ABD ve onun orradoğudaki ayakçı devletleri Türkiye yi sarmalıyor diye içerdeki işbirlikçiler bayram ediyor
    ABD ,AB,fetö ,PKK ve onun işbirlikçileri karşımızda ise doğru yoldayız

      • Bir papaz ABD de 20 yıldır neden beslenir islama hizmet için mi
        Sorusuna vicdanen cevap verdiğin an bu mantıksal hayran değil sende de bu mantık kolayca oluşur.

  3. Hatırladığım kadarıyla merhum Uğur Mumcu Rabıta örgütüyle uğraşmış, Türkiye’deki faaliyetleri hakkında araştırmalar yapmıştı da siyasal islamcılar onu dinsizlikle suçlamıştı. Nereden nerelere geldik.

    Şimdi Erdoğan’dan konu hakkında bir konuşma bekliyoruz, şöyle “Ey Rabıta, Ey İslam uleması, siz de kimsiniz be, bir kere bunlar meşru değil” … falan tarzında olsun.

    Anlaşılan o ki İslam dünyasında da güvenilecek kimse yokmuş. E iyi de o zaman neden M.K.Atatürk’ü suçlayıp duruyordunuz, yeni Osmanlıcılık yapıyordunuz.

    Daha öğreneceği çok şeyler var bu siyasal islamcı dincilerin ve taraftarlarının. Yakında daha fazlasını da öğrenecekler zaten.

    Bir de sorum olacak.

    Kuran’da olmayan bir hükmü sanki Kuran’da varmış gibi söylemenin günahı nedir?

  4. Aslında pek yazacak durumum yok. fakat Allah öyle insanlar nasip etmiş ki, yazmazsan olmuyor.
    – Dağdaki çobanı getirsen bu kadar yanlış yapamaz. Yapamaz, yapmaz değil, yapamaz. bunlar nasıl beceriyorlar aklım hafsalam almıyor.
    – Bizde eskiden bir öğrenci kötü birşey yaptığında ya da bir işi beceremediğinde “seni okutan hocanın…” derlerdi.
    – Bunları da okutan hocaya rahmet okumak lazım. Nasıl öğrenci yetiştirdilerse…
    – Şöyle bir düşünüyorum da, hocalarına laf söyleyenler çok da haksız sayılmaz ama bütün suçu da hocalara yüklememek lazım.
    – Mal, mülk, makam düşkünlüğüne kompleks, cehalet ve tabii kadim beyin yiyici ideolojiyi de ekleyince, böylesine yeteneklerin ortaya çıkmaması zaten eşyanın tabiatına aykırı olurdu.
    – Sahi şu suriye meselesinden nasıl bir mantık yürütüyorlar ben çözemedim.
    – CERN’in de çözebileceğini zannetmiyorum. Tanrı parçacığını bulmak kolay. Eğer sıkıysa gelsin, şu ak partinin yaptıklarının mantığını çözsünler.
    – Ak Partililer deyince sayın davutoğlu küsebilir. Kendisinin suriye saçmalığındaki hakkını gasp ettiğimi düşünebilir. Bu suriye meselesinde, en büyük pay sahiplerinden bir tanesidir bir tanesi. Onun hakkını da yemeyelim. karambole gelmesin.
    – Biz suriyenin toprak bütünlüğüne saygılı isek, güvenli bölge falan hikayedir, biz ordan çıkmak zorundayız sonunda.
    – Yok eğer, biz suriyenin toprak bütünlüğüne saygı duymuyor, o toprakların bir bölümünü ilhak etmek, kendi paralı teröristlerimizin yuvası yapmak istiyorsak, bu teyo pehlivanın liz taylor hayalinden daha fazla hayal, buna kimse izin vermez. Ya da, rusya, iran ve suriye izin vermez demek daha doğru. Amerika, böyle bir girişimi, kendi çıkarları açısından uygun görebilir.
    – Durum buyken, orda başka hesaplar yapıp onların da tutacağını hesaplamak, nasrettin hocanın göl ve maya fıkrasının çağdaş versiyonunu sahnelemekten başka birşey değil.

    • Suriye meselesini açmaza sürükleyip, çatışma çıkartıp sonra da “BEKA sorunu var, bizi destekleyin” deyip erken seçime gitmeyi planlıyor olabilirler. Bu kadar da yanlış hesap yapılır mı emin değilim ama görünen de o.

  5. AP’nin PKK’nın sözde temsilcilerini oturuma davet edip Türkiye aleyhinde açıklamalar yapmasına hamilik etmesi kabul edilemez.

    BREXIT’in ilk gündeme geldiği günlerden nihayete erdiği güne kadar aslında Avrupa Birliği kendi içinde çok kotü sınavlar verdi. Irkçılık ve aşırıcılık aşırı ivmelendi. Türkiye’ye karşı degil sadece İspanya Avusturya İtalya konusunda Ukrayna ve Polonya ile ilgili konularda da aşırı savrulma tepkisizlik ve belirsizlik yaşadı.

    Avrupa Birliğinin ne yapıp yapmadığı değil bizim ne yaptığımız veya yapmadığımız önemli. Maalesef bizde enaz Avrupa Birliği kadar kötü sınavlar veriyoruz. Korumacı içe dönük siyaset bireysel Hak ve özgürlükler basta olmak uzere kronik problemlerimizin kangrenlesmesine sebebiyet verirken reflekslerimizi de zatıflatıyor.

  6. Sayın Bernar!
    192 bilinmeyenli denklemden bahsediyorsunuz
    Dünyada en az ve şu an için 192 ülke var.
    Ülkelerin muhalefetini de saymaz isek en az 192 bilinmeyenli denklem.
    Bizimkilerin 2 bilinmeyenli denklemi dahi çözmelerinin imkan ve ihtimali yok.
    Tek bildiklerini sandıkları “Dünya 5 ten büyüktür” saçmalığı.
    Halbuki hangi kriteri kabul edersen et 5 Dünyadan büyüktür.
    Hatta 2 bile Dünyadan büyük.
    ABDnin yanına Rusya yada Çini alarak yapamayacağı bir şey var mı?

    • H. Gayret Bey’i dikkate almamamız halinde, bizimkiler için söylediklerinize bütünüyle katlıyorum, sayın YK. Hafızam beni yanıltmıyorsa geçen Ocak ayı ortalarına doğru H. Gayret Bey, hem yüksek matematikçi, hem de algoritma malgoritma gibi pek çoğumuzun “Ne yaw bunlar?” diyeceğimiz bİlgisayar programcılığı ve yapay zeka işlerini yalayıp yutmuş olduğunu, ve o söz konusu 192 ülkenin 122’si ile kurulması gereken ilişkilerin en ideal terkibini halihazırda geliştirmiş olduğunu söylüyor, bizlere de “E gerisini de siz halledin artık” diyordu.

      Kareköklü, integralli, çarpanlı bölenli bi çuval rakamların gözümüzü korkutmamamasını öneriyor, bütün stratejinin aslında çok basit ve ama çok temel bir önermeye dayandığını söylüyordu: Her ülkenin başkentine ve büyük kentlerine bir Vatan Partisi ileri karakolu (sanırım bununla bizim sivil hayatta “şube” dediğimiz şeyi kast etmişti, ama benimkisi sadece bir tahmin elbette) açmak imiş o basit ama temel önerme. Bunu yapmamız halinde, bi de üstüne Galatasaray’ın bir zamanlar transfer edip getirdiği çilekler kabilinden Rus siyaset bilimcisi ve stratejist Aleksandır Dugin’i o ileri karakolları tavaf edip durur halde tutmamız halinde, bize karada havada denizde ölüm yok imiş. Öyle söylüyordu.

      “Ucunda şu Bülent Arınç’ın da üyesi olduğu Cumhurbaşkanlığı Yüksek Danışma ve Oturduğun Yerden Cukkayı Kapma Konseyi’ne kendini dolaylı yoldan aday göstermek olmasa hiç böyle zihin yorucu işlere kalkışmazdı H. Gayret Bey. . .” diye düşünmüş, sonra böyle niyet okumaların edepsizlik olacağını düşünüp ufaktan da olsa kendimden utanmıştım. ?

    • Bu çiftlik ve arsasını aldıktan sonra, çok akıllandılar. Şimdi Amerkan vatandaşları’nın uzerine aliyorlar! Daha sonra Vakfa bağış yaptırıyorlar.Böğlece Türkiyeden gelen paralari gizliyorlar.
      Açıkcasi MİNARELERI’NIN kilifi hazir olduğu için rahatlar diyecem “AMA” Bu Amerkli gazeteci ve senetorlar onlara rahat vermiyorlar habere didiştırıyorlar.

  7. Ahmet Nesin, Türkiyedeki bazi kadinlar sesleniyor! Galiba onlari kendi annesi gibi zannetmiş…..!!!!
    Ah Ahmet bey! Keşke sizin merhametinizden bir giram onlarda basip olsa olabilse.

  8. İlahi Fehmi Bey düşündüğün şeye bak.
    Ayarcı Başımız çıkar bir eeeyyyttt! çeker, verir ayarı, olay biter.

  9. Fehmi bey… Şu Rand raporu nedir…Bir aydır ortalıkta dolaşıyormuş…CIA’nın yan kuruluşu Rand Corporation’un raporunda özlemi duyulan “yaşayabilir bir muhalefet liderinin” Kılıçdaroğlu, Akşener ya da Karamollaoğlu olamayacağı biliniyordu, İmamoğlu olmayacağı da artık yavaş yavaş anlaşılıyor…
    Yeniciler şöyle diyor “Dış destekleri çok güçlüymüş… Madem etrafımız sarıldı diyorsunuz yazınızın başlığında (Uluslararası arenada dört koldan sarıldı Türkiye) bizi kurtaracak olan ulu lider Abdullah Gül mü…Şu aralar erteleyip duruyorlar zaten… Hangi şartların oluşmasını bekliyorlar… Yazılarınıza bakacak olursak ortam oluşması için didiniyorsunuz…Artık kararsızlar partisi kursunlar partilerini…Siz de çok yorulmazsınız..

    • Beceremeyenler gitsin demek daha yerli ve milli bir söylem olmaz mıydı? Hızlı parti kurmak marifet değil, doğrusunu yapıyorlar. Onlar AKP’nin başarılı döneminin mimarları, yanlarına yenileri de alıyorlar.

      • onlara AKP’nin başarılı döneminin mimarları, yanlarına yenileri de alıyorlar.
        İnşAllah bu sefer yoğurdu üfleyerk yiyerlde Türkiyenin başına ikinci bir aldatılan pardon aldatan ve aldandım birisini getirmezler.

  10. Habur,Diyarbakır ve Dolmabahçe.Son İstanbul seçimlerinde TRT’de konuşturulan ve İmralı’ya gönderilen ve yine Tv’lerde mektubun okunmsı ve yorumlanmasına ne nemek lazım?

  11. Dış politikada neden büyük bir açmazın içindeyiz? İki temel neden görüyorum.

    1) Siyasal İslamcılar ve ortağı vesayetçi Avrasyacılar dış politikadan anlamıyorlar. Zira fena halde ideolojik takıntıları da olan kurnaz fakat vasat tiplerden oluşuyorlar. Tekrar söylemekte fayda var ‘dış politikada blöf yapılamaz’. Eğer yaparsan ne olur? Muhataplarını kendilerini garantiye almak için sana karşı gerektiğinden daha fazla önlem almaya itersin ki bunun zararını sen (Türkiye) çekersin. Son yıllarda bunun çeşitli örneklerini yaşamıyor muyuz?

    2) Erdoğan aslında ekonomide ve iç yönetimde başarılı değil. Aşırı propaganda ile şişirilmiş ve yüksek faizli borçlarla yapılmış bazı mega projeler dışında anlatacağı fazla bir hikayesi yok. Bu şartlarda yüksek oylar alabilmesi için, dış politikada yaşanan bazı sorunları iç politika malzemesi yapmayı kurnazca beceriyor. (Bunu gelişmiş ülke liderleri de yapıyor fakat ölçüyü kaçırmıyorlar). Erdoğan seçim kazanmak için dış sorunları içeride öylesine kullanıyor ki sadece bizler değil birçok ülke de illet-zillet olarak yaftalanıyor. Bu söylem ve politikaların dış dünyada giderek olumsuz bir birikime neden olacağını anlayabilmek zor olmasa gerek.

    • “Dış isleri” “iç işleri”nden ülke siyaseti dünya siyasetinden ayrı düşünülemeyeceği için Erdoğanın kendi kafasında tasavvur ettiği ve hayalinde olanı gerçekleştirmek için yapıp ettiklerini göz önünde bulundurarak şunu söyleyebilirim;
      Erdoğan kendi kapasitesinin çok üzerinde hayaller kurdu ve bu gune kadar hayalkerinin pesinden gitti. Erdogan hayali uğruna büyük zayiatlar verirken ülkenin bütün ehliyetli kimseleri de Erdoğanı seyretti.

      Sonuç olarak Erdoğan’ın varlık yokluk sınavına hazırlandığı bu günlerde bu güne kadar seyredenler bundan sonra da seyretmekle yetinmeliler.

      • Sadece Erdoğan değil, menfaatleri için onu koşulsuz destekleyenleri de aynı kader beklemektedir. Hayat böyle bir şeydir, etme bulma dünyası malum.

  12. Dış siyaset meselelerinde, mevcut iktidara yönelik yaklaşımı ve tutumu birbirinden farklı yorumcular arasında gerçekten anlamı olabilecek bir “birlikte düşünme” ve “her katılımcı için zihin açıcı bir tartışma”nın mümkün olabilmesi için, bir dizi prensibin herkesçe önkabulü gerekiyor gibi.

    (1) Hiç kimse, kendisini “Bağımsız, anti-emperyalist dış politika çizgisinin temsilcisi” ilan edip tutumunu ve bakış açısını “anti-emperyalizm” veya “bağımsız, cesur dış politika perspektifi” iddiasıyla doğru göstermeye girişmesin.

    (2) Hiç kimse, Erdoğan’ı şu ya da bu Batı veya Avrasya projesinin Türkiye’deki temsilcisi olarak suçlamasın. Bunun bir karşılığı olarak, kimse de eleştirel yaklaşımı dolayısıyla Batıcı, ABDci, Avrupacı türü ithamlara muhattap kılınmasın.

    (3) Gerçekten dış siyasetle ilgili süreçleri yakından takip eden insanlar isek bu konularda iddialı metinler üretelim. Değilse, muhalif medyada ya da iktidar yanlısı medyada takipçisi olduğumuz kimi yazarların metinlerinden devşirdiğimiz yorumları kendi sözcüklerimizle yinelmek, bizlere bir şey kazandırmıyor.

    Belki gündelik dış politka meselelerinden bir adım geriye atıp resimlere mesafe alarak bakmakta, basit sorular etrafında bir yaklaşım geliştirmeye çalışmakta yarar var. Aşağıdakiler gibi:

    (1) Sosyalistinden siyasal İslamcısına ve ülkücü milliyetçisine kadar, sol ve sağ siyasetin tüm renklerinin heyecanla kullandığı “anti-emperyalizm”, “bağımsız dış politika” gibi terimler etrafında geliştirilmiş duygusal-coşkusal söylemlerin gerçekten bir inandırcılığı, gerçek hayatta bir karşılığı var mı?

    (2) İktidara gelmek üzere yola çıkmış ve bu konuda pekala iddialı görünen siyasal partilerin lider ve yönetici gurubunun güçlü küresel aktörlerle (hükümetler, uluslararası sermaye kuruluşları, Avrupa Parlamentosu, Şangay Ülkeleri Temsilciler Konseyi gibi adı şu ya da bu olabilecek kurumlar) ilişkiler kurması, izleyeceği siyasetler ve ekonomi politikaları konusunda niyetlerini açıklayıp onlarda kendilerine yönelik olumlu bir tavır yaratma çabaları kabul edilemez, dış güçlerin maşası haline gelmek, vs. midir?

    (3) Güçlü bir bölgesel ya da küresel aktör olduğumuz iddiasının altını doldurabilyor muyuz? Hem birbirimiz tarafından hem de başkalarınca bu tür iddialarımızda ciddiye alınabilmemiz için halihazırda nelere sahibiz, ya da nelere sahip olmalıyız?

    (4) Karşılıklı bağımlılık gerçeğini kabul etmeden dış politika konusunda tek bir anlamlı cümle üretmek mümkün müdür? Zaten, “dış politika” dediğimiz şey, bütün o çoklu ve karmaşık bağımlılık ilişkilerinin mutlak ve temel zemin olduğu meselelerde en akılcı, en gerçekçi, en öngörülü, en stratejik kararları ve yaklaşımları ortaya koyabilme sanatı değil midir?

    Bazı prensipler üzerinde uzlaşamamışken, bu yorum sayfalarında ufuk açıcı müzakerelerin olabilirliği bana olanaksız görünüyor.

  13. “KENDİM ETTİM KENDİM BULDUM” bir türkünün nakaratı mıydı?
    Bizim kendimize ettiğimizi kimseler edemez!
    Her şey milletçe hepimizin gözü önünde olmakta.
    Duyuyoruz, görüyoruz ama söyleyemiyoruz.
    Yalnızca satır aralarında bir şeyleri ima etmekle yetiniyoruz.
    Bu durum içimizi acıtmıyor mu?
    Vicdanımızı sızlatmıyor mu?
    İnancım o ki: Akıl ve vicdan sahipleri rahatsızdır!
    tekrar korku iklimine dönen bu toplum rahatsız;
    hem de paranoya derecesinde…

  14. Fehmi beyi ve yorumları okuyorum. Tam istediğim bir ortam. Ama zaman zaman bozulması, seviyenin dibe vurması kötü bir durum.Kaprislere zamanayıracak durumda değilim. Yararlanmak ve değişik fikirleri takip etmek amacıyla okuyorum. Bu yorumların kişiselleşmesi üzücü bir durum…en aykırı yorumlar rahatlıkla yazılabilmeli…Fetö meselesinde lehte-aleyhte muvazene bozulmuş…Değer verdiğim için okudum..ama okuduğuma pişman oldum.. Burayı hiç değilse burayı bilek güreşi haline getirmeyin…Hakaret arenası haline çevirmeyin…
    F. Koru’ya örnek alın…güzel veya çirkin, doğru veya yanlış fikir üretiyor…Her gün yazmasına rağmen mutedilliğini koruyor…
    Bu günkü yazısı üzücü ama gerçek.. Hislerle hareket etmenin, içeride pirim verecek şekilde konuşmanın, uyaracak ve altarnetif fikirler üretecek insanların dışlanmasının, fikir üretme ortamanın kaybolmasının,cesaretinin kırılmasının sıkıntılarını yaşıyoruz..
    Keşke ilk iki dönemde acemilik devri devam etseydi…
    Dik durarak devam etseydi. Keşke diklenmeseydi…
    Bu kadar köşeye sıkışmamış olurduk..
    Şer gibi görünen ortamın hayırlara vesile olmasını Rabbimden diliyorum.

  15. SETA ve pelikan kargaları Türkiye’nin dış ve iç politikasını yönlendiriyorlar elbette onlara destek KHK ile doçentlik kriterleri değiştirilip, memlekette garabet bir akademik yükselme mevzuatı oluşmasına vesile olan zorlama doçent ile birlikte…

  16. Böyle gövdeye ancak bunlar gibi baş yakışır. Iki Türk bir araya gelse iki dakika geçmeden hemen ağız kavgasına başlarlar.

    2000 yılında Kanadada bir Türkün oğlunun doğum gününde davetlilerin tamami 1980 darbesinden sonra Kanadaya sığınmacı olarak gitmiş MHP lilerdi. Kısacası hepsi ayni siyasi görüşte’idiler.

    Aradan bir kaç dakika geçmeden tartışmaya başladılar tartışma diyiyorm fakat kavagaya rahmet okutacak bir tartışma.
    Sebebide Galata Saray Avrupa Şapiyonlar ligi şampiyonu olması. Fener Bahçe taraftarlari GS hakkı ile kazanmadı hiç güzel oynamadı deyince kıyamet koptu.

    Beşiktaşlılar “olsun Türk takımı gurur duymaniz lazım” diyiyorlar. Galata Saraylilar Fenerlilere “siz hayatınızda avrupada final dahi oyniyamadınız,” falan gibi boş laflar havalarda üçuşa gidiyor.
    Çocuğun annesi Kanadalı hediyeleri açmak için onların kavga gibi tartişmalari bitmesini bekliyor, kadının ilk çocuğu ayni zamandada ilk yaş günü. Yeni anne heyacanlı bekliyor.
    Baktım bunların susacağı yok, mutfaktan kepçe ile tava aldim birbirine vurunca hepsi sustu! Bende sakin sakin onlara” futbol severler size bir sorum olacak, doğru cevap veren 100 dolar kazanacak” dedim ve soruyu sordum hiç birsi bilemedi, böylelikle onları susturabildim.
    İçlerinde biriside ağır siklet şampiyonu milli güreşçimizdi.

    Biz siyasi partiler ve futbol takımlari için canını verecek kadar fanatik bir milletiz. Onların hatalarını kapatmak için insanlığımızı unutuyoruz.

    Buradaki bazi yorumcular, gibi. Seçmenler! Seçdiklerine hesap sormak yerine seçtiklerinin iftira attiklarına hesap sorduklari için Türkiyeyi bitirdiler.

    Efendim biz yapmadık Gülenciler yaptı diyip zeytin yağı gibi üste çıkıyorlar.
    Beyinleri uyuşmuş olmaliki siyasetçilere şu soruları sormiyorlar.

    1-Biz Gülene değil sana oy verdik.
    2- Bizden Gülen değil sen oy istedin.
    3-Devleti idare etmek için Gülen değil sen aday oldun.
    4-1100 Odali sarayda Gülen değil sen oturuyorsun.
    5-Biz Gülene değil sana mââş õdüyoruz.
    6- Havada,Karada, ve Denizdeki saraylari Gûlen değil sen kullaniyorsun.
    7-Parti kurarken Gülen senin değil sen onun ayağina gittin.
    8- Gülen seni bitirmek için değil sen Güleni bitirmek için karar imzaladan.
    9-Esad seni değil sen Esadi devirmek için uğraştın.

    Aldatıldığını söyliyor! Fakat 2004 onlari bitirme karari almiş! Peki madem onlari iyi olarak biliyordun’da o kararı niye imzaladın?
    İşte biz böyle bir milletız.
    “Altaldım bunlar terõristmiş! Milletim ve Rabim beni af etsin” lafini! Her hangi bir Batilı devlet başkanı deseydi!
    Batılı gazeteciler anında 2004 altinda imzası buluna cemaati bitirme kararini sorardılar.

    Biz õğle bir milletizki normal konuşmayi bilmiyoruz. Doğum gününe katılanlar õrneğinde olduğu gibi ayni siyasi gõrüşteler fakat Türk takimi avrupa şampiyonu olmuş sırf rakip takim olduğu için onu başarısını tartıyorlar .
    Açıkcası işimiz gücümüz iftira atmak ve yalancilari savunmak.
    Onların zülüm etmelirini ve zalimliklerinide alkışlamak kadarda vijdansiz olan bir milletw kendileri gibi idareciler yakışır.

    Not: doğum günündeki futbol fanatiklerine sorduğum soru! Milli takımin Moskovada Rusyayi 2 – 0 yendiği maçın gollerini atan ve dakikaları.

    • Biraz havayı dağıtalım
      Not: doğum günündeki futbol fanatiklerine sorduğum soru! Milli takımin Moskovada Rusyayi 2 – 0 yendiği maçın gollerini atan ve dakikaları.
      1966-1967 Türk Milli Takım (Özel Maç)
      Dostluk Maçı
      16.10.1966, Pazar
      Lenin
      Moskova, SSCB
      SSCB:0-Türkiye:2

      halit kıvanç’ın 1983 basımlı “gool diye diye” kitabından;

      kaptan turgay önde, milli takımımız çıkıyor. turgay 51. kez milli oluyor, bir rekor kırıyor bugün… dört gün önce dünya ikincisi federal almanya ile oynamıştık. şimdi de dördüncü sovyetler birliği’nin karşısına çıkıyoruz. üstelik rakibin evinde…

      polonyalı hakem pavlik’in yönettiği maçta onbirimiz şöyle: turgay (gs), -talat (gs), yılmaz (fb), ercan (fb), fehmi (bjk), – ayhan (gs). şeref (fb), nevzat (göztepe), – ogün (fb). fevzi (göztepe), faruk (bjk).

      moskova lenin stadı’ndaki maça ruslar hızlı girdi. savunmamız gayet sakin, savuşturduk ilk tehlikeleri… doğrusu maçtan önce şöyle ayak üstü konuştuğum bizim yöneticiler ve futbolcular bir beraberlik, hiç değilse tek farklı bir yenilgi ümidindeydi. fazlasını beklemek zordu. fakat oyun hiç de öyle gitmiyor. sovyetlerin bu ilk akınlarını savdıktan sonra atağa da kalkmaya başladı bizimkiler… giderek mükemmel oynuyoruz. daha mükemmel hatta… hele nevzat yok mu orta alanda, nevzat güzelırmak… bir beyin gibi… düşünüyor, uyguluyor. yanında da şeref has bir dinamo… işte yine onlar… nevzat geriden çıkardı topu… şerefe verdi. şeref de ogün’e doğru uzattı. ogün birden kaydı, karşısına çıkan sovyet oyuncusunu geçti. birini daha. evet, bir rakip futbolcusunu daha atlattı. fevzi ile ver-kaça girdi ogün… sonra tekrar fevzi’de top… ötesini hatırlamıyorum. hatırladığım “gol gol gol” diye bağırışım… “moskova’nın lenin stadında dünya dördüncüsü sovyetler birliği’ne karşı 1-0 galip duruma geçtik. fevzi attı golü… evet gol… 1-0 galibiz.”

      fakat o da ne? staddakı ışıklı levhaya bakıyorum “gol: ogün” yazıyor. bu kadar yanılabilir, miyim? aşırı heyecandan mı yaptım bu hatayı? fakat, hayır!… o kadar iyi gördüm ki kendimi topluyorum çabuk… bir yandan maç anlatmaya devam ederken, bir yandan kabinde birlikte oturduğumuz, bana yardım eden rus mihmandarıma not yazıp uzatıyorum: “ışıklı levha yanlış. golü ogün değil, fevzi attı.”

      işaret ediyorum. “git sor!…” gibilerden.. kalkıp gidiyor. çok geçmeden dönüyor. o da bir not yazıp veriyor: “sordum. doğruymuş. golü ogün atmış.”

      bir not daha benden. ısrar ediyorum. nota şunu ekliyorum: “saha kenarındaki türk yöneticilerine, yedek futbolculara sorsunlar. golü fevzi attı.”

      mihmandarım yeni notla gidiyor. ve uzun süre gelmiyor. derken bakıyorum. ışıklı levhada “gol: ogün” silindi, “gol: fevzi” yazıldı. çifte mutluluk içindeyim. hem golü attık, diye… hem de doğru anlattık, diye… üstelik koca staddaki yanlışlığı da düzeltmenin gizli sevinci var, laf aramızda.

      takımımız ise, 1-0’la yetinmeyecek gibi… “şu golün üstüne yatsalar” diyor belki bizden olan herkes. fakat oyuncularımız o görüşte değil. nefis futbolu sürdürüyorlar. böylesine başarılı bir “takım oyunu” uzun süredir görülmüş değil. bu arada turgay kaleyi genç meslektaşı, göztepe’n ali artuner’e bırakıyor. ay-yıldızlı kaleyi yıllarca başarıyla koruyacak büyük kaleci ali’ye.

      oyun ilerledikçe sovyetler kendi sahalarında yenilgiden kurtulmak için taktik değiştiriyor, mücadele hızını artırıyor. bir ara kalemizi iyice bunaltıyorlar. fakat dayanıyoruz. hem de iyi dayanıyoruz. “ah bir böyle bitse!…” sanki “hayır” diyor bizim çocuklar… 1-0’a razı olmuyorlar. ve işte yine akındayız. soldan iniyoruz rus kalesine. talat’tan aldığı topla gidiyor faruk… sürat koşusunda rekora giden atlet gibi. öyle hızlı gidiyor faruk. sovyetlerin en yakın adamı bile yetişemiyor. sürüş güzel de. bir de güzel ortalasa. demeye kalmadı. orta… ayhan. ve gol… mucize bu.. “gol… gol… gol… türkiye 2- sovyetler birliği 0… ayhan attı ikinci golümüzü. faruk getirdi, ortaladı, ayhan attı. gol gol gol… evet, moskova’da lenin stadı’nda 2-0 galibiz şimdi…”

      mikrofonda sevinç gözyaşlarıyla anlatıyorum bu büyük maçı. bir maç değil bu. bir maç oynamıyor sporcularımız. bir destan yazıyorlar.

      artık son dakikalar. galatasaraylı turan girdi takıma… taze kuvvet. mikrofonda sayıvorum. “üç dakika kaldı, sevgili dinleyiciler… iki dakika kaldı… attığımız gol sayısı kadar dakika… ve bir dakika… hatta 30 saniye…” sesim titriyor. itiraf için geç kalmadım değil mi? ağlıyorum. ağlayarak anlatıyorum. titreyen sesimden anlıyor dinleyici de. ve sonradan öğreniyorum ki, binlerce insan da radyoları başında ağlıyor sevinçten… bir büyük zafer bu… sporumuzun şahlandığı bir gün… dedim ya, az önce… bir destan… bir destan…

      maç bitiyor… yanımdaki ruslar kutluyor. hepsi de “hakkınızdı. çok güzel oynadı takımınız.” diyor. stadın tepesindeki spiker kulübesinden diplerdeki soyunma odasına iniyoruz. soyunma odamızın kapısına gelirken. kapıda bekleyen biri. rahatsız etmekten çekinen, ürkek bir hali var. nezaketle yaklaşıyor. tanıdık biri bu. büyük biri bu… futbol dünyasının krallarından biri bu. kaleci yaşin bu… rusların yetiştirdiği büyük kaleci yaşin… geliyor, elimizi sıkıyor. “tebrike geldim” diyor. “büyük başarı… mükemmel oynadınız. hakkınızdı galibiyet… acaba içeri girip, türk futbolcu arkadaşlarımı da tebrik edebilir miyim?” kapıyı açıyoruz. yaşin koşuyor ve başta turgay’la ali bütün futbolcularımızla kucaklaşıyor. sonra bizler sarılıyoruz birbirimize… çocuklar heyecanla soruyor: “yayın iyi gitti mi, ağabey? dinledi mi herkes? bütün türkiye duydu mu rusları moskova’da 2-0 yendiğimizi? golleri söyledin değil mi?” düğün evi gibi, bayram yeri gibi bizim soyunma odası… futbol federasyonu başkanımız orhan şeref apak mutlu. teknik, direktörümüz adnan süvari mutlu… herkes mutlu… yurt dışında yıllardır hasret kaldığımız bir tablo bu.

      ertesi sabah hareket ediyoruz. çoğu seyahatlerde daha uzun kalmak istenir. ama şimdi herkes bir an önce vatana dönmeyi arzuluyor. mutluluğu paylaşmak için evine dönmek isteyen isteyene. viyana’da bir akşam kalmak zorunıuğu var, uçak değiştirmek için… adnan süvari ile köşede bir yerde, piliç kızartma yiyoruz. daha doğrusu yiyeceğiz diye getirtiyoruz da. piliçler bütün bütün duruyor önümüzde. nerde iştah!… sevinçten mutluluktan. hep maçı konuşuyoruz, golleri konuşuyoruz, zaferimizi konuşuyoruz. doya doya… ya da hiç doyamıyoruz. sanki ilerleyen yıllarda futbolumuzun ne kadar aç kalacağını biliyor muşuz gibi…

      • O maçi bende dinlemiştim, Turgay Şeren’in son maçi idi ve ilk yarının başlarında şu an hatırladığım kadarı ile 12. Veya 13. dakikasında kaleyi Aliye birakmiştı. Daha sonra jubile yaptı. Lew Yaşin de Jubilesine gelmişti. Hakikaten Yaşin Şereni çok seviyordu.

        Aradan yarım asırda fazla zaman geçmesine rağmen, sipikerino goooool goooool gooool diye bağrdıği ses maçı hatırladıkça halen daha kulaklarımda çınliyor.

  17. Hem komşu ülkeler ile, hem yakın ilişki içinde olduğumuz birçok ülke ile ve hem de üyesi olduğumuz/olmadığımız uluslararası kuruluşlarca izole ediliyoruz.

    Akabinde tümüyle dışlanan, “şeytanlaştırılan” ve tüm ilişkileri kopartılan bir ülke haline düşürülmek istenilen bir durum sözkonusu ülkemiz için. Bunu yaparlarken de sorunlu olduğumuz ilişkileri de kaşımaktan, yaradan kan akıtmaktan geri durmuyorlar.

    Biz bunu “değerli yalnızlık” ile açıklamaktan haz duyabiliriz lakin durum öyle değil.

    Yalnızlaştırılan, izole edilen ve “kötü adam” pozisyonuna itilerek sorunlu ülke, sorunlu yönetim etiketiyle zaten yaptırımlar uygulanan ülkemiz daha da zayıf bir pozisyona sokulmaya çalışılıyor.

    Neden?

    Cevabı bölgemizdeki ülkelere sırasıyla yapılan operasyonlara bakılarak alınabilir.

    Otuz yıla yakındır bu coğrafyada silah sesi kesilmedi, sürekli kan akıyor, insanlar canından malından, yerinden yurdundan oluyor.

    Müttefik, stratejik ortak veya AB’nin ortağı konumunda bir ülke olarak sözde demokrasi ve bahar esintileri vadedilen bölgemize yapılan operasyonlara destek olduk.

    Iyi mi ettik? Resim ortada.
    Kolumuz budandı, kanadımız kırıldı!

    İçimizde yapılan operasyonlar (15 Temmuz, sistem değişikliği) ayrışma ve kutuplaştırma ameliyesi de BOP’u perdeleyen araçlar oldu.

    Yeniden parlamenter sisteme dönme tartışmaları hız kazandı ve biz hala sistem tartışması yaşıyoruz.

    Yani bir “sistemsizlik” içinde olayları okuma, ön alma, güç devşirme, engel olma gibi hayati konularda aktif olun(a)muyor, bocalama yaşıyor; iki arada bir derede salınıp gidiyoruz.

    Konuları istişare ederek (güçlü TBMM ile) çözüm üretmeli güçlü bir yürütme ile uygulamalı, bağımsız bir denetim geliştirmeliyiz.

    Yaşanan deprem, çığ felaketi ve çeşitli kazaların son olması dileğimle şehitlerimizi saygıyla anıyor, ölenlere rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

    Allah, ülkemize, milletimize esenlik versin.

    • k.sunalın bir filmi vardı. köyün meydanına saray gibi bir tuvalet yaptırıyor.
      ağa’nın izin vermesi için de ağaya beleş yazıyor kapısına.
      izin yoksa kimse birşey yapamıyor ve yıkılıyor.
      biz ”tek” olan şeyleri seviyoruz; yalnızlık ta onlardan biri..
      bir masa etrafında toplanmak, oya sunulmak, ortak karar almak!..
      o da ne ki?

  18. Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’ı unutmuşsunuz. Her dış politika hezimetinde ses verenlerden birisi de o. 2010’ların Türkiye açısından kayıp yıllar olarak tarihe geçmesinde baş sorumlulardan birisidir. 10 yıldır Türkiye’nin dış politikasında etkili pozisyonlarda bulundu, danışman, müsteşar yrd ve sözcü olarak. Karnelerine bakmak yeterli bunların. Siyasal İslamcıların Türkiye’ye hediyesi Türkiye’yi tüm dünyada yalnızlığa mahkum etmek oldu. Başka bir kazanç gören varsa söylesinler bilelim. Putin’le stratejik işbirliği demeyeceksiniz umarım.

  19. Türkiye’nin itibarı yerle bir edildi. İtibardan taviz verilmez diye yapılan şatafatlı saraya bir tane düzgün ülke lideri gelip ziyaret bile etmiyor. Geçenlerde gelen Merkel, İstanbul’a kadar geldi ve geri döndü. Mesaj gayet açık. Dış politika yalpalamaları, Putin gibi diktatörlerle kurulan stratejik ortaklıklar ve samimiyetsiz duruşlar sizi sonunda yalnız bırakıyor. Üstelik bu yeni dostlarınız da sizi ayak üstü satıyorlar. Stratejinin S’sinden haberiniz yok maalesef.

Yoruma kapalı.