Ülkemizin en önemli sorunlarından biri: Düşünce üretememek.. Bunun sıkıntısı siyasette de hissediliyor…

85
Reklam

Hemen her alanda başka coğrafyadaki benzerleriyle -şöyle ya da böyle- mukayese edilebilecek isimlere sahibiz; buna karşılık tek bir alanda ciddi bir boşluk kendini belli ediyor.

Filozofumuz yok.

Şu yakınlarda merak sardığım bir konuda değişik görüşten Batı’dan yazarların eserlerini okumam gerekiyor, bu arada onlarla ilgili çıkan yazılara da göz atıyorum; bir çoğundan ‘filozof’ diye söz edildiğini fark ediyorum.

Bu konuda tarihte ve günümüzde en fazla ‘filozof’ çıkarmış görünen ülke Fransa… İnternet ansiklopedisine baktığımda, ‘21. Yüzyıl Fransız Filozofları’ başlığı altında tam 54 ismin yer aldığını gördüm.

Listede en verimlilerden kendisinden kısaca ‘BHL’ diye de söz edilen pop-filozof Bernard-Henri Lévy yok; yani bayağı ciddi bir liste bu.

Geçmişi filozof bakımından daha da zengin bir ülke Fransa…

‘Filozof’ dediğimde, belli konular üzerinde yoğunlaşmış ve kendine özel -ya da özgün- fikirlere sahip hale gelmiş, bunları bir disiplin içerisinde ifade eden kişiyi kast etmiş oluyorum. Bir ‘aydın’ doğal olarak ‘filozof’ denmeyi hak eden kişi, ama ondan öte ‘aydınlatıcı’ bir düşünce sahibi de…

Benim tarifim böyle.

Reklam

Yukarıdaki tanımlamaya uyan kim var ülkemizde?

Düşününce, tanıma uyabilecek pek bir isim aklıma gelmiyor. [Tanıma en yaklaşan kişi Dücane Cündioğlu…]

Sizlerin aklınıza gelen bir isim varsa lütfen bildirin.

Tarihimizde ‘filozof’ lakaplı biri var: Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869-1949). Ona da bu sıfatın, tartışma ortamına özgün görüşlerle katkıda bulunduğu için değil, felsefeyle ilgilendiği için verildiğini düşünmemiz için pek çok sebep bulunuyor.

Filozof ve düşünür olmayınca olan

“Nereden çıktı bu konu şimdi?” diye merak edeniniz varsa, onlara, şu sıralarda gündemimizde olan konularda sıkıştığımız dar alanın sebebinin özgün ve özgür düşünce üretimimizin kısırlığı olduğunu hatırlatmak isterim. Her kafadan bir ses çıkıyor ülkemizde, ancak o sesleri çıkaranlar içerisinde kendisine kulak verilmeden yapamayacağımız birileri bulunmuyor.

Öyle olunca da herkes kendisini haklı sayıyor.

‘Filozof’ tanımına uygun birilerini aramaktan vazgeçeli çok oldu, ama okuduğumda disiplinli ve kırılmamış bir çizgiyi temsil eden bir bakış açısıyla konulara yaklaşan ‘düşünür’ sıfatını hak edecek fazla isim bulmakta da zorlanıyorum.

Reklam

Elbette görüş açıklayan çok değerli insanlara sahibiz, çok şükür sahibiz, ancak günümüz tartışma ortamına yaklaşımlarda, hemen herkes gibi onlar da, belli bir takımla birlikte hareket etme ihtiyacı hissediyorlar.

Sürüye katılmayan ve ‘doğruya doğru, eğriye eğri’ demekte ısrar edenlerin sayısı pek az.

Saygı yoksunuyuz ve tarafgiriz

Konu üzerinde düşünürken iki nokta kendiliğinden ön plana çıktı.

İlki, saygı konusu…

Fransa’da veya herhangi bir Batı ülkesinde düşünce üreten ve onları her ortamda açıklayan insanlar, görüşleri ne kadar yadırgatıcı olursa olsun, toplumdan saygı görüyorlar. Fikir tartışmalarında karşı saflarda yer alanlar birbirlerine saygılı bir dille hitap ediyorlar. “Benim görüşümde değilsen kahrol” yaklaşımı o ülkelerde revaç bulmadığı gibi, o yola sapanlara iyi gözle de bakılmıyor.

Bizde durumu uzun uzadıya belirtmeme gerek yok sanıyorum.

Farklı görüşlere sahip olanların -yani sürüden ayrılanların- o görüşlerini kendilerine saklaması isteniyor, ufacık da olsa fark belirtisi en hafifi ‘ihanet’ olan sözcüklerle karşılanıyor.

Eh, tabii böyle bir ortamdan ‘filozof’ çıkması beklenmemeli.

İkinci nokta da, düşünce meşheri durumundaki gazeteler, dergiler ve televizyon kanallarının, neredeyse bütünüyle, siyasetin güdümünde saf tutması. ‘Düşünce’ denildiğinde akla ilk gelen üretim yerleri oralar ve oralarda yer tutanlar da siyaseten tercih edildikleri için oradalar…

O yüzden de düşüncenin etkileme gücü ihmal edilecek kadar sınırlı bizim ülkemizde.

Emin olun, yazılarıma yorum eklemek ihtiyacı duyanlar arasında profesyonel görüşlerle mukayese edildiğinde çok daha üstün görünenler var.

Benim gözümde kesinlikle üstünler…

Ülkemizin ilk sıra sorunlarından biri de işte bu kısır düşünce ortamı. Ne yapıp edip bu durumdan kurtulmamız gerekiyor.

ΩΩΩΩ

Reklam

85 YORUMLAR

  1. Ah Koru ah!… Keindinizi bu hale koyacak adammiydiniz siz!… Nerde o eski muhalif, sözle de olsa hakkin yaninda olmaya calisan, beynindeki gri hücreleri, belkide ülke sathinda en cok islev gören, arastirmaci insan…

    Simdi soruyorum, Dücane Cündioglu, sizin hangi ‘Filozof’ kriterinize uydu?!… Hangi özgün düsüncesi var Cündioglu’nun? Dahasi düsün- ve filozofi dünyasina ne katkisi olmustur? Olan seyi yorumlamak, filozofi üzerine konusmaktan baska?!…

    Modern türkiye tarihinde ‘o kriterlere’ uyan sadece iki insan var: biri daha önce andigim Said-i Kürdi digeri, genc ve en verimli caginda hayata gözlerini yuman sevgili Oguz Atay!…

    • Sayın Robin Toot.Öncelikle Said-i Kürdi’nin sizin gibi Kürtçü olmadığını size hatırlatmak isterim.Bir de şu engin genetik biliminden çıkardığınız muhteşem tarihi,sosyolojik çözümlemeleriniz ışığında, (iddia ettiğiniz için bu şekilde kullanmak zorunda kaldığım)Kürtlerden nasılsa sıyrılmış Nazilerle,sömürgeci İngilizlerin, kökeni yağmacı Moğollar ‘a dayanan?Türklerle genetik bağlarını da bir zahmet açıklarsanız memnun kalacağız…Kusura bakmayın da öyle bir kapuska yapmışsınız ki içine karışmadık malzeme kalmamış;dolayısıyla sizden başka yiyeni de bulunmaz bu yemeğin …Biraz ciddi olmak lazım.Vesselam

      • Evet arkadaş, rahmetlinin adı Said-i Nursi değil mi? Bırakın ne luzum var değiştirmeğe? Hele bu devirde, “etnik polarizasyon”a ne lüzum var arkadaş! Doğrusu bir seferinde gözümün ucuyla yazdıklarına bir bakmıştım. Lisanı biraz ağır gelmişti ama makul şeylerden dem vuruluyordu. Belli ki dimağı dolu bir adammış. Allah rahmet eylesin. Anadolunun önemli bir değeridir. Ona yakışan isim, bence Said-i Kürdi den çok “Said-i Kürsi”dir. Kendisine sorsalardı hangi ismi beğenerek alırdın diye. Cevabı %95 ihtimal “kürdi” olmazdı. Çok talebesi varmış diyenler var. Onlar da “Said-i Kursi” diyebilirler (kurs alıyorlarmış ya!).

    • Sn Robin, meraklıyım ya; Oğuz Atay’a internetten baktım. Belli ki o da yetenekli biriymiş. Allah rahmet eylesin! Ramazan gününde sevindirdin o ruhu!

  2. Türk filozof ve düşünürlerden bahsederken Attila İlhan adını anmadan olmaz. Mekanı Cennet olsun.

  3. “Görülecektir ki…Erewhonlular, kolayca burunlarından tutulup sürüklenebilen ve aralarından bir filozof çıkıp da…mevcut kurumlarının en kesin ahlak ilkelerine dayanmadığına onları inandırınca, sağduyuyu hemen mantığın kutsal bıçağı altına yatırıveren uysal ve dayanıklı bir halktır.” SAMUEL BUTLER –

    Bu cümle Sir Karl Popper’in Açık Toplum ve Düşmanları eserinin girişinde yer almaktadır.

  4. Önce görsel: Burada tabiatı-gereği birbirinden bağımsız süregelen düşünce zincirlerini görmek mümkün. Her medeniyetin kendine has özellikleri bunları birbirinden ayıran karakterlerle belirginlik kazanıyor. Bunların her biri gerçekleri izafi olarak ifade ediyor ve bu gerçekler insanların hayata tutunma noktalarını ve dayanaklarını teşkil ediyor. Böylece, hayat tarzlarını belirleyen kültürler oluşuyor. İzafi nitelikleriyle bunların herbiri kendi başına geçerlidir. Görseldeki kontrol işaretleri bu geçerlilikleri onaylamaktadır.

    Ağır/derin düşünce işçileri olan “filozoflar” düşünce bahçelerinde dolaşırken kavramları ve hayatı sorgularlar gördüklerini yorumlayıp insanlığa aktarırlar. Bunlar her kültürden çıkar. Asıl mesele sentezdir. Herbirinde izafi ortak noktaları görüp insanlığı ortak paydalarıyla düze çıkarmak. Bunu yaparken de Yaradan ile bağıntıyı gözardı etmemek. “Akıl*İman sentezi” bu açıdan çok önemlidir. Bizim kültürümüz açısından en uygunu budur. Dünya’ya özgün olarak katkıda bulunacaksak Kur’an’ın özüyle yoğrulmuş olmak bir önşarttır. Osmanlının son dönemleri ve TC dönemindeki bizim sözde aydınlarımız ve düşünce adamlarımızın çoğu bu konuda yaya kalmıştır. Seslerini “Batı”ya duyuramamışlardır. Çünkü önyargıları bu konuya layıkıyla girmelerini engellemiştir ki bu da bariyer oluşturmuştur.

    Hamza bey’in İslamcılık deyip “İslam”ı da bir “izm”e indirgeme temayülünün yanlış olduğu konusunda ısrar ediyorum. Değindiği “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” ifadesi de Atatürk’ün değil, Mustafa Kemal olarak hayran olduğu Tevfik Fikret’in. Hani şu ittihat ve terakkicileri önce destekleyip sonradan hayal kırıklığına kapılarak, özellikle “han-ı yağma” isimli aşağıda alıntıladığım şiiriyle eleştiren Tevfit Fikret (Bu bilgileri yakın zamanda öğrendim).
    …..
    Yiyin efendiler yiyin,
    Bu iştah veren sofra sizin!
    Doyuncaya, kusuncaya,
    Çatlayıncaya kadar yiyin!
    ….
    Ancak, dürüst bir düşünür olmasına rağmen Tevfik Fikret de önyargılarından ötürü Kur’an’dan nasibini alamamış, neticede bugünün terminolojisiyle bir «Deist» olarak öte tarafa gitmiş biri. Hayatının son zamanları perişan geçmiş ve en kötüsü de oğlu Haluk, yurtdışına okumak ve ülkesine ilim-irfan getirmesini beklediği, ancak sonunda ABD’de papaz olmayı başarabilmiş! olan oğlu Haluk.

    • Haluk’un hikayesi gerçekten hazin. Fakat Türkiye’ye gelip ‘çalıyorlar ama çalışıyorlar’ dememiş, kıyak ihaleler peşinde koşan din adamlarından olmamış. Belki de dürüst bir protestan papaz olması Allah indinde daha makbuldur. Bilemeyiz.

  5. Fehmi Koru’nun yazilarini en az 30yildir gücüm oraninda takip ederim… Eski zamanlarin Taha Kivanc yazilarinin müdavimiydim…

    Maalesef zamanla, sain Koru’nun yazilarinin kalitesi de epey düstü!… Bu yazi onun göstergesi…
    Evez bu topraklar neden ‘Düsünme’ ve ‘Üretme’ yoksunu?!

    Bilindigi gibi Türkler, tarihi kökenleri itibariyleasker bir millet ve Mogollara dayanir… (Burada Mogollarin tarihi gecmisine girme geregi duymuyorum: Talan, katliam, yagma vs!…) Yani ne düsünce anlaminda nede diger herhangi bir anlamda bir üretkenlik beklemek ham hayaldan ibaret olur…

    Türkiyenin geri kalan üretebilecek kesim (ilk basta Kürtler (Mevlana’dan Bediüzzaman Said-i Kürdi’ye, Hallac-i Mansur’dan Baba Taher Üryan’a, Haci Bektasi Veli’den Ferididdun Attar’a bir cok filozof ve düsünür cikarmistir!…), Aleviler, Lazlar, Ermeniler v.s.) Ittihat ve Terakki’nin asimilasyon ve katliam cenderesinde nefes alamaz hale getirilmistir… Cumhuriyetin kurulusundan 100 yil sonra hala ayni gercekler gecerliidir ve Sayin Koru’nun bunu bilmemesi imkansizdir! Ama nedense bilmezlikten geliyor…
    Yazik ediyor!…

    ARTIK GERCEKLERI HAYKIRMA ZAMANI DEGIL MI?!….

    • *******
      ….
      3. paragrafın sonu,
      Palavra bir saplantı!
      Böylesi görülmedi,
      Tesadüfen raslantı!

      Kanat çırparak geldi?
      Türk değilse bir kürtçü,
      Robin’i kuş bilmezdik…
      Türke karşı örgütçü!

      Bunları yazdım ama,
      Ben bir Türkçü değilim!
      Hem bir Türküm hem de Kürt,
      Budur bende eğilim!

      Bu mahalde salyangoz,
      Satılır mı ey Robin?!
      Gören şüphe ediyor,
      Sende sağlam mı din?
      ….
      *******

    • Vikingler de talan, katliam, yağma, v.s. işinde Moğollardan aşağı kalmaz. Fakat Vikinglerin devamı olan İskandinav ülkeleri ile akrabaları olan İngiliz ve Alman’lardan her tür gelişme çıkmış. Yani Türklerin adam olamayacağı teziniz geçersiz.
      Bu arada Hallac-ı Mansur, Mevlana, Hacı Bektaş Veli gibi şahsiyetleri hemen Kürt yapmışsınız. İlkel argümanları kullanan Türk milliyetçileri gibi yazmışsınız.
      Sünni yobaz da vardır, Alevi yobaz da vardır. Faşist Türk de vardır faşist Kürt de vardır. Fakat akılcılık bunlardan bağımsızdır.

      • Sayin Türk,

        ne ingilizler ne de Almanlar Vikinglerle akraba!… Dezinformationa gerek yok!… Almanlae köken itibariyla Aryendirler ve Mesopotamyadan yaklasik üc bin yil önce Avrupaya göc etmislerdir!… Dolayisiyla Kürtlerle ayni kökene sahiptirler. Ondan da Filozofu bol bir halktir!… Ingiliz dili de köken itibariyle Indo-Aryen dil grubuna girer, yani onlarinda vikinglerden cok Hint-Avrupa halk topluluklarina daha yakin oldugnu dogurur!…

        Kisacasi bilmeden birsey iddia etmek, Yine ‘Türk’ insanin Kadim bir hastaligi!..

        • Sen de çok bildiğin ima ederek ötme “Robin” kuşu. Çağlar boyu insanlar çeşitli defalar güçler yaşamışlar, biribirinden etkilenmişlerdir ve de içinde bulundukları şartlarda değişimlere uğramışlardır. Almanmış, Aryen miş Vikingmiş! Diyorsun ki yaklaşık 3 bin Mezopotamyalılar Almanyaya gittiler, Kürtlerin kuzenleri! Mezapotamya yol geçen hanı! Sümerler ile Türkçe arasında ortak bir çok kelime var. Buna ne diyceksin? Daha önce değinmiştim: Eski Türkler, tarih itibariyle Nuh Peygamberin afacan (=dinamik) torunlarından (yahudilerin Kitabının tarihi bir önemi var, hiş değilse!). Bunu burada kabul etmeyebilirsin, ama yabancıların önemli kısmı kabul ediyor. Bu dinamizmin önemli bir tezahürü hareket; konar-göçer gezgin bir hayat. Atı ehlileştiren, toprağı işleyenler onlar. Bir kıtadan diğerine at koşturmanın tadına varmışlar. Nerdeyse Dünya’yı turlamışlar. Orta Asyadan çok önceleri geliyorlar mezapotamyayanın güney kısımlarına 8-10 bin yıl önce ve yukarı çıkıyorlar Anadoluya, başka gruplarla karşılaşıp medeniyet kuruyorlar.

          SU çok enemli temel bir kaynak (hala bugün de öyle tabi). Hep SUyu bol olan yerlere yerleşiyorlar SUmerler. Mer’den mir’e geçiş çok tabi. Mir = Bey anlamında, “Baş”. Baş olmak adaleti gerektirir (evrensel bir erdemdir adalet) dolayısıyla barış ve huzuru. Orta Asyadan kuzenlerimiz veya komşularımız var. Zazaca, ve sırpçada, slavca rusçada “Mir” de barış. Bunun “bir” ile de bir akrabalığı vardır. Bir Tanrı’ya inanç taa Nuh Peygamberin dönemine gider, ve Allah’ın (Kuran’da belirittiği gibi) Yücelik ve “Bir” lik vasıflarını ifade eder. Bu, yüce Tanrının yeryüzüne bir yansıması olarak “MİR” dir. İslam (Barış)’ı kabul etmeleri felsefi olarak Tengri (Tanrı) inançlarına çok uygun. Yeryüzünde “Barış”ı, “Bir”liği tesis etme fikri şuur altlarında Nuh peygambere kadar gider. “Bey”, Başkumandan. Türkler bir çok “Bey”likler kurmuşlar. Adalet mevhumu izafi de olsa o kadar önemlidir ki her fraksiyon adalet uğruna birbirlerini bugün de olduğu gibi birbirine girerler kendilerini yeyip bitir(ebil)irler. SUmer’ler köken olarak %100 olmasa bile eski Türklerle çok yakın kökenden. En azından akrabalıkları kesin (bir sürü ortak kelime var). Tufandan sonra çoğalıyorlar ve çoğaldıkça çeşitli nedenlerle Doğuya Batıya, her yöne doğru göçler oluyor. Orta Asya’dan Kafkasya ve Anadolu tarafına tekrardan göçler oluyor. Kollar halinde yerleşip gelişiyorlar. Su ve Toprağa yakınlık çok önemeli. Toprağı işlemenin ilk örneklerini verenler onlar. İki su (Fırat ve Dicle) arası ve bereketli topraklar çeşitli dönemlerde herkesin yani bütün toplumların cazibesi. Sumerlerin yerleşik düzeni burada başlıyor. de, kendi dönemlerinde fen bilimlerinde matematikte vs önemli gelişmeler gösteriyorlar. Bu durum çevrelerindeki gelişmemiş toplumlara örnek oluyor. Zamanının gelişmiş toplulukları olarak başka yerlere de gidiyorlar. Tekerlek o dönemin icadı. Tekerlekli ve atlı teknoloji gücü o zamanın en üstün gücü.

          Avrupaya Kuzey yöne göçler M.Ö. 4000 yıllarında İngiltere taraflarına kadar varıyor. İngiltere’deki Salisbury Düzlüğü’nde “Stonehenge” büyük ve yüksek taş kalıntları var (M.Ö. 3000-1500 lerde yapılmış). Bunların yere yerleştirilme geometrisine göre güneşin hareketinden faydalanarak mevsimsel geçişlere ait ilginç yapısal karakterleri var. Bunları kimin yaptığını bilmiyorlardı (hatta uzaylılardan da şüphelenenler var(dı)). Geçen hafta İlgiltere’den bazı bilimsel açıklamalar yapıldı. DNA analizi çalışmalarından ortaya çıkan sonuçlara göre ”stonehenge” kalıntılarının kökeninin Anadoludan geldikleri ortaya çıktı (https://mymodernmet.com/who-built-stonehenge/ ). İşte bu bulgu köken olarak eski Türklerin ekseriyetini oluşturduğu Sumerlere götürüyor. Ziraatı hayvancılığı o taraflara götürüyorlar. O zamanki Aglo-Sakson’larının atalarının bunlardan haberi yok.

          Gelelim neticeye: Vikingmiş, almanmış, ingilizmiş, hepimiz aynı ademoğlu. DNA analizi yaptıran şu hallerine bir bakın. Kendini Türke karşı önyargılı ve hatta düşmanca hisseden bir Kürt bayan neticede DNA testine göre Türk çıkıyor (https://www.youtube.com/watch?v=XxxvB9e9qVY ). Neticede, hep aynı ademoğluyuz. Allah’ın Kuran’ına sarılarak doğru düzgün bir bütün olarak yaşamak. Irklar ve ırkçılık konularına girmek bize hiçbir şey kazandırmaz!

    • Bu yorum sayfalarında siyasal yelpazenin tüm bileşenleri az çok bir temsiliyet buluyordu. Benim hiç mi hiç hoşnut olmadığım şey, pek çoğumuzun şu veya bu bağlamda kendisine ilişkin düşünceler veya iddialar geliştirdiğimiz HDP ya da Kürtler hakıında, meselelere bir HDP seçmeni ya da bir Kürt olarak bakan arkadaşların yokluğuydu.

      Robin rumuzuyla yazan arkadaşımızın yazdıklarını okuyunca, adeta avuçlarımı birleşitirip yüzümü kapattım okuduklarımın yüzeyselliğinden ve ilkelliğinden utanarak.

      Egemen Türk milliyetçiliği karşısında söyleyebileceği yüzlerce ve yüzlerce şey var iken, ahaki ve vicdani açıdan sağduyulu pek çok Türkü hayli rahatsız edici onlarca gerçeğe işaret edebilecek iken, en lumpen Türk milliyetçisine taş çıkartacak bir ilkellikle, olasılıkla Avrupa diyarlarında derin bir aşağılık kompleksine sürüklenmiş olarak, uzak tarihe dalmış ipe sapa gelmek bilmez köken ilintileri kurarak ipe sapa gelmek bilmez iddialarını sıralıyor.

      Yazık ki ne yazık.

  6. Bildiğim kadarıyla ülkemizin yaşayan tek tarih filozofudur. Namı diğer deli şahin; tanınmıyor olması doğaldır. Dünya çapında eline su dökebilecek başkaca allameler elbette vardır ama ben duymadım. Tarih felsefecisi olmakla birlikte birçok bilim ve sanat dalıyla da ilgilidir ve eserler vermiştir. Yanılmıyorsam son divan şairimizdir(şeyda divanı) Latince, osmanlıca, arapça, ingilizce ve bir parça da rusça bilir. Birçok kitabı yayınlanmıştır ve mutlaka okunmaya değerdir. Satrançta iddialı olsa da nafile…

  7. Kuran’ı mutlaka her yazılan doğrudur diye ‘imanlı bir şekilde okumak’ , O’nu okumak sayılır mı ? Cevap evet ise okumak gerçekleşiyor fakat anlamak gerçekleşmiyor. Cevap hayır ise iman gerçekleşmiyor !

    Felsefe insanoğlunu zorlayan temel sorulara cevap bulmaya çalışmaktan doğmuştur.

    • Felsefeye/filozofluğa, kafa karışıklığına pek luzum yok! Kuran’ı “Akıl*İman Sentezi”yle okursan anlarsın… Önce samimiyetle bir “besmele” çekmek lazım (zorlanabilir insan!). Bu sentez her müslümanın kendine bir “balans ayarı” olması gerekir…

  8. Fehmi beyin bu yazısi ne anlama geliyor?

    “Ülkemizin en önemli sorunlarından biri: “”” (Düşünce üretememek..) Bunun sıkıntısı siyasette de hissediliyor…

    Hemen her alanda başka coğrafyadaki benzerleriyle -şöyle ya da böyle- mukayese edilebilecek isimlere sahibiz; buna karşılık tek bir alanda ciddi bir boşluk kendini belli ediyor.”

    (“Filozofumuz yok.”)

    Biz birakin düşünüp fikir ürtemeyi! artik Patetes soğanda üretemiyoruz….
    Yalniz bol bol iftira, yalan ve küfür üretimine yiğunlaştiğımizdan dolayi değilmiki Patetes soğani dahi üretemez olduk! Patates soğansiz kalmamak için nasıl dişardan İTHAH ediyorsak “DÜŞÜNMEYIDE” ederiz olur biter, nasil olsa şimdılik yüksek faizle borç bulma ihtimalimiz var…

    Fehmi bey! Bizde Fikir üretenlerın hallerini en iyi bilenlerden biriside sizsiniz..
    Ne zaman kendi düşüncelerinizi (fikirlerinizi) burada paylaşsaniz!
    “Tarafini belirle.” “sizi tanimakta zorlaniyorum.” “Sizin 30 veya 40 yillik bir okurunuz olarak birdaha okumamaya karar verdim.” Diyenleri hemen hemen her gün okuyoruz….bunlar sizin itahal değil ürettiğiniz mesleki fikirlerden rahatsiz oluduklari içn sizi tehdit dahi ettiklerine gene her zaman şahit oluyoruz.

    Filozof olmak için kitap makale vb yazmakmi gerek? Yoksa fikir üretmekim?
    Her kes kendi alaninda düşünerek yeni fikirler üretirse o insan her zaman başarili olur.
    Yolda yürürken etrafa ve ileriye bakmak yerine sadece önünüze bakarak yürürseniz, bir müdet sonra kamburunuz çikar iki kat olur önünüzü görmediginiz gibi yürüyemezsinizde.
    Çünkü siz etrafta veya ileride neler oluyor diye merak edip bakmayi akil edip düşünmemişsıniz.
    Düşünen ve fikir üreten her kes FILOZOFTUR IŞTE Fehmi bey BIZIM BUNU BECEREMDIĞIMIZDEN, ŞIKAYETÇ5…

  9. Newton 1667 yılında Cambridge’e yüksek lisans eğitimi için geri döndü ve orada ders vermeye başladı. Bu dönemde optik üstüne ciddi çalışmalar yaptı. 1672 yılında Royal Society’ye üye oldu ve teleskobunu sundu. Ancak o dönemde Cambridge Trinity College’da ders veren tüm hocaların yedinci yılın sonunda Anglikan Kilisesi’ne bağlı papazlığa atanması gerekiyordu. Bunun üzerine Newton Londra’ya gidip Kral’la konuşma kararı aldı, çünkü bu atamadan kurtulmanın tek yolu Kral’ın o kişinin istisna olabilmesine izin vermesiydi. Ancak dönemin kralı II. Charles daha önce kimseye böyle bir hak tanımamıştı. Newton altı haftalık bir uğraştan sonra istediğini aldı ve papaz olarak atanmaktan kurtuldu. 1687 yılında devrim yaratacak eseri Principia yayımlandı. Sir Isaac Newton 1689 ve 1690 yıllarında İngiltere parlamentosuna seçildi …

  10. yıllar önce, istanbulda düzenlenen uluslararası lojistik fuarında, firmaların değişik ülke sorumluları ile yapılan ropörtajları okumuştum. Aynı firmaların italya sorumlusu, yunanistan sorumlusu ve türkiye sorumlusu ile yapılan röportajlarda birşey çok net olarak görülüyordu:
    – Yunanistan ve italya sorumluları ile türkiye sorumlusu arasında dağlar kadar fark vardı.
    – italya ve yunanistan sorumluları en az 2 yabancı dil bilirken, türkiye sorumlusu bir yabancı dil biliyordu.
    – yine hobilerde durum aynıydı. italyan ve yunanistan sorumlularının pekçok ciddi hobisi olurken, türkiye sorumlusunun pekbir hobisi yoktu. türkiye sorumlularının verdikleri cevaplar hep, “müzik dinlemek, spor, kitap okumak” şeklinde, aslında çok çok nadiren yapılan, gerçekte yapılmayan klasik cevaplar.
    – Bu durum sadece bir firmanın sorumluları için değil, birçok uluslararası firmanın sorumlularında geçerli bir durum olarak görüldü.
    – Yukardaki durum, diğer meslekler için de aynıdır. Yani avrupadaki herhangi bir mesleği icra eden bir insanla, türkiyedeki muadilinin bilgi düzeyi, kültür düzeyi, değer üretme düzeyi, düşünce düzeyi, duygu düzeyi arasında dağlar kadar fark var.
    – gelişmiş ülkelerdeki bir tasarımcı ile türkiyedeki tasarımcı, gelişmiş ülkedeki bir ayakkabıcı ile türkiyedeki bir ayakkabıcı, gelişmiş ülkedeki bir gazeteci ile türkiyedeki bir gazeteci arasında dağlar kadar fark var. Örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak sonuç, istisnalar hariç pek değişmez.
    – Gelişmiş ülkedeki herhangi bir insanın kendi profesyonel işi konusundaki bilgisi ve işini yapma noktasındaki yeterliliği ile türkiyedeki muadili bir insanın işi konusundaki bilgisi ve işini yapma yeterliliği arasında dağlar kadar fark olduğu gibi, profesyonel olmayan, yani işi ile doğrudan ilgisi olmayan konulardaki bilgisi arasında da fark var.
    – Zaten bir işi bilmek ve yapabilmek için, işle doğrudan bağlantısı görünmeyen pekçok şeyi de bilmek ve yapabilmek gerekir. Mesela istanbulda, işe gidebilmek için mutlaka okuma bilmek, pazardan alışveriş yapabilmek için matematiğin en basit halini bilmek vb. gibi.
    – Yani, istisnalar dışında, türkiyedeki herhangi bir insanın, gelişmiş ülkedeki muadili düzeyinde olması, onun düzeyinde değer üretmesi, bu nedenle, yani yeterlilik nedeniyle pek mümkün değil.
    – bu durum felsefe alanında da, aydın alanında da, düşünce üretimi alanında da, entellektüel düzey alanında da, çekyat üretimi alanında da, futbol alanında da aynı.
    – bu nedenle türkiyede düşünür de, filozof da, şair de, romancı da, futbolcu da, gazeteci de, birkaç istisna hariç, gelişmiş ülke düzeyinde olamaz, olmuyor, olmadı.
    – Yukardaki yazdıklarım işin bir boyutu ile analizi.
    – İşin diğer boyutu ile analizine gelince:
    – Herhangi bir konuda düşünmek ya da bir iş yapmanın birkaç temel unsuru var:
    – 1- Bilgi: herhangi bir işi yapabilmek için, herhangi bir konuda düşünce geliştirebilmek için vb. gerekli en temel unsurlardan birisi bilgidir: mesela, bir çekyat yapacaksan, çekyatın nasıl yapıldığından, aletleri nasıl kullanacağına kadar ve hatta konu ile direk ilişkisi görünmeyen ancak gerekli olan pekçok bilgiye sahip olman gerekir.
    – Var olan bilgin ne kadar doğru, ne kadar çok ise o kadar doğru, iyi, güzel şeyler üretebilirsin.
    – 2- Bilgiyi işleme bilgisi: yani bildiklerini nasıl bir araya getireceğin, nasıl sınıflandıracağın vb. gibi konulardaki yeterliliğindir. buna “düşünmeyi bilmek” de denilebilir ki ben bu kavramı kullanıyorum.
    -3- Üçüncü temel unsur aslında bir zıtlıktır, bir engelin olup olmaması durumunu içerir. Bazı önyargıların, yanlış önbilgilerin, duyguların vb, birbilgiyi alıp almamanı etkilediği gibi, o bilgiyi doğru değerlendirmeni, doğru işlemeni de engelleyebilir.
    – Mesela sinirli bir insanın bir olguyu değerlendirmesi, sakin bir insana göre daha az doğru sonuç üretecektir. Mesela, nefret dolu bir insanın, adalet kavramını algılaması ile sakin bir insanın adalet kavramı algısı arasında fark vardır. bir kişinin nefret sahibi olması, o kişinin, var olan bilgiyi alıp almamasını ya da doğru almasını veya yanlış almasını ve doğru veya yanlış işlemesine neden olabilir.
    – Yukardakiler duygulara örnekti ancak yanlış önbilgiler ve yanlış önyargılar da benzer sonuçlara neden olur. yani işin düzgün yapılmasına, düzgün değer yargısı üretilmesine, daha geniş anlamda söyleyecek olursak, iyi, güzel, doğru değer üretilmesine (mal anlamında değeri de içeriyor) engel olur.
    – Yukardaki saydığın unsurların üçü de ve önemli ve gelişmemiş ülkede, her üçü de sıkıntılı olmaktadır. yani bilgiler genellikle eksik (az), genellikle pekçok yanlış içerdiği gibi, o bilgileri işleme anlamında yeterlilik de gelişmemiştir. yani düşünmek yetisi de pek gelişmemiştir. Bunlara ilave olarak, olumsuz duygu ve düşünceler, önyargılar, yanlış önbilgiler de doğru sonuç çıkmasına engel olur.
    – Gelişmemiş ülkedeki bu 3 temel unsurdaki sakatlık, ortaya eksik, yanlış, sakat sonuçlar doğuracaktır tabii ki. Gazeteci, haber yazarken, haberi gazetecilik ilke ve unsurlarına çok uzak olacaktır. felsefe yapmaya çalışan kişi, aslında saçmalayacaktır. çekyat üretecek kişi, çekyatı kusurlu üretecektir. hakim, kararlarında adalete uzak olacaktır. Savcı, delillerin değerlendirilmesinde hukuksal sorgulamaya en yakın noktada olmayacaktır vb. bu örnekleri uzatabiliriz.
    – Yukarda sıraladığım 3 unsur içinde, bizim gibi ülkelerde en öne çıkan unsur, en önemli unsur; doğru düşünmeyi, bilgileri doğru işlemeyi, bilineni pratiğe doğru dökmeyi, doğru değer üretmeyi engelleyen unsurdur. yani yanlış duygular, yanlış düşünceler, yanlış önyargılar, yanlış önbilgilerdir.
    – yani filozof olması için, insanın öncelikle beynin kapasitesini düşüren, doğruları bulmayı zorlaştıran unsurları en az barındıran kişiler olması lazım.
    – Bu noktada, sürüden ayrı olmak, birey olmak, olayları, olguları, durumları düşünürken, eleştirel olabilmek gibi hasletler önem kazanıyor. Yani, atatürkün deyimi ile “demokrasi, ilmi hür, irfanı hür, vicdanı hür bireyler ister”. Aynı şekilde felsefe de, düşünce üretimi de, bilgi üretimi de, “ilmi hür, irfanı hür, vicdanı hür bireyler ister”.
    – sene 2019 olmuş. hala özgür düşünebilen bireylere hasretiz. gazeteciler, köşe yazarları, aydın geçinenler, entellektüeller, hala taraf olduklarını sorgulamadan uzaklar. doğal olarak bunlardan da felsefi düşünce çıkmıyor, filozof çıkmıyor.
    – Yine yukarda saydıklarım nedeniyle, atatürkçülük gibi, islamcılık gibi, komunistlik ve sosyalistlik gibi, milliyetçilik ve/veya ulusalcılık gibi, insanları sürünün üyesi yapan, insanların vicdanlarını, duygularını, düşüncelerini zincirleyen izmlere karşı defalarca yazdım. izmlerden filozoflar çıkmaz.
    – Yani öncelikle, birey olabilmek gerekiyor. taraf olanlardan filozof olmaz.

    • Hamzacım, bahsettiğin yunanlı elemanları almanyada karın tokluğuna çalıştırıyor bizim türkler..:) dünyadan haberin yok atıp tutuyosun…

  11. Burdaki arkadaşların aşağı yukarı hepsinin yazılarını okudum.Herhalde Filozof sözcüğünün tanımını yanlış biliyorlar.
    Bazı arkadaşlar Filozof’u akademik kariyerle karıştırıp,eğitim başarılarını kıyaslıyorlar.Yazdığı kitapları ve eserleri söz edenler bile var.
    Filozof bir fikir üretmeden daha çok başkaldırı,karşı koyma,direnç karşılığıdır.
    Mesela! Sokrates hayatı boyunca kendisini filozof yapan konuşmasını ,kendi mahkemesinde yaptığı savunması ile kazanmıştır.Kendisine yapılan haksızlığı düzene karşı koyarak ortaya koymuştur.
    Keza hocası Platon “İslam dünyasında Eflatun)olarak bilinir onun savunma hazırlamasına yardım etmiş düzen karşısında “Mahkeme” yer almıştır.
    Diyojen,bir gün fıçısının içinde yatarken Büyük İskender’in geçişi esnasında “Yattığın yerden kalk Büyük İskender geçiyor diyen askerlerini umursamamıştır”bunu duyan Büyük İskender kendisini hiç umursamayan diyojen’in tavrı ve cesareti üzerine yanına gelerek “Dile benden ne dilersen” demiştir.Diyojen’in ne söylediği bellidir.”Gölge etme başka ihsan istemem”
    Ne olmuştur Sokrates İdam edilmiştir,Diyojen sefalet içinde ölmüştür.Onlar yaşadığı çağlarda filozof değillerdi günümüzde anlaşılan değerleri onları bu paye’ye yükseltmiştir.
    Bazen “Galip sayılır hak yolunda mağlup”
    Zannedersem Fehmi Koru’da benim gibi düşünüyordur.

    • Yorumcuların “filozof”sözcüğünü yanlış kavradıklarını söyledikten sonra verdiğiniz ‘doğru’ tanımlamanın yanlış ya da çok sorunlu olduğu kanısındayım, Murat Bey. Bir filozofu filozof kılan şey, “başkaldırı, karşı koyma, direnç” değildir -tıpkı antik Yunan felsefesinin Sokrates Ve Platon’dan ibaret olmadığı gibi.

      Felsefe, en basite indirgenen kaba (ama özsel) tanımlamasıyla, hayatın (ki insan hayatından ibaret değildir felsefi bağlamında kullandığımız “hayat” sözcüğü) NE OLDUĞU, NASIL ANLAMLI KILINABİLECEĞİ üzerine düşünsel, gözlemsel, kimi zaman da sezgisel olabilen bir insan edimidir.

      Evrenin ve o evren içindeki insan hayatının ne olduğuna, hayatın nasıl anlamlı kılınabileceğine yanıt teşkil eden, -yazarımızın işaret ettiği üzere- düşünsel bir disiplin, sistematik bir içsel tutarlık içeren metinlerdir (yine felsefi bağlamda, “metin”, gündelik yaşamda kullandığımız metin’den farklı ve daha fazla bir şeydir, yazılı olması gerekmez).

      Felsefi metinlerin ve o metinleri üretmiş kişilerin içinde yaşadıkları toplumsal düzende gücü elinde bulunduranlarla bir çatışma veya gerilim içine düşmüş olmaları, tarihte sıkça yaşanmış bir durumdur; AMA, bu, onların felsefe metni ve felsefeci sayılmaları için ne bir önkoşul, ne de bir kriterdir.

      Düzen ve iktidar karşıtı her söylem (discourse) felsefe olmadığı gibi, düzen ve iktidar karşıtı her söylem sahibi de felsefeci değildir.

      Hayatın özsel anlamını hazcılıkta bulan felsefeciler ve felsefeler de vardır. Şimdi bunları salt içinde yaşadığımız kapitalist düzene bir başkaldırı ima etmiyorlar diye felsefeci ve felsefe olmaktan çıkaracakmıyız?

      Yanıtınız “Evet” ise, hangi ahlaka göre?
      (Unutmayın, felsefi bağlmada “ahlak”, hırsızlık yapmamak, yalan söylememek gibi bir dizi davranışla pek az ilgisi olan bir olgudur ve felsefenin neredeyse ayrılmaz bir parçasıdır.)

      Sayın Koru’nun yazısında “filozof” ile “düşünce insanı” (düşünür) arasında -bana çok yerinde görünen- bir ayrım yaptığını gözden kaçırmışsınız.

      Sizin filozof kavrayışınız hayli sorunlu, “filozof”, “düşünür”, “düşüncelerinin uzlaşmaz savunucusu olan eylem insanı” gibi farklı kavramlar üzerine kafa yormanızı öneririm.

      • Merhabalar Sayın Bernar ,
        Yazınızda bazı yerlerde beni doğruladığınızı gördüm.
        Dördüncü paragrafta toplumsal düzende gücü elinde bulunduranlarla bir çatışma veya gerilim içinde olmalarından bahsetmişsiniz ve bunun sık yaşandığından bahsetmişsiniz ,öyleyse beni doğrulamışsınız.
        Benim teorim aslında şuydu yaşanan koşullar insanları çıkışa zorlar ve kapı aralatırdı.
        Yedinci paragrafınızda ise birtakım kavramlar sıralayıp felsefe ile bütünleştirmişsiniz.
        Bunu yaparak bir takım sistematik olguların içini sığdırmaya çalışmışsınız’ki buna tamamen karşıyım.
        Oysa felsefe disiplin önkoşul , kural tanımayan düşünceler bütünüdür.
        Bu teorime destek olarakta size Diyojen’in hayatını okumanızı öneririm.
        Sağlıcakla kalınız ,

    • Filozof olmanın akademik kariyerle bir bağlantısı olmadığı doğrudur. Fakat filozof olmak için ille de Sokrates veya Diyojen gibi bir hayat hikayesine sahip olmak da şart değildir.

      • Sayın F.K.T ,.İçinde bulunulan şartlar , koşullar bu paye’yi sonradan verdirir.Dün’de bundan bahsetmiştim.
        Bu değerlendirme aradan geçen uzun zamanlar sonrasında bu değerlendirmeyi yapabilecek kişilerin toplumda kabul görmesinden fikirlerin hala kullanılabilir olması bunda en büyük etkendir.
        Bunu çokta çeşitlendirebiliriz.
        Örnek , sokratesin savunması bugün hukuk fakülteleri birinci sınıfta temel hukuk adı altında ders kitaplarındadır.
        Diyojen , dinde,davranışta,giyimde,terbiyede yiyecekte ve barınmada bütün gelenekleri reddetmiştir.
        Bağımlılıktan kurtulma (Kinik) felsefesini benimsemiştir.
        Bunların hepsi birer öğretidir ve gelişime açıktır.
        Gelelim son cümlenize yaşadıkları koşullarmı onları filozof yapmıştır,filozof olduklarındanmı böyle yaşamışlardır.
        Bunuda size bırakıyorum , Kalınız sağlıcakla ,

  12. sizi tebrik ederim sayın koru yazılarınızda önemli konuların ve olması gerekenlerin bam teline basıyorsunuz ama anlayan insanlara,zaman çok hızlı geçiyor feraset birinci maddemiz olmalı…..

  13. Kuşkusuz felsefe ve filozof üretiminde Batı dünyası ile karşılaştırılamayacak kadar geri durumdayız. Sayın Koru, sadece Fransa örneği ile bu iç acıtıcı duruma işaret ettikten sonra, bu tablonun temel nedenlerini irdeliyor.

    Ne var ki, bütün bu tartışma ve çözümlemelerde dikkatlerden kaçmaması gereken bir mesele daha var: Batı felsefesinin tıkanmışlığı.

    Küçümsemek ya da değerini azaltmak istemiyorum, ama, aklın egemenliği ve pazar için üretim güdüsünün hayli belirleyici olduğu Batı kültürünün içinde serpilip gelişen modern felsefe, paradoksal olarak, aklın egemenliğini ve söz konusu üretim biçiminin şekillendirdiği kültürü sorgularken bile, doğum izlerini taşıdığı felsefi,düşünsel, kültürel çevrenin zincirlerini kıramıyor, aklın egemenliğine yönelik en cüretkar eleştirilerinde bile aklın belirleyici felsefi prensiplerinden yakasını kurtaramıyor.

    Geçtiğimiz haftalarda, Fatih Kemal Türk, çağdaş postmodern düşüncenin giderek kepazeliğe yaklaşan durumuna işaret eden bir akademik çalışmadan söz etmişti. Ben de, bizlere özetini verdiği o çalışmanın “postmodern anlatıların kepazeliği” tespitine katılırken, postmodernistlerin bu tür Aydınlanmacı çağrılarında içkin olan tehlikeye işaret etmiş, “Aman postmodernizm eleştirisinden yola çıkıp döne dolaşa yine Aydınlanma’ya demir atmayalım” demeğe getirmiştim.

    Mesele şu: İnsanlığın bir “irrasyonalite” talebi var, ve bu talep ortadan kalkmayacak. Batı felsefesi, Aydınlanma ile, düşüncenin ve özgürlüğün önündeki ‘irrasyonel’ ket vurucu engelleri yıktı. Bu hem doğru, hem de olması ve olumlanması gereken bir deneyimdi. Ama, aklın ve düşüncenin özgürleşmesi, tek başına insanlığın tüm meselelerini çözmeye yetmiyor. Sorun şu ki, her ‘irrasyonel’ olana savaş açtığınızda, insanın varoluşundaki irrasyonelliği ve irrasyonel olana yönelik varoluşsal talebini de karşınıza alıyorsunuz ve sonuç, bugün, depresyonun ve intiharın en yüksek oranda seyrettiği İsveç toplumunun ima ettiği, Aydınlanmacıların pek çoğu için umulmadık ve zihin karıştırıcı bir durum oluyor: tutkudan, duygudan, dramatik ve trajik olandan uzak mı uzak, insan ruhu açısından yoksul mu yoksul bir gündelik yaşam ve o pırıltısız, sürekli kendisini yineleyen gündelik yaşam içinde ‘bilinegeldik’, belki daha olası sonuçları kurulmazdan önce kestirilebilir olan insan ilişkileri.

    Rasyonal akıl ile irrasyonallik arasındaki tarihsel gerilimi bir yolunu bulup bir uzlaşısal çözüme kavuşturacak felsefi devrim Batılı olmayan bir yerlerden çıkacak çıkarsa. Ama, onlar da, kendi irrasyonalitelerini Aydınlanma’nın ima ettiği rasyonaliteye düşmanlık ve yenilmişlik duygusu içinde har vurup harman savuruyor, irrasyonaliteyi bir özyenilgicilik olarak yaşamakta ısrar ediyorlar.

    Üzücü. . .

    • Bernar Bey. Rasyonal-İrrasyonal çelişkisi bu kadar güzel özetlenebilirdi, tebrik ederim.

      Ben de bir katkıda bulunayım. Rasyonalite aklın bir tezahürü iken irrasyonalite ruhun bir tezahürüdür. Örneğin özgün bir beste yapmak ruhun bir yeteneği iken onu şarkı (song) haline getirmek aklın işidir. Buna göre temel soru şudur. “ İnsan kavramsal olarak kaç boyutludur ? a) İki boyutlu : Akıl-Madde , b) Üç boyutlu : Akıl-Ruh-Madde.”

      Aklın etkileri açıkça görülebilirken, ruhun etkileri gizemlidir. Fakat irrasyonel olanı da ancak rasyonel akıl ile açıklayabilir veya değerlendirebiliriz. Yani önce ‘aydınlanma’ şart, irrasyonalite zaten doğamızda var.

      • Merhaba Fatih Bey, kısa bir süre önce görmeye başladık yorumlarınızı. Mahallemizin gedikli sakinlerinden Hasan Günay Bey ve bir dizi diğer arkdaşımız gibi, yorum sayfalarına hem bir kalite hem de zenginlik getiriyorsunuz. Yorumlarınızın devamı, katkılarınızın kalıcılığı dileğiyle, saygı ve selamlar.

      • İnsan kavramsal olarak tek boyutludur.
        Beden = madde
        Bütün türev mekanizma bilinçli ya da bilinçsiz tamamen bu içerikten üretilir.
        İnsana içkin akıl + ruh + rasyonalite + irrasyonelite vd. hepsi bedenin türev işlevleridir.

        Ve ne yazık ki insan kimyasal bir varlıktır.
        Hiç ummadığınız bir hücreniz size karşı isyan harekatı başlatabilir.
        Bir kan pıhtısı hayatınızı her an elinizden alabilir.
        Yer fıstığını çok yerseniz depresif hale gelebilirsiniz.
        Bir Antalyalı olarak Rize de çok yaşarsanız karamsarlığınız tavan yapabilir.
        Fazla örtünüp güneş ışığını az alırsanız D vitamini eksikliğinden nevriniz dönebilir.

        Hülasa tüm mesele insanın maddi varoluşuna içkindir.
        İnsanın varoluşu da ne yazık ki dünyaya egemen olduğundan temel varoluşsal zemin çatırdıyor.
        Yeryüzünde olup bitenlere bakınca insanın zaten irrasyonel bir hayat sürdüğünü anlamak zor değil.
        İnsanın keyfine göre felsefe ne güzel olurdu oysa…

        (Mesele güzel umarım devam eder)

        • ilk parağrafınıza katılıyorum.
          – ikinci parağrafınızda konuyu biraz karıştırmışınız. “kimyasal” derken, yine bir maddeye işaret var. fakat siz ayrı bir unsur gibi yazmışınız.
          – son parağrafınız ise tamamen tartışmalı. insan acıkınca yemek yer, susadığında su içer. bunları irrasyonel olarak nitelemek pek doğru değil gibi. kuşkusuz bize irrasyonel olarak gelebilen başka şeyler de vardır ancak, biraz derinlemesine incelendiğinde hepsinin rasyonel gerekçeleri, temelleri olduğunu görürüz diye düşünüyorum.
          – ve en son cümleniz: evet gerçekten de konu güzel.

          • Değerli katkınızla yorumumu açmama vesile oldunuz sağolun.

            İnsan bedeninden yola çıkarak, onun kaçınılmaz maddi edilgenliğini ve işleyişini var olduğu daha büyük bir maddi zemine oturtmaktır amacım.
            Daha çok gördüğüm üzerinden anlamaya çalıştığımdan ve gerçek üzerinden gitmeyi önemli bulduğumdan nesnel olmaya çalışıyorum.

            Rasyonel ve irrasyonel vurgusu her zaman insana içkin olduğundan ve rasyonel olmanın lüzumu yanında irrasyonel olmanın kaçınılmazlığı karşısında yaşadığımız saçma yaşamları görmezden gelemeyiz.
            Örneğin iktidar tutkusunun yol açtığı can alıcı sorunları bu sayfalar adeta gözümüze sokarken.
            Bir Roma tarihçisinin dediği gibi insanoğlunun adam gibi yaşadığı yıllar iki elin parmaklarını geçmez ne yazık ki.
            Dinler tarihi de bu konuda pek iç açıcı değil.
            En azından Ortadoğu dinleri için…

            İnsan rasyonel davranan bir varlıktır.
            Akıl tam da bu işe yarar.
            İnsan acıkınca yer, susayınca su içer, bedenin ihtiyaçları var kuşkusuz.
            Bundan haberim var elbette.
            Mesele kaynakların kıt ihtiyaçların sonsuzluğunu bağdaştırmaya gelince çetrefil hale geliyor.
            Malum bazıları diğerlerinin zararına, fazla yemeye ve fazla şeye sahip olmaya çalışıyor.

            Ancak rasyonel olan doğrudan çıkarlara ya da sınıfsal veya bireysel bir faydaya bağlandığından kapitaliste rasyonel gelen sosyaliste irrasyonel gelecektir.
            Canan Karatay a rasyonel gelen beslenme düzeni benim bünyeme irrasyonel gelebilecektir.

            Demem o ki bu iki karşıt belirlenim hayatta hep var ve var olmaya da devam edecek.
            İrrasyonel olarak yorumlanan karşıtlık da bir varoluş mekanizmasını ve iradesini işletiyor nihayetinde.
            Buna göre çoğu zaman talep edenin rasyonalitesi aynı zamanda.
            Bazen nereden ve hangi zeminde baktığınıza göre değişen şeyler.

            Felsefe dünya meseleleri üzerine düşünmek olduğundan mesele olarak girizgah yaptıklarımızla yetiniyoruz haliyle.
            Umarım mevzu genişler…

        • Bir bilgisayar donanım (madde) ve yazılım (akıl) oluşur. Yani şimdi bilgisayar kavramsal olarak tek madde boyutundan mı ibarettir ?

          Akıl bağımsız bir boyuttur. 2×3=6 olması için maddenin varlığı gerekmez.

          • Hani Mevlana’nın kör adamların fili tanımlama hikayesi vardır.
            Bizimki de ona benziyor biraz.
            Felsefe yapmak böyle bir şey sanırım.

            Bir organizmadan bahsediyorsak onun bütünlüğü üzerinden düşünmek zorunda kalırız.
            İnsanın da beyin adlı bir yazılım organı var, bunun yanında mide adlı sindirim organı, akciğer adlı solunum organı var.
            İnsan bedeni bir organizma haliyle.
            Uyum içinde çalışmazlarsa yanarsınız.
            Bir tıp sohbeti yapsaydık bunların farklı noktalarını, özelliklerini konuşurduk.
            Bilgisayar için de bu söylenebilir.

            Akıl insan bedeninin beyin vasıtasıyla ürettiği bir türev ilişkidir.
            Bildiğim kadarıyla dünyevi ilişkilerle şekillenir.
            Yani görerek, duyarak, tadarak, dokunarak, koklayarak ve hissederek akıl yürütürüz.
            Bu tamamıyla dünyevi bir etkileşim içinde olmakla ilgilidir.

            Aklı bu kadar önemli hale getirenin onun yazılı hale dönüştürülmesi olduğunu hatırda tutmakta fayda var.
            Çünkü yazı insani olanın biriktirilmesine yol açarak dünyevi birikimin kültüre ve dinamizme dönüşmesini sağlamıştır.

            Aklı uluhi bir yaratım olarak doğa üstü düşünmek onun insandan bağımsızlığını belki ortaya koyabilir.
            Ancak sayılabilirlik (2×3=6) tamamen nesnel bir çıkarımdır.
            Rakamlar ve sayısal dizgeler insan yaratısı sembollerdir.
            Ve insan aklının dünyevi ürünüdür.

            Her şey maddeden üretilmiş ve türetilmiştir demenin fazla basit kaldığının farkındayım.
            Ancak madde dediğimiz basit şeyin hiç de basit olmadığını ağzımız açık izliyoruz.
            Bir atomun nelere kadir olduğunu öğrendik.
            Bir atom parçacığının evrene ne kadar benzediğini de anlıyoruz.
            Birde bu atomlarım üzerinde yaşayan organizmalar varsa…

            Hülasa ben 5 duyu organım, pek güvenilmez ise de hissetmeyi de ekleyelim, 6 duyu organımla bunları görebildim.
            Fili tutan diğerleri bildiklerini anlatırsa bütünü tamamlayabiliriz belki…

        • Bunu daha yeni gördüm. Yorumların çokluğundan bazen zamanım olmuyor… Sonradan göz gezdirirken gördüklerime dönebiliyorum.

          Yani 1. paragraftan diyorsunuz ki insanın kimyası kimyayı yarattı ve buna da hamza bey “evet, hemfikirim” dedi!?

  14. Thinker from Japan!
    Talker from Turkey!

    Japonlar DÜŞÜNÜR Türkler konuşur.

    Katildiğim bir Multicultural toplantısinda Türkiyenin coğrafi,Tarihi, özeliklerini ve ekonomi durumunu anlatmıştım. O konuşmamdan dinyenler bayağı etgilenmiştiler
    Daha sonra bana şöyle bir soru sordular!
    Dünyada herhalde sizin ülkenizin özeliklerine sahip başka bir ülke yok.
    Peki neden! ekonomi olarak dünya siralamasinda Avrupa, Amerka,Japonya gibi ülkelerın gerisindesiniz?
    Onlara cevabım aynen şöyle oldu.
    Örnek: Japonlar Düşünür Türkler konuşur. Tıpki benim bugün yaptiğim sizleri büyüleyen konuşmam gibi.
    Sonunda Onlari gülüdürken ben ağlamamak için kendimi zor tuttum.

    Aslinda, ben onlara yalanda soylemedim palavrada atmadim, sadece zengin tarihimizi ve dort mevsimi bir arada yasayan cografiyamizi anlattım.
    Herkes cahaletten kurtarirken biz gittikce cahilesiyoruz.
    Dünyada iki kitayi birlestiren tek bir sehir var oda bizde….
    Biz o sehrin Adina dahi leke sürdük.
    Işin aci tarafi halen daha o lekeye sevinenler ve savunanlarin olmasi.

    Ah bu diş güçler ah, nasilda beceriksizlerin,siğinacak limani olu verdiniz.

  15. Bir kere Fehmi Koru’nun yerinde tespitini doğru anlamak gerekir. “ Türkiye’den küresel ölçekte filozof ve bilim adamı neden çok az çıkıyor ? ” sorusu genel bir sorudur. Bu soruya son yıllarda yaşanan ve gerçekten akıl ve ruh dünyamızı örseleyen ortamı dikkate almadan cevap vermek gerekir. Bu yaşananlar geçici bir durumdur, yakında kendi normalimize döneriz.

    Bu kadar temel bir soruya tam bir cevap vermek mümkün değildir ve gerekmez de. Fakat bir yerlerden başlamak gerekir. İşe önce üzerimizdeki aşağılık duygusunu atarak başlamalı ve tarihi gerçekleri kabul etmeliyiz. Bunun için ‘gelişmiş Batı’ ile aramızdaki farkları gösteren 4 önemli tarihi kıyaslama aşağıda verilmiştir.

    – Eski Yunanlı matematikçi Öklid (M.Ö.330-275), 13 ciltlik Elementler kitabının yazarıdır. Öklid’in bu yapıtı, iki bin yıl boyunca önemli bir başvuru kaynağı olarak kullanılmıştır.
    – Asya Hun Devleti, Türk Tarihi’nin detaylarıyla ulaşılabilen en eski tarih serüvenidir. M.Ö. 220 yılında Teoman tarafından kurulmuştur.

    – İngiltere’de parlamentonun kesin kuruluş tarihi 1295 olarak kabul edilir.
    – Osmanlı Devleti 1299 yılında Osman Gazi tarafından kurulmuştur.

    – Alman rahip ve profesör Martin Luther, kilisenin yobazlık ve ahlaksızlıklarına karşı 1517 yılında bayrak açarak Reform Hareketini başlatmıştır.
    – Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim 1517 yılında Mısır’ı fethederek hilafeti İstanbul’a getirmiştir.

    – Isaac Newton, evrensel çekim yasalarını formülleştirdiği ‘Philosophié Naturalis Principia Mathematica’ kitabını 1687 yılında yayınladı ve klasik mekaniğin temelini oluşturdu.
    James Watt, 1765’te % 80 enerji tasarrufu sağlayan buhar makinesini yaptı. Bu, sanayi devriminin başlangıcı olarak kabul edilir.
    – Osmanlı Devleti’nde Müslümanların eserlerini bastıkları ilk resmî matbaanın tarihi 1727’dir.
    . . . . .
    Bu farklar neden oluşmuş ? Muhafazakarlara göre dinden uzaklaştığımız için böyle olmuş, ayrıca Yahudiler ve kurnaz İngilizler … Laiklere göre ise dini taassup yüzünden. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim, laiklerin görüşü prensipte doğru olsa da yeterince doğru olmadığına dair yeterince tarihsel delil vardır. Ayrıca muhafazakar kesimdeki ‘geleneksel dinciler’ gibi laik kesimde de ‘modern dinciler’ var. Yani akıl-ruh düzleminde yaşanan bir çatışma olan ‘dinciliği’ genel manada tanımlamak gerekir.
    (Ben bu çatışmaya ‘dincilik’ adını koydum, konunun uzmanları belki daha uygun bir terim kullanıyordur.)

  16. Kartopu yuvarlandıkça, yeni yeni birikim kazanır, git-gide gelişir, büyür. Ülkemiz, önce İstiklal ve bilhassa Çanakkale Harbi ile pekçok aydınını, alımıni, mütefekkirini yitirmiş, bilahare, İstiklal Mahkemelirinde, o savaştakinden fazla sayıda entel-mütefekkir (zıt görüşlü) insanını yitirmiş (Milliyet Gazetesi Mülakatından).
    Nihayet Harf inkilabı ile de geçmişinin (atalarının) kkitabları karşısında seyirci kalıp, CAHİL durumuna düşürülmüş. Dolayısıyla bir birikim sahibi olamamış ki, Cumhuriyet aydını, üstüne bir şeyler ilave etsin. BATI’dan bir takım çevirmeler peşinde koşanlar olmuşsa da, bunlar da sığlığı giderememiş. Yapılan ihtilaller de işin tuzu-biberi olmuş.
    Bu şartlarda, kısmen de olsa, Beton’un arasından zorlanarak fışkıran filiz gibi, Ali Himmet Berki, Necip Fazıl, Kemal Tahir, Peyami Safa, Nurettin Topçu, Mehmet Z. Kotku, Ord.Prof. Ali Fuat Başgil, Prof.Dr.Necmettin Erbakan, Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, İbrahim Eken, Sezai Karakoç gibi insanlar yetişmiş ise de, SUFLÖRLERİN ve Particiliğin etkisi ile Millet kıymetini bilmemiştir.
    Zira, “… düşüncenin etkileme gücü ihmal edilecek kadar zayıf Ülkemizde “. Doğru söyliyen, dürüst insanları
    Şunu da bilelim; Nice çilekeş insan ilim ve fikir ehli Hapishane’den çıkmıştır. Bizim mezhep imamlarımızın epeyce bir kısmı ve NFK bunlar arasında yer alır.
    Öte yandan Hased, Hırs, kin ve bu yüzden KİFAYETSİZ Muhterisler insanımızı eritiyor. Doğru söyliyen dürüst insanları dokuz köyden kovuyor ve kovduruyorlar. İdealist insan yetiştiren bir kurum da var
    denemez ülkemizde. Herkes hak-hukuk diyor, ortalığı yıkıp, döküyor, fakat, SORUMLULUK diyen yok, yüklenen, üstlenen yok. Gayret-i diniyye, vatanıyye, ilmiyye yok
    Adam 5 yıl M.Vekilliği yapmış, Meclis’te bir sefer konuşmuş : “pencereleri açsanız da NEFES alsak”
    NOT :
    O H.Gayret, diyen kişi zaman zaman çok kişiye karşı boş ve patavatsız konuşuyor. Dünkü yorumumda kimseye küfretmedim, etmem de. Müstehak olana hakareti ise, bazı filozoflar sadaka
    hükmünde görmüşler.

  17. Ducane ismi geçtiği icin paylasmak istedim. Bence kendisi bir dusunur/dusundurur ama filozof degil. Dunya felsefe veya diger disiplinlerin literaturune katkisi olan orijinal bir fikri veya patentli fikri var mi?

    Hepsini takip etmiyorum ama bu sayfanin yorum kisminin dusundururleri bence Bernar bey ve Hamza bey…

    • sayın mantık!
      iltifatınız için teşekkür ederim. ben iltifat olarak alıyorum henüz daha çok ekmek yemem gerektiğini düşünüyorum.
      – Ancak, şunu söyleyim: fehmikoru.com sitesine yazmak beni geliştiriyor. daha önce pekçok tartışma ortamında bulundum, ancak yazılarla tartışma ortamında bulunmamıştım. burdaki ilk yorumlarım ile sonraki yorumlarım arasında dağlar kadar fark var.

  18. Sayın Koru’nun bugünkü yazısının ana temasını oluşturan “kısır ve sığ düşünce ortamından ne filozof ne düşünce insanları çıkar” şeklinde özetleyebileceğimiz savıyla doğrudan ilgisi olmasa da, söyleyecek sözü olanların sözlerini dile getirme cesareti göstermelerinin önemine de işaret etmek gerekiyor belki de.

    Erdoğan ve AK Parti’nin güç kaybetmesinde ekonomiden eğitime hemen her alanda kaydettiği başarısızlıklar kadar, ahlaki savrulmanın, toplumun bütününün ortaklaşa sahiplendiği değer ve tutumlar olabilecek iken kimi yaşanmışlıkları siyasal istismar aracı olarak alabildiğine sömürmenin, dolayısıyla sahicilik ve inandırıclık kaybına uğramanın da etkili olduğunu düşünüyorum.

    15 Temmuz darbe girişiminin Erdoğan ve Bahçeli tarafından oya tahvil edilmek üzere bir istismar aracı haline getirilmesine itiraz, hem şehit eşi hem de şehit annesi olan merhum Erol Olçok’un eşi Nihal Olçok’tan geldi.

    Babası Yeni Şafak gazetesi foto muhabiri Mustafa Cambaz’ı yine 15 Temmuz darbe girişiminde yitiren Alpaslan Cambaz’ın da işitilmesi istenmeyen sözleri var.

    Sadece İstanbul seçiminin iptal edilmesine karşı çıkmakla sınırlı değil bu genç insanın söyledikleri.

    Okuyalım:

    “Bir Ramazanımız var diyorduk, onu da ziyan ettiler. Emdiler bitirdiler ülke enerjisini, rahmetini, bereketini… (. . .) YSK’nın absürt kararıyla sevinçten havalara uçup alaycılıkta ve kibirde yine zirveye oynamaya aynen devam etsinler. Tencere tava susturmaya çalışıp komşularıyla, akrabalarıyla savaş etsinler. Her şeyi yapsınlar ama utanmayı, erdemi, ahlakı, adaleti hiç bilmesinler. Şifa veren acı doğrular yerine, hasta eden tatlı yalanları seçsinler daima. Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez.”

    Ahlaki açıdan bir çöküntü içindeyseniz, sözleriniz ve iddialarınız N. Olçok, Alpaslan Cambaz tarafından bile inandırıcı bulunmuyorsa, size utanmayı, erdemi, ahlakı, adaleti hiç bilmediğiniz, daima şifa veren acı doğrular yerine hasta eden yalanları seçmekte olduğunuz söyleniyorsa, ortada ne sahiciliğiniz, ne inandırıcılığınız kalır.

    Ahlaki bir çöküntü içinde olan AK Parti ve lideri, kendileriyle hiçbir ilintileri kalmadığı halde sırtına bindikleri ve alabildiğine sömürdükleri dindar yığınlar tarafından tedrici olarak terk edilecekler.

    Saadet Partisi dışında, dindar yığınların temsil edildikleri bir siyasal parti yok. İkinci bir seçenek acilen yaratılmalı, Saadet ve bu ikinci parti yakın işbirliği içinde ülkemizin yazgısında inisiyatif üstlenmeli.

    Söz konusu ikinci partinin A. Davutoğlu’nun kuracağı söylenen parti olmadığı bence açık.

    Sözü ve inandırıcılığı olan kadroların ortaya çıkmalarını bekliyoruz.

    Beklentimiz boş çıkmayacak. . .

  19. Özgün
    Sebahattin Zaim Kırgızistan’a gelmişti. Bir arkadaşı ile evime geldi. Yalnızdım. Ben onlara dedim ki “Türkiye’de iyi asker vardır, iyi yönetici vardır, iyi din adamı vardır, iyi iş adamı vardır, iyi ilim adamı yoktur.”.
    Arkadaşı itiraz etti, “Sebahattin Bey hariç” dedi. “Hayır, iyi ilim adamı görüşlerinde ısrar eder, kendisi hayatında başarısız görünür ama sonra dünyaya etki eder.” dedim. Biraz yakışıksız oldu ama bu böyledir.
    Türkler asker millettir. İslami ilimleri çok iyi bir şekilde öğrenmiş ve öğretmiş ama ilim dünyasına yeni bir katkıda bulunmamışlardır. Özgün basın, özgün mabet, özgün okul, özgün siyaset olmadıkça orada yenilik olmaz. Yenilik olmayan bir ülkede de filozof yetişmez.

  20. Yaw kardeşim bu kadar mı kör bu kadar mı sağırsınız.elan hayatta olan Sezai Karakoç var,okuyun nolur,filozofu uzaklarda aramayın

  21. Halife harunürreşidin papağanı yasini şerifi ezbere okurmuş ama okuduğu kuranın hayvana hiçbir faydası olmazmış. Hoca nasreddinin hindisi de kara kara düşünür ama bildiğini bi türlü söylemezmiş; o yüzden de pazarda beş para etmezmiş. Sizce bu iki kuştan hangisi daha şereflidir? Sürekli aynı ezberi tekrarlayıp duran düşüncesiz papağan mı yoksa dışından bakınca düşünüyormuş gibi görünen ama tek söz edemeyen hindi mi? Kümes ya da kafes farketmez; galiba bir düşünürün yetişebilmesi için kapalı bi ortama hep ihtiyaç duyuluyor anlaşılan..:) üstadın zindanda kibrit kutucukları üzerine yazdığı orjinal risale sayfalarını hatırlıyorum da bizim yorumcularımızın düşünce üretebilmek için ne kadar da çok konfora ihtiyaç duyduklarını görüp şaşırıyorum..? Oynayamayan gelin yerim dar dermiş; yerini genişletmişler eteğim dar demiş; eteğini de genişletsek ne diicek kim bilir..:)

  22. Bir ülkeden filozof çıkması için önce o ülkenin özgür olması gerekiyor.
    Ben hiç hapishaneden filozof çıktığını duymadım.
    Yarı diktayla yönetilen ülkemizde insanlar korkudan güce tapıyor.
    Ekranlara çıkarılan adamlara bakın hepsi lafını sakınarak söylüyor.
    Amasız konuşan adam görmedim.
    Sıradışı fikirler herkesin bir adamın önünde sıralandığı kuyruklardan çıkmaz.

    • Adamım doğrudur, filozoflarımız hiç hapisaneden çıkamamışlardır:) çile, zindandan mehmede mektuplar, saidi nursi ve nicelerini; hepsini de baklava börekle beslemiştik değil mi?

      • Adamım Gayret.Sonunda seninle uyuşan bir düşüncem oldu.Bunun sevinci içindeyim;paylaşmak istedim.Benim düşünceme göre de:Türkiye ‘de filozof olmanın yolu hapishaneden geçer…

        Hapishaneye attın mı adamı abi,üstünde baskı maskı,hiçbir şey kalmıyor .İş güç te yok;cep delik cepken delik,don delik mintan delik.Ne kaybedecek,ne yapacak ki başka adam;çaresi yok.Yattığı ranzadan tavanı seyrederken bol bol düşünme fırsatı bulacak.Doğal olarak bu işin sonucu da otomatikman filozofluk olacak…Görünen o ki bizim de birkaç sene sonra istemediğimiz kadar filozofumuz olacak.Çözmüşüz biz abi problemi,boşuna üzülüyoruz.Sadece birkaç yıl…O kadar da sabrederiz yani…

        • O zaman işimiz iş.
          Önümüzdeki yıllarda bol bol filozofumuz olacak demektir.
          İnsanlar hapishanelerde 12 kişilik koğuşlarda 50 kişi kalıyor ve 250.000 den fazla tutuklu ve mahkum var.
          250,000 filozofla dünyayı fethederiz artık.

  23. Fehmi beye ithaf olunur
    ŞURAY-I HAKİKİ
    Risale-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bazı eserler telif eyledim. Fakat ben, öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, manevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’an’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.
    Risale-i Nur – Tarihçe-i Hayat
    Evet nasılki nev’-i beşerdeki “telahuk-u efkâr” ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünununun esası olduğu gibi; en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.
    Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl ferdler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki, üçyüz belki dörtyüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdadların kayıdlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır. Risale-i Nur – Hutbe-i Şamiye

  24. Düşünmek suç olunca, düşünen adam (filozof) yetişmiyor işte. Çünkü, Anayasa Mahkememiz 2016 Eylül ayı’nda “kanıt ve tanık olmadan kanaatle insanlar ihraç edilebilir, hapse atılabilir” dedi. O tarihten bu yana (YSK da katıldı) yargı makamları hukuk katliamı yapmaya devam ediyor. Evet, filozoflar bir hukuk ve demokrasi ortamında yetişir diye bir kural yok ama, “düşünce” hukuk tarafından bir katil muamelesi görürse, düşünenler de bu coğrafyada barınmaz, barınsa da afaziye yakalanır. Bizim coğrafya da kişilikler “genelde” çok yüzlü ve çok kimliklidir. Güce göre pozisyon alır. Üniversitelere bakın, (rektörlere, profesörlere, doçentlere) büyük bir çoğunluğu alanında bile büyük bir acziyet ve gerilik içerisinde. Sınavdan sınava öğrencinin uğradığı kampüsler. Ölçme ve değerlendirme felaket. “Bileşik kaplar” misali, tuz kokunca (hukuk) sistemin diğer bileşenleri de (din, eğitim, ahlak, ekonomi, aile, siyaset vb.) büyük bir yozlaşmayla çürüyor. Canım ülkemde her dönem muktedirlerin “beslendiği” günah keçileri bulunur. “Vatan, millet, din, ezan, bayrak” gibi kavramlar da muktedirlerin beslendiği ve her zaman ihtiyaç duyduğu kutsallar olarak toplumu “yoğurmak için” araçsallaştırılırlar. Ekmek kavgası ve özgürlük derdiyle kıvranan bir toplumda düşünce kaygısı taşımak, ekmek bulamazken havyar derdine düşmek gibi bir şey:) Acıların toplumu, acıların coğrafyası. Saygılar

    • Karnımızı havyarla tıkabasa doldursak bizler de düşünebilir miyiz hocam? Et yiyemiyorlar o yüzden aptallar, balık yemiyorlar o yüzden akpye oy veriyorlardan şimdi de geldik mi havyarsız düşünce adamı çıkmıyora..! Haksız mıyım ihsan bey?

      • İhsan Bey’in yorumundan bu sonucu çıkarabilmek için havyar yemek gerekiyor! Biz bu sonucu çıkaramadık, havyarımız yetmedi. Klavyenize sağlık İhsan Bey.

    • ihsan bey merhaba!
      – aslında ayrı bir yorum yazısında yazacaktım ancak sizin yorumunuzun altına kısmet oldu:
      – son zamanlarda, trollerin etkisi kayboldu ve yine son zamanlarda güçlü mantığı olan yeni arkadaşlarımız bu siteye yorum yazmaya başladı.
      – yani fehmikoru.com sitesi, tam benim arzu ettiğim noktaya doğru gidiyor. burasının bir tartışma platformu olmasını arzu ettiğimi yazmıştım daha buraya yazmaya başladığım ilk zamanlarda. fehmikoru.com sitesi, gittikçe bir tartışma platformu niteliği kazanmaya başladı ki bu çok önemli. burda yeni katılan arkadaşların önemli katkısı var. mesela bernar bey tam bir trolsavar gibi savaştı ve trollerin etkisinin azalmasında epey pay sahibi.
      – sizin yorumunuza gelince, baskının filozof çıkmasına engel teşkil ettiği görüşünüze katılmıyorum. Eğer avrupadaki gelişmeyi incelerseniz, cadı avlarının en yoğun yaşandığı zamanlarda bilim ve sanattaki gelişmelerin yaşandığını görebilirsiniz.
      – bu demek değil ki, baskı ve yıldırma çabaları düşüncenin gelişmesine engel teşkil edici özelliğe sahip değil. kuşkusuz böyle bir özelliği var. ancak önemli olan, toplumun düşünceye, düşünce üretimine, bilgiye, bilime sahip çıkıp çıkmaması. maalesef toplumumuz bu konuda sıkıntılı. ülkemizde düşünce ve bilimin gelişememesinin nedeni, ülkedeki baskı değil, toplumsal dinamiklerin, toplum yapısının, bilgi ve düşünceye önem vermemesi, hatta,tam tersine, bilgi ve düşünceye kötü gözle bakmasıdır.

  25. Dünyada yaşayan filozoflardan biri Türkiye de yaşamaktadır. Prof Dr İonna Kuçuradi hoca İnsan haklarının felsefi temelleri görüşleriyle bütün dünyaca tanınan ve yaşayan filozof sayılan kişilerden biridir. Bütün dünya hocayı bu görüşleriyle tanıyor ve insan haklarının temeli nedir? neden bu insan hakları denen şeyler korunuyor? neden korunması gerekiyor? gibi sorunları felsefi temelli çözüyor ve çözüm önerisi sunuyor. Çözüm önersi de kaf dağında değil, kavramları doğru kullanmak ve etik ve insan hakları eğitimi…

    • Sen de burda çok daha eski ve büyük bir filozof olan ıspartalı (bizim ısparta) epiktetosun adını kendine rumuz yapmışsın ama onu dahi yanlış yazmışsın:) ey oruç tut bizi..!

  26. Rahmetli Başgil hocayı ve yine rahmetli Nurettin Topçu’yu listeye yazabilirim.Onlar milli değerleri ve mukaddesatı ön plana alarak hareket ettiler ama asla hayata at gözlüğüyle bakmadılar.Filozofları bizde pek sevmezler çünkü onlar düşünürler, eleştirirler, yorumlarlar.Düşünen, eleştiren adama muhalifizdir biz.Böyle adamlar tehlikelidir ne de olsa kitleleri azıcık silkeleme,etkileme gücüne sahiptirler.Felsefe boş iş muamelesi görür bizde.Lisedeki öğrenciden,eğitimciye herkes aynı şeyi mırıldanır:Bir yığın saçmalık! Aslında düşünmek,kafa yormak zor gelir bize.Seksenler dizisinde 46’lık Basri vardı, ne güzel yansıtırdı bizim toplumun bu hallerini.Öyle ya biz lakap bile takmışız düşünen adamlara.Bağrından filozoflar,düşünürler çıkan milletler gelişiyor,mamur oluyor.Darısı başımıza.

    • Sayı hattat, zerre kadar hazzetmem ama daha ismet özelin hakkını bile verememişken filozof yetişmiyor diye dövünmek de ne ola ki..?

  27. “Filozof” yoksa filozfvari düşünür oldukça var. Bu durum internette vakit oldukça turlarken rastladığım açık oturumlardan edindiğim bir izlenim (misal, geçenlerde Huntington’un medeniyetler çatışmasını konu edinen bir tartışma programı bu izlenimi oluşturdu). Çoğunluğun dindar olduğu ülkemizde ezberine dindarlar arasından sivrilen yetenekler de yok değil. Herşeye rağmen, sabırlı olmak, çok ümitsiz olmamak lazım. Önemli bir eksiğimiz dışarıya açık değiliz. Dil engelinden ötürü dünya arenasında yıllardan beri hemen hemen yoktuk. Gelişme olmasına rağmen bu konuda hala epey geriyiz. “Batı” eleştirilecek yanları olsa da insanlığın önemli bir sürecini teşkil ediyor. Kendi kültürel gözlüklerimizle bakıp öğreneceğimiz çok şey var. Batı’yı layıkıyla bilmiyoruz. Aslında, onlar da bizi bilmiyor. Bilenler arasında kısmen de olsa belki son 10 yıldır verilen beyanatlar sayesinde pek iyi bilmeyenlerin sayısı artmış durumda. İmaj konusunda irtifa kaybetmiş durumdayız, malesef.

    Dünya’da var olmak, en geçerli hale gelmiş bir dünya dilini iyi derecede bilmeği gerektirir ve bu şekilde kültürel birikimimizi dünya ile tanıştırmayı gerektirir. Bu tanıtımda dini felsefe farkımızın öğeleri de kesinlikle olabilmeli. Dil konusu özellikle bizi dış dünyada dini felsefe açısından layıkıyla tanıtacak kapasitede olan yeteneklerimizin eksiğidir. Yıllardan beri dışardan tercüme edilen çok sayıda kitap olmuşken, bizden dışarıya tercüme olmuş kitap sayısı sanırım çok az. Dışardan yapılan tercümeler içeride yıllardan beri bir nevi kültürel bombardıman etkisi yapmış durumdadır. Bunların etkisiyle onlar gibi düşünmeye alıştırılmışız. Böylelikle içerde olup bitenleri gördükçe dış referanslar şikayetlerimize ölçü kaynağı teşkil etmiştir. İnternet devrini yaşıyoruz. Bu sayede bu durum giderek artmaktadır ve gidişat geri çevrilemez hale gelmektedir. Öğrenim ve eğitimin hızlandırılması için internet bir nimettir. Faydalanmamız çok önemli.

  28. İKİ TAVSİYE, BİR ÖRNEK:
    1
    http://www.akevler.org
    *
    2

    İslam Medeniyeti Vakfı – YouTube
    https://www.youtube.com/channel/UCFo3tKrGvXdcWpcpSXwpLfg
    Bu kanalda Kur’an’ı anlama ve hayatımıza uygulama üzerine videolar mevcuttur.
    İslam Medeniyeti Vakfı olarak bu minvalde çalışmalar yapılmaktadır. Çalışmalar …
    *
    ÖRNEK
    BİR OKUYUCU SÜLEYMAN KARAGÜLLE HAKKINDA DİYOR Kİ:
    Nurettin Ömer 6 Mayıs 2019 at 11:18
    Sizinle tanışma imkanım olmadı ama fikirlerinizi “akevler.org” internet sitesi aracılığı ile 2 senedir takip ediyorum. Fikirleriniz, teorileriniz, ilginç kur’an tefsir yönteminiz ile bende büyük değişikliğe neden oldunuz; İslama, cumhuriyete, laikliğe, hulasa çağa bakışım büyük oranda değişti. Üçüncü bin yıl uygarlığı dediğiniz gibi kurulursa tarih de sizi büyük düşünür olarak anmaktan onur duyacaktır. Muğla’dan sevgilerle!
    (OKUYUCUNUN, Süleyman Karagülle’nin Ocak Medya’daki bir makalesine yazdığı yorumdur.)

    • Degerli RNE hocam; Süleyman karagulle Yalova Çınarcık Teşvikiye’de, kapısı herkese açıktır. Gerekirse o arkadaşla irtibata geçeriz. Saygılar

  29. Azra Kohen sarızeybek (Akilah ) Günümüz filozofu ve ya modern düşünürü diye düşünüyorum….

  30. Tefekkür istidadının ilham kaynağını bilmeyen bir toplum, mütefekkir yetiştiremez.

  31. Panait Istrati Akdeniz isimli romanında “Başkalarının ıstırabı karşısında insan yüreği bu kadar duygusuz kalırsa her şey boşunadır. Varsayımlar hiçbir şeyi değiştiremeyecek. Bunlar dünyaya yalnızca bir sözde adalet getirecek, yoksa adaletin kendisini değil. Merhametle birlikte, adaleti insanlar arasında egemen kılacak yalnız dinler vardı. Oysa dinler iflas etmiştir. Ve ölüler bir daha dirilmez. …Ah! Güç sahibi olup da, insanları adil olmaya zorlamayı ne kadar isterdim.” der. Yazınızı okuduktan sonra nedense bu satırlar geldi aklıma.

    Bu toplumun Filozofunun olmaması ülkem adına gerçekten üzüntü verici. Geriye doğru yani son yüzyıla bakınca bile insanın aklına herhangi bir isim gelmiyor . Ancak sizinde yazınızda belirttiğiniz gibi bulanıklıklardan zihinleri berraklaştıran Dücane Cündioğlu’nun fikirleri çoraklaşmanın olduğu bu toplumda bir nebze olsun insana nefes almayı mümkün kılıyor. Hatta yunan felsefesinden ilhamen “Filozof Yöneticiler” kavramı Cündioğlu’na ait.
    Düşünmeyi ve düşünenleri sevmiyoruz sanırım. Hatta düşüncesini hiçbir baskı altında kalmadan dile getirenleri de bir şekilde cezalandırıyoruz. Umarım ilerde düşüncenin rahatça ifade edilebildiği ve filozoflarımızın olduğu zamanlara ulaşırız.

  32. Bizde filozof yok ama; Kendini Din’e adayan Din adamları çoktur. Mesela Sait Nursi, Süleyman karagulle, Mustafa islamoglu, Nihat Hatipoğlu, Mustafa Karataş, Ömer dongeloglu, yaşar nuri ozturk ve dünya malının hirsana borunup yoldan çıkan Fethullah gülen. Allah kimseyi dünya malıyla imtihan etmesin. Saydığım bütün isimlerden en tanınmış isim Fethullah gülendir. O da Dünya malı uğruna ABD ve İsrail’e yenik düştü. Vatana ihanet edenlerin yeri yoktur. Bizler için de yok hükmündedir. Allah tüm din Alimlerimizi muhafaza eylesin. Saygılar sevgiler

    • Sevgili nusret; saidi nursi hazretleri çok değerli bir dinbilginimizdir ve ayrıca çağdaş bir düşünürümüzdür de. Bu bağlamda kendisini kimi örgüt veya çete yöneticileriyle birlikte anman pek yakışık almamış…

  33. Felsefenin gelişmediği bir ülkede “filozof” olur mu?
    Felsefeye önem verilmeyen toplumlarda “filozof” olur mu?
    Daha da önemlisi sayın Fehmi Koru, bu eğitim sisteminde filozof olur mu?
    Düşünce özgürlüğünün olmadığı bir toplumda filozof yaşayabilir mi?

    • Nfk ve c.meriç gibi düşünce adamlarımız zamanında memleketimiz güllük gülistanlıktı; onun için yetişebildiler değil mi sayın tugrul?

  34. Korkutularak panikletilerek suruleştirilen topumlar düşünce ve kültür üretimi bakımından çoraklaştirilmiştir.Böyle toplumlarda ferdiyet sahibi/bireysel kişilikler yokluğu mahkum edilerek toplum dışına atılır.Böyle toplumlarda gudusellikler ve duygusallilar hakimdir…

    • Necati bey yazdığınız yorum metni anlatmaya çalıştığınız durumu aslında çok güzel yansıtıyor; “aklınıza sağlık!”

  35. Nasıl olsun ki? Cevabı yazıda vermişsiniz. Çok genç yaşta moleküler biyoloji doçenti olan bir tanıdığım, nobel alması çok muhtemel olan, yaptığı her yayın 4000’den fazla atıf alan ve 8-10 uluslararası a sınıfı dergi editörlüğü yapan, nature gibi bir dergide yayın yapan bir akademisyen uyduruk bir gerekçe ile 2 yıldan fazla zamandır işsiz. Dünyanın en iyi ilk 100 içinde olan üniversitelerinden birkaçından teklif aldı gidemiyor. Yani sahip çıkılmadığı gibi köstek olunuyor. Daha neler neler…

    • Cemil bey, yakınınızın o editörlüğünü yaptığı dergileri uzak asyada yayınlıyordu bizim badembıyıklı uyanıklar; 500 doları bastıran herkes bilimsel makale denilen o şeyleri rahatça yayınlatabiliyor yani…

      • Bu dergilerin a sınıfı olduğunu, uzak asya ile de ilgisinin olmadığını ispatlarsam ne diyeceksin. Lütfen at gözlüğünü çıkarınız. Empati yapınız. Farklı düşüncelerin hepsini bir adrese tevdi etmeyiniz. Hatta arzu ederseniz ilgili kişi ile tanışmanizi sağlayabilirim.

  36. Münakaşada zafer, mağlup olanındır, yenilmek zenginleşmektir. Münakaşa hakikati birlikte aramaktır…

    Cemil Meriç….okumadıysanız tavsiye ederim..

    • Ayhan bey.Cemil Meriç büyük bir düşünürdür.Fakat yukarıdaki sözün benzerini ben Bediuzzaman’dan da okudum.Üstelik kendisinden daha önce ifade edilmiş bir münazara kanunu olarak söylüyordu bu sözü.Neticede zorlanarak buraya yazabileceğimiz kıymeti bilinmemiş birkaç isim yazarımızın tespitlerinin ancak istisnası olabilecektir.Biliyorsunuz istisnalar da kaideyi bozmaz.

    • Ayhan bey kıymetli paylaşımınız için çok teşekürler. Ama bizde c.meriç sadece jurnallerin bi cildiyle bilinir; oda aşk mektuplarının hatırınadır yani..:)

    • bence üçü de büyük ve boş laf. kimin söylediğini bilemiyorum. hatta çoğunlukla, yukarda yazılanın tersi doğrudur. çok nadir olarak (istisna denilecek kadar nadir) yukardaki yazılanlar olur.
      – kimin söylediğinin de pek önemi yok zaten.
      – ancak, büyük laflar, nedense hep, insanlar tarafından, büyük bir sırrın keşfedilmesi gibi algılanıyor.

      • Hamza bey merhaba.

        Bilirsiniz münakaşalarda,münazaralarda insanın nefsi,egosu,gururu ortaya çıkar,kendisini göstermek ister,kaybetmek istemez.Hatta haksız olduğunu anladığı zaman bile sözünden dönmek istemediği zamanlar çok olur.Yukarıdaki söz ise münazaracıya münazara zemininin ne olması gerektiğinin dersini vermektedir.Maksat hakikate ulaşmaktır.Tartışmacıya haksızlığını farkettiğinde gururuna yenik düşmemesini,hakikati kabul etmesini tavsiye etmektedir.

        Yani elbette münakaşalarda çoğunlukla insan haklı çıkmak istediğinden gururuna yenik düşüp,yanlışını kabul etmek istemez.Ama olması gereken hakikate ulaşmak olduğundan “yanlışını anladığında bunu kabul et”diyerek tartışma adabının zemini oluşturulmak istenmektedir.Yukarıdaki söz Cemil Meriç ‘e de Bediuzzaman’a da ait değildir.Onlar da tartışmada insaf düsturunun hakim olmasını sağlamak için bu mahiyette kendilerinden önce ifade edilmiş sözleri kullanmışlardır.Yanlış anlama olmaması için belirtmek ihtiyacı duydum.Selamlar.

        • uğur bey merhaba! yukardakiler tavsiye olarak görünmedi bana. Tavsiye ise, onu kuşkusuz farklı değerlendirmek gerekir.
          – tavsiye olarak ele aldığımda da son kısmı bir anlam içeriyor. diğerlerine yine anlam veremedim. tabii ki, tartışmalar daha doğruyu, daha iyiyi bulmak için yapılırsa iyi olur. dediğim gibi, diğer ikisini, tavsiye olarak da pek anlamlandıramadım.
          – benim derdim ne cemil meriçi, ne de saidi nursiyi kötülemek değil. “A bak çok önem verdiğiniz adamlar saçmalamış” demek derdinde değilim.
          – benim derdim, genellikle insanların büyük laflara yaklaşımını eleştirmek.
          – geçtiğimiz günlerde de bir arkadaş, solculardan anlamsız gösterişli laflar edenlerin aslında gerçekten de anlamsız anlaşılmaz şeyler söylediklerini, ancak insanların çok önemli şeyler söylenmiş gibi algıladıklarına ilişkin birşeyler yazmıştı.

          • Hamza bey,tekrar merhaba.İnsanların büyük görünen lafların cazibesine sorgusuzca yaklaştığı yönündeki eleştirinize katılıyorum.Geçmişte benim de bu hataya düştüğüm olmuştur.Vecize gibi söylenen sözlerin bir büyüsü var;bazan algı yanılmasına yol açabiliyorlar.İdrakine varana dek insanı yanıltabiliyorlar.

            Yukarıda benim de eksik ifadem var.aslında “Münakaşada zafer, mağlup olanındır, yenilmek zenginleşmektir. Münakaşa hakikati birlikte aramaktır…”sözü ,daha önce ifade edilmiş bir fikrin Cemil Meriç’in kendi lisanından anlatımıdır’şeklinde ifade etmem gerekirdi.

            Cemil Meriç’in farklı bir üslubu var;bana da itici geldiği olmuştur.Yukarıdaki gibi kısa ve öz anlatımı ,anlaşılmak için bazan şerh istiyor.Münakaşada yenilen yeni bir şey öğrendiği için kazanmıştır;aslında üç değil iki cümle var.Ama muhatapta ön bilgi yoksa ifade çok eksik kalıyor.Bu da iyi bir öğretim metodu değil.Yani ‘arif olan anlasın ‘der gibi.Ama bu farklı anlatım birçoklarının hoşuna gidiyor;algı meselesi.Bana kalırsa da ifade anlaşılır şekilde izahlı olmalı.Fakat bu da bir üslup ve alıcısı da var…

            Cemil Meriç ‘in ifadesinin dayandığı mana Bediuzzaman’da ise şu şekilde şerh ediliyor:

            “Fenn-i âdâb ve ilm-i münazaranın uleması mâbeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu “Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor.

Yoruma kapalı.