Ülkemizde neler olmuş, neler oluyor ve bunlar olmamış gibi davranılıyor.. Hayra alamet değil…

39
Reklam

Cehaletim için peşinen özür dilerim.

Ülkemizi dışarıda tanıtma faaliyeti için canla başla çalışmış, dillerini bilmediği halde ABD’nin önemli bir düşünce üreten kuruluşu yönetimine girmiş, o kuruluşun herbiri kendi alanlarında temayüz etmiş Amerikalı ve Avrupalı üyeleriyle birlikte devlet başkanlarıyla krallarla görüşmüş ve bu arada hırsızların Amerikan hazinesini dolandırarak çaldığı yüz milyonlarca doları ülkemize yönlendirmiş, o paralarla fabrikalar, oteller satın almış, otelinde nice önemli ismi ağırlamış Sezgin Baran Korkmaz’ı (SBK), bırakın şahsen tanımayı, bu bilgiler ortaya dökülene kadar böyle birinin varlığından bile haberdar değildim.

Hele Korkmaz Karaca gibi bir değeri tanımamış olmak gerçekten büyük bir ayıp.

Adam yıllarca CHP’de liderin hemen yanı başında bulunan, bütün mahremine vakıf biri iken, onun sağlık sorunları yüzünden siyasi hayatta etkin olamaz hale gelmesi sonrası aynı hizmetleri sunmak üzere AK Parti’ye ve lider kadrosuna yakınlaşmış… 

Ben de 40 yılı aşkın süre ülkede olan bitenleri ring kenarından izlemiş, AK Parti yönetim kadrosundan insanlar kadar Deniz Baykal’ı da yakından tanımış bir siyasi gözlemci olduğum halde Korkmaz Karaca’dan habersiz kalmışım.

Olacak şey değil.

Sedat Peker’in yurtdışında bulunmanın rahatlığı içerisinde önce videolarla sonraları Twitter mesajlarıyla isimlerini icraatlarıyla birlikte kamuoyuyla paylaştığı kişilerin bazılarını ise tanıdığımı sanırdım; meğer onların pek çoğunun dikkatimden kaçmış nice özelliği daha varmış…

Tarih ve yer adı verilmese kolay kolay hazmedilmeyecek pek çok iddiayı son iki ay içerisinde ilk kez duydum.

Reklam

Hala hazmettiğimi söyleyemeyeceğim.

Neyse.

Ülkemizin uyuşturucu ticaretinin geçiş istasyonu olduğu iddiası herhalde artık geçerli değildir. Mersin ve İzmir limanları bu amaçla kullanılamaz hale geldi; son bir ayda bu iki limanımızda binlerce kilo kokain yakalandı.

Bir siyasetçinin bir suç örgütü lideri tarafından on bin dolar maaşa bağlandığı iddiası bu vesileyle bir bakan tarafından ileri sürüldü; muhatabı olan devletin ‘suç örgütü lideri’ saydığı kişi ‘‘Ne on bin doları, aracına çanta dolusu para bıraktım’’ sözüyle iddiayı yeni bir seviyeye taşıdı. İddianın ortaya dökülmesi sonrasında bu tür alış-verişlerin kesildiğini sanırım; hiç değilse şimdilik…

Amerika’dan gelen çalınmış parayla alınan şirket hisseleri konusu ilgimi çekti. Şirketler ve otellerin üzerine üç otuz parayla ‘çökmesi’ ile şöhret bulan SBK o hisseleri 80 küsur milyon dolara satın almış; günün sonunda hisseler bir başkasının eline geçti. SBK’nın o alandaki şöhretini sıfırlayan bir biçimde oldu bu. Şirket adına yapılan açıklamada hisselerin ‘hukuk yoluyla’ ve sadece 6 milyon dolara kendilerine geçtiği açıklandı.

En başta cahilliğimi ilan ettiğim için şu soruyu sormam garipsenmeyecektir: Sahtekarı (bu SBK demek oluyor) tokatlayan için de bir sıfat bulmak gerekmez mi?  

Belediyelerde ne işler çevrilmiş, onları da bütün çıplaklığıyla öğrendim. Kendiliğinden ve sağlık sorunları sebebiyle istifa diye bildiğimiz olay, belediye başkanının ayağını kaydıran bir kumpasmış aslında. Yerine gelen bir çok başka akçalı işle birlikte gazeteci vurdurmayı da becermiş.

İsimleri sıkça anılan geçmişte devlet yönetiminde önemli koltuklarda oturmuş, şimdilerde daha az önemli sayılmayacak görevleri bulunan kişiler hala itibarlarını koruyabildiklerine göre, haklarında tanıklar da gösterilen iddialar önemsemesi gerekeceklerce önemsenmemiş olmalı.

Reklam

Öyleyse o isimleri ve içinde yer aldıkları siyasi kurumu bugüne kadar tasvip ettikleri bilinenler de dahil olmak üzere hassas kamuoyu, onlara yönelik iddia ve ithamları neden ciddiye alıyor?

Her durumda o siyasi çizgiyi desteklemekle mükellef medya ve yorumcular görmezden geldiği, iddiaların birinde bile haber değeri bulmadığı halde hem de?

Son iddia bile o kesimin dikkatini çekmedi.

Yine isim, yer ve tanık belirtilerek dile getirilmiş kayıtsız silahların devlet görevlisi olmayan ellere tevdi edildiği iddiası…

İddiaya göre, 15 Temmuz (2016) ve sonrasında, Kalaşnikof olduğu ve devlette kaydı bulunmadığı belirlilen çok sayıda silah AK Parti gençlik kollarında görevli birileri tarafından tanıdıkları kişilere dağıtılmış…

Bu olaydan rahatsız olması beklenebilecek devlet görevlisinin bilgisi dahilinde olmuş bu silah sevkiyatı…

Gaye ne, nerede kullanıldı bu silahlar, şimdi neredeler ve hangi amaç için saklanıyorlar?

Başlangıç tarihi olarak 15 Temmuz hain darbe girişimi verildiği ve o meşum olayda 251 kişi hayatını kaybettiği için zihinler ister istemez karıştı.

Ekranlardan, sosyal medya aracılığıyla ve köşelerden yapılmış silahlı kalkışma veya kalkışma olursa bastırma amaçlı tehditler de akıllara gelmedi değil.

Devlet dışı güçlerin silahlandırılması, zulalardan çıkartılmış silahlarla donatılmış kitleler gibi konular ne zaman gündeme gelse, NATO’ya üyeliğimiz sonrası diğer üye ülkelerle birlikte bizde de Amerikan CIA ve İngiliz MI6 örgütleri tarafından oluşturulmuş, kurumsal adı ‘stay behind’ olan ve genel olarak İtalya’daki adıyla ‘Gladio’ diye yaygın kullanıma girmiş gizli örgüt aklıma gelir ve ürkerim. 

O örgüt siyasi tarihimizin köşe taşlarını teşkil eden bütün uğursuz olaylarda varlığını hissettirmiştir de ondan…

Gayrı milli kurulmuş örgütün bir dönem devlet eliyle millileştirildiğini ve ASALA gibi devlet karşıtı güçlere karşı kullanıldığını, sonrasında da özel ellere geçip kişisel zenginleşmeye yaradığını bilirim.

Kıbrıs’ta meydana gelen gazeteci Kutlu Adalı suikastı o tür eylemlerden birini andırıyor.

Bizde Muammer Aksoy’la başlayıp Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ile devam eden ve Hrant Dink’e kadar uzanan siyasi suikastlarda da parmağı olduğundan kuşku duyulan örgüttü o.

Susurluk vakası sonrası MİT’in ve Başbakanlık adına konuyu soruşturmuş Kutlu Savaş’ın raporlarıyla resmen deşifre edilmişti o örgüt.

Varlığı hâlâ devam mı ediyor yoksa?

Yazının en başında cahilliğimin mazur görülmesini istirham etmiştim. 

Bazısı devlet adına bazısı devlet adı kullanılarak ülkemizde sahnelenmiş pek çok olay ile o olayların faili pek çok kişi radarıma girememiş.

Yine de bildiğim bir şey var, onu not edip yazıyı noktalayayım: Görmezden geliniyor, olana olmamış muamelesi yapılıyor ama bu böyle gitmez, gitmesi mümkün değil.

ΩΩΩΩ

Reklam

39 YORUMLAR

  1. “Hasan Günay 10 Temmuz 2021 At 11:13
    Yaşananlara bakılırsa ‘bu böyle gelmiş böyle de gider, gidecek’ diyesi geliyor insanın…
    Baksanıza; bir daha da darbe olmaz dediğimiz,”
    diye devam eden yorumuna bakılacak olursa mukim bulunduğu küçük ama şirin anadolu kasabasında değilse bile okyanusötesi ufuklarında yeni bir bahar umudu daha yeşermiş anlaşılan?
    Öyle ki yine “bir altüst oluş yaşamak”tan filan söz ediyoruz!
    Yaz sıcağında asma budamak kabilinden şimdi böylesine tatsız bir tartışma açmak niyetinde değildim ama hasan beyin kimi “deli tuttuğunu bellermiş” kabilinden bir ezberini ortaya döküp sorgulamak da artık vacip oldu, çünkü şu iftirasını utanmadan sıkılmadan burada tekerleme gibi sayıklayıp duruyor:
    “askeri olsun olmasın darbelere alkış tutan, çanak tutan solcular…
    Muhafazakar-sağ kitle de o değirmene hep su taşımış…”

    “darbelere alkış tutan, çanak tutan solcuları” anladık da “o değirmene hep su taşımış Muhafazakar-sağ kitleyi” bir türlü çıkaramıyorum?
    Yoksa dün burda baran beyin “Baran 9 Temmuz 2021 At 19:52
    girmesini bildiği için her seferinde geri gelebildi.” diyerek rahmet okuduğu demirelin köylü partisini mi kastediyorsunuz?
    Darbecileri görür görmez her seferinde şapkasını alıp sıvışmak “o değirmene su taşımak” mıdır o zaman?

    Ya da 1944 milliyetçilik olaylarının tabutluklarından, 12eylülün zindanlarından, işkencehanelerinden çıkıp gelen ülkücü hareketi mi kastediyorsunuz?
    Kimlerdir bu darbelerin değirmenine hep su taşımış sağcı kitle, biraz açar mısınız?
    Hem hacı yolu bekler gibi çok büyük kanlı altüst oluşlar bekleyip hem de bu darbelerin mağduru olan muhafazakar kitleyi demokrasi düşmanlarının değirmenine su taşımakla itham etmek ne çeşir bir hinoğlu hinliktir bilen varsa beri gelsin?
    Snbernar, eski cephe mensubu, devsol militanı; ilk söz sizin?
    İşin kolayına kaçmadan ama…

  2. “H. Gayret
    9 Temmuz 2021 At 13:09
    Sayın yolcu yukarda okuduklarından “…batida siyasi etik seviyesi yuksek oldugu icin…” sonucunu mu çıkardın???”
    Dün böyle sormuştum yolcu adlı yorumcuya ama ucube bir cevap verip yoluna devam etmişti…
    Aynı günkü benzer bir yorumda da
    “efedamat
    9 Temmuz 2021 At 13:12
    sayın koru sizden ricam lütfen batı ülkelerindeki bu istifa haberlerini verip de şirazemizi bozmayın.” diyerek sayın yazara anlamsız bir ricada bulunuyordu?
    Bir önceki eleman avrupa demokrasilerindeki kokuşmuşluğu “batida siyasi etik seviyesinin yuksek oluşuna” yorarken diğeri de bu türden skandallar neticesinde istifa etmek zorunda kalmış kimi batılı politikacıların çok özenilecek bir iş yaptıklarını düşünmüş olacak ki yine sayın yazara “şirazemizi bozmayın” diye yalvarıyordu!
    Ama gördüğüm kadarıyla artık çok geç…

  3. Yahya bey “Bizler Anadolu’yu hak etmiyoruz.” buyurmuş;
    böyle düşünenleri en son çanakkalede, bu yakınlarda da 15temmuzda tepelemiştik hatırlarsanız, yine denemek isteyen varsa önden buyursun!
    Çanakkaleye hazır köprü de yapıldı, geçsinler de görelim:))))

  4. Sayın Koru ,
    Haklısınız , BU BÖYLE GİTMEZ ! bir bakmışsınız her şey güzel olacak gibi bir slogan bir mesaj sosyal medya da yayılmaya başlamış. Arap Baharını başlatan bir kıvılcım gibi .
    Sizin o bilmediklerinizi bir çoğumuz yeni öğrendik ama bizden sonraki kuşaklar bilmese de tepkili. 5 milyon kişi ilk defa oy verecek ve kesinlikle iktidara vermeyi düşünmüyorlar. Armut olmadan dibine düşmez der bir Atasözü. Herşeyin bir zamanı vardır mutlaka. Gün ola devran döne , bazıları ibret alır, bazıları ibretlik olur.

  5. Ülkeyi yönetmeye talip olanların geçmişine bakmak lazım.
    Sen 15 sene partinin içinde kal yanlışlara tek kelime etme
    sonra çık meydana ağzına geleni söyle . Bu ne ciddiyetsizlik.
    Sen sabah parti başkanının adaylığına imza ver akşam git muhalefetin
    adayını destekle bu nasıl samimiyetsizlik.
    İktidar adayı olacak ülkeyi sıkıntılardan kurtaracak adam gibi adam
    piyasada gözükmüyor. hele bir tanesi sırtı minderden kalkmamış
    yenilgi üstüne yenilgi almış doymamış yenilgiye bi daha bidaha sabah akşam
    seçim de seçim.
    Siyasette adam eksikliği yaşanıyor. yeni birileri lazım.

    • Ülkeyi yönetmeye talip olanların geçmişine bakalım elbette.

      Peki halihazırda ülkeyi yönetenlerin geçmişine de bakalım mı?

      Sen, meydan meydan dolaşıp bir iktidar liderine demediğini bırakma, elinde mikrofon “Yargılatacağım seni!” diye caz yap. Sonra gidip o liderin partisine katıl, biyad ve yaltaklanmanın karşılığı olarak içişleri bakanı ol.

      Sen ve iktidar lideri karşılıklı olarak birbirinize ağıza alınmadık küfür hakaret bırakmayın. Sonra kucaklaşıp öpüşün, millete vatanseverlik dersi verin.

      Sen sabah, öğlen ve akşam günde en az üç öğün ahaliye PKK, Katil Öcalan sat yıllarca. Sonra, seçimde başın sıkıştığında, Öcalan’ın mektubundan, kardeşinin TRT’deki muhabbetinden medet um.

      Sormazlar mı: Bu ne ciddiyetsizlik? Bu ne samimiyetsizlik? Bu ne utanmak bilmezlik?

  6. Muhafazakarlık, sadece Erdoğan değil, hala ona verilen kitle desteği dolayısıyla da saygınlık ve inandırıcılık kaybına uğradı.

    Bu durum, seküler-modernleşmeci aktörlerin manipülatif operasyonlarına uygun bir zemin hazırlıyor.

    DEVA, üzerinde, ‘modernleş ve güzelleş’ oyunu oynanabilir.

    Bir yorumcunun, bunca mesele dururken DEVA liderinin ülkenin öncelikli meselelerinden biriymiş gibi son tivitinde konu edindiği ‘Erdoğan eleştirisi’ni alaya alması üzerinde düşünmek gerekir.

    DEVA, ağzıyla kuş tutsa, azılı Reisçilerden olumlu bir çift laf işitmeyecektir.

    Fakat, her muhafazakarın da azılı bir Reisçi olmadığını akılda tutmak gerekir.

    Ali Babacan’ın son tivitindeki ‘Erdoğan eleştirisi’ yersiz, hatta anlamsızdır.

    Türkiye’nin yakın gelecekteki yazgısını belirleyecek olan şey, Erdoğan’ın yitirip artık yolun kenarına itileceği seçim değil, Erdoğan-AK Parti sonrasında siyasetin nasıl şekilleneceğidir.

    Barış Terkoğlu, Nevşin Mengü, Ruşen Çakır, Şrin Payzın, İsmail Saymaz isimlerinin simglediği (ve bahtı bir hayli açık) tayfaya medyada gün doğsun diye bir şeyler yazmaya çalışıp zaman ve emek harcamıyoruz.

    DEVA’dan küçük CHP çıkarmanın alemi yok. . .

    • “Emine hanımın eşi konuştu” tivitinden bahsediyorsanız bu tivit Erdoğan eleştirisi değil ki, bu bir eleştiri tiviti de değil.

      Siyasetçi kendini ifade etmek için her fırsatı değerlendiren kişidir. ideal olan bu tanım değil tabiki. hatta sırf bu tanım gereği bütün siyasetçiler “kendini ifade edebilmek için anlamlı doğal zemin bulamayan (kimseye sataşma ihtiyacı duymadan) siyasetçi her fırsatı kendi reklamını yapma imkanı görür” diye de eleştirilebilir. bu tivit ile de Erdoğanın konuşması vesilesi ile kendi “kadına bakış”ını ifade etmiş. o tivitin taşıdığı bütün anlam bundan ibaret. gizliden bir sataşma hali de varsa eğer doğru kişiye sataşmış bence. sonuçta Erdoğanın kadına bakışı herkesçe bilinen bir şey.

  7. Soysuzlaşmanın erişmiş olduğu derinlik, devlet dediğimiz bürokratik aygıtın sessizliği, gerçekten de hayra alamet değil. Sürdürülemez bir durum bu. Durumun vehametinin farkında olanlarımız, bu durumun bu şekilde gidemeyeceğini, gitmesinin mümkün olmadığını görüyor.

    İktidardan fazlasıyla nasiplenip durmuş büyük sermaye gurubu ne düşünüyor?

    Sorulmayan soru bu.

    Günahkar ve bencil bir gurup bu.

    Şimdi, yıllarca iş birliği yapıp yol verdiği sistemdeki tıkanıklık o kadar büyüdü ki, doyasıya keyfini sürdüğü mevcut iktidar, ürettiği istikrarsızlık ve öngörülemezlik dolayısıyla, artık cüzdanı şişkin bu aktör açısından da kabul edilebilirliğin sınırlarının ötesine geçti.

    Erdoğan, artık, daha da zenginleşmenin araçlarını sunmuş olması vasıtasıyla olurunu kazanmış bu gurubun sadakatini muhafaza etmekte zorlanacaktır.

    At iyiydi, artık yoruldu. Onu eski, dinamik günlerine geri döndürecek aşı, Biontech ve Simovac’da olmadığı gibi, TÜSİAD’da da yok. Durum umutsuz vakıa. Ne İyi Parti, ne HDP antikor üretsin diye bu bünyeye şırınga edilebilir.

    TÜSİAD gurubunun da Erdoğan’a sırtını döneceği aylara doğru gidiyoruz.

    Halk TV’ye, reklam kuşaklarının sıklığı, uzunluğu, reklam vericiler merakıyla bakar oldum 🙂

  8. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, BioNTech şirketinin kurucu ortağı, bilim insanı Dr. Özlem Türeci’yi “Uğur Şahin’in eşi” olarak nitelendirmesi büyük tepkiye yol açtı.
    DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Twitter mesajında Erdoğan’a tepkisini, “Emine Hanım’ın eşi konuştu” ifadesiyle gösterdi:
    İSTE DERDE DEVA partimizin derdi buymuş.
    Allah’ım bizi bu muhalefetten Koru.

  9. Abdülhamit tarafından önce sürgüne gönderilen ve daha sonra da sürgünde iken boğdurulan büyük devlet adamı Ziya Paşa bir zamanlar ,
    – Asiyab-ı devleti bir har da olsa döndürür , deyip dururmuş .
    (Devlet değirmenini bir eşek de olsa döndürür)
    Bunu duyan meşhur hiciv üstadı Şair Eşref de şöyle cevap vermiş,
    – Döndürür ama anasının örekesine de döndürür !
    Derken Neyzen Tevfik hiç boş durur mu ! O da şöyle tamamlamış ,
    – O kadar har koştular ki asiyab-ı devlete ,
    Çiğnemekten birbirini dolab-ı devlet dönmüyor !
    Selamlar ,iyi günler

  10. Sayın Koru’nun önceki hafta bir yazısında dile getirdiği, esas olarak ve başlangıçta akademik metinlerde karşılaşılırken son on yılda gazete yazılarında da rast gelir olduğumuz bir terim var: “çökmüş devlet” (failed state). Bu, basit bir tanımlamayla, modern devleti devlet yapan kurumların kötürümleşmesi, devletin bizatihi kendisinin çıkar gurupları elinde çeteleşmesi anlamına geliyor.

    Türkiye’nin bir “çökmüş devlet” olduğunu söylemek, onun çoğulcu ve katılımcı çağdaş bir demokrasi olduğunu ileri sürmek kadar, gülünç olur.

    Türkiye, iki uç nokta arasında bir yerde, her ikisine de uzak. Son 5-6 yıl içinde, 15 Temmuz’un hızlandırıp derinleştirdiği süreçte, ülkenin kimi “çökmüş devlet” emareleri gösterdiği doğru olsa da, henüz o kabusun bir hayli uzağındayız. Hiç değilse, öylesi cehennemi bir durumun Türkiye’de yaşanmasının asla mümkün olmadığını düşünmemize yol açan geleneksel varsayımımızı ve iyimserliğimizi koruyabiliyoruz.

    Aklı başında, görme melekesini yitirmemiş, ahlaki duyarlılıkları körelmemiş her insan, gidişattan haklı olarak kaygılanıyor. Bu kaygının bugün bu denli derin yaşanıyor olması, aslında devletin soysuzlaşması değil. “Dün” sözcüğü ile ima ettiğimiz önceki dönemlerde de vardı bu durum. Yeni ve kaygı katsayısının çok artmasına yol açan şey, soysuzluğun ALENİLEŞMESİ hali.

    Eskiden, devletin soysuzlaşması, devletin kendisiyle ilişkilendirilmezdi. Soysuzlaşmanın hissedilir ve gizlenemez olduğu kimi zaman aralıklarında, “meşru siyaset” dediğimiz aygıt, makulleştirici ve yatıştırıcı bir açıklamayla (algı operasyonu ile) durumu önemsizleştirirdi. Akıllarda kalan, “Devlet, kimi zaman hukuk dışına çıkar”, “Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de bizdendir” türü ifadeler, bu amaca yönelikti.

    Ortada, çok rahatsız edici, aleni, aleniliği dolayısıyla da yaygınlığı ve derinliği açığa çıkmış kötü bir durum var.

    Oklar, esas olarak iktidarı işaret ediyor olsa da, o çok kötü durum salt iktidarın kendisi ile ilintili değil.

    Kitleler bunu açıklayamıyor, ama, seziyor. Meselenin “iktidarın ötesinde” bir mesele olduğunu seziyor. İktidar seçmeni olmaktan kopamayışın, iktidar seçmeni olmaktan kopmanın ama başka bir partiye gidemeyişin, kararsızlar ile “protesto oy” guruplarının büyüklüğünün, Z kuşağının neredeyse 3’te birinin oy verme eylemine ilgisizliğinin nedeni de bu.

    Bir bütün olarak siyasete yabancılaşma, siyasetten uzaklaşma, siyasetten umudu kesme hali yaşanıyor.

    Adını koyalım: Yaşadığımız şey, sadece iktidarın değil, bir bütün olarak siyasetin krizidir.

    “Siyasetin krizi” ile ilgili tek cümlelik bir tespitte bulunup bir soru ile bitireceğim.

    Tespit şu: Bir bütün olarak siyaset kurumunun krizi, ÖNGÖRÜLEMEZLİK ve krize süreklilk kazandıran bir İSTİKRARSIZLIK üretir.

    Soru şu: Havuz medyasını boş verin, ama, Ahval haber sitesinden T24’e, Halk TV’den GazeteDuvar’a, Medyascope TV’den kurumsal Cemaat’in haber ve yorum sitelerine varıncaya kadar, toplu olarak kendisine “muhalif medya” denilen gazete ve internet sitelerinde, ÖNGÖRÜLMEZLİK ve İSTİKRARSIZLIK faktörleriyle yakından ilgisi olan bir “çevre”nin siyasi analizlere, yorumlara, öngörülere konu olduğunu, o analizlerde kendisinden söz edildiğini hiç duydunuz mu?

    O çevre, iki araçla, siyasetin krizine müdahale ederdi: darbe ve medya.

    Doğrudan siyasetle ilgili ve siyasete doğrudan taraf olarak, bir dernek adı altında gazetelere tam sayfa ilan verirdi o “çevre”.

    On yıldır suskun o çevre. Çünkü, kendisine bir istediyse üç verildi. Üç kazanıyorsa yedi kazanır hale getirildi.

    O çevrenin BUGÜN ne düşünüp ne hissettiği bir giz, kocaman bir soru işareti.

    Konuşmayan, ses vermeyen, kımıldamayan, adeta ölü taklidi yaptığı için varlığı göze gelmeyen ve varlığı hatırlanmayan o çevre, yıllardır bir beklerken üç verilerek ödüllendirilmiş olsa bile, tatlı karlarını üçe beşe katlamış olsa bile, DOĞASI GEREĞİ, öngörülemezlik ve istikrarsızlık üreten olağan dışı bir siyaset krizine kayıtsız kalamaz. Böylesine olağan dışılaşmış bir krize uzun süre tahammül edemez.

    O çevrenin BUGÜNKÜ zihin ve duygu dünyasının gizini merak etmeyen toplum bilimcileri, gazetecileri, köşe yazarlarını ciddiye almamak gerekir.

    Çünkü, ülkenin siyaset serüveninin ilk paragraflarda değindiğim o iki uç noktadan hangisine doğru devam edeceğini nihai olarak tayin edecek aktör, herkesin analiz ve yorumlarına dahil etmemek için gizli yemin etmiş göründüğü ‘suskun’ aktördür.

    Suskun aktörün, kısa bir süre sonra, medyayı dönüştürerek medya aracılığıyla başkalarını konuşturarak ‘suskunmuş gibi’ yapmayı seçeceğini düşünüyorum.

    Böyle gitmeyecekse, böyle gitmesi mümkün değilse, bunun güçlü işaretleri ilkin medya dünyasından gelecek.

    Erken seçim olup olmayacağına Erdoğan ve Bahçeli karar verirmiş, ancak bu ikisinden birisinin istemesi halinde erken seçim mümkün olabilirmiş.

    “Hadi ya?” deyip geçmek lazım.

    Siz, TÜSİAD kısaltmasının simgeleştirdiği o çevrenin bugünkü zihin ve duygu halini merak etmiyor musunuz?

    • Arada sırada da olsa bütün suçu AKP ye atmayan yorumlar görmek güzel
      Ülkeyi hepimiz bu hale getirdik Ama sadece iktidarın düzelmesini bekleyip kilimizi kipirdatmiyoruz.
      Biz çalmadık mi
      Biz vergi kaçırmadı mi.
      Biz çevreyi kirletmedik mi
      Biz rüşvet vermedik mi.
      Biz biz biz

    • TÜSİAD’ın eski araçları, medya ve ordu, artık iktidarın elinde değil mi? Medya almasına ve muhalif çıkış yapmasına izin verilir mi? Pambıkören o gruptan, iktidara kökten mahkum değiller mi? Bu sistemde her iki taraf da kazanıyor dediğiniz gibi. Bu dengeyi bozmak için bir sebepleri de yok şimdilik. Ancak iktidara elbette güvenmiyorlardır ve kazanımlarının gidebileceğini görüyorlardır. Fakat elleri mahkum gibi, çünkü ellerinde hareket yapabilecekleri bir araç yok eskiden olduğu gibi.

    • Neyini merak edeceğiz; futbol kulübü yönetiyorlar ya, onu da adam gibi yönetseler bari:)
      Eskiden olsaydı arada bir rapor filan açıklarlardı; imamhatip okulları şöyle, başörtüsü böyle falan diye…
      En son türkçe olimpiyatlarında sponsorluk yaparlarken görmüştük, sonra da ibb adayı imamoğlunun altına çektikleri özel uçağın kuyruğunda koçbaşı logosuyla…
      Belgrat ormanlarından kestikleri 6bin ağacın yerine beton blokları kondurabilmek için hapse attırdıkları eski belediye reisi, sonraki başbakanın açtığı dava sonucu/yargı yoluyla devlete kaybettikleri koçbaşı üniversitesinin kampüs arazisine tekrardan konana kadar durmak yok, yola devam!!!
      Tüsiad mı demiştiniz?

  11. Eski ıslamci yazar D. Cundioglu (mealen) demis ki: Alni secde goren cocuklar calmaz diyorduk, kazin ayagi oyle degilmis.

    • Mehmet bitek çalmakla kalsaydılar iyiydi; milletin f16larına atlayıp bi de 50 küsur polisimizi bombalayıp öldürdüler ya ona ne diyorsun???

  12. Sedat peker olayının bir proje olduğu yavaş yavaş ayyuka çıkmaya başladı.
    Bu muhalif şebeleklere göre AK Parti’nin en büyük “sırrı” da 15 Temmuz. Sedat Peker’den de en çok bu “sırrı” deşifre etmesini istiyorlar. Hülasa, 15 Temmuz direnişine Fetullah Gülen’le ağız birliği içinde “tiyatro” demesini bekliyorlar.
    Öyle siyasi şizofren bir güruh ki, Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlık koltuğuna nasıl oturtulduğunu hem bilmiyor hem öğrenmek istemiyor. Ama 19 yıl boyunca her seçimi kazanıp tek başına iktidar olan AK Parti’nin “sırlardan” ibaret olduğunu sanıyor.
      Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek, deliliktir” der Albert Einstein.
    Sürekli tahkir, tezyif, yalan, kurgu, halkı aşağılama, koyun, inek, şeriat geliyor, diren zart diren zurt, alkolüm, benim bedenim, benim donum. Ne işimiz var, yıkacağız, yaptırtmayacağız, millet aç aç, Katar gençler tıp okuyacak, nerde paralar, akp yandaşlarına silah dağıtiyorlar vesaire ile siyaset yaptıklarını zannediyorlar.

    Peki aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuç beklemek için ille de deli mi olmak lazım? Hayır…
    Deli değildirler ama belki kafası basmıyordur.
    Belki sadece tembeldirler, başka bi’şey denemek için enerjilwri yoktur.
    Belki alternatif üretecek imkan, kabiliyet ve dahi kapasiteleri yoktur, bu yüzden aynı şeyleri tekrar tekrar yapmak mecburiyetindedir. Belki de “farklı sonuç” zaten beklemiyordurlar.Sonuç hep aynı oldu.
    Ürettikleri tek bir siyaset, somut tek bir proje yok.

    • sayin fatih
      EĞER ak parti kaybedecegi ilk secimden sonra bir muhalefet partisi olarak kalabilir ve bir sonraki secimde varliginin ekseriyetini korursa sen haklisin demektir. EĞER ki siyasi tarihte ki bircok parti gibi % 1 -5 lere duserse demek buradaki yorumcularin ekseriyeti hakli demektir.

  13. Yine de bildiğim bir şey var, onu not edip yazıyı noktalayayım: Görmezden geliniyor, olana olmamış muamelesi yapılıyor ama bu böyle gitmez, gitmesi mümkün değil.
    Böyle bitiyor Sayın Koru’nun yazısı. Kim ki görmezden geliyor, olana olmamış muamelesi yapıyorsa, o da işin içindedir, olanlara razıdır. Bu kadar basit…

  14. Yazık, çok yazık Yanlış yapan bir iktidarı destekleyerek, bütün yanlışlıklara ortak olup Kuranın bildirdiği hükümlere Ters düşmekteler.

    • Hasan bey bak bi kere daha söylüyorum, dini siyasete alet etmeyin; tc laik, çağdaş, demokratik, sosyal adaletçi, anayasal bir hukuk devletidir!!!!

  15. FUAT AVNi ciler yine çıkmış piyasaya, yeni bir şeyler denemeye çalışıyorlar. Yine aynı teraneler. Acımamak elde değil. O kadar yalanlarla dejenere olmuşlarki, yalanlara o kadar inanmışlarki, yaydıkları yalan o kadar çok ki artık kimse inanmıyor bunlara farkında değiller. Zannediyorlarki sosyal medyayla hükümeti bu sefer devireceğiz. Böyle devam etmelerini yürekten destekliyorum.

    • bir zamanlar grafik tasarımcıların uyguladığı rengarek patlayan yazılar vardı.

      amatör meraklılardan üç dört arkadaş edebiyat dergisi çıkarmak üzere mecidiyeköy’de bir ofis kiralayıp aylar geçmesine rağmen dergiyi çıkarmayı başaramayınca ayrıldıklarında yayıncılık işlerinde kullanmak üzere aldıkları pahalı, bir o kadarda güçlü bilgisayar parasını ödediği için 18 yaşında oğlu olan büyük ortağa kalıyor, tabi ofis de. prepres hizmetleri sunan bir firmayla da anlaşması olduğu için ofiste reklamcılık işleri yapmaya karar veriyor fakat oğlu grafik programlarını bilmediği için kursa gitmeden bilgisayarda yüklü olan programların 5’er 10’ar saat ile öğrenilebileceği bilgisini alınca oğlunu grafikter yapmaya karar veriyor. oğlu bir an önce grafik programlarını öğrenmek için çalışmaya başlıyor. derken bir sene boyunca babasının getirdiği işleri yaparak ofisi reklam ajansına dönüştürmeyi başarıyor.ofis artık havalı bir reklam ajansı tabelası olan profesyonel bir firmadır.

      bir iş için reklam ajansına sık uğradığım günlerden birinde bir yıllık grafiker arkadaşı yanında sayfaları açık duran dergiye bakarak bilgisayarda bir şey çalışıyor görünce ne yaptığını sordum; “patlayan yazı çalışıyorum ama olmuyor, sen anlarmısın bir baksana dergideki tarif doğrumu acaba” dedi. ben denerken o da başka bir şeylerle meşguldü. ilk denememde oldu, halbuki hiç anlamam bu işlerden. nasıl yaptığımı sordu, tarifi adım adım uyguladım oldu dedim. “bir daha deniyeyim” dedi. ben mutfakta çay doldururken seslendi, yanına gidince “F..tuşuna basarmısın” dedi. niye sen basamıyormusun derken ne yaptığını gördüm: iki elinin parmaklarıyla c,t,r, l, s,h,i,f,t tuşlarına basmaya çalışırken F tuşlarından birine daha parmağı yetişmediği için benden yardım istiyor.

      T tuşuna aynı anda iki defa nasıl basacaksın acaba diyerek ensesine şaplağı vurdum mu neye uğradığını şaşırmış vaziyette bön bön suratıma bakakaldı.

  16. ALLAH IMKAN VE FIRSAT VERIR AMA BIZ….
    özal basbakanligi birakmasaydi. Türkiye suan farkli olurdu. Davutoğlu başbakanli birakmasaydi şuan farkli olurdu. Abdullah Gül her seye ragmen adayim deseydi muharrem ince %5 te kalir. abdullah gul % 40 larda kalir 2. turda alirdi. Ali babcan vaktinde istifa etseydi. DEVA suan mecliste olurdu. bu seciminde favorisi olurdu. burda tek ortak ozellik cesaretsizlik. sadettin tantan yurt partisini kurdu. bi varlik gosteremedi ama cesareti onu daima bir merkez ussu halinde tutuyor. IYILER AKLI SELIM KISILER ICIN CESARET LAZIM. ADALETİN OLMADIĞI YERDE KOTULER CESUR OLUR.

    Dedelerimiz vaktinde sadece edebiyat ve sosyal bilimler yerine pozitif bilimlere agirlik verseydi bizler bilim ureten bir nesil olurduk. (olaylar ve kisilerin herbirini bagimsiz olarak degerlendiriniz.)

  17. DOLAYLI KABUL
    Ceza hukukunda “ikrar”, yani şüpheli yada sanığın hakkındaki iddiayı kabul etmesi çok önemli bir “kanıt” kabul edilir.
    İkrarın makbul olanı, iddianın doğrudan kabul edilmesidir.
    İddianın olduğu gibi değil, iddia edilen eylem ve olayların bir kısmının kabul edilmesine de “dolaylı kabul” denir.
    PEKER in iddialarında adı geçen birçok kişi bu yola başvuruyor.
    Külliyen reddetse iddia edilen zaman ve yerde bulunduğuna dair başka kanıtlar var. Yada ilgili kişi başka kanıtlar olduğunu düşündüğü için bu yola başvuruyor.
    ” Ben orada bulundum, ama, ancak, fakat, lakin, vs. vs………..”
    Y e r s e n i z.

  18. Yaşananlara bakılırsa ‘bu böyle gelmiş böyle de gider, gidecek’ diyesi geliyor insanın…

    Baksanıza; bir daha da darbe olmaz dediğimiz, temel hak ve hürriyetlerin, ifade özgürlüğünün hiç olmadığı kadar serbestçe kullanıldığı, basının daha özgür ve farklı görüşte olanlarının daha bir medenice, hakça fikir mücadelesinde bulunduğu, hukukun yerleşmeye zemin bulduğu, nispeten dahi olsa yargının saygınlık elde ettiği 2002 sonrası dönemde;

    – 1000 yıl sürecek denilen 28 Şubat kasvetli ortamının etkisi kaybolmaya yüz tuttuğunu zannettiğimiz günlerde bir e-muhtıra,

    – 12 Eylül 2010 referandumunda bütün toplum kesimlerinden “yetmez ama evet” diyerek katılımın olduğu yeni Anayasa değişikliğiyle daha demokratik bir düzene evrileceğimiz umutları yeşermişken, çok geçmeden tam tersi bir tablonun oluşmaya başladığı, kazanımların bir bir kaybedildiği bir sürecin eşiğinde hain 15 Temmuz darbesiyle bir altüst oluşu yaşamış olduk…

    Bu ülkede bir daha darbeler yaşanmaz olgusu toplumun her kesimine yerleşmişken 2002 sonrası dönemde bir e-muhtıra ile bir de hain 15 Temmuz darbesinin yaşanmış olması, 2000’li yıllar öncesi yaşanan darbelerden farklı kılmıyor ülkemizi malesef. Muhtıra vermeye ve darbe yapılacak ana gelene kadar vesayet odaklarının Milli İrade üzerine boca ettiği baskı da cabası.

    Önce yaşanan darbeleri bir kenarda tutarak söyleyelim ki, milenyumun -yeni bin yılın-, 2000’li yılların eşiğinden başlayarak 1997- 2015 aralığına, 18 yıla 3 adet demokrasiye müdahale sıkıştırabilmişiz. Bu bile atılan demokrasi nutuklarının, naralarının, çığlıklarının karşı tepede makes bulduğu ve bize ancak aksi seda olarak yansıdığı kadar demokratik bir zemine kavuştuğumuzu haykırıyor. Sadece bu kadar. Bir el, daha demokratik daha özgürlükçü bir zemine kavuştuğumuz kertede devreye giriyor ve filmi makaslıyor.

    Hain 15 Temmuz darbesinden sonra yeni darbe olacak kaygıları daha da artmadı mı, daha fazla dillendirilmedi mi? Üstüne, darbe anayasalarına/yasalarına rahmet okutacak yasal değişiklikleri, askeri darbe uygulamalarını, belki daha da fazlasını, hukuksuzlukları yaşamıyor muyuz? Yargının hali pür melali ortada; en son S. Peker’in ifşaatlarına karşı nasıl da ürkek ve çekingen duruyor, görüyoruz.

    Ülkemizde -üçüncü dünya ülkeleri gibi- bir daha da darbeler yaşanmaz kanaatine vasıl olsak bile, bir darbeden ötekine kadar geçen sürede önceki darbenin uygulamaları, yasaları, düzenlemeleri ile her dem yaşıyoruz. Yani, en son darbe gerçekleşene kadar aslında yine bir darbeler zemininde yaşıyoruz ve o meşum darbelerin etkilerini iliklerimize kadar hissediyor, kanıksıyoruz.

    Böyle bir zeminde mafyalar, suç örgütleri, hırsızlar, arsızlar; yolsuzlar, yoksullar, yasaklar bitmiş de, türemiş de çok mu? Bir de; askeri olsun olmasın darbelere alkış tutan, çanak tutan solcular…

    Muhafazakar-sağ kitle de o değirmene hep su taşımış…

    Böyle bir (siyasi) zeminde de “GLADİO” türemiş çok mu?

    Zemin müsait efendim zemin; böyle mümbit(!) topraklarda başka ne bitsin?

    Çare: Gerçek…
    Samimi…
    Ayakları üzerine oturan “Yeni Milli Mücadele!”

    • Hasan bey “Yani, en son darbe gerçekleşene kadar aslında yine bir darbeler zemininde yaşıyoruz ve o meşum darbelerin etkilerini iliklerimize kadar hissediyor, kanıksıyoruz.” demişsiniz de; ama dikkatinizi çekerim 15temmuz başarısız olmuş bir darbe girişimidir, yani içiniz rahat olsun!
      Yalnız şu “Üstüne, darbe anayasalarına/yasalarına rahmet okutacak yasal değişiklikleri, askeri darbe uygulamalarını, belki daha da fazlasını, hukuksuzlukları yaşamıyor muyuz?” sorunuza bi anlam veremedim;
      daha önceki hangi “askeri darbe uygulamalarına” rahmet okuduğunuzu biraz açar mıydınız?
      Sonra da şu “Yeni Milli Mücadele!” neyin nesiymiş onu konuşuruz, ha gayret!!!

    • Erdoğanın etrafında kavga edecek ve iftira atacak kimse kalmayınca, şimdi peker aracılığı ile kendi partısıne darbe yapiyor.

  19. Keşke böyle gitmese. Ama hep böyle gitti ve hep böyle gidecek görünüyor. Daha önce de ortaya döküldü bu tür rezillikler ve hiç bir zaman hesap sorulmadı. Yeni bir ekiple devam etti devlet. Bu sefer de aynısı olur diyeceğim, ama artık ona bile ihtiyaç duymayacaklar sanki.

    Adalet ve kalkınma iddiası ile gelen güya yeni (!) bir siyasi hareket öyle bir dönüştü ki, kısa zamanda ülkeyi bir yolsuzluklar, hırsızlıklar, mafya, narko, ve hukuksuzluklar cehennemine çevirdi. Tepeden aşağıya kirlenmemiş bir şey bırakmadılar. Türkiye 20 yıl öncesinden çok daha rezil bir durumda.

    Ülkemiz adına üzülmemek elde değil. Ama iktidara hala destek veren halk için bunların hiçbirinin önemi yok. Göz yumuyor ve umursamıyor. Haberi bile yok. Tek derdi ekmek parası. Ona da muhtaç olacak bu gidişle yakında.

    20 yıl öncesi kadar bile medya çeşitliliği ve baskısı kalmadı iktidarı sorgulayabilecek. Muhalefet eskisinden çok daha zayıf. Meclis tamamen bitirildi. Tek adam rejimine teslim edildi herşey.

    Buradan çıkış bana göre çok zor. Bu kadar güç verilmiş bir iktidar gitmez kolay kolay. Önümüzde düzgün bir seçim olacak mı o bile soru işareti. Buna benzer seçimle gelmiş tek adamlık rejimler dünyanın her yerinde. Bizim özel bir durumumuz yok. Aynı yolda gidiyor bu ülke de. Daha önceleri demokratik bir görüntüyü koruma gayreti vardı, artık ona da ihtiyaç duymuyorlar. Tam hukuksuzluğu yaşıyoruz. Yakında tam diktatörlüğe geçebilir ülke. İşaretler çok fazla.

  20. Bu sefer gitmesine gidecekte felç ettiğı ülkeyi tamamen batırmadan gitse, $ 128 miliyar zaten uçtu. Türkiye barı yerinde kalabilse.

  21. Ali Bayramoğlu yazısının başlığına “hep aynı teraneler” cümlesini kullanmış ve “Türkiye bu tür yazıların yazılmadığı günleri görecek mi dersiniz?” sorusuyla bitirmiş. ben de yazının altınada bu tamamen sana bağlı sayın hocam, sen ne yazarsan biz de onu okuyoruz sonuçta dedim. bence iyi dedim:))

  22. Pekerin verdiği adres ile Cübellinin verdiği adresler birbiri ile çelişkili! Peker’e verilmiş görev hedef saptırmak ve gerçek suçlulari temize çıkarmak.
    ××××××× kopi
    Silahlı örgütleri ilk AKP’li Cübbeli ifşa etmişti, iddialar örtbas edildi
    iddialarının yankıları sürüyor. Silahlanma iddiasını daha önce de Cübbeli Ahmet gündeme getirmiş, igade verdiğinde polislerin anlattıklarına şaşırmadığını söylemişti.

    Cübbeli Ahmet adıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, geçen yıl eylül ayında Türkiye’de 2 bin Selefi derneğin bulunduğunu ve bunların silahlanarak iç savaşa hazırlık yaptıklarını öne sürdü. Cübbeli’nin açıklamaları sonrası 13 kişi gözaltına alındı, sonrasında ise bu iddialar unutulup gitti.

    İÇ SAVAŞ HAZIRLIĞI MI YAPILIYOR?

    Cübbeli Ahmet, geçen yıl yaptığı açıklamada Türkiye’de 2 bin Selefi derneğin bulunduğunu ve bunların silahlandığını öne sürüp iç savaş uyarısı yaptı. “Tarafsız Bölge” programında son dönemde Türkiye’de artan selefi akımlara ve bunların dernekleşme faaliyetlerine dikkat çeken Ünlü, “Şahıslar pompalı mompalı. İç savaşa hazırlanıyorlar. Özellikle Batman, Adıyaman taraflarında çok selefi akım var. Selefi tarafıyla İran yanlısı Şii tarafın çatışması hazırlanıyor. Barut gibi. Bu silahlanmayı durdurun. Yarın bu işin önünü alamayız. Bunlar nasıl müsaade ediliyor. Mutlaka kontrol edilmesi lazım” demişti.

    “POLİSLER ANLATTIKLARIMA ŞAŞIRMADI”

    “Türkiye’de silahlanan 2 bin selefi örgüt var” iddiası sonrası polisin ifadeye çağırdığı Ahmet Mahmut Ünlü, polislerin anlattıklarına şaşırmadığını söyledi. Konuyla ilgili Savcıya konuşan Ünlü, anlattıklarını polisin kayda geçirdiğini söyleyerek, “Emniyet mensuplarına, selefi dernek yapılanmaları, bunların mescitlerle ilgili çalışmalarını, bize değişik illerden gelen bilgilere dayanarak anlattım. Bazı isimler de verdim. Benim anlattıklarım karşısında bilgi alan emniyet mensuplarının hayretler içinde kalacaklarını sanıyordum. Ancak hayret belirtisi göstermediler” dedi.

    13 GÖZALTI İLE BU İŞ KAPATILDI

    Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün “Selefi dernekler silahlanıyor” açıklamasının ardından İstanbul’un sekiz farklı ilçesindeki 16 adrese Özel Harekat timleri desteğinde baskın düzenlendi. Eş zamanlı operasyonlarda Rusya, Suriye ve Orta Asya kökenli şüphelilerin de olduğu yabancı uyruklu 13 kişi gözaltına alındı. Adreslerde yapılan aramalarda çok sayıda örgütsel doküman ve dijital materyallere de el konulduğu bildirildi. Şüphelilerin geçmişte IŞİD, Heyet Tahrir el-Şam, Fetih üş Şam Cephesi ve El Nusra Cephesi saflarında Suriye ve Irak gibi ülkelerdeki çatışmalara doğrudan ya da dolaylı olarak katıldıkları öne sürüldü. Cübbeli’nin silahlanma iddiası da bu operasyonlarla birlikte noktalandı.
    ×××××××

  23. Gitmeycekde zaten Z kuşağı internet kullanmayan dedelerine,.yetişkinler anne babalarına Bayram tatilinde bu olayları anlatacak ve sorumlulara karşı boy kullanılmamasını isteyecek. Sorumlular internet kullanmayan kitleyi inandiririz diye boşa sevinmesin.

    • Vatandaş bu Z kuşağı dediğiniz ne yer ne içer ben bilmiyorum ama büyük ihtimal bayram tatilini sahillerde biyerde fotoğrak çekerek geçirirler, öyle evlerine filan da pek uğramazlar büyük ihtimal, yaş iş yani…

  24. Titanik batarken yolcular, kaptan dahil geminin battığının farkında değillerdi. Bizde durum daha vahim; geminin su aldığını herkes görüyor, batacağını biliyor, hiç bir şey yapmıyor. Bol bol lak lak ediyoruz. Meleklerin cinsiyetini tartışanlardan farkımız yok. Buna doğal ayıklanma demek gerek. Bizler Anadolu’yu hak etmiyoruz. Akla gelen gelmeyen her konuda sapır sapır dökülen bir halk buraları hak etmiyor. Tarihi (kendi atalarının bıraktıkları dahil) talan ve yok eden, doğasını kirleten, yetmezmiş gibi Dünya’nın çöplüğüne dönmeyi kabul eden, yargısına güvenilmeyen, suçluları ortalarda gezen, ağzı burnu dağıtıldığı halde “acımadı ki” ” acımadı ki” diyen… Doğal ayıklanma bunun neresinde? Yok olacağız, daha ne olsun…

    • 7 düvelle barışık olanlar dünyayı ve insanları daha iyi tanırlar ve az yalnış yaparlar. Fakat, çevresindeki dar kesimde yetişmış insanlar onun başarısına engel olurlar.
      Örnek:Obama.
      Obama başkan aday adayı olduğunda, herkes onun değil başkan olacağını DP nin dahi adayı olamayacağna emindiler.
      Ben DP lilerin ilk tartışmasında yanımda kalan Etopyali bir siyah kıza şunu söyledim. “Ben bu adami hiç tanımıyorum vede hakkındada hiçbirşey bilmiyorum, yalniz tartışmayı izledikten sonra bunun başkan olacağından eminim.” Dediğimde
      Kız bana anne diye hitap ediyordu, ve bana aynen şunu söyledi.” Anne keşke olabilse ABD liler bunu seçmezler, hem baba tarafı müslüman hemde siyah baksana bütün basın ve yayın gurupları bunu topa tutmuşlar.” Ben’de bekleyip göreceğiz, çünkü basın yayın ve ABDenin elit kesimleri her ne kadar orda yaşamasam bile ABDyi ve halkını benim kadar tanımazlar,” dediğimde, kız İnşalah dedi ve pek umutlanmadı. Obama D.P adayı olunca “anne sana biraz katılıyorum fakat karşısındaki adam herkes tarafından sevilen birisi Obama’nın hiç şansi yok.” Demiştı, ben hayır o adam iyi ve çalışkan olabilir fakat Obama kadar karizmatık olamaz,Obama çok çile çekmiş ve dünyayı ve milletleri ondan daha iyi taniyor,” dediğmde, “bu basın olduktan sonra obamaya hiç şans tanımıyorum,” demişti hakikatten adaylık döneminde hemen hemen bütün basın obamayi hedef tahtasına yatırmış oklarını ona atiyordular.
      Fakat obama ezdi geçti. Ona saldıran basın ve yendiğı aday,da dahıl onlarla ne kin tuttu nede ters düştü, ve onların güven,sevgi ve taktirlerini kazandı Şu anda ABD’in gelmiş geçmış başkanları içerisinde en adeletliler arasında 3. Sırada yer aliyor hem basın hemde sivil toplum õrgütleri tarafından taktir edilen ve sevilen birisi. Geçen gün the view program’da J McCain eşı Obama hakkında çok güzel konuştu ve kocasının obamayı yakından tanıdıktan sonra seçimi kaip ettiğine hiç üzülmediğini anlatiyordu. Zaten onun kocasi sayesinde Trump obamanı çıkardığı sağlık sigortasını iptal edemedi. Adam cenazesinde dahi Obamanın konuşmasını vasiyet etmiştı.
      Bunları neden yazdım? Genelde siyasetçiler özeliklede Türkiyedeki’ler bırakın dünyayı Türkiye halkını dahı tanımiyorlar ve hemen hemen hepside görevleri halka hızmet olmasına rağmen halkı kendilerine köle edip hizmet ettiriyorlar.

      Ben Türkiyede yaşarkende buralardada her kesimden ve her ırktan insanlarla (ukala kendini beğenmış cahiller hariç) siyasi göeüşleri, dinleri, ve meshepleri ne olursa olsun arkadş olmayi ve bir arada yaşamayı severdim. Türkiyede Genelde kendi siyası görüşümden olanlar ile pek anlaşamazdım! Yalnışlarımızı konuşunca onlar bene ya kominis yada vatan haini diyiyordular.
      Fakat Canada ve ABD bizim tam tersimiz, yalnışları konuştuğumuz zaman birbirlerine teşekür ediyorlar ve dikkat edeceklerini söyliyorlar.
      Başarı bireylerden başlar. Önce kendi kendimize öz eleştırı yaparsak kendimiz başarılı oluruz. Bu ülkeler,guruplar, ve milletler içinde ayni.
      Şu an ABD’deki irkların hepsi olmasa dahi ç[ğunluğun gelenek görenk ve inançlarını en az onlar kadar biliyorum.

      2 hafta oluyor biri aile diğeri komşumun arkadaş bir bey ile karşlaştım. Ailenin telefonunu bulmuştum,
      Bunların ikiside Yunanistalı, önce komşumun arkadaşı nerelisin diye sorunca nereli olduğmu söyledim ve onun nerelo olduğunu sordum, bana cevabı “her yerliyim oldu” komşum hemen ona Nur Amerkalılardan daha fazla ABDli senin memleketin onu insanlığı ve senin hakkında görüşlerini değiştimez” dedi.
      Telefon’nun sahipleri almaya gelince genç adam geldi telefonu verdim baktım bana para vemek için cuzdanını çıariyor hemen mudahale ettim. Adam teşekür ederken 4 yaşında kızı ara adan bana Gad Blast You Allah Razı olsu) diye 3 kez söyledi, annsde buna bereli olduğmu sordu ben söyledim, baktım karı koca memleketlerini söylemeye çekiniyorlar.
      Ben siz Yunanistanlısınz değilmi? Diğe sorunca, nerden bildin dediler. Bende biz düşman değiliz komşuyuz ve biliyorum Yunan halki ve Türk halkı birbirini seviyorlar, fakat siyesetçileri çalışarak değil düşman yaratarak seçildikleri için bizide birbirimize düşman olarak lanse ettiriyorlar.
      Biz dostuk.” Dedim ve dua ederek gittiler hele o kız çocuğu nasıl dua etti demeki ailesi dindar birisi.

      Haa bizim halk adam olurmu? Zannetmiyorum, çünkü buralara gelmiş 40 50 sene burada yaşamışlar halen daha ocu bucu cahaletliklerini devam ettiriyorlar.
      Biz okumuş cahilleriz. Bizi en iyi Erdoğan gibileri idare eder.

Yoruma kapalı.