Türkiye bir zamanlar ‘örnek ülke’ olmak üzereydi ve bunu siyaseti ve basını özgürleştirerek gerçekleştirmişti.. Unuttuk…

46
Hürriyet'ten..
Reklam

Türkiye’de garip şeyler oluyor. Olmaması gereken şeyler. Ardından o garip şeyleri ortadan kaldıran bir şeyler daha oluyor; onlarla gariplik ortadan kalkmıyor, durum daha da garipleşiyor.

Öncesi de var, ama son iki olay yeterince açıklayıcı.

Gazeteci Hasan Cemal yurtdışına gitmek üzere eşiyle birlikte havalimanına geldiğinde, polis denetiminden geçeceği sırada, hakkında ‘yurtdışına çıkma yasağı’ bulunduğunu öğreniyor. Polisin bilgisayarındaki yasaklılar listesinde ismi var. Görevli polis Hasan Cemal’in pasaportuna el koyuyor, yurtdışına çıkışına izin vermiyor.

Neden?

Meğer hakkında açılmış 2017 yılına ait bir dava şu sıralarda Yargıtay aşamasına gelmiş ve o arada mahkeme -bir yerlere kaçmasın diye- Hasan Cemal hakkında böyle bir tedbir alma ihtiyacı hissetmiş…

Bildiğim kadarıyla Hasan Cemal hakkında açılmış -hatta sonuçlanmış- başka davalar da var; yazılarından anlaşıldığına göre sık sık da yurtdışına gidiyor ve gittiği gibi de ülkeye dönüyor. Giriş-çıkışlarının Emniyet’te kaydı olmalı. 

Kısacası, kaçma ihtimalini düşünmek için herhangi bir sebep bulunmuyor.

O halde?

Reklam

Size de garip gelmiyor mu Hasan Cemal’in pasaportuna el koyma kararı?

Nitekim, avukatının itirazını dikkate alan başka bir mahkeme “Sanık hakkında kalan bakiye ceza miktarının nazara alındığı” gerekçesiyle yurtdışı yasağını kaldırıvermiş. Cezası zaten 3 ay 22 günmüş ve ertelenmiş…

Alın size bir garip durum daha.

Yasak kararının yersiz olduğu anlaşılıyor; öyleyse o kararı veren mahkemenin böyle bir tedbire başvurmasının sebebi ne olabilir?

Demirtaş’ın başına gelen

İkinci olay, çok uzun süreden beri cezaevinde tutulan HDP’nin eski eş-başkanı ve son seçimde cumhurbaşkanı adayı gösterdiği Selahattin Demirtaş’ın rahatsızlanması…

Aynı zamanda kendisinin kızkardeşi de olan avukatının bildirdiğine göre, 26 Kasım günü Demirtaş’ın göğsü sıkışmış, nefes alamaz olmuş ve bunun sonucu olarak da bilinci kapanmış. Yetkililerin uyarılmasına rağmen hastaneye sevki yapılmamış. Hem de tam bir hafta boyunca. Avukatı bu durumu kamuoyuyla paylaşınca, apar topar dün hastaneye sevk edilmiş Demirtaş; ancak hastane durumunda endişe edilecek bir şey bulamadığı gerekçesiyle kendisini taburcu etmiş. 

Yahu hiç değilse daha derin tıbbi tetkikler için birkaç gün hastanede tut Demirtaş’ı…

Reklam

Savcılık yapmaları gereken her şeyi yaptıklarını açıkladı.

Esas yapılması gereken, Demirtaş’ın uzun süren tutukluluk halinin bir an önce sona erdirilmesidir.

Ülkemizde cezaevleri geçmişte siyasilerin ikinci adresi halindeydi. Dili biraz sivri olan, ya da iktidarın başka türlü baş edemediği siyasilerin her dönemde bir biçimde cezaevlerine yolları düşmüştür.

Bunun bilinen en meşhur son örneği Tayyip Erdoğan’dı. İstanbul belediye başkanı iken Siirt’te yaptığı bir konuşmada okuduğu bir şiir bahane edilerek yargılanmış ve cezaevine gönderilerek siyasi yasaklı yapılmıştı.

Tayyip Erdoğan şimdi cumhurbaşkanı.

En son Yanlış örneğin 28 Şubat şartlarında gerçekleşen Tayyip Erdoğan’ın başına gelen cezaevi macerası olmasını dilerdik.

Öyle olmadı. Eskinin yanlış uygulaması günümüzde de sürdürülüyor.

Yanlış hatırlamıyorsam, gazeteciler ve siyasilerin sıkça yolunun düştüğü Ankara’daki Ulucanlar Cezaevi, AK Parti iktidarı döneminde, herkese ibret-i alem olsun diye, bir özgürlük müzesi haline dönüştürülmüştü.

Hayır, yanlış hatırlamıyormuşum; baktım, Ulucanlar şimdi müze.

Ancak siyasiler ve gazeteciler günümüzde de cezaevlerine düşebiliyor.

Garip değil mi bu da?

Biz böyle yazdıkça ne cevap verildiğini biliyoruz: “Ne yani” diyorlar, “Akıllarına geleni yazsınlar, dillerine ne gelirse söylesinler mi? Bunun bir ölçüsü yok mu?”

Evet, bunun bir ölçüsü var: Siyasiler Meclis kürsüsünde söyledikleri yüzünden yargılanamazlar, gazeteciler de yazdıkları yüzünden mahkemelerce hesaba çekilemezler.

Pek çok demokratik ülkede bu ölçü anayasalarına da alınmıştır.

Aşırı şeyler serbestçe söylenebildiği ve hoşa gitmeyen şeyler serbestçe yazılabildiği için hiçbir ülke zor duruma düşmemiştir; oysa bunun tersi evrensel bir gerçektir: Söz ve yazının herhangi bir sebeple kısıtlandığı ülkelerde sorunlar büyüyor.

Türkiye bir ara, yine bu hükümet döneminde, “Sonuna kadar özgürlük” noktasına çok yaklaşmıştı.

Fena mı olmuştu?

Etrafımızdaki yasakçı uygulamaların var olduğu ülkelerin halkları Türkiye gibi olmak arzularını dışa vurmaya başlamış, ilk ‘Arap baharı’ biraz da Türkiye’nin o zamanki durumundan esinlenerek başlamış ve yaygınlaşmıştı.

Yine öyle olabiliriz.

Daha doğrusu, yine öyle olmalıyız.

ΩΩΩΩ

Reklam

46 YORUMLAR

  1. M.Ali Birand, Cengiz Çandar, Altan kardeşler ve elbette baş “yetmez ama evetçi) Hasan Cemal ; “Demokrasi amaç değil araçtır” diyen şeriat heveslisi dincilere prim veren, destekleyen, değil aydın, yarı aydın bile sayılamayacak öngörüsüz köşe yazarlarıdırlar. Yaşları 80 e yaklaştı diye her haltı işleyip yanıldık diyerek sıyrılmalarına hoş göremeyiz. Beter olsunlar. Şu anda Türkiye’de yaşananlardan, içinde bulunduğu durumdan diğer dinciler kadar sorumludurlar.

  2. PKK yok ABD onu desteklemiyor
    FETÖ de yok. Papaz aslında bir din adamı ABD islamın yayılması İçin onu tutuyor
    Demirtaş’ın PKK ile hiçbir bağı yok
    Terörden kimse ölmüyor ülkede
    Dış destekli darbelerde yok
    Biz aslında Ortadoğu coğrafyasında değiliz İsviçre ile sınırdayız
    Ah bir insan haklarına saygılı demokratik olamadık gitti
    Salıverin tüm darbeci ve PKK lıkarı
    Hepsi fikir mahkumu

    • Bunlar var elbette. Sadece kimin eli kimin cebinde ve ne zaman eller cepler yer değişiyor onu kestiremiyoruz. Örneğin aşağıdaki muhabbetten devamla, seçim zamanı kırmızı bültenle aranan bir PKK elemanı (Öcalanın kardeşi) devlet televizyonuna mülakat veriyor, seçimlerde Kürtlere yol gösteriyor. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki, dediğiniz gibi bunlar var mı yok mu kimin yanında yada karşısındalar anlamak zor. Örneğin soralım, devletin televizyonu için PKKlı ile bu mülakatı yapan kişi herhalde devlet memuru. Bu görüşmeyi yaptığı yer belli. Aranan kişiyi ihbar etmesi bu kişiyi yakalatması gerekmiyor mu? Bu kişinin yakalanması için, kırmızı bültenle arandığına göre, bir ödül yok mu? Mülakatçı bu ödülü almak için bir girişimde bulunsa daha karlı bir iş yapmış olmaz mı? Ama tabii medya çalışanı kaynağını deşifre etmez yada ele vermezdi değil mi? Gibi bir sürü saçma soru geliyor insanın aklına. Saçma diyorum çünkü kimse bu soruları sormuyor. Ancak sorulması gerektiğine de inanıyorum hala. Ve hep bitti dendiği halde PKK neden bitmiyor örneğin? Kullanışlı olduğu için diye düşünüyorum. Neden bitsin ki? Bitirilmek istenseydi biterdi mutlaka.

      • İşte o durumda İmam Şafii in dediğine bakarım.
        Yani düşmanın okları nereyi gösteriyor.
        ABD,PKK,AB,FETÖ kimi hedef almışsa ,meleklerin cinsiyetine bakmam ona siper olurum
        bu böyle biline.

        • Bu kadar netiz kardeşim; ötesi yok..! İsteyen karnından isteyen bilmem neresinden hala mırın kırın edip kıvransınlar bakalım, ne geçecek ellerine göreceğiz; beklenen salih zatın kiri çamaşırlarından başka..? Bunların alayı sapık birader..!

    • Nurdan abla abuk subuk bozuk imlanıza alıştık da bari kendi adım diye yeri göğü inlettiğiniz şu rumuzunuzu bari doğru dürüst yazsaydınız, son günlerde sıkça rastlıyorum, böyle giderse “nurdamın kamburu” gibi bişeye dönüşcek yani nickname iniz, benden söylemesi…

  3. Haddini aşan genellemeler yapmak kafa karışıklığına ve sonunda düşünsel ve duygusal çatışmalara yol açıyor. Sayın Fehmi Koru önceki yazılarından birinde buna güzel bir tarihi örnek vermişti: Kendisi de Giritli olan bir düşünür “Giritliler yalan söyler” demiş ve böylece mantık ilminde çelişki içeren önermelere dikkat çekmiş.

    1900’lü yılların başında Bertrand Russel bu çelişkiyi tekrar ele almış ve ilerleyen süreçte şu önemli sonuca varılmış. Kümeler teorisinde her şeyi içine alan bir (universal) küme olduğu kabul edilirse bu küme kendini de eleman olarak kapsaması gerekir. Fakat bu durumda “Giritliler yalan söyler” örneğinde olduğu gibi içinden çıkılamayacak bir çelişki ortaya çıkıyor. Bu sorunu, her şeyi kapsayan universal bir küme tanımlanamaz şeklinde çözmüşler. Universal kümenin sadece ilgilenilen şeyin en geniş bir koleksiyonu olabileceği şeklinde kısıtlamışlar.

    İşte bu temel matematik kuralına göre “Gazeteciler veya siyasetçiler hapse atılamaz” diye bir cümle kurmak çelişkiye yol açar. Bu önerme “adi suçlar ve terörü açıkça övmek hariç” gibi bir kısıtlamaya tabi tutulursa bir çelişki oluşmaz. Tabi ki sosyal konular fizik ve matematikte olduğu gibi kesin bir şekilde her zaman tanımlanamıyor, o nedenle yine de bazı tartışmalar yaşanacaktır ama olsun, biz temeli sağlam tutalım gerisini de bir şekilde hal ederiz.

    PKK’nın bir terör örgütü olduğu hemen tüm ülkelerce kabul edilmiştir (Rusya hariç). Daha yeni bir AB Uyuşturucu İle Mücadele Raporu’nda, PKK’nın Avrupa’daki uyuşturucu trafiğini büyük ölçüde kontrol ettiği ve daha fazla önlem alınması gerektiği vurgulanmış. Ön AKP döneminde Abdullah Gül ve benzeri sağduyulu siyasetçilerin ağırlığı vardı ve Türkiye her yönden gelişme gösteriyordu. Bu durumdan rahatsız olan bazı emperyal güçler Erdoğan’ı gizlice destekleyerek Türkiye’yi hem ekonomi hem de itibar bakımından zayıflattılar. Fakat emperyal güçlerin bir kısmı da modern Türkiye’yi istiyor ve destekliyorlar. Yani ‘Batı’ hakkında da genelleme yapmayalım, aksi takdirde çelişkiye düşeriz.

    Benzer bir çelişki HDP=PKK diyenler için geçerlidir. Eğer tüm HDP’liler PKK’lı ise o zaman ne duruyoruz, onlar için de PKK’ya karşı alınan tüm önlemleri uygulamamız gerekmez mi?

  4. UZUN METIN 2: Bu vesayetçi güç odaklarının ABD ve Avrupa Birliği de sahtedir, Avrasyacılığı da. Bunlar, ancak içine kapanmış bir Türkiye’de at koşturup gönüllerince cirit atabildiklerini bildikleri için, ülkeyi demokratik özgürlüklerden ve çoğulcu-uzlaşmacı siyasetten uzak tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu ülkede “anti-emperyalistlik” her kesim açısından bir şaklabanlıktır.

    Bundan sonra ne olur, ne olacak?

    Elbette Türkiye seküler devletçi-milliyetçi bürokratik güç odağının (MHP) ulusalcı-vesayetçi güç odaklarıyla Erdoğan şalıyla örtülü ittifakına teslim olmayacak. Bu teslimiyet, dindarların Erdoğan ve milliyetçilik zaafının sürmesi ile mümkündü. Dindarlar uyandılar, gerçek iktidarı elinde tutanların altındaki halı elden gitmek üzere. Kurulmak üzere olan iki yeni parti ile dindar-muhafazakarlar siyaset sahnesine (son on yılda yaşananlardan gerekli dersleri çıkarmış olarak) dönüyorlar.

    ABD ve Avrupa’nın Türkiye’nin batmasını istediği koca bir yalan. Türkiye’yi sevdikletrinden değil, Türkiye’nin güçsüz bir küresel aktör, güçlü ve istikrarlı bir bölgesel aktör olarak muhafazası işlerine geldiği için, Türkiye’nin batmasına -biz bunun için debelensek de- izin vermezler.

    Türkiye’nin birbirileriyle rekabet halindeki toplumsal aktörleri, 17 yıllık serüvene bakarak, artık hep birlikte iktidar paylaşımı dönemini Türkiye’de başlatmanın zamanının geldiğini düşünüyorlar. İçe kapanmacı bürokratik güç odaklarının fırsattan istifade kuruldukları iktidarın son demlerini yaşıyoruz. “Önlerine katıp mecburiyetlerinin görevlisi kıldıklarını da yanlarına alıp gidecekler ilk seçimde.

    CHP, tarih dışı kalmışlığı ile sekülerlerin pazarlık gücünü temsil etme kapasitesini artırabilmek için, bayrağı E. İmamoğlu’na teslim etmek zorunda. Dindar muhafazakarlar, temsil edilemez, kenidlerine yabancı güç odaklarının elinde kaldıraç olarak kullanılan pozisyonlarını sürdüremezler. Siyasette yitirmiş oldukları gücü yeniden tahkim etmek, sürükleyici başat aktör konumuna geri dönmek durumundalar. Babacan, Davutoğlu ve Saadet Partisi’nin güçlendiği bir siyasal konjonktür bizi bekliyor. Kürtler, S. Demirtaş liderliğinde PKK ile arasına koymaya çalıştığı mesafeyi açmak için elverişli bir ortam bulacak. Bunu değerlendirmek isteyeceklerini düşünüyorum. Hem yurt içinde, hem uluslararası arenada, kendilerinden istenen ve beklenen rol bu.

    Türkiye’de dindar-muhafazakarların ülkeyi istikrarlı, çoğulcu, güçlü bir bölgesel aktör olarak dönüştürme girişimi, esas olarak Gülen’in iktidara doymak bilmezliği ve güç zehirlenmesi dolayısıyla, dindarların milliyetçiliğin derin etkisi altında olması dolayısıyla, Kürtlerin demokratik siyasete hazır olmamaları dolayısıyla, akamete uğradı, başarısız kaldı.

    Yeni girişmin arifesindeyiz. Çünkü, CHP’nin ve HDP’nin henüz yiyeceği bir fırın ekmek var. Dindar-muhafazakarlar, kurulmak üzere olan iki yeni parti aracılığı ile yine şoför koltuğuna yerleşecekler ve Türkiye’yi içine itilmiş olduğu dar koridordan, sefil siyasetten, soysuzlaşmış ve lumpenleşmiş entelektüel hayattan, dibe vurmuş ekonomik çöküntüden çekip çıkaracaklar. Dindar-muhafazakarlar, çoğullaşmanın kaçınılmazlığının şimdi artık farkındalar.

    Türkiye, vesayetçilerin ayak bağından kurtuluyor, iyi günlere doğru yelken açmak üzere. Gülen Cemaati içinde tartışmalar ve çatlamalar genişleyerek sürüyor (kim takip ediyor, şüpheli, ben yakından takip ediyorum.) Gülen ve “abiler” kliğine eleştirel yaklaşabilenler, çoğulcu ve özgürlükçü, sorunlarını birbirleriyle çatışarak değil uzlaşarak çözen toplumsal kesimlerin işbirşiği üzerinde yükselen bir Türkiye’ye hatırı sayılır katkılarda bulunabilirler. Bu insanlarımızı aşağılayıp durmak, onları cezaevlerine tıkıp KHK’larla açlığa mahkum etmek hepimize zarar veriyor.

    Hepmizin ve herkesin çıkarması gereken dersler var. Derslerimizi çıkaralım, yaralarımızı birlikte saralım.

    Kurulacak partilerin birer tabela partisi olacağını ileri sürüp bunu ümit edenler, yakında dünyanın kaç bucak olduğunu görecekler. Derin-devlet operasyonlarıyla gidebilecekleri yolun sonundalar -gidiyorlar.

    Dindarların örgütlü, kendi kadrolarının inisiyatifine yaslanan çoğulcu kitle partisine ihtiyacı var. İhtiyaç gideriliyor. Her ikisinin ve Saadet Partisi’nin yolu açık.

    Müjdeler olsun. . .

  5. UZUN METIN 1: Merhaba Sayin Y.K.

    Benim yapmaya çalıştığım şey, Türkiye siyasetinin serüvenini iki düzlemde izlemeye çalışmak: Bunlardan birincisi, ülke siyasetinin üzerinde şekillendiği ana sosyolojik aktörlerin siyaset arenasındaki temsiliyeti ile, o aktörlerin kendi aralarındaki rekabetin seyri. Diğeri ise, küresel aktörlerin Türkiye’ye uluslrarası arenada biçtikleri rol.

    Skılıkla yinelediğim ve muhtemelen bıkkınlık veren ifademi yinelemek durumundayım: Dindar-muhafazakarlar ülkenin en büyük toplumsal aktörü. Bunu, birisi esas olarak devletin hegemonik ideolojik hafızasını teşkil eden modernleşmeci sekülerler (CHP) ile devletçi milliyetçi sekülerlerin (MHP) oluşturdukları seküler cenah izliyor. Elbette ki, üçüncü sosyolojik aktör Kürtler.

    Batı’nın tarihsel toplumsal serüveni, burada nedenlerine girmemizin yersiz olduğu bir aşamada, imparatorluklar çağından çıktı, ulus-devletler çağına geçti. Bu, pürüpak bir Batı ürünü olan “milliyetçilik” dediğimiz olgunun doğuşu ve süreçte belirleyici konuma gelişinin eşlik ettiği bir süreçti. Daha önce yerel prenslikler, üst kimlik olarak da bir imparatorluk ile aidiyet ilişkisi içinde kalmış insanlar, artık ilk defa kendilerini bir etnik kimlikle ve o etnik kimlikle örtüşen bir devletle tanımlar ve o tanım içinde algılar oldular: Alman, kendisine Alman dedi, Alman devletinin üyesi saydı. Osmanlı İmpararorluğu’nun çöküşünden sonra elde kalan topraklarda şimdi adına Türkiye Cumhuriyeti denilen ulus-devletin kurucu babalarının yaptıkları da budur: Batı’nın milliyetçilik ideolojisini aldılar, Türklük üzerine bir ulus-devlet inşa ettiler. Bu projenin önünde iki esaslı çıban başı vardı: Milliyetçiliğe yabacı, yüzyıllarca dininin de bu dünyadaki temsilcisi olarak duygu ve düşünce evreninde imparator (padişah) ile aidiyetlik duygusu içinde kalmış dindarlar ile Kürtler -Ermenilerin defteri dahqa önce dürülmüştü zaten.

    Projenin mimarları, takiyecilerdi: Kendi bürokratik güçlerini tahkim kılıncaya kadar, dindarlarla ve Kürtlerle uzlağı içinde göründüler. Bunun böyle olduğunu görmek isteyen, Birinci Meclis’in adına, meclis üyelerinin resmi adlarına ve neyin temsilcisi olarak Meclis’te olduklarına baksınlar. Dindarların silahı yoktu. Kürtlerin de silahı yoktu. Silah, o dönemin yegane örgütlü bürokratik gücü olan orduda vardı. Orduya sahip olanlar düdüğü çaldılar.

    Cumhuriyet tarihi, diğer başka şeyler kadar, azınlığın silahlı bürokratik egemenliği sayesinde çoğunluğu ekonomik, siyasal, kültürel yaşamdan ötelemesi, Türklük ve seküler-modernleşmecilik üzerinde inşasına girişilen Batılı ulus-devletin önünde engel olmaktan çıkarılması sürecidir: Devlet eliyle (eğitim, Diyanet) dindar yığınlar hızla İslam’dan uzaklaştırılıp milliyetçileştirilmişlerdir. Kürtlerin tepkisel ayaklanmaları bastırılmış, adeta Kürt sözcüğü bile bu topraklardan silinmek istenmiştir.

    Bu tablo, 2000’li yılların başına kadar değişmeden kalmıştır. “CHP son on yıllarda hiç iktidar olamadı ki. İster Menderes’in Demokrat Partisi, ister Demirel’in Adalet Partisi, ister Özal’ın ANAP’ı olsun, iktidarda hep sağ partiler vardı. Sürekli CHP’ye yüklenmek haksızlık” savunusunun iler tutar yanı yoktur. CHP bütün o onyıllarda hep iktidardı.

    Ne oldu azınlığın vesayet rejimine 2000’li yılların başından itibaren?

    Soysuzdu, çürümüştü, ceberrut idi. Soğuk Savaş sayesinde, geniş halk yığınlarının üzerindeki tahakkümünü sürdüregelmişti. Hep yoksulluk, hep baskı getirmişti insanlara. Ama, yüzsüz bir şımarıklıkla, geri kalmışlığımızı ve sefa süren azınlık dışındaki yığınların sefaletini dinsel bağnazlıkla ve eğitimsizlikle dindarların üzerine yıkıyor, kendei eliyle besleyip büyüttüğü PKK terörü sayesinde kendi azınlık rejimine (askeri vesayet) meşruluk kazaqndırıyor, dindarları Türk milliyetçiliği ve devletçilik ile (çok etkin biçimde) zehirlemeyi sürdürüyor, böylece, bütün seçkinciliğine ve buyurganlığına rağmen meşruiyetini koruyordu.

    Soğuk Savaş’ın sona ermesi de mümkün olan iklimi yarattı ve vesayet rejimi, son hort-zort gösterisi olan 28 Şubat sonrasında, AK Parti şemsiyesi altında ve öncülüğünde dindarların ve Kürtlerin demokratik barışcıl ayaklanmasıyla krize yuvarlandı.

    Batı’nın milliyetçilik ideolojisini alıp bunun üzerine ulus-devlet inşa eden projenin en başından itibaren siyasetin ve ekonomik hayatın (ve büyük ölçüde kültürel hayatın) dışında tutulmuş dindarların ve Kürtlerin zayfı karnı, hep devlet bürokrasisinden uzak tutulmuş olmalarıydı. Bu noktada Erdoğan liderliğindeki güçlü kitle partisinin imdadına, burada milliyetçlik ve ulusalcılık adına kalem oynatanlardan çok daha sıkı bir Türk milliyetçisi, devletçi ve Kürt düşmanı Gülen Cemaati yetişti. Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurucu militanı F. Gülen, onyıllardır, devletin de oluru ve kontorlü sayesinde, bürokrasiye harıl harıl eleman yetiştirmişti. Hem Batı, hem de içerideki egemenler, azınlıkçı vesayet rejimiyle gidilebileceği kadar gidildiğini, artık iktidarı kontrollü olarak “ötekiler”e açmak, liberal-kapitalist düzenin meşruiyetini orada aramak gerektiğini düşündüler.

    Bir iktidar manyağı olan Gülen, çizmeyi aştı. AK Parti’nin kendisine olan mecburiyetini sonuna kadar istismar etti. Kürtlerin kütlesel desteğini arkasına almış Erdoğan’ın kendisine olan bapımlılıktan uzaklaşabileceğini görüp Barış Süreci’ni torpillemek için elinden geleni yaptı. Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunmak yerine, derin devletle ve vesayetle hesaplaşmayı, istismar ettiği Ergenekon davalarını kendi bürokratik hasımlarını yolun kenarına itmede bir araç olarak kullandı. (Güç zehirlenmesine uğradığı söyleniyor Erdoğan’ın. Koca bir safsata. Erdoğan ve dindarlar bağımsız bir aktör olarak bğrokraside gğç sahibi olamadılar. Güç zehirlenmesine uğramış olan Gülen’in bizatihi kendisidir.) Gülen, tüm dindarların temsiliyetine soyununca ve o temsiliyeti kendi gücüne güç katmak için kullanınca, Erdoğan, çaresiz, ilkin Cemaat ile bilek güreşine tutuştu, yeni ittifakı mümkün kılmak üzere Barış Süreci’ni sonlandırdı. Ergenekon davalarının savcılığından avukatlığına soyunarak “Bunlar milli orduya kımpas kurdular” söylemiyle Baykal-Kılıçdaroğlu CHP’sinin yanında hizalandı. Devlet bürokrasindeki yegane dayanağını yitiren Erdoğan, olmuş armut gibi, yeniden ikitdar derdindeki devletçi-seküler milliyetçilerle ulusalçı kliklerin eline düştü. (Dindarların temsilçisi Erdoğan ile Bahçeli arasındaki daha önceki küfürleşme ile yeni ittifak sonrasındaki Erdoğan-Bahçeli-Perinçek yoldaşlığına bu açıdan bakın.) Bahçeli ve Perinçek, dindarların hüküm sürdüğü bir kitle partisiyle projelerini çabuk ve kısa yoldan gerçekleştiremeyeceklerini biliyorlardı. “Yaw, getir şu rafa kaldırdığın başkanlık sistemi modelini. Neymiş, ne değilmiş, bir bakalım. . .” dedi Bahçeli. AK Parti’den dindar-muhafazakarlar şutlandı, seküler oportünisitlerin, beyaz Türk sermaye ile harmanlanmış ve onunla ballı-börek yeni zenginlerin hegemonyasında bir lider partisi durumuna getirildi. (H. Gayret ve diğerlerinin sürekli eski AK Parti liderlerini, Saadet Partisi’ni aşağılayıp onları dindarların gözünde Erdoğan düşmanı olarak göstermek için debeleniyor olması yersiz değil. Erdoğan kimiliğiyle daha çok dindarın uyanmasının önüne geçiyor bu Perinçekçi troller.) Dindarların en büyük zaafı, bütün o onyıllar boyunca, seküler milliyetçilik ideolojisinin zehirini doya doya içmiş olmaları. By sayede, Kürtlerle işbirliği yapmaları engelelndi bütün bir Cumhuriyet serüveni boyunca. Dindarların bu zaafını bilen Perinçekçi ve kitle desteğinden yoksun bilimum vesayetçi güç odağı, 15 Temmuz’u tepe tepe kullandılar. Ez cümle: Dindarlar iktidardan gideli çok oldu. Bugün iktidarda olanlar, yine seküler-otokratik vesayetçiler.

  6. Hava alanı olayları moda olmuş. Ekrem imamoglu sebepsiz yere vip kapıdan gecitmediler karalamaya çalıştılar. Şimdi de Hasan Cemal olayı… Neymiş yurtdisi yasağı varmış, mahkeme sonuçlanmamis. Bir gazeteci hiç adaletten kaçar mı? Yurtdisi yasakları bu kadar onemliyken Adil öksüz nasıl oluyor da yurt dışına kaçıyor.

  7. BİR BASINNHABERİ:
    ”ABD Savunma Bakanı Mark Esper:Ankara’nın tehdit algısının ittifakın geri kalanı tarafından paylaşılmadığını ve bu tıkanıklığı aşmak için YPG’yi terör örgütü olarak nitelemeyi desteklemeyeceğini açıklayan Esper, “Ankara’ya mesajım savunma planlarını ilerletmek” dedi.
    Bu Türkiye’nin kendine özgü çekinceleri nedeniyle engellenemez. İttifakın birliği ve hazırlıklı olması, büyük meselelere odaklanmanız gerektiğini anlamına gelir. Büyük mesele de NATO’nun hazırlık seviyesidir. Herkes tehditleri Türkiye’nin gördüğü şekilde görmüyor.” YORUM:erdoğan başkanlığındaki türkiye,kendini kaf dağında görüyor.Erdoğan terör örgütü öso yu kullanıp suriye politikasını onların üzerinden yürütürken,başkasını terör destekçiliği ile suçlaması komik oluyor.dünya ,türkiye den ibaret değil.dünya devletleri türkiye den ibaret değil.küresel dinamiklere ve küresel hedeflere entegre olamam,benim kendi dinamiklerim ve hedeflerim var diyen erdoğana kimse tınlamaz.taktik, bu küresel dinamik ve hedeflerde kendine yer bulmak olmalıydı.dünya; külhanbeyi,kinci,intikamcı,istilacı,mafya tavırlı,aksi,siyasi islamcı,saplantılı lider istemiyor.türkiye böylesini istiyorsa, istediğini yıllardır aldı.eline ne geçiyor?hava cıva.saygılar.

  8. akp nin yükselişi reklamlar ile oldu.akp yenilikçi,özgürlükçü,kalkımayı ve demokrasiyi önem veren,uzlaşmacı,halim selim parti,işi ehline veren vs. gibi reklamlarla yükselişe geçti.zaman içinde söylenenlerin düzmece ve algıdan ibaret olduğu ortaya çıktı.erdoğan tek adam idaresi ile, totaliter rejime geçti.takke düştü kel göründü.yıllardır akp ye oy veren sadık seçmenleri bile artık umutsuz.akp iktidarı ve erdoğan dan menun değil ve kurtulmak istiyor.erdoğan, heryerde korkuyu egemen ettiği,fetöcülükle veya teröristlikle suçlayıp karaladığı için,tavrını ve fikirlerini açıkça ortaya koyamıyor.seçmen tabanlarında korku hakim.birilerin ortaya çıkıp, bu iktidardan kurtarmasını bekliyor.onun için ,davutoğlu ve babacan ın kuracakları partiler akp seçmen tabanı için bir umut teşkil ediyor.bunun yanında ;erdoğan ne yapsa,isterse memleketi baştan aşağı yaksa, ondan ayrılmayacak %15 ile %20 arasında bir güruh var.bunlar kanla ve devletin imkanlarıyla beslenen pisikikopat gürüh.yani erdoğan için ,içinden çıkılmayacak bir durum.bu güruha güvense ,oyları daha da düşecek.seçim zamanında yapılsa,erdoğan daha da sıkışıp bunalacak.erken seçime gitse kaybedeceğini anladı.yukarı tükürse bıyık,ağaşı tükürse sakal misali ortada kaldı.ama, ne etse erken seçimi engelleyecek hali yok.erken seçim ,gümbür gümbür geliyor.bunu anlayan erdoğan,erken seçim sonrası seçimi kaybettikten sonra, tekrar iktidara nasıl gelebileceğine dair kafa yoruyor;hesaplarını ,o konun üzerine yapıyor.saygılar.

  9. Sayın Bernar!
    Önceki tahminleriniz ile seçim sonuçları, yeni tahminlerinize daha da odaklanmanızı gerektiriyor.
    Özellikle siyasi herc-ü merc öngörünüze.
    Siyasetin değişim sürecinin son kısmına dair değerlendirmenizi merak ediyorum.
    Diyelim ki, Babacan ve Davutoğlu başarılı oldu yada başka şekilde özellikle ekonomik sorunların derinleşmesi ile iktidarın kesin olarak kaybedeceği bir tablo ile seçim arefesine geldik.
    7 Haziran- 1 Kasım 2015 tarihleri arasındaki yaşadıklarımızı, 31 Mart 2019 yerel seçiminden sonra İstanbul seçimlerinin iptal edilmesini ve iktidara etki eden odakları birlikte değerlendirdiğimizde neler yaşanabileceğine dair tahmin ve öngörülerinizi merak ediyorum.
    Bu konuda sayın KORU da ayrı başlık açmalı diye düşünüyorum.
    Saygılar selamlar.

  10. “Ülkemizde cezaevleri geçmişte siyasilerin ikinci adresi halindeydi.”diyor ya sayın yazar, şimdilerdeyse tam tersi; mapus damında ne kadar azılı haydut ve elikanlı terörist varsa hepsi de meclis çatısı altında iyi mi? Seçim dönemlerinde sanki sabıkası temiz hiçbir aday yokmuş gibi nerde bi soysuz kriminal tip var onları aday gösterip mapustan çıkarmaya çalışmak standart uygulama. Madem ki muhalefet terör suçlularını aday yapmayı çok seviyor; o zaman mahkumların cezaları bittikten sonra –eğer kalmışsa– mebusluk sürelerini mecliste tamamlayabilsinler. Hırsızı uğursuzu aday gösterip sonra da gasteciler mapusta edebiyatı yapmak sizce de biraz sırıtmıyor mu..?

  11. hakkaten kac kisinin umurunda acaba.. yok h.cemal mis yok tursucuymus yok cakalmis bilmem neymis kilmis tuymus ..kimin kac kisinin umurunda su gunler icin yani..batida oylemis de soyleymiste ,ne diyelim artik haccada gidersiniz batiya kankalarla , belki grup indirimi verirler sihirli basin kartlarinizi da gosterirsiniz ///evet turkiye gariplikler ulkesi ama vatandasin hergun heryerde yasadigi garipliklere burjuvalar arasira tosladikca farkediyo nihayetinde cigligi basiyo..

  12. 10-15 yıl önce 500 yıllık bir camiye girmiştim. mihrabın özel yapılmış ayet yazılı fayansları üzerine boydan boya ve tam ortadan delinerek floresan lambalar takılmıştı.
    diyanet işlerine bildirdim. (azkalsın beni çağırıp beni suçlayacaklardı) bir mektupla sonra bana cevap yazdılar: birisinin aydınlatma ihtiyacı için lamba taktığı belirtiliyordu. kapandı gitti..
    başka birisi de şadırvanın musluğu niçin bozuk diye de şikayet edebilir!
    TR’de yasama yürütme yargı diye üç erk var. bunlardan birisinde bir hata olursa kanunu, düzeni, kuralı var. hiçbirisi uymazsa siyaseten birdaha seçilemez işi biter.
    birisi 4. kuvvet basın demiş sallamış. bunca zamandır birileri çıktı siyaseti dizayn etmeye, ülkeyi basını kullanarak darbe ortamına dahi sürükledi.
    varmı bunun cezasını müeyyidesini belirten bir kitap (basın kanunu demeyin)? yetrlimi? o gazeteden atılıp öteki gazeteye gitmek!
    siyasi yakınlığı kullanarak kendine dünyalık yapmak!
    sıkıyı görünce yurtdışına kaçmak! (hele ki birde abilerinin ülkesine).
    ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. yarın senin villanın duvarını da yıkabileceklerini, senide hapse atabileceklerini, illegel örgütlerle alenen çalışmamak gerektiği, ülkenin aleyhine değil lehine çalışman gerektiği vs konuları başına gelince yada işine geldiği kısmından başlanılmamalı..
    yani caminin mihrabı yetmez, kubbesinden başlayarak bahçe kapısına doğru onararak, koruyp kollayarak..
    en sonun da; boğazda gezi teknesiyle tura çıkıp birde dış cepheden bakmak gerek.
    küçük düşünür, o boğaza bir kafe de ben konduram, bir yalı da ben kapatam, üç beş villada ben yaptıram dersen,
    yarınki nesiller baktıklarında çamlıca, s.ahmet, ayasofya, süleymaniye camilerini, sarayları gururla seyredecek ve atalarına dua edeceklerine, beddua etmemeli.
    devleti de nadide bir çiçek gibi görmeli, medyayı da, çalışanını da..
    balık baştan güzel kokar..
    ülkede, devlette, insan da bizim! başka yere gitmeye kalkmayın koymuyorlar, kovuyorlar!

  13. Demirtaş fikrini söylediği için değil 57 evladımızın katledildiği olayların azmettiricisi olduğu için hapiste.çıkamayacak.demokrasi talep edenler sırtını PKK pyd ye dayamaktan yani silahtan vazgeçecekler

      • Hamza Bey bunların işi gücü iftira atmak Çünkü bunların ekmekleri iftira ibadetleri Hırsızları Zalimlere tapip katilleri savunmak diğeri de Selahattin Demirtaş gibilerinden ödülleri patlaması bunlar onun gibilerinden korktukları için suçsuz yere adamı içeri tıktılar Demirtaş’ın ne suçu var ki? Suçu PKK gibi terör örgütlerini bitirmeye gayret etmek.

        • nurdan hanım merhaba!
          birkaç yerde okudum. demirtaşın hapse atılmasını öcalan istedi diye yorum yapıldı.
          – Çünkü, hdpnin pkk etkisinden çıkmasından bahsedilebilirse, bunun en büyük nedeni demirtaşın çizgisidir. Onun için, demirtaştan, hem akp, hem de pkk rahatsız.
          – içeri attıkları adamı suçlu ilan etmeye çalışıyorlar.
          – yani, normalde, suç, sonra yargılama, sonra hapis.
          – bizde ise, önce hapis, sonra suç, daha sonra da yargılama şeklinde oluyor.

  14. “Türkiye bir zamanlar ‘örnek ülke’ olmak üzereydi” nerede beyim nerede, hangi dönemde?

    “Örnek ülke” olma fırsatı vardı tabi ama o fırsat TC CHP uygulamalarıyla büyük ölçüde kaçırılmış oldu. Bunlar enine boyuna tartışılmadan işimiz zor. Oysa ki yaklaşan 100. yıl dönümünde sadece müslüman ülkelere değil birçok diğerlerine de örnek bir ülke olmuş olabilirdik. Kaçan fırsatları sonrakiler takibetti. O gündür bu gündür, yap boz tahtası, atınca şaşkınların sigortası, bozulunca kafası… karanlıkta el yordamıyla gidiyoruz gündüz gece…

    • Bu CHP varya bu CHP!
      hep bu CHP nin yüzünden bu çektiklerimiz. Bu CHP olmasaydı AKP olmazdı, zaten AKP de bu CHP nin sayesinde iktidar oldu. Bu CHP nin yüzünden iktidarını uzattıkça uzattı.
      Öyleyse! İktidarda CHP var diyebilirim rahatlıkla.

    • Sayın H.K.
      – Allah sana öncelikle zamanı kavramayı nasip etsin.
      – sonra muhakeme yeteneği versin.
      – Sonra, vicdan versin
      – Sonra, Allahtan korkmayı nasip etsin.
      – Mantıklı birşeyler yazsam birişe yaramayacağı açık. onun için, böylesine laflar ediyorum.

      • Evet Hamza bey, durum o kadar açık ki yürüteceğin mantığının bir işe yarmayacağını sonunda sen de görmeğe başlamış gibisin. Mantıksız öylesine laflar ederken boş lakırtılarının arasında Allah’ın adını olur olmaz anmasan iyi olur. Gerçekten inanıyorsan söyler misin Kurtuluş savaşında muzaffer olan milleti sevk ve idare eden o manevi gücün kaynağı Allah mıydı yoksa değil mi(ydi)? Savaştan sağ salim kurtulduktan sonra rahata erince o manevi güce sırt çevirme olayı nasıl birşey(di)? Bu bir nankörlük müdür değil midir, muhakemeye vicdana sığan bir şey midir, değil midir?

        • Allah’a sırt çevrilmemiştir. Allah’ı Zeus gibi bir şey sanan müşrik zihniyete sırt çevrilmiştir. Meseleyi modern dincilerin saptırmaları üzerinden okuyup genelleme yapmayın. Geleneksel ve modern dincilere karşı birlikte mücadele etmemiz gerekir.

          • Sn F.K.T. daha önce Sn mim’in yorumuna/sorusuna cevaben verdiğim zaman (http://u0i.626.myftpupload.com/ak-partiye-yaranma-telasiyla-durumdan-vazife-cikaranlar-iktidarin-goruntusunu-bozuyorlar/) konuyla ilgili bildiklerimi yazmıştım. Konu partizanlık meselesini aşan önemde bir konu. Ona bir yorum yapılmadı. Orada verdiğim bir link te var (https://www.youtube.com/watch?v=G0MMdfQx-u8 ).

            O klipte bahsedilen, 1931 yılında Devlet matbasında basılmış milli tarih kitabını okudunuz mu? Neyin tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz o kadar şey var ki… Bütün bunların açık açık tartışılmasılmasında zarardan çok yarar var.

          • Bahsettiğiniz kitabı okumadım fakat eleştiren web sitesinde kendilerince en kötü (dinsiz) görülen bölümlerini yayınlamışlar, onları okudum. Orada Hz. Muhammed’i son derece ahlaklı ve mükemmel bir insan olarak tanıtmışlar. Sadece Cebrail’in vahiy getirdiği yazılmıyor. Bir tarih ders kitabında kanıtlanamayacak bir şeyin yer almamasını normal karşıladım. Buna inanmak veya inanmamak kişilere bırakılmalıdır. (Ayrıca bu tür konularda tamamen bilimsel ve ahlaklı görüş bildiren yayınlara da rastlamak neredeyse imkansız kanaatindeyim)

          • Sn F.K.T. Cebrail’in vahiy getirdiği yazılmayan, ancak Hz. Peygamberi dediğiniz şekilde tanıtan eleştirel web sitesini merak ettim doğrusu (önyargı payını sahibiyle ayırarak içeriğine bir göz atmak isterim). Klipte değinilen kitabı (https://www.youtube.com/watch?v=G0MMdfQx-u8 ) doğrusu ben de okumadım (internet üzerinden ulaşmak mümkün olsa, kesin okurum). Orada Kurtuluş savaşında birlikte mücadele vermiş iki önemli kişi (biri M.K. Atatük) arasında geçen diyaloga referans var. CeHaPe döneminde, 1931 de devlet matbaasında birçok profesörün de içinde bulunduğu bir yazarlar grubu tarafından hazırlanan tarih kitabında geçtiğne göre sözkonusu diyalogun yanlış olduğu düşünülemez. Doğru olduğunu kabul edersek, ifadenin içerik açısından Atatürk adına başlı başına bir başka vahim hata olduğunu da kabul etmeliyiz. Çünkü, bunda, içinden çıktığı toplumun inancını topyekün yargılama/nihai karara bağlama var ki bunun bilimsel bir tarafı olmadığı gibi, toplumsal/sosyolaojik ve ahlaki tarafı da pek yok (Şimdilik kanaatim böyle. Bu kesinlikle saplantılı veya sabit bir fikir değil, sağlıklı yeni bilgilere ulaştıkça yeni fikirler oluşabilir). Mesela, o klipteki spiker bilmediği konulara muhatap olunca nasıl da şaşırıp sonunda, artık bu konuda yeni bir program yapmamız şart oldu kanaatine vardı. Toplumu ilgilerdiren fikirlerin tartışılması bence önemli. Ancak bu konuda bir program yapılamamış herhalde, şahşen rastlamadım. Yapılmışsa onu da yukardaki konuyla birlikte referans olarak yazın, öğrenelim.

  15. Ülkelere “ADİL DÜZEN” gerekli…
    Dünyaya “ADİL DÜNYA DÜZENİ” gerekli…
    İnsanlığa “ADİL DÜZEN İNSANLIK ANAYASASI” gerekli…
    Biz Erbakan Hoca ile bu konularda kırk yıl çalıştık; hala çalışıyoruz…
    Ve diyoruz ki; “III. BİNYIL ADİL DÜZEN MEDENİYETİ” olacaktır, inşallah…

    Bazı Kaynaklar:
    http://www.akevler.org/AkevlerTumKitaplar (TAMAMI)

    akevler.org/AkevlerKitaplar/0/51/ADIL-DUZEN-ERBAKAN-ESAM2010-SERH
    http://www.akevler.org/AkevlerKitaplar/0/101/ADIL-DUZENDE-GENEL-HIZMETLER
    http://www.akevler.org/AkevlerKitaplar/0/21/ISLAM-DevletDunya-DUZENI-1-Ilhan-Arsele-reddiye
    http://www.akevler.org/AkevlerKitaplar/0/86/ISLAM-DevletDunya-DUZENI-2-Ilhan-Arsele-reddiye

    • III. Binyıl adil düzen medeniyeti mi? Ölme eşşeğim ölme! Arnavutların da dediği gibi; akıl başta çivi, vurmadıkça girmez..!

    • Peygamberlerin kuramadığı adil düzeni siz mi kuracaksınız? Bu dünya bir sınav yeridir, adil olanı ve olmayanı ve ikisinin arasındakileri ile hayat devam edip gidecektir kıyamete kadar. Bence ideal bir adil düzen hedeflemek haddini aşmaktır, ancak adil olmayan düzenlere karşı çıkmak şerefli bir davranıştır. Bazen sitenizdeki yazıları okuyorum ve gösterilen çabaya saygı duyuyorum. Hedeflerinizi maksimalden optimale çekerseniz muhtemelen reel politiğe yaklaşıp faydalı olmak hususunda temenni düzeyinden olabilirliğe doğru yelken açabilirsiniz. Saygılarımla.

  16. Bunlar gırtlaklarına kadar çamura batmişlar. Koltuklarını kayip edeceklerini anladılar, milletten gasp ettiklerini eş dostlarına devr ettikleri içın sürekli gündem değiştiriyorlarki yolsuzluk ve hırsizliklarını kimse görmesin.

    Siz geçenlerde şehir üniversitesi hakkında yazdığınızda yök sizi aramişti.
    Nitekim yalanları yatsıya kadar dahi sürmedi.

    “Adalet ve Kalkınma Partisi Merkez Yürütme Kurulu toplantısından sonra Ömer Çelik, Şehir Üniversitesi’ne kayyım atanacağını açıklamış.
    Meselede siyasi değilmiş….sadece, bundan sonrasında düzenleme mekanizması Yüksek Öğretim Kurulu’imiş.Hami üniversite, Marmara Üniversitesidir, demiş.
    Bunlar resmen milletin akli ile alay ediyorlar.
    KHK ile işinden atip hapishanelerede öldürdükleri hatta vatan hainliği ile suçladıklari mahsumların yerin altına dahi gömulmesine izin vermeyerek, aileleri perişan edip arkasından alay eder gibi suçlulu değilmiş diye, işine iade ediyorlar.

    Bunların yaptıkları tam bir çılgınlık ve resmen,T.Cumhurriyeti devletini,Türkiye Cahiller kabilesi yaptılar.
    Demirtaş ve A Altan gibilerinierinden
    Kortuklari için onları kotese kapatiyorlar.

    • Davutoğlu ile ilgili öbürü, yani Babacan, şöyle bir bilgi paylaşmış, ben şaşırmadım doğrusu? Ahmet bey daha kurulmayan partisinin tüm il başkanlarını atamış şimdiden. Bu aslında bir fikir veriyor nasıl bir parti olacağı konusunda. Bunu ilginç ve değerli bir bilgi olarak gördüm. Ancak bir taraftan da Davutoğlu’nun bunu yapmasına şaşırmadım çünkü daha önce de aynı şeyi yapmaya çalışmıştı. Başbakanken il başkanları ve yöneticileri değiştirmeye başlamıştı. Bunu gören büyük Başkan, Davutoğlu Katar’da ziyaretteyken parti yönetimini toplayıp bu yetkisini elinden alıvermişti. Pelikancılar falan derken de Davutoğlu’na istifadan başka yol kalmamıştı. Herhalde dersini almamışa benziyor, yada dersini iyi öğrenmiş işi baştan sıkı tutuyor da diyebilirsiniz. Ancak son tahlilde bu köhne zihniyet yüzünden bir türlü doğrulamıyoruz. İlla baş olacağım zihniyeti yani. Babacan’ı takdir ettim bu açıdan dobra dobra söylemiş eleştirisini. Bakalım ne kadar yol alacak, bu yeni zihniyet tutacak mı? Siyasi partiler yasasını AB ayarında yapacaklarını söylemesini de tuttum. Fehmi beyin dediği gibi popülizm ve otokratik yönetim belki de başladığı yerde bitecek. Dünya rahata erecek 🙂

      • Sayın Bi Okur!
        – Babacan ile davutoğlu arasındaki zihniyet farkına dikkat çekmişiniz ki, bu fark gerçekten de önemli. Bu farkın öneminden bahsederken, bunun, şu an için, söylemin ötesinde bir anlamı olmadığını da vurgulamak lazım.
        – nihayetinde, benzer söylemleri, zamanı behrinde akp de dile getirmişti. Onun için, söylem-eylem uyumu veya uyumsuzluğu olabileceğini hesap etmek gerekir diye düşünüyorum.
        – Söylem-eylem uyumsuzluğu ihtimali için en iyi çözümün, birilerine güvenmekten ziyade, bir talep oluşturmak olduğunu düşünüyorum. Yani, toplum, “babacan bize demokrasi getirecek” dememeli, demokrasiyi, avrupa standartlarında bir siyasi partiler yasasını, parti içi demokrasiyi, parti yöneticilerinin ve adaylarının demokratik yöntemlerle belirlenmesini talep etmeli.
        – Demokrasi, babacan getireceği için değil, biz talep ettiğimiz için olabilir. Toplumun talebi haricinde demokrasi gelebilseydi emin olun Atatürk getirebilirdi.
        – Bununla birlikte, sayın babacanın demokrasi, demokratik bir siyasi parti yapılanması vs. yine de önemli. Çünkü toplumun aklına, toplumun önüne, demokrasi, demokratik siyasi parti, lider sultasından kurtulmuş bir yapılanma vs’yi düşürüyor. Bu tür konuların toplumda talep oluşturmasına vesile oluyor. En azından bu açıdan bile, babacanın içinde bulunduğu siyasi hareketi önemsiyorum.
        – İkinci olarak ise, pekçok kişinin düştüğü bir yanılgıdan bahsetmek istiyorum. Herkes, kendince, en doğru siyasi partinin başarılı olmasını istiyor. CHP’liler, chpnin demokrasi getireceğine, davutoğlu taraftarları davutoğlunun birşeyler başaracağınızı, babacan taraftarları da babacanın iktidar olarak bu ülkeye hizmet edeceğini hayal ediyorlar.
        – Ben ise, babacanın partisi, her açıdan mükemmel olsa, bu ülkeye demokrasiyi getirecek olsa bile, çok sayıda parti kurulmasından oldukça memnunum.
        – Yani, “iyiki chp var”, “iyi ki iyi parti par”, “iyi ki davutoğlu parti kuruyor”, “iyiki babacan bir parti kuruyor” vb. düşüncedeyim.
        – Ne kadar çok parti kurulursa (tabela partileri bu tanımın dışındadır), toplumun daha fazla kesimi, siyasi arenada temsil yetkisi kazanır diye düşünüyorum. Bu nedenle de, örgütlenmedeki antidemokratik zihniyetine rağmen, davutoğlunun kuracağı partiyi de önemsiyorum, destekliyorum.
        – Çok sayıda partinin olması ve çok sayıda partiden hiçbirisinin ortalığı silip süpürememesi, yani toplumun büyük çoğunluğunun oyunu alamaması, benim görüşüme göre, bir ülke için, en hayırlı durumlardan birisidir.
        – Tekrar olacak ama; çok sayıda partinin olması (toplumda taraftarı olan partiler için söylüyorum) ve bu partilerin çok başarılı olmaması, yani tek başına iktidara gelecek kadar başarılı olmaması, bir taraftan, toplumun daha çok kesiminin siyasi arenada daha fazla temsil edilmesine neden olabilecekken, diğer taraftan da, bir uzlaşma kültürünün, bir işbirliği kültürünün, birlikte birşeyler yapma kültürünün oluşmasına da katkıda bulunacaktır. Aynı zamanda, yapılanların, toplumun daha çok kesiminin duygu ve düşünce anlamda katkısı anlamına gelecektir.
        – Olayı başka bir açıdan ifade etmek gerekirse: bir ülke için en iyi yönetim, koalisyonların olduğu yönetimdir denilebilir.
        – Yine daha başka bir açıdan ifade etmek gerekirse: çok sayıda siyasi partinin olması, çok sayıda satıcı olan veya çok sayıda alıcı olan yani serbest rekabet ortamı olan ekonomik piyasa gibi, toplum için daha yararlı bir durumdur.

        • Çok partili ve çok sesli bir demokrasi dileklerinize sonuna kadar katılıyorum. Bir şey daha olmalı, bir iktidar çok uzun süre iktidar olmamalı. İki dönem en fazla ve değişmeli. Meclis de ara seçimle iki yılda bir sıklıkla yenilenmeli. Uzun iktidarlar sadece yolsuzluk getiriyor başka bir faydası yok.

          Babacan yine konuşmasında sadece sözde vaatler yapmadıklarını, Venedik komisyonunun yayınladığı partiler kanunu önerisini incelediklerini söyledi. Bir iş adamı ile konuşmasında Türkiye ile ilgili en öncelikli sorunu sorduğunda ekonomi değil partiler yasası olduğunu söylediğini vurgulaması da önemliydi. Yani bunu çok somut ve ciddi şekilde ele alıyorlar izlenimi edindim. Güzel gelişmeler bunlar. Keşke CHP de konuşsa bu konuyu. Genel bir konsensus oluşturulabilse ve en modern partiler yasasına kavuşsak. Gerçek demokrasi aşağıdan gelecek. Katılımcılığın sağlanması ile. Ne çektiysek tepeden inmeci yaklaşımlardan çektik. Artık millet sesini yükseltmeli. Ayak ayak üstüne atmasına karışmaya kalkan memura “sana ne” demeyi öğrenmeli ve öğrenecek.

  17. Yazıda “Siyasiler Meclis kürsüsünde söyledikleri yüzünden yargılanamazlar…”
    deniyor.Pekiyi,Demirtaş Meclis kürsüsünde söyledikleri yüzünden mi yargılanıyor?Hayır.Demirtaş’ın PKK ile işbirliği içinde çalıştığını,hatta PKK
    lider kadrosunun talimatları dışına asla
    çıkmadığını yazarımız dahil cümle alem biliyor.Açıkça “biz sırtımızı PKK’ya dayadık
    diyebiliyor” Demirtaş’ın partisinin milletvekilleri.Fehmi Bey,eli kanlı bir terör
    örgütü ile işbirliği ve koordinasyon halinde
    çalışan bir partiye ABD veya AB’de izin
    verilip verilemeyeceğine dair bir yazıyla bizi aydınlatsa iyi olacak.

    Bilinci kapanan bir mahkumun hastaneye
    kaldırılmadığı iddiasını inandırıcı bulmuyorum.Çünkü silahlı çatışmada yaralanan bir terörist bile hastaneye kaldırılıyor ülkemizde.Doğru olan da bu.Tedavisini yaparsın,sonra hak ettiği cezayı çeker.

    ***
    Ahmet Kekeç’in Hasan Cemal hakkında 18 Aralık 2014 tarihinde yazdığı yazının bir bölümünü buraya yorum niyetine alıyorum:

    “Hasan Cemal nedir?

    Mühim bir gazeteci midir?

    Hakkaniyetten ve vicdandan yana bir insan mıdır?

    Darbe desteklemek ve (kendi ifadesiyle) “üst düzey” generallere mikrofonluk yapmak dışında ne yapmıştır, hangi “gazetecilik başarıları”na imza atmıştır?

    Madem “Vicdan ve Dürüstlük Ödülü” Hasan Cemal’e verildi, “vicdan” ve “dürüstlük” görüngesinden bakarak bu gazetecinin bazı tutumlarını masaya yatıralım.

    Bakalım ne görünecek?

    Bakıyoruz ve şunu görüyoruz:

    Bu adam hiç dürüst değil… Ne okurlarına dürüst davranmış, ne kamuoyuna, ne de çevresine…

    Hatırlarsanız, “Beni Milliyet’ten Erdoğan attırmadı” demişti ve bazı spekülasyonların önünü kesmişti…

    Sonra ne olduysa oldu, “Beni milliyet’ten Erdoğan attırdı” moduna geçti.

    Ne olduğunu, dürüstlük ödülü sahibi Hasan Cemal anlatsın.

    İşin “vicdan” boyutuna girmiyoruz bile… Neredeyse desteklemedik darbe bırakmamış bir “vicdan ehli”nden bahsediyoruz…

    Kaydedilmiş tek başarısı seçilmiş siyasileri “Menderes’in akıbetiyle korkutmak” olan bir gazeteci ve bu gazetecinin vicdanı… Komik bile değil.

    Devam edelim o halde “vicdan” bahsine:

    Öcalan yakalandığında “Yaşasın kahraman Türk Ordusu” diye alkış ve tempo tutan bu adam, bir süre sonra “Öcalan’cı” ve “PKK’cı” kimliğiyle çıktı karşımıza. Öcalan muhatap alınmalıydı, bir an önce barış yapılmalıydı.

    Tam da dediği şey oldu; Öcalan muhatap alındı, barış ihtimali belirdi. Bu kez dağlara taşlara vurdu kendini, ziyaret ettiği gerile yöneticilerini “Bu Tayyip var ya… Sizi satacak. Sakın silah bırakmayın” diye ayartmaya başladı.

    Bu adama “Dürüstlük ve Vicdan Ödülü” veriliyor.

    Demek ki, “dışarı”da taltif görmek için, “yalancı” ve “vicdansız” olmak gerekiyormuş.”

    • Bekir bey, son seçimlerde Öcalan’dan mektup getirtilip seçimlerde Kürtlerden ittifaka destek istenmesini, kırmızı bültenle aranan kardeşinin devlet televizyonunda aynı çerçevede konuşturulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bir işbirliği mi, ortaklık mı, bir kaza mı, yoksa bunlar olmadı bir rüya mı? Büyüklerimiz ne yaparsa yeridir mi diyorsunuz yoksa? Dün dündür yani. Mektubu getiren bölüm başkanını da görevden almışlar bu hafta. İş yerinden habersiz 16:00 da ayrıldığı için gibi bir ayrıntı vardı. Mektup getirmek suç değil tabii. O ayrı. İş yerini bir saat terk etmeye gör. Koltuk böyle kayar işte.

      • Bence bu yola başvurmak hata idi.
        Böyle bir şey gereksizdi.Ama bu,terör örgütü ile işbirliği de değildi.Kodese
        tıkılan birinden yararlanma taktiği olarak görülebilir sadece.Ama bu gereksizdi.Hangi aklı evvel bu fikri ortaya attı onu da bilmiyorum.Ama bu taktik Ak Partiye oy kaybettirdi.

  18. Bade harabül Basra…

    Her kesimi denedik, solcusu, sağcısı, milliyetçisi, Kemalisti, dincisi, dinsizi. Dikiş tutmuyor. Zannederim maya bozuk. Öğrenmek de yok. Dön dolaş başa dön. Dünya aya gitti, Mars’a gitti, biz hala yaya. Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, baktık ki…

    Yine de enseyi karatmayalım. Babacan geliyor sessiz sakin, bir de ona bakacağız. Ölmedik candan ümit kesilmez. Yola devam.

    • Sayın okur, basranın bugünkü halini bi görseydin; yaz sıcağında sırtüstü yatıp yuvarlanan hayvanlar gibi şükredip yüzün sürerdin memlet toprağına…

    • ADİL ÖKSÜZÜN İsmi 15 temmuzda göz altina alınanlar listesinde yokmuşşş…neden acaba????

      Yazının bundan sonrasi kopi.
      ×××××
      “İşte 15 Temmuz’un gözaltı listesi; Herkes var, Adil Öksüz yok!
      İngilizce yayın yapan Nordic Monitor haber sitesi 15 Temmuz darbe girişiminin hemen akabinde yapılan gözaltıların listesine ulaştı.

      Genelkurmay tarafından Jandarma ve Emniyet’ten gelen bilgilerle oluşturulan liste, 15-18 Temmuz 2016 tarihleri arasında tüm Türkiye’de gözaltına alınanları kapsıyor.
      Resmi makamlara iletilmek üzere hazırlandığı tahmin edilen listede asker-sivil toplam 7023 kişinin ismi yer alıyor. Listenin çoğunluğunu Ankara ve İstanbul’da yapılan gözaltılar teşkil ediyor. İstanbul’da darbenin hemen akabinde 2393 kişi gözaltına alınırken Ankara’da bu rakam 2093.
      Gözaltına alının sivillerin neredeyse tamamını hakim ve savcılar oluşturuyor. Üç gün içerisinde 490 hakim ve 336 savcının derdest edildiği kayıtlara girmiş. Ayrıca çok sayıda adliye personelinin de polis tarafından gözaltına alındığı görülüyor. Ankara Cumhuriyet Savcısı Serdar Çoşkun’un darbe girişiminin başlamasından bir kaç saat sonra binlerce savcı ve hakimin isminin olduğu gözaltı listesi talimatını verdiği ortaya çıkmıştı. Daha önce hazırlandığı kesinlik kazanan bu fişleme listelerine göre gözaltı ve tutuklama işlemlerinin yapıldığı bir kez daha kesinlik kazandı.

      Skandal listede çarpıcı bir başka ayrıntı daha mevcut. Akıncı Üssü’nde yakalandığı belirtilen sivillerin tamamı listede yer alıyor. (Bazılarının soyadları yanlış yazılmış). İsmi yer almayan tek kişi ise Adil Öksüz. 16 Temmuz günü Jandarma tarafından gözaltına alındığı bilinen, iki gün nezarethanede kaldıktan sonra sürpriz bir şekilde mahkemece serbest bırakılan Öksüz’ün listede neden yer almadığı bilinmiyor. Jandarma ve Emniyet’in resmi kayıtlarında yer almaması mümkün görünmeyen Öksüz’ün isminin gözaltılar listesinde bulunmaması MİT tarafından korunduğu iddialarını bir kez daha akıllara getirdi. Süleyman Soylu’nun haftasonu yaptığı açıklama ile tekrar gündeme gelen Öksüz ile ilgili olarak nerede olduğunu devletin bildiği açıklaması yapılmıştı.

      Listede gözaltına alınan askerlerin dağılımı da şu şekilde. 1461 subay, 488 astsubay, 3098 er-erbaş ve 761 askeri öğrenci.
      Ağır işkencelerin yapıldığı spor salonları da derdest edilen kişilerin tutulduğu yerler olarak listede belirtilmiş.
      Anadolu’nun her ilinde gözaltıların yapıldığının görüldüğü listede bir çok şehirde sadece hakim ve savcıların gözaltına alındığı görülüyor. Listede ilginç bir ayrıntıda Nevşehir ilinde sadece bir sivil kişinin gözaltına alındığı bilgisi. Listeye göre darbeden hemen sonra öğrenci, esnaf, ev hanımı ve öğretmenlerin gözaltına alınmaya başlandığı görülüyor.
      ×××××××

Yoruma kapalı.