Tuhaf zamanlarda yaşayacağımız varmış: Yasaklanan toplantı.. Kilit vurulmak istenen üniversite.. Belediyeye tercih edilen şirket…

46
Reklam

Bir vakıf –Hrant Dink Vakfı– ‘Kayseri ve Çevresi’ başlıklı bilimsel bir toplantıyı Kayseri’de düzenlemek istemiş. Toplantıya değişik ülkelerden ve Türkiye’den 27 bilim insanı davetliymiş. Önce Kayseri Valiliği toplantıya iznin vermemiş; düzenleyiciler toplantıyı İstanbul’a kaydırmışlar; 24 saat kala, bu defa bir kaymakamlık yazısıyla toplantı aynı akıbete uğramış…

Konuyu bugünkü yazısında işleyen Ali Bayramoğlu “Tebliğ sunmak ve toplantıyı izlemek üzere İstanbul’a gelen, iptal üzerine o gece ve ertesi gün buluşan ve aralarında konuşan bilim adamlarının şaşkınlıklarını, kararı nasıl ve hangi çerçevede karşıladıklarını tahmin etmek herhalde zor değildir” diye hayıflanıyor.

Akıl alır gibi değil gerçekten…

Toplantıda bir zamanlar Anadolu’da Ermeniler’in de yaşadığı üzerinde durulacağı içinmiş bu yasaklama gayreti.

Yıllar önce, 2005 yılında, henüz demokratik açılımlara yeni yeni cesaret edilmekte ve kökleşmiş sorunların üzerine gitme niyeti ufukta belirmekteyken, Osmanlı’nın son döneminde Ermeniler konusunu ele alacak bir bilimsel toplantıya Boğaziçi Üniversitesi salonlarını açmayı üstlenmişti. Konunun hassas olduğunu ve birilerini rahatsız edeceğini bildiğim halde, belki de o sebeple, ben de etkinliğe tartışmacı olarak katılmaya “Evet” demiştim.

Kaç yerden -hepsi de nazik- uyarılar aldığımı tahmin edemezsiniz.

Sonunda o toplantı devreye siyasilerin girmesiyle Bilgi Üniversitesi’nde yapılabildi.

“Siyasiler” dememe bakmayın, bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ağırlığını koymasıyla yapılabilmişti o toplantı. [Tayyip Erdoğan’ın demokrasiye, özgürlüklere ve çağdaşlığa sahip çıkan konuşmasının önemli bölümüne yazısında Ali Bayramoğlu yer vermiş. O zaman öyleydi, korkusuz bir Türkiye özlemi vardı.

Reklam

Aradan geçen bunca yıldan sonra tekrar en başa dönmüş oluyoruz.

Hayıflanacağımız yalnız bu olay olsa iyi; eş zamanlı olarak yoğun gündem maddeleri arasında bile varlıklarını hatırlatan birkaç olay daha var.

Üniversiteyi öğrencilerine bırakın

Kendi kulvarında sessiz sakin nitelikli öğrenciler yetiştirme çabası içerisinde yol alan Şehir Üniversitesi’nin kapısına kilit vurma girişimine ne diyeceğiz?

Şehir Üniversitesi’nin yapı taşı Bilim ve Sanat Vakfı’dır, o vakıf da vaktiyle Ahmet Davutoğlu önderliğinde kurulmuş ve faaliyet göstermişti, eh Ahmet Davutoğlu şimdi AK Parti’ye muhalefet edecek bir parti kurma hazırlığında olduğuna göre…

Birileri böyle düşünerek dört koldan Şehir Üniversitesi’nin kapısına kilit vurdurmaya çalışıyor.

Saldırı gerçekten dört koldan, ben en sonuncuyu aktarayım: Halk Bankası, karşılık da gösterildiği için açtığı krediyi geri alma yoluna gitmeye kalkışmış ve bütün gelirlerine el koydurarak üniversiteyi eğitim kadrosu ile çalışanlarına maaş ödeyemez hale getirmiş… [Ayrıntıları merak edenlere Yıldıray Oğur’un yazısını tavsiye ederim.]

Gerçekten akıl alır gibi değil.

Reklam

Çinliler birilerine beddua ederken “Tuhaf zamanlarda yaşayasın” derlermiş; öyle bir beddua bizlere yapılmış gibi…

Tarihi mekanlar halka değil, şirkete…

Önemli olmasına önemli, ama herhalde CHP’li İstanbul belediyesi bir tarafında durduğu için medyada kendisine yer bulamayan bir olay da, sanatsal ve bilimsel etkinliklerde kullanılmak üzere ihaleye açılan Haydarpaşa ve Sirkeci garlarının depo alanlarının başına gelen… Belediyeye doğrudan tahsis edilse kimsenin ses çıkarmayacağı bu tarihi mekanların, belediye ihaleye girerek talip de olduğu halde, bir şirkete verilmesi uygun görülmüş…

Şirket ihalede kazanmış…

Ne diyelim?

Diyenler pek çok şey diyorlar da, benim derdim kimseyi suçlamak olmadığı için o konulara girmiyorum.

Ancak yine de devlete ait mekanların bir kamu kurumu olan belediyeye değil de bir şirkete tahsis edilmesini çok yakışıksız bulduğumu söylemem gerekiyor…

“Ermeniler ile ilgili bir etkinlik yapacaklar” gerekçesiyle uluslararası bilimsel bir toplantıya yasak getirilmesi… Siyasi rekabete kalkışan bir isimle vaktiyle irtibatlı bilindiği için bir üniversitenin kapısına kilit vurulmak istenmesi… Haydarpaşa ve Sirkeci garı depolarının İstanbul halkının yararlanmasından kaçırılması…

Olacak şeyler değil bunlar…

Fakat oluyor.

Bayramoğlu öyle diyor, ama…

Ali Bayramoğlu yazısını “Toplum, dahası zihinler, iyi ya da kötü, şöyle ya da böyle, itiraz ederek ya da katılarak tartışmaya başladı, bir tabuyu yıktı. İşte buradan geri dönülmez. Toplumun yolu siyasetçinin yoluna benzemez. Toplum biriktirerek, dönüşerek gider ve eninde sonunda belirleyici olur” diye bitirmiş…

Kusura bakmasın, ben bu konuda kendisinden farklı düşünüyorum. Tarih, toplumların bazen ileriye doğru gitmediğinin de tanığıdır. Ve maalesef dünyamız, bugünlerde, Avrupa’da ve ABD’de bile, geri gidişlere sahne oluyor.

Öyle dönemlerde valiler, kaymakamlar, bankacılar, bürokratlar, bir yerlerden talimat almaları bile gerekmeksizin, inisiyatif kullanarak, ‘tuhaf zamanları’ kendileri kendi elleriyle ülkeye yaşatabiliyorlar.

2005 ile 2019 arasındaki tek fark şu: O zaman yönetimde bulunanlar, yeterince güçlü olmadıkları halde, yanlışların önüne geçmek için öne atılabiliyorlardı; şimdi ise yeterinden fazla güçlüler ve kendilerine yakın birilerinin eseri bu tür yanlışlara seslerini çıkarmıyorlar.

ΩΩΩΩ

Reklam

46 YORUMLAR

  1. Anlamakta güçlük çektiğim bir şey var. Erdoğan neye güveniyor da hemen herkesle düşman olacak şekilde davranışlarda bulunabiliyor. İlanihaye iktidarda kalacağına mı inanıyor, iktidardan düşse bile kendisine dokunulamayacağını mı düşünüyor bilemiyorum.

    Aklıma ancak 2023 hedefi senaryosu gelebiliyor, o da şudur. Suriye sorunu bahane edilerek bir savaş senaryosu yaratılacak ve bu ortamda Batı ve ABD’nin Türkiye’yi bölmek istediği gerekçesiyle AB sürecini bitirmek ve NATO’dan çıkmak için referanduma gidilecek. Böyle bir ortamda yapılacak referandumdan istedikleri sonucu alacaklarını hesap ediyorlar. Eh Batı’dan kopmuş ve Rusya’ya yanaşmış bir Türkiye’de artık demokratik rejime de gerek kalmayacak. Göstermelik seçimler yapılacak ve Siyasal İslam + İttihat Terakki İttifakı Türkiye’nin BAAS Partisi gibi olacak.

    Yok artık bu kadar da olmaz diyenlerimiz olacaktır hatta ben bile böyle diyorum. Fakat mesele BEKA ise en kötü ihtimalleri de dikkate almak gerekir. Bir de ABD ile Rusya’nın bu konuda gizlice anlaştığını düşünün …

    Bundan daha iyi bir senaryo ise şudur. 1945 Yalta Konferansı’nda ABD-İngiltere ile Sovyetler Birliği eski dünyadaki egemenlik alanları üzerinde anlaşma yapmıştı. Bu anlaşmada Türkiye Batı kampında kalmıştı. Stalin de Kars ve Ardahan üzerinde hak iddia edip Türkiye’nin NATO’ya girmesine yardımcı olmuştu. Belki şimdi de ‘Batı’ Rusya ile anlaşarak Suriye’de Rus üsleri olmasına onay verirken Türkiye’nin Batı kampında kalmasını (ve Suriye’nin en az ikiye bölünmesini) kabul ettirmiş olabilirler. Fakat bu daha iyi senaryonun gerçek olabilmesi için yakın bir gelecekte ABD yaptırımları olmaksızın Türk ekonomisinin iktidarı değiştirecek sorunlarla karşılaşması gerekir. Aksi takdirde gizli bir elin mevcut iktidarın devamını sağlamak için bir şekilde ekonomi gemisinin yüzmesini sağladığı sonucu çıkar ki bunun anlamı da ilk senaryonun yürürlükte olduğudur.

    Bir futbol maçında bile ne taktikler uygulanıyor, hatta maçtan önce hakemleri baskı altına alıcı demeçler falan veriliyor. Bir de küresel ölçekte en gelişmiş ve güçlü ülkelerin müdahil olduğu politik dünya kupası maçlarını düşünün, neler olmaz.

  2. Hakan bey! Sizin yazdiğiniz konularda, Fehmi beyin, yazdiği yaziları, hatirliyorum.
    Ayricada Haber Türkde yazarken, Patronlari kalemini satin alamayinca “biz senin ücretini ödeyelim yeterki sen yazma” teklifi yapildiğini de sağir sultan dahi duydu.
    Sizcede bu teklif yazdiklarindan rahatsiz olduklari için yapilmamişmi?

    Bir hatirlatma! 15 Temmuz soruşturmasında! F Koru saatlerce TBMM küçük millet vekillerinden oluşan darbe soruşturmasında’da ifade verir gibi sorulara cevap verdi.
    Mubarekler Sanki TC başkani ve genel kurmay başkani F Koruyudu da darbeyi bilemediği için sorguya çektiler.
    Fehmi beyin arşivlerini yok etmek için her her zaman düzenli saldirilarala mücadele etmek zorunda kalmasındanda, belli olmiyormu?

  3. Sayin, Temel Karamollaoğlu soriyor. “TERÖRİST OLMADIKLARINI ŞEHİT OLARAK MI İSPATLAYACAKLAR?”

    Karamollaoğlu, “Bu ve benzer muameleye maruz kalan evlatlarımız, “terörist” olmadıklarını, terörle mücadele ederken şehit olarak mı ispatlamak zorunda kalacaklar?”

    Şehit olan ÜSTTEĞMEN ÇELEBİ BOZBIYIK da Kanun Hükmünde Kararname (KHK) mağduru Zekeriya Altunok gibi şehit olmuştu! Üstteğmen Çelebi Bozbıyık’ın 15 Temmuz’dan sonra 15 gün ters kelepçeli vaziyette nezarethanede tutulduğu ortaya çıkmıştı.

    Bozbıyık geçen hafta Suriye’de askeri harekât esnasında şehit düşmüştü.

    Bu arada”Terörist” olduğu iddiasıyla Bozbıyık hakkında açılan soruşturmanın halen Kırıkkale’de sürdüğü belirtiliyor.

    “TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ” İDDİASI İLE 16 AY HAPİS YATTI, BERAAT ETTİ VE ŞEHİT OLDU.
    Geçenlerde (şu an hangi yazarin yazdiğini hatirlamiyorum)
    Şimdiye kadar şehit olanların aile ve konumlarini irdelemişti.

    PKKyi bitireceğiz diyenler! Gerçekten gönüllerinden geçenlerimi söylüyorlar…????
    Valla ben 1977 den bu tarafa ne sağ ,sol catişmalarina nede,PKK ya inanmadim ve inanmiyorum.
    Yabanci TV kanalları, Süriyedeki ve diğer bölgelerdeki PKK teröristlerini gösteriyorlar.
    Genelde genç kizlar ve genç erkeklerden oluşmuş tam bir çapulcular.
    Bunlarmi Ordularla savaşiyor.
    Temel demiyeni “külahıma” anlatin.
    Eğer PKK Kürtleri haklari için mucadele ediyorsa, neden Suriye,ve Iran hukumetleri ile değilde Türkiye ile şavasiyor?
    Turkiyedeki bütün irklar birbirleri ile evleniyor ve et tirnak olmuşken.
    İran ve Süriye Kürtleri hem Sünni hemde 2.sinif vatandaş muamelesi görürülerken,
    Onlari birakip bizimle savaşip hemde en fazlada kürt bölgelerindeki kürt kökenleri ölduriyorlar.
    Ustelikde PKKayi İran destekliyor.
    Şu an biz hangi devletlerle ve liderleri ile dostuz.Iranla, Rusya, ABD ve özeliklede başkanTrumpla dostuz.

    Vatan perverler birazda bu konuda ahkam kesilsinler.
    Neden hep fakir fukara çocuklari şehit oluyor?

  4. Merhaba Tarık Bey, ve tekrar merhaba Uğur Bey. Değindiğiniz kitapları çevireli en az 20 yıl oldu, Tarık Bey – muhtemelen daha fazla o günlerden bugüne kadar arada geçmiş yıl sayısı. Hayattan ve kendi yanılsama ve yanlışlarımdan çıkardığım dersler sonrası bugün aynı kitapları çevirme zahmetine katlanır mıydım? Hiç sanmıyorum. Vakti zamanında Bağlam Yayınları’ndan çıkmış olan ve Halide Edip’i konu alan kitap belki çevrimiş olduğum bir düzine kitap arasında bugün okunmaya değer olan yegane çeviri.

    “Saha”da, yani doğup büyüdüğümüz topraklarda, yani memleketimizde olmak, malum nedenlerle ülkesine giremeyen ya da haklı kaygıları dolayısıyla giriş yapma cesareti gösteremeyen onbinlerin ortak arzusu. Orada olmak, dost ve söyleşi çevremi genişletmek, “yarenlik etme” ifadesinin hakkının gerçekten verildiği ülkemizde dostlardan, yeni tanışıklıklardan güç ve umut devşirmek, özlediğim ve düşlediğim yaşam güzellikleri arasında. Birbirlerinden çok farklı düşünsel arkaplanlardan gelmelerine rağmen, saygı (ve hatta sevgi ya da değerbilirlik), merak ve samimi bir anlamaya çalışma arzusu ile yüreğini merhaba’lara açan insanların tanışıklıkları ve geliştirdikleri dostane muhabbetler hem çok değerli, hem de pek çok öğretici. En çok bu yanını özlüyorum memleketin.

    Yorum metinlerinde alaycı, aşağılayıcı, yoksayıcı bir dilden uzak kalarak, kendi kişisel çıkarları (ya da korkuları) yüzünden yegane kaygısı hükümete yaranmak, hakikatleri perdelemek, hamasetin ateşine odun taşımak olan tiplerin argümanlarını ‘yorum’ diye buraya döşenip yazar dahil herkese ayar verme -çoksu- telaş ve tedirginliğinden azade herkes, hükümet yanlısı da olsa, beslendiği düşünsel gelenek ve inanç dünyasının ne olduğundan tamamen bağımsız olarak, değerli, hem de çok değerli.

    Söyleyecek sözüm olduğunu düşündüğümde, ben de yorum yazıyorum kendimce. Ama, bu sayfalarda şu ya da bu sıklıkta boy gösteriyor oluşumun bir nedeni de, yukarıda sözünü ettiğim yarenlik ihtiyacını bir nebze karşılayabilmek. Avrupa’da değilim, bir Uzak Doğu ülkesindeyim. Memleketdaş olduğum birisile el sıkışıp kendi ana dilimde -birkaç dakikalığına da olsa- söyleşmeyeli 3 yıla yakın bir zaman oldu. Velhasılı, bu yorum sayfaları benim için bir tür yarenlik mekanı. Sizlere, Hasan Günay, F.K.T., Avam, Hamza, Baran Beyler’e -ve ismi ya da rumuzu şu an hemen aklıma gelmeyen diğer arkadaşlara rast gelince mekanda, bir tebessümle ‘Selamın Aleyküm. . .” çekip masanın kenarına ilişmek gibi bir şey. İnatçı ve uzun zamana yayılan küskünlükler yok bende -hakkı verilerek yapılan sokak ağzını ve nüktedanlığı da oldum olası sevdim. Dolayısıyla, H. Gayret biladerimin masasına da ilişirim benzeri bir muhabbet arzu ve ihtiyacıyla. Ne var ki, alıp çay bardağını üstüme boca edip elimi kolumu haşlamayacağından, ya da arka masaya dönüp oradaki okey ıstakalarından birini yakaladığı gibi kel başıma aşl etmeyeceğinden pek emin olamıyorum 🙂

    Umutsuzluk yok ama. Çok zulüm gördü çok insanımız. Çok acılar yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Susanların, görüp de görmezden gelenlerin -hiç de uzak olmayan bir gelecekte- mahçup olup utanacakları acılar. İnsansak ve insan kalmak istiyorsak, umutsuluğa düşmek gibi bir lüksümüz yok. Hem ülkemizin düşmanlıklar değil dostluklar ve sevgi üreten bir iklime kavuşması için, hem haksız yere ve ahlaksızca hayatı karartılmış kendi insanlarımız için, “Mazlumun kimliği sorulmaz. . .” desturundan, vicdan ve akıldan yola çıkarak, söz söylemeye, söyleşmeye devam. . .

    “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir. . .” veciz sözünü yaratmış bir geleneğin taşıyıcıları olmakla mükellef olduğumuz kadar, onbinlerce masum insan olmadık acılara ve zulme gündelik olarak maruz bırakılırken susup kendi küçük dünyamızın beklenti ve arzularına takılıp kalmamakla, gören gözlerle bakıp gördüğümüzü söze dökmekle de mükellefiz.

    Sırf bir dini cemaate ikna olup gönül verdiği için, salt R. Tayyip Erdoğan gitsin kendi bekasını ve devlet kasasından zenginleştirdiklerinin bekasını kurtarmak üzere D. Perinçek, Barolar Birliği Başkanı, Nedim Şener, D. Bahçeli gibi isimlerde simgesel ifadesini bulan geleneksel zinde güçlerle ittifak kursun diye kurban edilip hayatları karartılan onbinlerce masum insan o duvarların arkasında yazgılarına terk edilmiş ve sahipsiz kalmış halde soluk alıp verdikçe sayısız çile ve acı arasında, ister solcu, ister İslamcı, ister Kemalist, ister milliyetçi olalım: Hiç birimize huzur yok. Hiç birimize güvenlik ve esenlik yok. Hiç birimize özgürlük yok.

    • Merhaba Bernar bey

      Soğuk bir günde,sığındıkları mekanın ortasındaki yeni tutuşmaya başlamış sobanın çevresinde kümelenmiş ve o an gereği konuşmak durumunda olan arkadaşlarının sobanın sıcaklığını tatlandıran sesine odaklanmış ve hal icabı sadece susup Onu dinlemenin huzurunu yaşamakta olanların halet-i ruhiyesiyle dinler gibi oldum samimi hasbihalinizi.Nice dostlarla yollarımız ayrıldı.Kendi adıma dostlarım da yokmuş demiyorum;herşeyi zamana bıraktım,ümitvarım.İnşallah Onlarla olduğu gibi sizinle de muhabbetlerimizi büyüteceğimiz yarınların Türkiye’sinde en yakın zamanda görüşmek ümidiyle selamlarımı sunuyorum.

  5. “ADELET” ve”KALKINMA”PARTISININ” Rahip Brunson’in hayati boyunca ve dünya durdukçada canli tutacak kitabinda anlattiği o 2 sene tutsak olarak tutulduğu hikayesini kiyamete kadar geleçek olan nesillere bunlari nasil anacaklarini de birisi yazsin.
    Brunsonin Kitabi
    God’s Hostage: A True Story of Persecution, Imprisonment, and Perseverance”
    isimli bir kitapta hatıralarını yazan Brunson, Fethullah Gülen’in iadesi için Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından pazarlık konusu yapılırken Hizmet Hareketi ile daha önce bir tanışıklığının olmadığını söyledi.

    BRUNSON: BU İNSANLAR MASUMDU

    Ancak hapishane yıllarında benzer suçlardan tutuklanan bazı kişilerle kalan Brunson, yaklaşık 30 kişiyle aynı koğuşta kaldığını ve bunların hiçbirisinin darbeyle ve şiddetle ilgisi olmadığını kaydediyor: “Babalarından mahrum bırakılarak büyüyen çocukların babaları ile birlikte kaldım. Bu sadece korkunç bir adaletsizlik. Söyleyebileceğim kadarıyla bu insanlar masumdu. Onlardan bazıları hareketle bağlantılıydı ama herhangi bir şiddete karışmamış ve devleti devirmeye çalışmamışlardı.”

    Benim sorum: şu an ve gelecek nesiller sizce Brunsonami inanir, yoksa Erdoganami.INANIR?

  6. nurdan hanım merhaba! 2 gün önce yazdığınız iyi dileklerinize cevap yazamadım. çünkü hem size iyi dilekleriniz için teşekkür edip hem de konuyla alakalı, önemli olduğunu düşündüğüm birşeyler yazmak istiyordum.
    – birşeyler yazdım daha da yazacak şeyler vardı. yazdıklarım bile bu sitede şu ana kadar yazılmış en uzun yorum olabilir ki daha da yazımı tamamlamamıştım. bu nedenle yazımı bir noktada sonlandırdım ve yayınlanması için gönderdim. giriş reddedildi mesajı çıktı. zannediyorum çok çok uzun olduğu için, sistem reddetti.
    – ben de, iyi dilekleriniz için, gecikmeli de olsa, ayrı bir yazı ile teşekkür etmek istedim. çok teşekkür ederim. kendinize iyi bakın.

    • Tesekür ederim,Hamza bey!
      Girişin reddi uzun yazidan kaynaklanmiyor.
      Siteye dişardan gelen saldirilardan kaynaklaniyor.
      Geneldede illgal(kanunsuz) yollarla okuyucu bilgilerine ulaşmak isteyen HAVUZ gibi sitelerin yaptiklari ataklar gibi.
      Bunu bana Googlde çalişan bir gorevli söyledi.
      Bu site herhalde koruma proğraminda olduğu için. Baze bu tip olumsuzluklar oluyor.seçilmiş yazarlardan havuzdekilerin sitelerini girdiğim zaman onlar hemen cep telefonuma message gonderiyorlar.

  7. Alintilar ve iddialarin kaynagi sorunlu; sahislarin guvenilirligi supheli. Toplanti meselesiyle ilgili keske ermeni patrikliginin de bi gorusu alinip sonra ortaya atilsaymis dusuk gasteci; kimseye ulasamadiysa biraz bekleyebilirdi yani; akdamar adasina ayine falan gitmistir hocalar… Hrantin adini da bu turden cinliklere alet ediyorlar iste; rahmetliyi vuran soysuzla fotograf cektiren fetocu jandarma/polis ve azmettirici istihbarat muduru de hapisteler; simdiye kadar kendisinin tek yazisini okumadik) diger uyanik gasteci musvettesinin kardesi ise feto firarisi; onu birakmis ulker universitesinin derdine dusmus. Halkbank kredisini alirken guzel de; geri oderken mi kotu? Abd’de esir tutulan halkbank yoneticisi hakkinda da soyle mis gibi iki satir insan hak ve ozgurlukleri kokan bir gakguk atalet yazisi dosenebilmis mi acaba? Sayin yazarin bahsettigi ihale neyin nesidir bilemiyorum ama ibb nin elindeki dinlenme tesislerini pek ziyaret etmedigi anlasiliyor. Yani oyle dort dortluk bir isletmecilik ve hizmet sansi kacirmis falan degiliz; belediyenin elinde kalan mekanlar ates pahasi ve dokuluyor zaten..! Baksaniza tatil duskunu imamcik bile ibb tesislerini degil bodrum alemini tercih etmiyor mu..? Benim onerim haydarpasa ve galata benzeri yerler; ozel bilgi ve bahcesehir universiteleri orneklerinde oldugu butcesi genis egitim kurumlarina kiralanabilir ya da kultur/turizm bakanliginca degerlendirilip isletilebilir…

  8. Savaşımız
    Türklerin özellikleri vardır. Savaşı sevmezler. Sorunları barışla çözmeye çalışırlar. Yerli halkla anlaşırlar. Birlikte yaşarlar. Sabırlıdırlar. Bir gün savaşmak zorunda kaldıkları zaman ölümüne savaşırlar, yenilmezler. Yok olurlar ama yenilmezler.
    ABD Türkiye ile savaşırsa Türkiye’ye zarar verebilir, onu ekonomik sıkıntılara sokabilir, halkı öldürebilir ama Türkiye’yi fethedemez. Çünkü Türkiye teslim olmaz. Teslim oldum dese de yine ortaya çıkar. ABD’nin Türkiye ile savaşacak gücü yoktur.
    a) Türkiye savunma savaşını verecektir. ABD ise saldırı savaşını yapacaktır. Türkiye savunma savaşında daha güçlüdür.
    b) Türkiye kendi ülkesinde savaşacaktır. Kendi çöplüğümüzde onlardan daha güçlüyüz.
    c) Türkiye halkı kendisi savaşacaktır. ABD paralı askerleri bizimle savaşamaz. Bizim askerimiz, güçlü savaşçılarımız var.
    d) Türkiye’de halk ekonomisi vardır. Uzun zaman savaşlara dayanır. Kırk senelik PKK bizi eğitti. Pilotlarla devletler yıkılabilir ama devlet kurulamaz ülke fethedilemez.
    ABD Türkiye ile savaşmaz. Türkiye ile iş birliğinde üçüncü bin yıl uygarlığını kuracağız.

    • Arabadan pek anlamam ama sanki gidilir gibi memeet; hele bi de arkadan cekisliyse…

      • Tam bağımsız olmak, birilerine bir yerlerden borçlu olmamak ve ayni zamanda yeri geldiğinde zindanlara düşmeyi göze alacak kadar inançlarına, görüşlerine ve insanlarina bağlı olmak ehli hak, demokrat ve iyi bir aydin yazar ve bilim adamlığının temel özelliklerindendir. Ahireti adina da karsi karşıya kaldığı imtihan karşısında yapmasi gerekeni yapıp “turnayı gözünden vurmak” iyi bir müslümanın temel hasletidir. Korku, endişe ve kararsizlik bütün kazanımları sileceği gibi kazanilacak büyük ödülü de elden kaçırır. Büyük adamlar da ‘”tuhaf zamanlar”da ortaya çıkarlar sayın Koru. Niçin yapılan haksızlık ve zulümleri avazınızın çıktığı kadar haykirmiyorsunuz? Allah bunun hesabını size sormayacak mi? Bu Fehmi Koru bizim bildigimiz Fehmi Koru değil, olamaz. Kendinize gelin büyük adam olma fırsatı elinizdeyken küçük adamlikla yetinmeyin. Tarih sizi affetmez sonra. Imami Azam Ebu Hanifeleri, imam Şafiileri, Nelson Nandelalari, Malcolm X leri bize öğreten siz değil miydiniz? Ne oldu dava adamina? Nereye gitti o demokrasi havarisi? Sizi bu durumlarda görmek çok üzüyor beni gerçekten çok. Rabbimden size ve bize, hepimize acimasini ve güç kuvvet ve cesaret vermesini diliyorum. Zulüm karşısında dik duramayan, doğruları dobra dobra soyleyemeyen bir yazar artik okunmaz. Böyle giderseniz bundan böyle sizi okumayacagim. Hoşçakalın.

        • Kendinize rumuz olarak seçtiğiniz isim ile metniniz arasında talihsiz saydığım bir tezatlık var sayın okur. Demokratlık, bir demokrattan ya da aydından ne beklendiğini dramatik cümlelerle *başkalarına* vaaz etmek olmasa gerek. Vaaz etmek kolay, *eylemek* zor -hele de zor zamanlarda ve zor koşullarda. . .

          Yazarımız, yazılarını okumaya başladığım günden bugüne geçen yıllar boyunca, eyliyor, sahip olduğu saygınlığın temel nedenlerinden biri de bu. Eyleyenlerin sayısının iki elin parmak sayısına zor erişir göründüğü zamanlarda, en çok eyleyenlerden birine yönelik bu hakkaniyetsiz ve talihsiz metniniz, yazarın bugünkü yazısının başlığını doğruluyor: “Tuhaf zamanlarda yaşayacağımız varmış”.

          Metniniz tuhaf. . .

          Vaaz edenlerden değil, eyleyenlerden olmanızı öneririm. . .

          • Sn Bernar bey ben tanınmış ve capli bir yazar olmamama ragmen zulüm olduğunu söylüyorum. Bu cesareti Ahmet Taşgetiren, Taha Akyol, Levent Gültekin gibi yazarlar Fehmi Korudan daha cesurca ve daha sıklıkla gösteriyorlar ve gercek demokrat olduklarini gösteriyorlar. En azindan bu kadarini Sn Koru’dan beklerdik ama maalesef göremiyoruz ve yazıları da hiç tatmin edici değil. Benden bir okuyucu olarak uyarması. Gerisi kendisine kalmış. Ben vaaz etmiyorum görüş ve beklentilerimi iletiyorum. Bu da sanirim bir okuyucu olarak benim hakkim. Yoksa kendi çapımda elbette ki yapacagimi yapıyorum. Ben bir yazar, akademisyen vs değilim. Kamuoyunun tanidigi ve söyledikleri ve fikirleri iktidar üzerinde aksülamel doğuracak birisi de degilim. Ama bir Fehmi Koru’nun söyledikleri ses getirir etkili olur. Üstelik bu bir kose yazarı olarak onun görevi de. Bırak da Sn Koru kendisini savunsun.

        • Bu tür duygu patlamalarını mantık çerçevesinde kontrol altına almamız lazım.Hepimizin yaşadığı mağduriyet global çaptaki bir oyunun bizlere düşen hissesi.Bu labirentten bilmeceleri çöze çöze çıkacağız.Sadece tepki göstermenin labirentten çıkmaya bir katkısı olmayacaktır.Bu mağduriyet psikolojisinden de bir çıkalım artık;şu zeminde bize düşen karınca kararınca şu labirent bilmecesinin çözümüne fikirlerimizle bir katkı sağlamaktır.Tepki değil çözüm üretmemiz gerekiyor.

          “…Allah, size keder üstüne keder verdi ki, (bu durumlara alışasınız ve daha sonra) elinizden gidene, ve başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”Ali İmranlı 153.

          ““Ne yerde (kıtlıklar, seller, tufanlar, kasırgalar, hayvanların ölmesi, ekinlerin yok olması gibi umumî felaketler),  ne de kendi canlarınızda (hastalıklar, musibetler, aile fertlerinin, yakınlarının, dostlarının ölmesi, hasta olması gibi hususî musibetler cinsinden) meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki  bizim onu yaratmamızdan önce bir kitapta yazılı olmasın. Bu, Allah’a göre elbette pek kolaydır. (Başınıza gelecek olayları, önceden bir Kitaba yazdık) Ki elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve (Allâh’ın) size verdiğiyle aşırı sevinip şımarmayasınız. Çünkü Allâh, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.”(Hadid, 57/22-23).

  9. sol literatür, toplumların gelişmesini ırmağın akışına benzetir. Irmak bazen geriye doğru da akar ancak yönü hep ileridir. Toplumların gelişimi de böyledir. Bazen geriye gidişleri olur ancak yönü hep ileridir. Zaten hiçbir gelişme de hep düz çizgi şeklinde olmuyor.
    – Yani hem bayramoğlu, hem de siz haklısınız.
    – Siz haklısınız şu an bir geriye gidiş var.
    – Bayramoğlu haklı, bu geriye gidiş süreci aynı zamanda ilerlemenin nüvelerini biriktiriyor.

  10. Fehmi bey bir sorum var, kısa ve net.

    15 üniversite kapatılırken, 3000 üzerinde akademisyen işsiz kalıp 36 koduyla hala iş bulamazken neden bir şey söylemediniz? “tuhaf zamanlar” sadece size dokununca mı?

    • Bende yaziyi okurken bu aklima gelmisti. Ogrenci ve hocalari magdur etmeden bu universiteler devlete ait olarak bile devam edebilirdi. Ama kapatildi, kimse tek laf etmedi. Son 5-6 yildir yasananlar yaninda Istanbul Sehir Uiversitesinin yasadigi milyonda bir kaliyor.

    • Hakan bey!Ben de size kısa ve net bir cümle söyleyeyim:Şimdilik eldeki üzümle enerjimizi korumaya çalışarak yeni üzüm bağları yetiştirme gayretinde olalım;bağcılardan birini döverek hem Onun enerjisini,hem de kendi enerjimizi boş yere tüketmeyelim.Selamlar.

    • Butun dersane ogretmenleri dogrudan meb personeli oldu; tum fetocu universitelerin ogrencileri haketmeden devlet universitelerinin cok daha iyi bolumlerine sinavsiz olarak dolduruldu, hala doymadiniz mi mubarekler?

    • Sayın Koru, tuhaf zamanlarda sizin bizim hepimizin payı yok mu? Neye layık isek öyle yönetiliyoruz. Ocakmedya.com neden khk’lı şehit haberlerini görmedi? Gördü de ben mi göremiyorum. Sarı öküz meselesi…

      • Cemil bey khk ile kamudan ihrac edilmis olmak ne zamandan beri sehitlik sayilir oldu..? Bizim bildigimiz savasta/gorev sirasinda vatani milleti ugruna hizmet ve mucadele ederken can verenlere sehit denir..! Abd gastelerine bastirin bikac milyon dolar, istediginiz haber yazisini yayinlatirsiniz; iyi yetismis sci li gencbeyin salatasi badem biyikli mutemetler ne duruyor ki gurbetellerde..?

        • Khk’lı şehitten kastım Şehit Zekeriya Altunok idi, tüm khk’lılar değildi. Zaten muhatabım anlamıştır, da sen nasıl böyle anladın? Gerçi şaşırmamalıyım…

        • H Gayret! Keşke benim dün ” “Yorumsuz” diye kopilediğim yaziyi ve benim yazdiğım şu, yoruma bir göz atmiş olsaydın, Cemil beye bu soruyu sormazdın.
          ×××××
          Nurdan
          “23 Ekim 2019 at 18:35
          Bakalım Timsahlar günü vesilesi ile….

          Erdoanğan, ve Akar’n Teroristi(!)

          Peygamberin SAS, komşusu vatan hainleri bizlerin Şehidimiz Er Burak Zekeriya Altunokun cenazesinde ” KAÇTANE vatan perver TIMSAHLAR’ın(!) Propoganda kokan goz yaşlarıni göreceğiz.

          Vatan perverler ülkesinden duyuru..

          Seçimlere niyet devlet korumasindaki karaollara kismet oy makinesi ŞEHİT cenazelerine timhsah göz yaşlarini dökeceklere davet..
          H Gayret! Bugünku bu yorumumada bir göz at.

          Nurdan
          24 Ekim 2019 at 20:17
          Sayin, Temel Karamollaoğlu soriyor. “TERÖRİST OLMADIKLARINI ŞEHİT OLARAK MI İSPATLAYACAKLAR?”

  11. Hem nalına hem mıhına, her tarafa selam, herkese yaranma… İyi iş de artık herkes bunun farkında… O toplantının amacını da, çocuk bile anlar…

  12. Yazılarınızda Türkiyede olan hukuk cinayetlerini tuhaflık gibi çok hafif bir tabirle anlatmanız gerçekten üzücü birde bu hukuk cinayetlerinin gerçek müsebbibini görmeden işi vali, kaymakam ve bürokratlara yıkmanızı esefle kınıyorum. Korkmayın siz demokrasi için hiç bedel ödemediniz. Hep soft

    • Olur, her isi sayin koru yapsin; siz de burda kose kadisi olarak yazarlik yapin sayin sahin..! Iyi alismissiniz, her halti yiyip icip hesabi baskasina yuklemeye…

        • Nurdan hanım sanırım ki çoğalan beğenileriniz H.Gayret’in kafasını karıştıracak ve ” yaw ben ne yapıyorum,ayarlarım mı karıştı?” deyip kendi kendini imha edecek.Durumu bir de İnek Şaban’ın lisanıyla anlatayım:(böyle giderse) “Biraz sonra Güdük ölecek!..” Şimdi bu Gayret’in vasiyeti de vardır:”Kimseye helva dağıtmayın,mezarımı som altından postal şeklinde yapın” diye…

          • Uğur bey! H Gayret! saat gibidir aradada olsa doğruları yazmaktan çekinmez.
            Kendisinin ismini dahi bilmesemde, onu yaramaz kardeşım olarak kabul ediyorum.☺

  13. Sayın Koru,
    Durumdan vazife çıkaranların sayısının hat safhaya ulaştığı günlerdeyiz. Gerçekten de tuhaf zamanlar. Elinize sağlık.
    Saygılarımla,

  14. “Kraldan çok kralcı” olanların marifetidir böyle eylemler, emin olun.

  15. Fehmi Bey yazısının son paragrafında, adına “toplum” dediğimiz büyük yığınların deneyimlerine A. Bayramoğlu’ndan farklı bir pencereden baktığını dile getiriyor ve şöyle söylüyor:

    “Tarih, toplumların bazen ileriye doğru gitmediğinin de tanığıdır. Ve maalesef dünyamız, bugünlerde, Avrupa’da ve ABD’de bile, geri gidişlere sahne oluyor.”

    Yazarımızın tespiti, tartışmaya yer bırakmayacak kadar doğru ve yerinde. “Batı” dediğimiz coğrafyada yer alan ülkeler başta gelmek üzere, dünya bir bütün olarak -karamsarlığa sürüklendiğim zamanlarda bana da dipsiz ve iflah olmaz görünen- bir soysuzlaşma ve gercileşme (hiçbir dinsel iması yok bu terimin; terimi, belirleyici kodları seküler olan toplumlar için kullanıyorum burada) çağını yaşıyor.

    Durumdan hoşnutsuz düşünce insanlarının, bizler gibi içinde yaşadığı toplumu ve dünyayı anlamaya çalışan sıradan insanların söz konusu soysuzlaşma ve gericileşme çağının Avrupa ve ABD’deki görünümleri söz konusu olduğunda, geleneksel olarak göndermede bulundukları olgu, Batı coğrafyasının istisnasız her ülkesinde yükselen ırkçılık, yabancılara karşı kuşku, İslam ve Müslüman düşmanlığı.

    Nasıl bizde AK Parti ve MHP’sinden CHP’sine kadar Kürt düşmanlığı (zamanla Suriyeli düşmanlığı da eklendi buna) ve Kürtlere yönelik kuşku siyasetin rekabet dünyasında prim yapıyorsa, işsizlikten gündelik hayatta artan sıradan şiddet olaylarına, toplumsal güvenlik ve ‘beka’ kaygılarına kadar hemen her meselede, parmaklar hep -başta Müslümanlar gelmek üzere- yabancılara, göçmenlere, mültecilere işaret ediyor Batı dünyasında. ABD’nin Trump’ı, Macaristan’ın V. Orban’ı, Fransa’nın son yıllardaki seçimlerde oylarını sürekli ve katlayarak artıran Ulusal Cephe lideri M. Lepen’i, Rusya’nın Putin’i ve daha bir düzine devlet başkanı, başbakan ve güçlü lider figürü, bu soysuzlaşma ve gericileşme çağının doğurduğu ve öne çıkardığı tipler.

    Ne var ki, mesele sadece yükselen ırkçılık ve Müslüman düşmanlığından, popülist ve ırkçı söylemlerle kitle desteğini arkasına alan politikacıların gücünden ibaret değil. Ortalama Avrupalı, sadece akıl ve sağduyusunu değil, yanısıra, insanı gerçek anlamda insan yapan ruh’unu da hayli yitirmiş görünüyor.

    Duygu dünyasından, hayatın şiirsel yanlarından, dayanışma ve yardımlaşma, tanış olunmayan insanlarla tren istasyonarında ya da havalimanlarında kendiliğinden söyleşilere kapı aralayan insani bir meraktan da hayli uzak bir hayatın içinde yaşıyor pek çok Avrupalı. Güvenlik kaygısına eşlik eden ve onu derinleştiren bir duygusuzluk ve duyarsızlık hali, onun ırkçı ve popülist siyasetçilerin hamasi söylemlerine kolayca teslim olmasını sağlıyor. H. Potter ve Yüzüklerin Efendisi’nin bütün bir düşlem ve beğeni dünyasını ele geçirdiği, haz arayışının neredeyse tek amaç ve değer göründüğü yüzeysel bir kültürden çıka çıka bu çıkardı zaten.

    Peki Batı’da ve Türkiye’de (simgesel ifadesini “özgürlüklerin önünü açan siyasetçi” gömleğini çıkarıp bir yüzü Perinçek, diğer yüzü Bahçeli olan gömleği giyen ve bundan da pek hoşnut görünen Erdoğan’da bulan) bu duruma nasıl geldik?

    Benim bu sayısız çoklukta kitap ve makalenin konusunu teşkil eden soruya verdiğim yanıt net ve kısa: Hem ülkesel, hem de dünya ölçeğinde müşterek bir ütopya’ya, müşterek olarak paylaştığımız bir düş’e sahip olmadığımız için bu hale geldik bütün bir insanlık olarak.

    Uzunca bir dönem, adı “sosyalizm” ya da “komünizm” olan böyle bir ütopya vardı elimizde. Genel grevlerden milyonların katıldıkları 1 Mayıs gösterilerine, mantar gibi dünyanın en ücra köşesi sayılan yerlerine kadar her yerde pıtırak gibi biten onbinlerce irili ufaklı sosyalist örgüt vardı yığınların desteği ile serpilip büyüyen. Sanattan edebiyata, şiirden üniversitelerdeki entelektüel bilgi üretimine kadar, toplumsal hayatın pek çok görünümüne damgasını vurabiliyordu o ütopyanın yarattığı enerji.

    Ve, Sovyeter Birliği’nin simgelediği ‘sosyalist blok’ çöktüğünde, evrensel ütopya da çöktü.

    Böyle oldu, çünkü, bizzat sosyalistlerin ve komünistlerin “görüldüğü her yerde başı ezilesi” saydıkları (İspanya ve Fransa gibi bir kaç coğrafya dışında) bir avuç sosyal anarşist dışında, kimse sosyalist olduğuna inanılan Lenin, Mao, Castro, Çavuşesku gibi liderlerin birer eli kanlı diktatör, bunların kurdukları rejimlerin de faşizan devlet kapitalisti ülkeler olduklarını göremedi. O ilkel ve otoriter rejimlerin çöküşü, geleneği Marksizm’den ve Leninizm’den çok daha öncelere dayanan sosyalizm ütopyası’nın hanesine yazıldı.

    Sözde sosyalist rejimlerin ve sözde sosyalist ideolojilerin tarihsel çöküşünden sonra, meydan kapitalizme ve onun neo-liberal ekonomik politikalarına kaldı.

    İslam ve İslamcılık, yitirilmiş (bir yanılsama olduğu için iyi ki de yitirilmiş) küresel “sosyalizm” ütopyasının+
    öö yokluğunda, bir potansiyel olarak, insanların dönüp bakabilecekleri bir umut olablirdi. Bu olmadı -ve, gidişata bakılırsa, İslami hareketlerin ve İslamcı entelektüellerin kendi hataları ve çapsızlıkları dolayısıyla hiçbir zaman da olmayacak görünüyor.

    Peki nasıl çıkılacak bu soysuzlaşma ve gericileşme çağından?

    Kestiermek kolay değil. Hatta, günün birinde insanlığın bu karanlık dehlizden -kendi eliyle gezegenin sonunu getirmeden önce- çıkacağı bile garanti değil.

    Ama, şu hayli açık: Sosyalizm, İslamcılık, Anarşizm gibi büyük anlatıların şansı yok artık. Bunların hepsi miyadını doldurdu. Romantik bir değer, bir hüzün olarak yaşanacaklar bunlar, ve insanlığın adı “belirsizlik” olan geleceğe doğru serüveninde dişe dokunur bir rol oynamayacaklar.

    Yegane umut, benim MELEZLEŞME dediğim olguda.

    Sağduyulu, yaşamın duyguya ve şiirsel yönlerine (yani ruh’a) değer veren, insanı insan yapan hasletlerinde ısrarcı olan ilahiyatçılar, cami hocaları, bağımsız sosyalistler, çevreciler, dindarlığı saygı gören sevilesi esnaflar, aklı başında demokratlar olarak tanışıklıklar kuracağız, kurulmuş tanışıklıkların üstüne ttireyip bunları derinleştirecek ve üretken kılacağız.

    Bütün bir dünyanın ihtiyacı olan evrensel ütopyayı üretmeye gücümüz yetmez. Ama, bu topraklarda el birliği ile ortak bir ütopyayı birlikte yaratmamız mümkün.

    Adalet, özgürlük, -Bekir Ağırdır’ın pek sevdiğim ifadesi olan- “farklılıklarımıza rağmen ve farklılıklarımızla birlikte yaşama iradesi” ve dürüstlük, hepimizi kesen ortak ve temel değerler.

    Çaba, serin kanlılık, sağduyu ve bağımsız düşünebilme becerisini gerektiriyor bu. Kolay değil, güç -hatta hayli güç. Ama, başarılamaz değil. Böylesine güç ama hepimiz için anlamlı ve değerli bu amaca giden yolda, Gülen Cemaati sempatizanı dahil dindarlarımıza da, çevrecilerimize de, liberallerimize de, Kürtlerimize de yer var.

    Vesayete ve Ergenekon’da simgesel ifadesini bulan buyurganlığa ve keyfiliğe karşı direniş zamanlarında yapılabilmişti bu tür bir tanışıklıklar kurma ve müşterekleşme hali.

    Yine yapılabilir -yapılmalı da.

    • Bernar Beyin Ocak Medya’da müstakil yazılarının yayınlanmasını temenni ederim. Gerçi Fehmi Bey’in yazılarının ingilizce versiyonlarını kaleme almakta ancak Bernar Beye mahsus bir köşenin ihdas edilmesi Ocak Medya ailesini zenginleştirecektir.
      Bernar Bey’e ufak bir not : Halide Edip’le ilgili tercüme kitabınızı okuyorum. Kaleminize sağlık.

      • Dünkü yazısında da çok güzel anlattığı üzere tüm dünya toplumlarını etkileyecek çapta insanlık tarihinin ender gördüğü -tarihi- sosyolojik bir kırılma süreci içerisindeyiz.Ben şu yaşadığımız dönemde Bernar beyin sahada yani aramızda olmasının kendisini daha etkili kılacağını düşünüyorum.Taşlar şöyle bir yerine otursun,o vakit,yine kendisi isterse,bir anlamda fildişi kule diye de değerlendireceğimiz özel bir köşeye çekilmesi daha uygun olur gibi.

      • Tarık bey, size katılıyorum. Bernard beyin tercüme kitap bilgilerini verirmisiniz

Yoruma kapalı.