Trump iktidarı terk etmemek için direniyor; sonuçta o da popülist bir politikacı…

33
Reklam

Popülist politikacıların iktidara ulaşmak için her yolu mübah gördüklerinin en çarpıcı örneğini dört yıl önce (2016) arkasına yabancı bir devletin sosyal medya desteğini alarak kampanya yürütmüş Donald Trump’ın seçildiği süreçte görmüştük.

Medyanın bütününü ‘yalancı’ ilan edip iktidara yürümüştü Trump.

Şimdi de Trump türü popülist politikacıların elde ettikleri iktidarı seçimi kaybetseler bile bırakmamaya çalışacaklarının örneğini gözlemliyoruz.

Dört yıl önceki seçimde Trump genel oylarda rakibi Hillary Clinton’dan 2,5 milyon oy daha geride olduğu halde, ülkesinin seçim sisteminin azizliği sebebiyle, başkan seçilebilmişti; bu defa rakibi Joe Biden’le arasında muhtemelen çok daha fazla kendi aleyhine oy farkı olacak; ama yine “Seçildim” iddiasını seslendiriyor.

Hırçın bir kitle desteği ile her olayı istedikleri yöne çekmekte hiçbir mahzur görmeyen utanç duygusunu yitirmişlerden oluşan bir medya (özellikle Washington Times gazetesi ve özellikle Fox News televizyonu) yardımıyla istediği sonucu almak için çabalıyor.

Güvendiği bir kurum da yargı.

ABD’de yargıdaki önemli konumlar siyasi tercihlerle oluştuğu, Trump da dört yıl boyunca hak ettiği kuşkulu kişileri hassas konumlara getirmekten geri kalmadığı için, yitirdiği seçimi mahkemede alacağı umudunu taşıyor.

Seçim beş yılda bir olsaydı

Reklam

Biliyorum, içinizden ABD’yi ve Amerikan seçimlerini en az benim kadar yakından izleyenleriniz arasında bile Trump’ın sandığa yansıyan miktarda oy alabilmesini hayretle karşılayanlar var. 

“Nasıl oldu da böyle biri bu kadar oy alabildi?” diye düşünenler çok.

Ortaya çıkan tabloya ve başka ülkelerdeki popülist liderlerin yerlerini korumadaki başarılarına bakıp, ben ise “Nasıl oldu da Trump seçimden önde çıkmayı başaramadı?” sorusunu soruyorum.

Trump da dört yıl yerine beş yıl ipleri elinde tutmuş olsaydı, o ek bir yıl içerisinde yapacaklarıyla, mesela Macaristan’da Viktor Orban’ın kolaylıkla yapabildiği gibi, sandıktan itirazsız önde çıkmayı becerebilecekti.

Yalnızca bir yıl daha kendisine yetebilirdi.

Popülist liderler, iktidarları sırasında oluşturdukları -içlerinde silahlı milislerin de bulunduğu- kendilerine sımsıkı bağlı destekçi kitlesi ve medya gücüyle sandığa düşen oyları etkileyebiliyorlar. 

Darbeyle iktidarı elde ettiği için diğerleriyle ortak özellikleri görülmüyor veya görmezden geliniyor, ancak sonuçta birkaç kez kendisini vatandaşlarının oyuna sunduğu için Mısır devlet başkanı Abdulfettah el-Sisi’yi de aynı kategoriye sokabiliriz; sonuçta o da ‘popülist’ bir lider.

El-Sisi Mısır’da ordu desteği olmadan da sandıktan çıkmayı sağlayacak bir yol izliyor.

Reklam

Trump’ın, Beyaz Saray’da ziyaretine geldiğinde, basın mensupları önünde ve el-Sisi’nin yüzüne karşı, kendisinden “Benim en takdir ettiğim, en sevdiğim diktatör” diye söz etmesinin altında bu ideolojik akrabalık yatıyor.

Popülist lider iktidarı seviyor

Popülist liderler, Trump onların en bilinen örneği, yanlış anlaşılmasın, ordu desteğiyle ayakta durmuyorlar.

Bir adım daha ileri gidip şunu da söylemek mümkün: Kendileri askeri darbeyle iktidara gelmeseler bile, Trump gibiler, başka ülkelerin darbecilerini veya darbeyle iktidara ulaşmayı yadırgamaz, hatta tahrik ve teşvik bile edebilirler. 

Onlar için önemli olan iktidarı elde etmek ve elde ettikten sonra belli bir programı uygulamaktır.

El-Sisi’nin Mısır’da yaptıkları ile Trump’ın ABD’de yürüttüğü politikalara ve ülkesi gücünü kullandığı dünyanın başka yerlerine müdahalelerine bakıldığında ikisi arasındaki ideolojik yakınlık fark edilecektir.

Tespitlerimin kolay kabul edilemeyecek cinsten olduğunu, üzerinde düşünüldüğünde zor hazmedileceğini biliyorum, ama görüşüm bu.

Bu gerçeği ilk gören ben değilim. Aynı görüşü ABD’deki seçimden önce dile getiren politikacılar ve politik gözlemciler olmuştu.

Ortak nokta şu: Popülist liderler bir kez iktidara geldiler mi, orayı terk etmemek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar; onları yerlerinden etmek için seçimde açık ara sonuç almayı sağlayacak güçlü bir muhalefet gerekiyor.

ABD’de bu sağlanamadı.

Trump’ın karşısına daha cazip bir rakip çıkartılabilseydi tartışılmayacak bir sonuç alınabilirdi. 

Sandığa yansıyan, bu yüzden, açık ara fark olamadı.

Yakın sonuç ise, işte ABD’de yaşanarak görüldüğü üzere, popülist politikacının rahatlıkla at oynatabileceği bir zemin.

Yargının devreye girmesini engelleyemezlerse, Biden ve muhalefet cephesi, kazandıkları seçimi kaybedebilirler.

Tuhaf, ama gerçek.

Nasıl anmıştım Trump’ı, hatırlıyor musunuz? 

‘Şeytani zeka’ diye…

İşte görüyorsunuz.

ΩΩΩΩ 

Reklam

33 YORUMLAR

  1. ABD’de Demokrat Parti’nin sembolü eşek, Cumhuriyetçilerin fil. Eşek mi fil mi kazanacak diye bu kadar tantana yapmaya gerek yok. Eşek teper, fil ezer. Fakat adı Donald olan fil geçtiği yeri ezdiği için yakalanıp kafesine kapatıldı, iyi de oldu. Şimdilik uysal eşek ile idare edeceğiz. Umarım o da yanına yaklaşanı tepmez.

    Türkiye’de iktidar partisi AKP’nin sembolü ampul. Bir ampulün ömrünü kullanma süresi ve açma kapama sayısı belirler. Ekonomik ömrü dolan bir ampul zayıf bir ışık vermeye devam etse de değiştirilir.

  2. CNN Türk’ün ABD seçimini konu alan canlı yayın programına “uzman” diye çıkardığı kızcağız meğer ABD’de okuyan bir iç mimarlık öğrencisiymiş. Akasya Yaşaroğlu isimli bu kızcağızın ismi, daha önce, şarkıcı Rafet El Roman’ın kendisine attığı mesajları ifşa etmesi dolayısıyla duyulmuş. Çok sürmez, yakında bu kızcağızın hayranlarından birisi de CNN Türk’deki erkek program editörlerinden biri çıkar!

    Bundan daha büyük kepazelik, televizyon ekranlarından “Fransız mallarını boykot edin!” diye halka çağrıda bulunup Fransa’ya şarlayan Erdoğan’ın, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nu tam kadro Fransa’nın Ankara Büyükelçiliği’ne göndermesi.

    İki ülke arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek amacıyla Büyükelçi’yi ziyaret etmiş olduklarını belirten Kurul Başkanı’nın basına yaptığı açıklama evlere şenlik!

    Kabile cumhuriyeti, muz cumhuriyeti gibi terimler de yetmez oldu. Yenilerini üretmek lazım.

    • Yine hangi kanalın kadın işinsanı yazarı ya da uzmanı hangi fareyi veya herzeyi yakalayıvermiş sn.bernar? Bakıyorum branş olarak içmimarlığı biraz küçümsüyorsun sanki ama çoğu zaman dış görünüşten bile öndedir ona göre…

  3. Ahmet Bey özelden “Müneccim küreni satın almak isitıyorum, 5.000 dolara olur mu?” diye soruyor. Baran, “Abi sen müneccim küreni satmayı düşünürsen haberim olsun. Kredi çekip almayı düşünüyorum”ın mesajı da düştü telefona.

  4. Baran ve Ahmet Bey’e, Amerikan başkanlık seçimini, pekala kupkuru bir seçim deneyimi olabilecek iken, benim açımdan pek renkli ve eğlenceli, Demokratların zaferini daha bir mutluluk verici kılmış olmaları dolayısıyla teşekkür edip bir kaç ciddi şey yazayım:

    Türkiyeli olup da bu seçimi yakından takip edenler açısından, sayın Koru’nun bugünkü yazısının başlığının ne kadar yerinde olduğunu anlamamak, adeta geçersiz sayılıp tekrarlatılan İstanbul seçimini yeniden ve ama Amerikan versiyonu olarak yaşıyor olduğumuz duygusuna kapılmamak elde değil.

    Birileri, ‘dini siyasete alet etmek dışında Trump ve Erdoğan iktidarı arasında hiçbir benzerlik olmadığını’ ileri sürerken, inanın, İstanbul seçimi sürecinin tıpatıp tekrarını yaşıyoruz:

    Binali Yıldırım, ortada fol yok yumurta yokken, seçim akşamı kameraların karşısına geçti, Seçimi kazandım!” dedi. Bunun aynısını, daha sayılmayı bekleyen on milyonlarca oy varken, Trump yaptı.

    İstanbul seçimi gecesi, ortalığı “Oylarımızı çalıyorlar!” yaygarası kaplamış, ipe sapa gelmez iddialarla YSK’ya koşturulmuştu. Trump tam da aynısını yapıyor. Ortada bir kanıt yokken, akla ziyan iddialarla Cumhuriyetçi üyelerin çoğunluk oldukları Yüksek Mahkeme’ye başvuru üstüne başvuruda bulunuyor kritik eyaletlerde oy sayımının durdurulması, kaybedip ağır yara aldığı Wisconsin gibi eyaletlerde oyların yeniden sayılması talepleriyle.

    “Oylarımızı çalıyorlar!” yaygarası koparıldığında, bu yaygaraya katılan AK Parti ağır topları yoktu ortada. Hatta, Erdoğan’ın kendisinden bile ses çıkmadı uzun süre. Kepazeliği dillendirmek, “Hiç bir şey olmamış olsa bile bir şeyler oldu” gibi kendi seçmeni tarafından bile alaycı bir dudak bükmeyle karşılanan yaygara, İstanbul İl Başkanı gibi bir kaç tipe kalmıştı. Erdoğan’ın bu yaygaraya katılması için, aradan iki tam gün geçmesi gerekecekti.

    Şimdi, bu da tekrar ediyor: Az önce, Amerikan televizyon ve haber kanalı NBC’de muhabirler ve siyaset uzmanları, Trump’ın iddia üstüne yeni iddialarla ortalığı velveleye vermesine, seçmenlerini kışkırtmasına rağmen, kendi partisi Cumhuriyetçi parti liderlerinden destek görmediğini, ileri sürdüğü iddialara sadece oğlu, oğlunun avukatı, diğer yakın aile mensuplarıyla kariyerini Trump’a borçlu bir kaç yüksek bürokratın Trump’ın iddialarına sahip çıkmaya çalıştıklarını söylediler.

    Fakat, siz siz olun, bütün bu dramatik olaylara ve dramatik benzerliklere aldırmayın. Çünkü, ‘Dini kullanmak dışında Trump ile Erdoğan arasında hiçbir benzerlik yok’ -tıpkı ünlü siyaset bilimci, yüksek mühendisimiz Fatih Bey’in buyurduğu gibi. . .

  5. Anlaşıldı:Demokratlar, Trump’a Osmanlı şamarını Pennsylvania’da indirip finali o şekilde yapacaklar. ‘Türkiye ve dünyayı dış basından da takip ettiğini’ söyleyen, az önce “Trump gömdü, ezdi geçti!” diye akla ziyan şeyler yazan Ahmet Bey’e bir çağrım var:

    Pennsylvania’da Trump önde gidiyor. Üstelik de, oyların yüzde 97’si sayılmış durumda.

    Bakın size gol pası veriyorum: Trump, hem en başından beri, hem de an itibariyla, bu eyalette önde gidiyor, Biden bir kere olsun öne geçebilmiş değil. Üstelik, oyların yüzde 97’si de sayılmış durumda.

    Çıkın ortaya, “Pennsylvania’da Trump kazanacak!” deyin, golü 90 tabir ettiğimiz çataldan Bernar’ın müneccim küresine gömün! Tabiri caiz ise, golü atmak için bir tepiklik işiniz var. Aha da gollük pas orada, bir tepikle binbir parça olacak müneccim küresi de orada tepiklenmeyi bekliyor. 🙂

    Ben, müneccim küreme bakıyor, “Ahmet Bey’i Pennsylvania’da da gömeceğiz, ardından da kendisine kargo ile yeni kazlar göndereceğiz!” diyorum.

    Açık ve net: Demokratlar Pennsylvania’da da Trumpçılara nal toplatacaklar!

    Öyle oyların yüzde 97’sinin sayılmış olmasına, Trump’ın önde gitmesine bakmayız.

    Çünkü, zaferle emrolunduk! 🙂

    Yalan mı, sn. H. Gayret? 🙂

  6. Baran, pikniğe kaz çevirmeye mi gideceksin, yoksa, “Yaw Bernar Abi, yaptık bi yanlış, senin öngörüler boş çıktı diye bilip bilmeden ve erkenden sevindirik olduk. Ver şu müneccim küreni de yana yıkıla özür dileyip hakkını helal etmesini talep edeyim” falan mı diyeceksin? İkisi de birbirinden zor, yalan mı? 🙂

    • benim dünya siyasetine bakışım amerikan seçimleri sürecindan ibaret değil. insanlığın köklü problemlerine dair konular trump mı kazanacak biden mi ikileminin önüne geçiyor. neyse ben susayım da ekran başında tırnak yeme heyecanınıza mani olmayayım:))

  7. 5-10 saat sonra ya da yarın gazetelerde okuyacağınız haberi şimdiden herkese duyurmuş olayım: Amerikan halkı Trump’ı sandığa gömdü! Orası burası derken, Pennsylvania’da bile kaybedecek Trump. Kimse, “Ama orada önde gidiyor ve oyların yüzde 97’si sayıldı!” diye itiraz etmesin ve bir daha okusun: Pennsylvania’da bile kaybedecek Trump. 🙂

    “Demokratlar Trump’a en az 4 milyon oy fark atacak” diye yazmıştım seçimden önce. Bu da tuttu: Biden, 4 milyonun biraz üzerinde farkla kazancak yarışı.

    Baran, nasılsın kardeşim? 🙂

  8. Trump kaybetti diye üzülüp, “Şimdi ağlama duvarı önünde olmak vardı. . . Nereden çıktı bu Corona virisü de bu seyahat kısıtlamaları geldi” diye yazıklanan arkadaşlara teselli ikramiyesi niyetine:

    CNN Türk, 04.11.2020:

    “İsrail İçişleri Bakanı ve Şas Partisi lideri Aryeh Deri, ABD’de, Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump’ın başkanlık seçimlerini kazanması için dua ettiğini söyledi. Ultra Ortodoks Haredi Yahudilerine ait Cool Radyosu’na yaptığı açıklamada, “Trump, geçen 4 yıl boyunca Yahudilere ve İsrail devletine olan sadakatini kanıtladı. Bu seçimlerde de onun kazanması için dua ediyorum.” dedi.

    İsrail’de yayın yapan Haaretz Gazetesi’nin daha önce verdiği habere göre, işgal altındaki Batı Şeria’da bulunan bir grup Yahudi yerleşimci dün Mescid-i Aksa’nın güneybatı duvarı olan Burak (Ağlama) Duvarı’nda Trump’ın kazanması için dua etmişti.”

    Ağlama duvarı boş kalmıyor, üzüntü ve telaşa gerek yok. Siyonist kardeşleriniz sizin için de ağlar, bir güzellik yaparlar 🙂

  9. ve nihayet dananin kuyrugu koptu..
    vatana millete emekcisine ekmekcisine sanayicisine siyasicisine koylusune sehirlisine yeni baskanimiz hayirli olsun..
    BIDEN ALDI
    kimi uzulucek kimi sevinicek su an ama
    gercekte neticeyi zaman gostericek,

    hayirlisi olsun

  10. Trump’ın önde göründüğü bir anda sonuca etki edecek bir kaç eyalette yangın çıkartıp oy pusulaların yok olmasını düşünmüş olabilirler belki ama bunu sadece bir yerde yapabilirler. fakat aradaki farkın tek bir eyalette yangın çıkartarak kapanacağını sanmam.

    yangından kasıt Trump’ın çamura yatma israrcılığıysa, işte buna kolayca engel olmalarını sağlayacak bir mekanizma yok.

    Trump ne kadar çamura yatarsa yatsın sonuçta matematiği değiştirecek bir gücü yok. işi zorlaştıran unsurlardan biri de eyaletlerin(state) ayrı ayrı sayım bitimi tarihini belirleyebiliyor olmaları.

  11. Kritik eyealetlerden Georgia’da oylar eşitlendi, fark sadece 600 kadar: Trump: 2.448.232, Biden: 2.447.769 (%49,4, %49,4).

      • Türk medyasıyla yetinmeyip dünyayı dış basından takip ettiğinizi yazmıştınız. Bu söylediğiniz o iddianızı doğruluyor 🙂 Aklınızı havuz medyasına teslim ettiğiniz için olan bitenden haberiniz yok: Hem Georgia, hem North Carolina, hem Pennyslvania, hem de Arizona’da Demokratlar önde.

        Aşağıdakiler de, bilgisizce Trump’ın kazandığını sandığınız bu günün anısına, size hediyem olsun -üstelik de havuz medyasından! 🙂

        CNN Türk, 04.11.2020:

        “İsrail İçişleri Bakanı Aryeh Deri, ABD’de, Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump’ın başkanlık seçimlerini kazanması için dua ettiğini söyledi.”

        “Şas Partisi lideri olan Deri, ultra Ortodoks Haredi Yahudilerine ait Cool Radyosu’na yaptığı açıklamada, “Trump, geçen 4 yıl boyunca Yahudilere ve İsrail devletine olan sadakatini kanıtladı. Bu seçimlerde de onun kazanması için dua ediyorum.” dedi.

        Trump’ın rakibi Joe Biden’in de İsrail’in dostu olduğunu belirten Deri, Trump’ın kazanamaması durumunda ise İran, Hizbullah ve Hamas’ın sevineceğini kaydetti.

        İsrail’de yayın yapan Haaretz Gazetesi’nin daha önce verdiği habere göre, işgal altındaki Batı Şeria’da bulunan bir grup Yahudi yerleşimci dün Mescid-i Aksa’nın güneybatı duvarı olan Burak (Ağlama) Duvarı’nda Trump’ın kazanması için dua etmişti.”

        Yoksa siz maaşınızı İsrail ile deniz ticaretinden milyon dolarları hamuduyla yutan Erdoğan’ın taşımacılık şirketinden dolarla mi alıyorsunuz, Ahmet Bey? 🙂

      • dünyanın gördüğü en yalancı hilekar ırkçı şovenist kadın ve müslüman düşmanı kudüsü israile peşkeş çeken birinin tarafında olmak nasıl bir duygu ya.
        adında müslüman adı aynı zamanda peygamber adı.

        • Arkadaşın Ağlama Duvarı’ndaki hüzünlü ritüeline saygı duyalım, pek ilişmeyelim, sn. Efedamat.

  12. Popülizm demek, yalancılık ve sahtekarlık demektir.
    Popülist politikacılar aynı zamanda kriminal tiplerdir.
    Alenen ve fütursuzca suç işlemektedirler.
    ABD özelinde ise, postaya 3 Kasımdan sonra, önceki tarihte oy verilmiş göstererek Cumhuriyetçi oy verdirebilirler.Demokrat oyların postada geciktirilerek işleme konulmaması beklenen bir sahtekarlık. ABD Demokrat Partisi, İmamoğlunun ekibini transfer etseydi daha başarılı sonuç alırdı.

    • Bu iş bitti ve Amerikan halkı Trump’a dünyanın kaç bucak olduğunu gösterdi, sayın Y.K. Sevinebilir, “Darısı 2021 yılı erken seçimlerinde bizim başımıza” diyebilir, Trumpçı arkadaşlarımızı teskin etmek üzere şunu söyleyebiliriz: “Üzülmeyin, her işte bir hayır vardır, Amerikan seçimi bağlamında yaşadığınız bu üzüntüyü 2021 erken seçiminde yaşayacağınız üzüntüye bir hazırlık sayıp çok dert etmeyin.”

      Bir demokrat olduğunuzu biliyor, Amerikan cephesinde elde ettiğimiz ortak zafer dolayısıyla sizi kutluyor, “Zaferin daha büyüğü heybede, heybeden çıkmak için 2021 erken seçimini bekliyor!” diyorum 🙂

  13. Temel meselemiz kapitalizm.

    Sadece milyonların milyonlar olarak birbirinin boğazına çöküp yıkıma uğrattıkları savaşlar dolayısıyla değil bu.

    Sadece nüfus açısından dünyanın sadece 1/12’sine karşılık düşen Batılı ülkeler belli yaşam standartlarına sahip olabilirken milyarlarca Afrikalı’nın, Hintlinin vb. çeşme suyundan dahi yoksun olup sefaletten kırılması, en aşağı Hint kastına üye Hintli kadınların kamyon, tır gibi ticari araçların güzargahı olan yolların iki tarafına dizilmiş izbe kulübelerde kendi öz kızlarını fuhuşa hazırlamaya zorlanıyor olması dolayısıyla da değil. (https://www.youtube.com/watch?v=9ORknPCFBCM&ab_channel=AlJazeeraEnglish)

    Bunun gibi insanlığın ahlaki ve vicdani soysuzlaşmasına işaret eden düzinelerce barbarlık örneğinin yanısıra, gezegenemizi çevresel bir yıkıma sürüklüyor olması açısından da, temel meselemiz kaiptalizm.

    Trump’ı, ABD başkanlık seçimini, sayın Koru’nun neredeyse her 5-6 yazısından birinde doğrudan ya da dolaylı olarak değindiği “popülizm” ve “popülist liderler” temasını bu temel meselenin genel çerçevesini çizdiği bir bağlamda ele alıp değerlendirmeye çalışmayan her yorum ya da çözümleme, söz israfıdır.

    İnsanlık, dünya ölçeğinde paylaşılan müşterek bir Ütopya’dan (insanların ve doğanın sömürüsüne ve eşitsizliklere dayanan kapitalizm yerine adil, ahlaki, doğayı kaygı edinen başka bir toplumsal örgütleniş ve üretim tarzının mümkünatı fikri) yoksun.

    “Sosyalist” olduğu söylenen blok kumdan bir kale gibi çöküp içinden Batı kapitalizmini aratmayan soysuzluklar dört bir yana saçılmadan önce, vardı böyle bir küresel ütopya: sosyalizm. Bu çöktü -sahte ve aldatıcı bir öykü, rezil ve iki yüzlü bir anlatı olduğu için, çökmesi pekala da iyi oldu.

    İnsanlık, ortak bir Ütopya’dan (dolayısıyla da ortak bir umut’tan) yoksun olduğu için, dünyanın her yerinde hep birlkte savruluyoruz insanlık olarak.

    Umutsuzluğumuzu, savrulma halimizi istismar eden siyasi akımlar ve siyasi liderler var.

    Bunlar, doğrudan kapitalist sistemin ve onun yarattığı toplumsal düzenin hepimizi vuran soysuzlukları, eşitsizlikleri üzerine düşünmemizi istemiyorlar.

    Bunun yerine, içimizdeki ilkel, hayvansı içgüdüleri, buna eşlik eden duygu hallerini ve ideolojik körleşmeyi istismar ederek, hepimizi şu ya da bu kimliğe sarılıp birbirimize düşmanlaşmaya kışkırtıyorlar.

    Beyazların ayrımcılığına maruz bırakılmış Amerikalı siyahlar dönüp Latin Amerikalı göçmenlere, işsiz Türk genci dönüp Suriyeli mültecilere, Müslüman Hıristiyan ve Musevilere, laikçiler dindarlara, dindarlar Osman Kavala’ya ya da Orhan Pamuk’a düşmanlaşsın istiyorlar.

    Yükselen İslam düşmanlığının nedeni de bu.

    Kapitalizme yönelik duygusal tepkisinin en az on katını milyarlarca Hristiyan ve Musevi’ye yöneltip bunların topyekün mahfını arzulayan Müslüman’ın cehaletini üreten şey de bu.

    Amerikan başkanlığı seçimlerini, simgesel ifadesini Trump, Erdoğan, Hindistan’ın ırkçı Narendra Modi’si, Polonya’nın Duda’sı, Brezilya’nın Bolsanaro’sunda bulan sağ-popülizmi bu çerçevede değerlendirmek durumundayız.

    İnsanlık olarak küresel ölçekte paylaştığımız ortak bir Ütopya’dan yoksunuz, bu doğru.

    Kapitalizmin cehaleti ve ilkel duygularımızı kullanarak ırkçılık, İslam düşmanlığı, Suriyeli mülteci ve Kürt düşmanlığı vd. olarak bu halimizden yararlanıp saldırı üzerine saldırı düzenlediği de doğru.

    Ama, her şeye rağmen, insanlık bir direniş cephesi kurmaya, kurulmuş olanları ayakta tutmaya çalışıyor. Youtube, 2016 seçimlerinde Demokratların kaybettiğinin ve Trump’ın seçildiğinin anlaşıldığı seçim sabahı duygusal bir yıkımla gözyaşları içinde birbirine sarılan Amerikalıların videoları ile dolu.

    O gözü yaşlı Amerikalılar, adı H. Clinton olan bir kadın aday seçimi kaybetti, Trump isimli birisi kazandı diye ağlamıyorlardı.

    İnsanlığın direniş cephesinde üzücü bir gedik açıldığının farkındaydı pek çoğu. Göz yaşları buna idi.

    Siyasi kimliğiniz, eğitim düzeyiniz umurumda değil.

    Henüz daha bu başkanlık seçiminin neyi ima ettiğini bile kavrayamayan bir kafaya sahipseniz, gelip burada “Sağlıklı şehirleşmeyi savunanlar bugüne kadar daima sizin burun kıvırdığınız laik ve çağdaş kesimler olmuştur. Sizin pek önemsediğiniz ‘dindarlar ve Kürtlerin’ ise umurunda olmamıştır.” türünden saçma sapan laflar ediyorsanız, karanlık bir cehaletin, popülizmin ateşine odun taşıyorsunuz.

    AK Parti iktidarının ilk iki dönemi ile son on yılına damgasını vuran Reisçilik dönemini birbirinden ayırt edemiyorsanız, Reisçiliğin doğrudan sonucu olan rezillikleri bir sopa gibi elinize alıp ilk dönemlerinde AK Parti’yi, Barış Süreci’ni, dindar-muhafazakar sosylojinin siyasal-toplumsal yaşamda nihayet görünürlük ve inisiyatif kazanmış olmasını demokratik bir olumluluk olarak hazmedemiyorsanız, “Bölücü ve ayrılıkçı bunlar!” yaygarası ve Kürt sopası ile Kürtlerin demokratik haklarını meşru gören insanların sesini boğmaya çalışıyorsanız, oyunuzun rengi önemli değil:

    Erdoğan ve popülizmin safındasınız beyler.

    Sosyalizm, Atatürkçülük, laikçilik gibi hayatın tarih dışı kalmışlığa sürüklediği o kepaze anlatılara dönmeyecek insanlık ve Türkiye.

    Dindarı ve demokratı ile, Türkü ve Kürdü (ve Suriyelisi) ile bir günden diğerine tanışıp melezleşeceğiz.

    İnsanlığın ütopyasız kalmışlık halini dert edinip bunu mesele sayan, bunun üzerine kafa yoran siyasal İslamcısı ve sol-liberali olarak çay içip birlikte müzakerelerde bulunacak, birbirimiz sayesinde dönüşüp bir diğerimizi dönüştürürken, modern-barbarlık ile insanlık arasındaki iki karşıt cephede, insanlık cephesinde durmayı seçtiğimiz için, birbirimizi dost ve kardeş sayacağız.

    Akılları ve gönülleri “merhaba”lara açmakta yarar var. . .

  14. Amerikan seçimleri dünya için önemli. Kim seçilirse seçilsin bizim için pek farketmiyor. Artık kendi gündemimize dönelim: Yıkıcı deprem bekleyen yüzbinlerce bina, corona salgın hastalığı, her gün biraz daha yoksullaşmamız, TL’nin sürekli değer kaybetmesi ile fiyatların yükselmesi, aşırı borçlanma nedeniyle tefeci faizi ile ödediğimiz tonla faiz, kapanan işletmeler, insanları ve aileleri perişan eden işsizlik……..
    Demokrasiden hergün biraz daha uzaklaşmamız,
    hukukun-adaletin, eğitimin yerlerde sürünmesi…..
    Değerli Fehmi Koru’dan bu konularda da yazı yazmasını isteriz.

  15. Şeytani Zeka

    Biden kazanınca bizim muhalefette kazanmış sayıyor kendini. Bir bakıma haklılar. Dünyanın en büyük gücü arkalarında. Baksanıza bu bu zeka kendini hepimizi derinden yaralayan İzmir depreminde bile gösterdi. Günlerdir bir kaç gündemden düşmüş sanatçının desteği ile “Deprem vergilerimiz nerede” gibi 18 yıldır deprem için önlem almamakla Hükümeti suçlayıcı bir fırtına koparılıyor. Kendi hasarlı büyükşehir belediye binalarına giremeyenler adalet sarayı çöktü kızılay binası çöktü yolunda kampanyalar düzenliyor. mevzuatın karışık olduğundan, hükümetin belediyelere yetki vermediğinden bahsedenlerde cabası.
    Birazcık ev, arsa, inşaat işlerinin kıyısında köşesinde bulunmuş, bulunanların yakınında olmuş vatandaşlar bunları yemez ama neyin ne olduğunu bilmeyen genç nesil bunlara kanıyor malesef. Hiçbir şey bilmiyorlarsa kendi müteahhit başkanlarından birini mesela İmamoğlunu oturtsunlar karşılarına sorsunlar;
    1- Sen inşaat yaparken imar durumunu nereden aldın?
    2-Projeyi kime yaptırdın, hangi merciiye onaylattın?
    3-Temel ruhsatını, temel üstü ruhsatını kimden aldın.
    4-İnşaat devam ederken bir sonraki aşamaya geçmek için kim onay verdi,
    5-İnşaat bittiğinde kim inşaatın proje ve yönetmenliğe uygun olarak yapıldığını onayladı
    6-Kim evet bu ev çok sağlam oturabilirsin diye sana iskan verdi.

    sorularını sorsunlar bakalım, bir tanesine bile hükümet veya bakanlık diyebilecek mi?
    Ha yıkılan binalardan sadece bir tanesine dayanarak kolonların bir market zinciri tarafından kesildiğini, bina yapıldıktan sonra belediyenin bu binaları kontrol yetkisinin olmadığını söyledi koskoca günün matah deyimi ile liyakatli büyükşehir belediye başkanı. Bu konuda imar kanunu 42. madde açık demiyeceğim. Yine yukarıdaki başkana yahut bayraklı belediye başkanlığının son encümen kararlarına baksınlar. Bu kararların en az yarısı bitmiş binalara eklenmiş kaçak kısımlara verilen para ve yıkım cezalarından oluşmakta olduğunu görecekler.
    Üstüne üstlük iki binada riskli bina raporu almış, Nasıl olsa hiç kimse açıp okumuyor diye sallıyorlar. Halbuku Kentsel dönüşüm yasası Büyükşehir belediyesi ve ilçe belelediyelerine riskli binaların suyunu, elektriğini, gazını hemen kesme ve tahliye etme görevi veriyor. Bilgi kabilinden bir örneği tapuya bir örneği de çevre bakanlığına gönderiyor. Bu gönder me işini biz bakanlığa bildirdik bakanlık bir şey yapmadı zırvasını manşet yapmış chp nin trol gazetesi.
    Sahi biden içerdeki muhalefetle çalışacak, basın ayağı kimler olur dersiniz.
    Şeytani zeka çalışmaya başladı bile sayın Fehmi bey siz başka yeri gösterseniz bile..

  16. İktidarlar gitmek için mubah olan her yolu deneyebilirler doğru fakat karşılarında sağlam ve dirayetli halk var ise etkisi geçici olur.Kimine göre ayak oyunu kimine göre faşizan yöntem olarak algılansa da benzer olay İBB seçimlerinde yaşandı ve halk gereken cevabı seçim yenilenmesinde verdi.Kimilerine göre yok dediğimiz demokrasimiz doğru yolu gösterdi.Umarim ABD de doğru yolu bulur.Bugun insafsızca eleştirilen ülkemiz sanıldığı gibi demokrasi den uzaklaşmıştır.Ornegin goya fikir özgürlüğü diyerek yayınlanan karikatürlerin benzeri Fransa’da bir BAKaN için yayınlanınca yasak geliverdi.Fikir ozgurlugu ve demokrasi bu değil herhalde.kiyasiya eleştirilen ülkemiz çok şükür hepsinden daha demokrat ve ozgurlukcu

  17. Amerika’daki başkanlık seçimi, henüz seçim sonucu netleşmemiş olsa da, bir bakıma geride kaldı ve, tam da tahmin ettiğim, önceki dün birkaç cümleyle değinip geçtiğim gibi, klavyesi olan “Amerikan seçimi analizi” üretmeye başladı.

    Sayın Koru’nun bu konudaki ilk yazısı yayımlandığında (“Amerika’da bugün seçim günü: Sıradan biri ‘Şeytani zekâ’ya karşı yarışıyor”), Amerikan başkanlık seçimine yönelik ilgi ve merakı, “Evde hazırlayacağımız tavuk döner sosuna kimyon da eklemekli miyiz?” sorusuna yönelik merakın bile gerisinde olanlar, şimdi karşımıza birer akademik uzman olarak çıkıyorlar.

    Örneğin sayın Mim, “Amerikan seçimleri beni ilgilendirmiyor. Amerika’nın temel bir devlet politikası vardır” deyip konuyu iki cümle ile geçiştiriyor, ben “Hiç öyle şey olur mu Allah aşkına!” dediğimde, bu kez, bana ‘rayonalite’ dersi veriyor, Türkiye’nin hem Biden’ın seçilmesi olasılığına, hem de Trump olasılığına ilişkin önceden hazırlanmış stratejiler geliştirmesi gerektiğinden dem vuruyordu (Hani seçimi kimin kazanacağı önemli değildi? Hani Amerika’nın ‘temel bir devlet politikası’ vardı?)

    Fatih Bey açısından da, Amerika’daki başkanlık seçimi, alaycı bir mizah üretimi alanında şansını deneme fırsatından başka bir değere sahip değildi:

    “Ben ABD seçimindeki gelişmeleri dolar kurundan takip ediyorum. Eğer dolar artarsa Biden önde gidiyor, dolar azalırsa Trump önde gidiyor diye yorumluyorum.”

    Bugün ise, seçimler olup bittikten ve genel resim ortaya çıktıktan sonra, Fatih Bey, “Sen neymişsin be Abi!” diye karşılanmayı hak eden uzun bir “analiz”(1) döşeniyor. Cehalet ya da körlükle itham eder göründüğü sosyal bilimcilere ‘Nihayet uyandınız!” diye seslenerek ayar veriyor:

    “Trump’ın çok tepki toplayan ve bir ABD Başkanına yakışmayan söz ve davranışlarına rağmen 4 yıl sonra %50’ye yakın oy alması üzerine sosyal bilimciler çeşitli görüşler öne sürüyor. Bu durumun sadece popülizm ile açıklanamayacağı ve gerçekçi nedenleri de olması gerektiğini (nihayet) söylemeye başladılar.”

    Fatih Bey’in çok önceden görüp bildiği şeyleri ‘(nihayet)’ söylemeye başlamış sosyal bilimciler 🙂

    Hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, yine kerameti kendinden menkul, daha önce duymadığımız, onun zihninde yaratılıp onun tasavvurunda hayat bulan ‘orijinal’ ve ‘siyaset bilimsel’ terimler geçit törenine çıkmışlar: ‘Milli devletçi’ Trup, ‘küreselciler’ vs.

    Duruma göre ‘küreselleşmeci’ de olan ‘küreselciler’ ne yapmışlar? İşçi sınıfını düşünmeden karar almışlar. Peki şimdi ne yapıyorlarmış bu ‘küreselciler’ (ya da ‘küreselleşmeciler’)? İşçi sınıfını düşünmeden karar almanın sonuçlarını görüyorlarmış. Öyle söylüyor Fatih Bey:

    “Küreselleşmeciler işçi sınıfını düşünmeden karar almanın sonuçlarını görüyorlar.”

    Peki başka neler var kendisinin çoktan görüp sosyal bilimcilerin (‘nihayet’!) şimdilerde görmeye başladıkları arasında?

    Neler yok ki! Muhafazakar partilerin ilginç bir şey yapıp işçi sınıfının müttefiki haline gelmesi bile var! 🙂

    Fatih Bey, başta Fehmi Koru gelmek üzere, alayımıza ayarı verip finali o şekilde yapıyor: Trump ile Erdoğan arasında ‘dini siyasette kullanmak dışında hiçbir benzerlikleri yok’ imiş ve “Türkiye ve ABD’deki siyasi gelişmeler sadece liderlerin görünüşteki benzerliğinden ibaret” imiş.

    Bu akla ziyan keşiflerin ciddiye alınırlık derecesi açığa çıksın diye, Fatih Bey’e bir kaç soru soralım:

    (1) ABD’de mavi ve beyaz yakalı işçiler California, Massachusetts, New York, Washington, Oregon, New Jersey gibi büyük metropollerde mi, yoksa Kentucky ya da Mississipi çöllerinde mi yaşıyorlar? 🙂 Muhafazakar partiler işçi sınıfının müttefiki haline gelmişler ise, neden örneğin California’da durum Biden %66, Trump %33 şeklinde tecelli ediyor?

    (2) ABD’nin ilk Afrikalı-Amerikan başkanı olan Barak Obama’nın ard arda iki seçim kazanıp sekiz yıl boyunca Amerika’yı yönettiği 2009-2017 arasında kalan dönem “buzul çağı” içinde mi, yoksa “yontma taş” devri içinde mi kalıyor?

    (3) “Küreselleşmeciler işçi sınıfını düşünmeden karar almanın sonuçlarını görüyorlar.” diyorsunuz. Kimdir bu ‘küreselleşmeciler’? “Bunlar ne yer ne içerler?” diye sormayacağım ama şunu soracağım:

    Bu abiler ve ablalar kaç kişidir? Nerede ne zaman topalnıp karar alırlar? Kararları voy birliği ile mi, yoksa oy çokluğu ile mi alırlar? 🙂

  18. “Popülist liderler, iktidarları sırasında oluşturdukları -içlerinde silahlı milislerin de bulunduğu- kendilerine sımsıkı bağlı destekçi kitlesi ve medya gücüyle sandığa düşen oyları etkileyebiliyorlar.”
    Ama beş yıl yerine dört yıl ipleri ellerinde tutmuşlarsa aynı etkiyi gösteremiyorlar?
    Neyse…

    “Bir adım daha ileri gidip şunu da söylemek mümkün: Kendileri askeri darbeyle iktidara gelmeseler bile, Trump gibiler, başka ülkelerin darbecilerini veya darbeyle iktidara ulaşmayı yadırgamaz, hatta tahrik ve teşvik bile edebilirler.”

    “Benim en takdir ettiğim, en sevdiğim diktatör” diye sözünü ettiği eleman trampın döneminde mi yoksa öncesinde filan mı işbaşı yapmıştı hatırlayan var mı?
    Aynı darbeci başka başka ülkelerde de kırmızı halıyla karşılanmıştı ama neyse…

    “Ortak nokta şu: Popülist liderler bir kez iktidara geldiler mi, orayı terk etmemek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar; onları yerlerinden etmek için seçimde açık ara sonuç almayı sağlayacak güçlü bir muhalefet gerekiyor.”
    Onları yerlerinden edebilmek için seçimlerde açık ara sonuç almak yeterli oluyorsa lukaszenko veya putinin aldığı yüksek oy oranları da yerlerinde kalmalarını sağlayabiliyordur heralde?
    Böylece kimileri de o ülkelerde rahatlıkla at oynatabileceği bir zemin bulamıyordur tabii…
    Bitmez bu muappet!

Yoruma kapalı.