Süleymani suikastı konusunda dünyamızın geleceğini de ilgilendiren farklı görüşlerim var…

22
Reklam

‘Mehdilik’ konusunu Musevilik’ten devşirilme Hıristiyanların ‘Mesih’ inancı ve Şiilerin 12. İmam telakkisi terazisinde tartmaya çalıştığım dün, Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı resmi sıfatını taşıyan İran’ın en önemli askeri ve istihbari ismi General Kasım Süleymani Amerikalıların bir saldırısı sonucu Irak’ta hayatını kaybetti.

ABD başkanı Donald Trump, “Çok cana kıymış Amerika düşmanı kötü bir adamdı, öldürülmesi talimatını ben verdim” diye özetlenebilecek bir açıklamayla suikastı şahsen üstlendi.

Bu arada, yine Trump, kendisinden önceki ABD başkanlarını da, kendilerinin eline de benzer bir suikastla Süleymani’yi öldürme fırsatı geçtiği halde gereğini yapmamakla suçlamayı da ihmal etmedi. 

Muhtemelen bu iddia doğrudur. 

Kast ettiği başkan, Trump’tan önceki sekiz yıl boyunca Beyaz Saray’da oturan Barack Obama olmalı…

Sorularım başlıyor

Neden acaba? Neden Obama eline fırsat/lar geçmişken Süleymani’yi öldürmekten kaçındı ve neden Trump suikast sonrasında İran’da yükselen ‘intikamcı’ mesajların da hatırlattığı gibi, sonuçları hiç de iyi olmayabilecek bu suikastın mimarı oldu?

Obama’nın ‘Evanjelik’ görüşlerle bir ilgisi olmamasına rağmen, Trump’ın ‘Mesihçi’ bir anlayışla kıyameti zorlamaya çalışan ‘Evanjelik’ kesimlerle yakınlığının bu tavrında bir etkisi bulunabilir mi?

Reklam

Düşünmeye değer.

Tabii bir de şu var: Halefinin şu anda neredeyse tek meşgalesi olan Kongre tarafından azledilmek gibi bir derdi bulunmuyordu Obama’nın… Trump ise iki gün sonra Senato’nun Yüce Divan türü bir yargılama mekanizmasına dönüşmesiyle birlikte, başkanlığının yüz kızartıcı biçimde kısaltılması tehdidiyle karşı karşıya…

Popülist liderler çağında yaşıyoruz ve dünyanın en etkili ülkesi bilinen ABD’nin hasbelkader başkanı olduğu için Trump’ın popülist çözümler üretmesi hemen her ülkeyi ilgilendiriyor. 

Ve popülist liderlerin en önemli özelliği de, bulundukları konumu kaybetmemek için yapabileceklerinin sınırı olmaması…

Süleymani suikastı da sınırsız içgüdüsel popülist tepkilerden biri gibi görünüyor.

Hiç değilse bana öyle görünüyor.

Global bir savaş çıkaracak olsa bile, popülist bir lider olan Trump’ın konumunu korumasını getirecekse, suikast buna değebilir.

Barack Obama’ya eline Kasım Süleymani’yi suikast ile öldürme fırsatları geçtiğinde “Aman efendim, böyle bir girişim dünya dengelerini değiştirecek köklü sarsıntılara yol açabilir, zaten baş veren savaşların daha da vahşileşmesini getirebilir, böyle bir sonuç doğurmasa bile İran’da bizim sevmediğimiz rejimin ömrünün uzamasına, Lübnan’da zayıflamış Hizbullah’ın daha da güçlenmesine, Irak’ın büyük bölümünden Şii bir devlet çıkmasına, Suriye’ye Hizbullahi savaşçıların daha yoğun biçimde akmasına ve onun için kendilerini feda edecek kişilerin dünyanın değişik köşelerinde gerçekleştirecekleri ölümcül eylemlere sebep olabilir” telkininde bulunan uzmanlar, mutlaka Donald Trump’a da benzer uyarılarda bulunmuşlardır.

Reklam

Herhalde bulunmuşlardır.

Yukarıdaki uzun cümle içerisinde yer alan ihtimallerin herbiri ve benim aklıma gelmediği için oraya yerleştirmediğim nice başkaları önümüzdeki günlerin gündemini teşkil edebilecek.

Trump’ın umursayacağını hiç zannetmiyorum.

‘Evanjelik’ inanışa yakın görüşleri onu “Olursa olsun” noktasına götürebildiği gibi, popülist lider anlayışı da “Amerika’nın en büyük düşmanını ben öldürttüm” açıklamasıyla siyasi ömrünün uzamasını sağlayacağından, bu, Trump için yeterli olacaktır.

Benzetmek gibi olmasın da…

Dünya üzerindeki etkileri çok yönlü olan Birinci Dünya Savaşı ilk günlerde dikkati çekmeyen bir suikast yüzünden çıkmıştı. 

Avusturya Macaristan Veliahtı, Saraybosna’da, bir Sırp militan tarafından öldürüldüğü için çıktı o savaş. Kendi ülkesinde bile fazla sevildiği söylenemeyecek biri, bir başka ülke sınırları içerisinde, nihilist bir genç tarafından öldürüldü diye, Avrupa ülkeleri birbirine girdi ve o suikast dünyanın o güne kadar bildiği düzeninin sonunu getirdi.

İmparatorluklar yıkıldı.

Trump’ın baktığı noktadan sıradan biri olarak görüldüğü anlaşılan Kasım Süleymani’nin suikasta uğratılmasının sonucu, bir dünya savaşı çıkması olmayabilir.

Günümüz artık global savaşlar üretmiyor; daha yıpratıcı ve bir çok yönüyle daha büyük tahribatlara yol açan kalıcı ihtilaflar ve onun sonucu ciddi hayat kayıpları söz konusu oluyor.

Suikast ülkemizi etkiler mi? Etkilerse nasıl etkileyebilir? 

Üzerinde derin düşünülmesi gereken soru budur.

Birinci Dünya Savaşı patladığında (1914) Türkiye Osmanlı İmparatorluğu idi. Ülkeyi yönetenler kendilerini bulunmaz Hint kumaşı sayan türden siyaset cahili bir kadroydu. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, ‘Son Sadrazamlar’ adlı eserinin Sait Halim Paşa’ya ayırdığı bölümünde, savaşa girme kararının nasıl alındığını ayrıntılarıyla anlatır. Karar Sadrazam Sait Halim Paşa’nın muhalefetine rağmen alınır. Kararı destekleyen kadro savaştan büyük kazançla çıkılacağı umudundadırlar.

Savaş bittiğinde (1918) Osmanlı değsen yıkılacak hale gelmişti ve savaşa girme kararını alan kadro daha güvenli saydıkları ülkelere gitmek üzere birerli ikişerli ülkeyi terk etti. Pek çoğu gurbet ellerde ve suikastlarda hayatlarını kaybettiler.

En son sorum şu: Kuvvetli biçimde ‘Mehdi’ inancına sahip bir ülkenin yöneticileri ile bir başka ülkenin farklı dinden ama kıyameti kendi hayatlarında görmeyi şiddetle arzulayan ‘Mesih’ inançlı yöneticilerinin çekişmesi önümüzdeki dönemde acaba nelere yol açacak?

Yaşayıp göreceğiz.

ΩΩΩΩ

Reklam

22 YORUMLAR

  1. Sayin Fehmi Koru ile farkli dünya görüslerine sahip olsak da, yazilarini okuyunca, The Economist’in slogani aklima gelir cogunlulöa: Haberleri izlemistiniz, simdi sira arka planlari ögrenmekte. Uzunca bir zamandir kendisi takip ederim, savas cikacak yargisina katildigimi ama nedenlerine katilmadigimi söyleyerek baslayayim öncelikle.

    Dünya Savasi’nin baslamis oldugunu düsünüyorum zaten. Ama buna sebep olarak Evanjelist birkac kisinin iradi cabasini merkeze koymak yerine, ekonomik iliskileri koymanin gerektigini düsünüyorum.
    Iran petrolünün en önemli müsterisi kimdir? Japonya. Japonya daha birkac gün önce bölgeye asker gönderecegini aciklamisti. 1980’lerden beri ekonomisini frenleyen ve ABD’nin arkasindan ikinci güc olmaya raziyiz diyen Japonya’nin dis politikasini degistirdigini, pasiften atkif dis politikaya ve ordulasmaya gectigini (Kuzey Kore sayesinde, bana kalirsa), hatirlamakta fayda var.

    bundan bir kac yil önce ambargonun sona erecegi beklentisi ile Iran’a davet edilen sirketlerden hicbiri amerikali degildi. Almanlar ve Japonlar elbirligi ile Iran’i kalkindiracaklardi.

    Endüstiri 4.0 denilen cok önemli gelismeler yasaniyor, diger yandan kapitalist avrupa ülklerinde. Öyle ki, simdiye kadar sömürünün kaynagi olan insan emeginin yerini robotlar ya da ileri düzeyde otomasyon alacak ve insan emegi sömürünün konusu olmaktan cikacak. Sessiz (benim dilegim bu) bir degisiklikle dünya belki kapitalist ekonomiden, gevsek bir sosyalist ekonomiye gecmek zorunda kalacak. Bu zorundalik meselesi, kapitalizmin gelisme yasalariyla uyumlu bir sekilde isliyor. Kendi ic dinamikleri böyle bir degisiklige sebep oluyor cünkü.

    Böyle bir endüstriyel dönüsümün ardindan bakan taraf ABD yalnizca. Gelistireni, öncüsü, dinamigi degil. Ya bu süren savaslarla bu gelisme birkac on yil geciktirilecek ya da gercekten bir 10-15 yil sonra hayatimizin belirleyeni olacak.

    Sayin Koru, Evanjelistlerden örnek vermisti. Ben de 7 yil savaslari ve 30 yil savaslariyla kapitalizme gecisin geciktirildigi kita Avrupasi geliyor aklima. Iran petrolünün, Libya petrolünün kullanim degeri olmadigini düsünelim… petrol piyasanin Rotterdam’da olmadigini, enerji fiyatlarinin ne Paris’te ne de Rotterdam’da belirlenmedigini. Enerjinin günese ve rüzgara bagli oldugu bir zamani. Gelismekte olan ülkeler kapitalizmin bu kötülüklerine bulasmadan, kolaylikla post kapitalist topluma gecebilirler belki de.

    Suriye’de yenilen. sansinin Libya’da deneyen, olmadi Rusya’yayla ABD’yi karsi karsiya getirmeye calisan Türkiye’nin simdiki yönetiminin savas istedigi acik. Belki de sadece malvarligi kaygilariyla.

    Soguk savas döneminde de Fransiz dis politikasi nerdeyse bu stratejinin üstüne sekillenmisti. ABD ile Rusya’yi karsi karsiya getirme. her seferinde de Fransa basarisiz olmustu.

  2. Bu yazıya pek yorum yapmak istemiyordum fakat kendimce önemli olduğunu düşündüğüm için paylaşmak istiyorum. 3’ncü Dünya savaşı beklentisi olanlar yanılıyorlar. Neden mi? Çok basit. Savaşacak taraflar yok. İdeolojik bir akım olmazsa veya din merkezlerinden savaş fetvaları verilmezse böyle bir savaş olmaz. Rusya Çin Hindistan ekonomileri Kapitalizmin sınırlarını zorluyor. Papa sosyal medyada bile takip edilmiyor. İslami düşünce onlarca kutba ayrılmış vaziyette. Kim kiminle neden savaşsın. Ha şu oluyor bundan sonrada olacak. Lokal boks ringleri kuruldu kurulacak burdan Amerakan dövüşü misali güç gösterileri yapılacak. Bu ringlerde maalesef Ortadoğu Pakistan Afganistan Libya Tunus Mısır Balkanlar Ukrayna gibi ülkeler olacak. Bize düşen dış politikada dengeli olup ülkemizin yeni bir ringe dönüştürme çabalarını boşa çıkarmak olmalı.

  3. – AKP Genel Başkanı ve C.Başkanı Erdoğan milletin yarısına illet, zillet hatta vatan haini demiştir. Fakat Irak ve Suriye’de Sünni müslümanlara eziyet eden Kasım Süleymani hakkında hiçbir zaman olumsuz tek bir laf etmemiştir. Bu davranışının politika gereği olduğunu düşünmüyorum zira öyle olsaydı Esad ve Sisi ile de iyi geçinmenin bir yolunu bulabilirdi.

    – Libya’ya asker göndererek Dünyanın 5’ten büyük olduğunu kanıtlayamayız. Türkiye’nin 5’ten büyük olduğunu kanıtlamaya çalışmak ise yeni bir 15 Temmuz operasyonu olabilir.

  4. Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, TRT ortak yayınındaki “Cumhurbaşkanı Özel” programında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunurken şunu da söylemiş:
    “Türkiye ve Libya olarak karşılıklı yeni bir anlaşma ile belirlediğimiz bu münhasır ekonomik bölge alanlarında ortak arama faaliyetleri gerçekleştirebileceğiz … Güney Kıbrıs, Mısır, Yunanistan ve İsrail, bu bölgeden Türkiye’nin onayı olmadan doğal gaz nakil hattı kuramaz … Bu yapılanlar uluslararası deniz hukukuna kesinlikle uygundur.”

    Münhasır ekonomik bölgede başka ülkelerin petrol veya doğalgaz boru hattı kuramayacağı iddiası doğru değildir. BM deniz hukuku sözleşmesine göre boru hattı v.b. geçirebilirler.

  5. Düşündüm de belki önceki senaryo denemesindeki gibi gelişmemiştir sahne, şöyle mi oldu yoksa:
    Başkan: sen de kimsin?
    Danışman: efendim sabah da gelmiştim…
    B: gene ne istiyorsun?
    D: efendim şu operasyonla ilgili kısa bi sunumum olacak, hemen arzetsem…
    B: hani sen iran masasına bakıyordun, bu iş ırakta..?
    D: efendim haklısınız da, eleman iranlı olduğu için yani…
    B: neyse, birbuçuk dakikan var ona göre..!
    D: emredersiniz:
    “Aman efendim, böyle bir girişim dünya dengelerini değiştirecek köklü sarsıntılara yol açabilir, zaten baş veren savaşların daha da vahşileşmesini getirebilir, böyle bir sonuç doğurmasa bile İran’da bizim sevmediğimiz rejimin ömrünün uzamasına, Lübnan’da zayıflamış Hizbullah’ın daha da güçlenmesine, Irak’ın büyük bölümünden Şii bir devlet çıkmasına, Suriye’ye Hizbullahi savaşçıların daha yoğun biçimde akmasına ve onun için kendilerini feda edecek kişilerin dünyanın değişik köşelerinde gerçekleştirecekleri ölümcül eylemlere sebep olabilir”
    B: aslanım alt tarafı iranlı bi general parçası değil mi bu adam, daha geçenlerde bunun gibinin birini haklamadık mı? Bişey mi oldu yani..?
    D: efendim doğrudur, o tür elemanlardan elimizde çok var, isterseniz bunun yerine üç dört tanesini hemen ayarliim, gümletin gitsinler..!
    B: iyi de bunun ne özelliği var yani?
    D: efendim bu türler özel parçadır, yarın başka bi işimize lazım olur mu falan diye yani…
    B: yav bulursunuz birini daha, bi general eskisine mi kaldık..?
    D: öyle de efendim, ama leblebi çekirdek değil ki..?
    B: okay okay anlaşıldı, bittiyse…..!
    Hello onbaşı, nerde kaldınız?
    Onbaşı: Hello mr.president! Kuşlar kafese girmek üzere, otuz saniye sonra hedefte olurlar efendim!
    B: ekranda iki buton görünüyo obaşım, hangisine tıklıyoruz..?
    O: efendim maviye değil kırmızı olana..!
    B: tamaaam, hadi hayırlısı; ikisine de bastım gitti..!!!

  6. 3.dünya savaşını çıkaracak olıuşum henüz tamamlanmadı.Şartlar henüz oluşmadı.Şartlar ve oluşum tamam olunca ;3.dünya savaşı, siz istemeseniz de bal gibi çıkar ve savaşın tam da ortasında bulursunuz kendinizi.Türkiye nini bu ko nuda hiçbir hazırlığı ve tetbiri yok.Bu dünya savaşı çıkınca, kimin müttefiki olacağına dair bir fikri ve hazırlığı da yok.İşine geldiğine göre bir ABD bir Rus yanlısı olmakla ,dünya liderlerine höykürmekle,bir Suriya bir Libya ya asker çıkarmakla;dünya savaşında çerez olur gider.Dünya lideri dedikleri Erdoğan ın ;vizyonu,yeterliliği,yeteneği,siyasi üslup ve yöntemi sıfır.

  7. Irak ve Suriye ABD tarafından 3’e bölünmek istenmektedir. İran ise tek bir Suriye ve Irak istiyor fakat Şii hakimiyetinde olması kaydıyla. Kasım Süleymani de bu Şii-İran davasının sahadaki onlara göre kahramanıydı. ABD bu hamlesi ile İran’a yaşananların bir masal veya hikaye olmadığını ve haddini bilmesi gerektiğini anlatmak istedi. Şimdi İran desteğinde bölgedeki Şiiler daha da radikalleşecek ve bir çeşit Şii-İŞİD konumuna gelecekler. Bundan sonrası daha çetin Sünni-Şii çatışmalarıdır.

    İslam dünyası bu kafa (kafasızlık) ile asla kazanamaz. Bu olayın Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi ile bir bağlantısı var mıdır bilemiyorum fakat zamanlama denk gelmiştir.

  8. MAK Danışmanlık’ın en sonuncu kamuoyu araştırmasının bulgularının bir kısmını önceki gün paylaşmış, araştırma sonuçlarının “Aylardır sürdüregeldiğim iddialarımı destekler göründüğü”nü söylemiştim (İddiam, AK Parti’nin Erdoğan’ın 2020 yılının sonbaharı sonrası yapılacak erken seçimlerde uğrayacağı ağır seçim yenilgisi ile birlikte dağılma sürecine gireceği).

    Metropoll Araştırma Şirketi’nin son araştırmasının kimi verilerini de paylaşayım:

    Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı görevini onaylıyor musunuz? sorusuna EVET diyenilerin oranı Kasım ayında yüzde 48,4 iken, bu oran Aralık ayında yüzde 43,7’ye gerilemiş.

    Erdoğan’a görev onayı veren MHP seçmenlerinin oranında ise çok çarpıcı bir gerileme var: MHP seçmeninin Erdoğan desteği yüzde 79,2’den yüzde 52’ye düşmüş. Bu oran, AK Parti seçmenleri arasında yüzde 87,9.

    15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nden bu yana Erdoğan’a olan destek, yüzde 67,6’dan yüzde 43,7’ye gerilemiş.

    “Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesini onaylıyor musunuz?” sorusuna EVET diyenlerin oranı yüzde 37,7 iken, HAYIR diyenlerin oranı yüzde 49,7. Yüzde 12.7, bu konuda bir fikri olmadığını söylemiş.

    Şöyle yazdım:

    “Kanal İstanbul, yerli araba, Libya. . . Bunların insanların gerçek yaşantılarıyla ve gerçek sorunlarıyla ilinitisi yok. Milyonlarca insanın bir aydan diğerine giderek derinleşen sorunları için ağzından tek söz çıkmayan bu siyaset esnafının ucuz milliyretçiliğini halk yer mi? Sadece, “yemez” değil, “yemiyor”.”

    Halkın, kendisine verdiği desteği giderek artan hızda geri çektiği bu siyaset esnafı başkanın ucuz milliyetçiliğini yiyip yemediğini, bu verilere bakarak, bizlere H. Gayret biladerim söylesin.

    Zamanı el verirse (!), üç dört hafta önce burada, “MHP’ye olan destek 2019 başlarına kadar istikrarlı bir şekilde arttı. Fakat, MHP, halktan yükselen tepkiyi dikkate almak zorunda kalacağı günlere doğru gidiyor. Son haftalarda Bahçeli ve partisindeki suskunluğu Bahçeli’nin sağlık sorunlarıyla mı açıklayacağız? Sizlerin de dikkatini çekmiyor mu MHP’deki suskunluk?” diye sorduğum soruya da bir değinip geçsin.

    Bugün itibarıyla MHP seçmeninin Erdoğan’ın başkanlığına verdiği onay, yüzde 52.

    ‘Gayrı-milli’ unsurlara, ‘zilletçiler’e MHP’li seçmenler de ekleniyor.

    Bu yüzde 52’nin tersine bir eğriyle yükselmeye başlayacağını, MHP seçmeninin Erdoğan desteğinin yükselişe geçeceğini düşünüp iddia etmemiz için, elimizde hangi akla yakın gerekçe var?

    Kendi seçmeninin başkanlık sistemine ve Erdoğan’a verdiği destek erezyona uğrar, Libya hamlesi bile iş görmez iken, MHP’nin Cumhur İttifakı’nı sahiplenip bağrış çığrış bu ittifakı savunup durması sizce daha ne kadar süreyle devam edebilir?

    • Sn.bernar, seçmen sayısındaki artış ya da düşüşlere bağlı olarak oy tercihlerinde de dönemsel ve cüzi değişimler gözlenebilir. Bunun dışında 15yıldır tek bir seçmenin bile siyasi tercihinde herhangi bir değişilik olduğunu ya da olacağını sanmıyorum… hayatımda bir kez olsun bu araştırma şirketlerinin anketörleriyle karşılaşmadım; açıkçası, külahıma anlatsınlar..!

      • Benim bildiğim oy tercihlerindeki değişim “seçmen sayısındaki artış ya da düşüş”e göre değil, insanların iktidar partilerine ve bunların koalisyonlarına ilişkin tatmin düzeyine, o partilerin lider ve söylemlerinin sahiciliğine, inandırıcılığına göre değişiyor.

        Hangimizin hakikate yakın olduğu, olana nereden baktığımızla ilgili. Toplumsal süreçler ve siyaset çözümlemesi bir yaklaşım, “inanç” bir başka yaklaşım. Birincisi ne kadar hak ise, ikincisi de o kadar hak.

        Paşa gönlü öyle isteyenlerin, Erdoğan’ın rakipsiz bir kitle partisini alıp bir kaç yıllık bir süre içinde yakında dağılıp gidecek bir paçavraya çeviren beceriksiz, ilkesiz, ideolojisiz bir siyaset esnafı değil, dünya lideri olduğuna (ve hatta mehdi sıfatını bile hak ettiğine), Türkiye’de yaşayan insanların bu bilgisiz ve beceriksiz siyaset esnafının peşine takılmayı sürdürdüğüne, halkın kapı gibi Libya Tezkeresi’nin, Kanal İstanbul’un, yerli araba şovunun arkasında durduğuna, vs. inanmaya hakları var elbette.

        Yerel seçimler ve ardından gelen tekrarlanan İstanbul seçimi öncesinde de inanca dayalı çok iddia gördü bu yorum sayfaları. . .

        Yeter ki, gerçekle yüzleşme günü geldiğinde can sıkıntısı ve öfke olmasın, homur homur “Git kına yak!” denmesin, dostluklar bozulmasın 🙂

    • Çünkü HDP’nin desteğinin, yerel seçimlerde CHP’ye nasıl kazandırdığı görüldü. HDP bunu CHP’nin kafasına da kaktı: “Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu bilecek ki HDP sayesinde kazandılar…”
      Bundan sonra en önemli siyasî eşik, Cumhurbaşkanlığı seçimidir….
      HDP desteği olmadan CHP adayı kazanamaz….
      CHP’li Muharrem İnce’nin aldığı sonucun anlattığı da budur…..
      İnce, şimdi CHP Genel Başkanı olup yeniden aday olmakta ısrarcı/kararlı….Ancak İnce, HDP’nin destekleyeceği aday değildir….
      Dolayısıyla Nisan 2020’deki CHP Kurultayında Kılıçdaroğlu’nun yerel seçimlerdeki (özellikle İstanbul ve Ankara) başarısından sonra yeniden genel başkan olma ihtimali daha kuvvetlidir….
      Kılıçdaroğlu, CHP’li bir aday yerine Erdoğan karşısında HDP’nin desteğini alacak ortak bir aday düşünecektir…
      ….CHP, HDP’ye göbekten bağlanmıştır….

      • Ana muhalefet partisi hiçbir partiye muhtaç değildir ancak siyasette ittifaklar vardır. Tıpkı cumhur ittifakı gibi millet ittifakı da haktır. HDP legal bir partidir. Ana muhalefetle ittifak kurmak doğal hakkıdır. Eğer sizin düşüncenize göre HDP terör destekli bir parti ise hepsini hapse attırın partiyi de kapatın. Eğer parti kapanmıyorsa ve hdpli vekiller tutuklanmıyorsa devlet suç işliyor demektir.

  9. 1500’lü yıllardan itibaren Osmanlı Devleti, Batı Hristiyan dünyasında Protestan mezhebini desteklemiştir. Bunun bir nedeni Protestan mezhebini İslama en yakın Hristiyan mezhebi olarak görmesi ise diğer nedeni de siyasi çıkarlarının bunu gerektirmesidir. Benzer şekilde o zamanlar Katolik Hristiyan dünyasının patronu olan Vatikan da İslam dünyasında Şii mezhebini ve onun merkezi olan İran’da kurulu devleti desteklemiştir.

    Günümüzde İran, İslam dünyasının içinde çatışmalar çıkarabilmek için yok da edilmeyen fazla güçlenmesine de izin verilmeyen Truva atı bir devlettir. Humeyni İranı görünürde bir Cumhuriyet olmasına rağmen gerçekte faşizan bir Şii-Gestapo rejimine sahiptir. Devrim Muhafızları İran’da sokağa hakimdir, bir halk ayaklanmasına karşı Gestapo gücüdür. Her türlü kaçakçılık ve kirli işleri onlar yönetmekte ve olağanüstü bir para akışını kontrol etmektedirler. Ayetullahlar da bu kara parayı fetvaları ile aklamaktadırlar.

    Şii Gestapo lideri olan Kasım Süleymani’nin öldürülmesine gelince. Şimdilik dikkatimi çeken iki şeye işaret etmekle yetineyim. i) Trump şöyle demiş “İran sahada hiçbir savaş kazanmadı fakat masada hep kazanan oldu”. Yani sahada kazanılmayan bir şeyin masada kazanılamayacağına dikkat çekiyor. Bu uyarının ABD’nin kurmak istediği Suriye Kürdistanı ile de bir bağlantısı olabilir. ii) Perinçek’in gazetesi Aydınlık’ın manşeti “Süleymani hepimizin şehidi, İran’ın güvenliği hepimizin güvenliğidir”. İkinci cümleyi anladık ta Şii Gestapo şefi Süleymani neden hepimizin şehidi oluyormuş?

    Bu arada Sünni islam dünyasında da Mehdi inancının yaygın olduğuna, Armagedon’a eşdeğer Melhame-i Kübra kavramı olduğuna ve Şii radikalizminin farklı görünüm fakat eşdeğer anlamlarda Sünni dünyasında da bulunduğuna dikkat çekmek isterim.

    Dünyaya yön ve şekil vermede büyük ölçüde etkisi olan Batı’daki üst aklın böylesine akıl dışı inançlara itibar etmediğine eminim. Fakat ideolojik takıntısı olanları kullanmasını iyi bilirler.

  10. Büyük Ortadoğu projesi adım adım ilerliyor. ABD ve İsrail’in amacı; Türkiye ve İranı birbirine kırdırtmaktır. Su uyur, yahudi uyumaz. Yahudiler büyük Ortadoğu projesinden hiç vazgeçmediler. Bu projeye engel olan iki büyük devlet var: Türkiye ve İran. ABD, iranla savaşmayı hiç istemez sadece İranı kışkırtır. Eğer İran savaşın başlangıç tarafı olursa; işte o zaman ABD Natodan destek alacak. Haliyle Türkiye’yi de bu kirli oyunun içine katmış olacaktır.

  11. Ciddi sayıda cinayet “yan baktın” türü bahanelerle işleniyor.Yani sonu tahmin edilemeyen hamleler sonucu.Koru da bu hususa dikkat çekmiş.
    ABD nin son hamlesini öğrenince aklıma ilk olarak Trump’ın azil süreci ve bu yıl yapılacak başkanlık seçimleri geldi.Seçimlere deha epey süre olduğuna göre olay tamamen azil ile ile ilgili diyebiliriz.
    ABDde kararların bilimsel verilere göre yani “rasyonel” şekilde alındığını düşünüyoruz.KORUnun da vurguladığı gibi maalesef öyle değil.
    İran’da da ideoloji ön planda.
    Olayı iki irrasyonel davranan taraf ile izah edemeyiz.
    Nerede ise tüm Dünya değişik şekilde ve değişik saiklerle olaya müdahil olacak.

  12. Trump Evanjelik değil.pragmatik popülist bir politikacı.Ayrıca Obama ile Trump ın İran ve Ortadoğu hedefleri çok farklı bu nedenle farklı politikalar uygulamaları değilmi

  13. Böyle bir şey yaşamayız umarım. Yaşamayalım böyle karanlık şeyler, görmeyelim bu çılgınlıkların sonunu. Kuru gürültüden ibaret kalsın, kuruyasıca ortadoğu bataklığı.

  14. Kasım Süleymani ABD tarafından öldürüldü. Biz bayram ediyoruz. Neden çünkü zalim bir adamdı cok Müslümanın canını yaktı. Amerikalılar Saddamın başındaki bizleri temizlerken de, idam edilirken de İran bayram etmişti. Şunu çok iyi öğrendim Fehmi Bey “İslam Dünyası” diye bir dünya yok.Ne zaman kendi problemlerimizi kendimiz çözebilmek iradeye sahip oluşak o zaman islam dünyasından söz edilebilir.Haccac-I Zalim Mekke’nin hakim tepelerine manciliklar yerleştirir. Kabeyi taş yağmuruna tutar.Mekkedeki sahabe efendilerimizden biri gelir ve Haccac’a :
    -Napiyorun Allah’ın evini taşlamaya utanmiyormusun diye çıkışında Haccac o tarihi cevabı verir
    -Allah beni size sopa olarak gönderdi
    Belki de bir Haccac gerekli bize

  15. Netflix’te yeni yayına giren bir dizi var: Messiah. İran, İsrail, Araplar ve ABD ana ekseninde geçen bir dizi. Taha Kıvanç (özlediğimi belirteyim, belki dikkate alınır) sağolsun, birden aklıma geldi.

  16. BU DETAYLAR ÖNEMLİ!
    (Yazının son bölümleri)

    “Qaasım Suleymanî, yalnız İran Ordusunun değil, şiî müslüman halkın da gözünde en büyük kumandanlardan ve kendi inancının hâkim olması dâvasının büyük fedaîlerinden birisiydi. Onun esrarengiz ve gözü kara plân ve ölüm korkusu taşımayan mücadeleleri, İran’lı yetkilere, ‘Bugün, Ortadoğu’da Tahran, Bağdad, Şam,Beyrut ve San’a gibi 5 başkenti elimizde tutuyoruz..’ diyebilmelerini ve belki de güç zehirlenmesini de ‘hediye’ etti.
    Onun gözüpek ve inancı uğruna, öldürmeyi ve öldürülmeyi hiç umursamayan bir kumandan olduğu kadar, güçlü bir stratejist olduğu da söylenir. Nitekim, Suriye Buhranı’ndan kendi başlarına çıkamayacaklarını anlayınca, İran yetkilileri, o zamana kadar o buhrana uzak durmakta olan Rusya’yı devreye sokmak için, Suleymanî’yi Moskova’ya göndermiş ve Putin’i devreye girmeye o iknâ etmişti.

    Bugün, Suriye fiilen Rusya tarafından yönetiliyorsa, bunun ‘mimâr’ı, Suleymanî’dir. Kezâ, Afganistan’tan yüzbini geçtiği söylenen şiî milislerini, ‘Fatimiyyûn Tugayları’ adı altında Suriye’ye getiren ve Haleb ve civarındaki şehirlerde sivil sünnî halktan on binlerin katledilmesi ve yerlerinden yurtlarından kaçırtılması ve direnenlerin ezip geçilmesi yoluyla, bu güçleri oralara yerleştirerek, bölgenin demografisini /nüfus yapısını değiştirmeye çalışan eylemlerin ‘mimâr’ı da Suleymanî’dir ve İran’lı yetkililer de onun bu ‘üstün’ hizmetini kendi açılarından tabiatiyle hep büyük övgülerle takdir etmişlerdir.
    ***
    Dahası, İran’da Şah zamanından kalma ordu ve polis gücüyle inkılab rejimini ayakta tutmanın mümkün olmadığını görüp, İnkılab Muhafızları Ordusu ve sonra da ‘Besîc’ denilen halk gönüllüleri örgütünü kuran İran liderliği, Suleymanî eliyle, Irak’ta da, ‘Haşd-i Şa’bî’ ordusunu kurdurmakta ön ayak olmuş ve bu güçlerin, inanç konularında tek ölçü olarak Veli’yy-i Faqih’in emirlerini kabul etmeleriyle, bu gücün özellikle de Suriye’de ve Irak’da nasıl gözükara mücadeleler verdikleri görülmüştür. Ki, Suleymanî ile birlikte öldürülen Haşd-i Şa’bî’nin en etkili kumandanlarından Ebu Mehdî el’Muhendisî’nin de kendisini, ‘Veliyy-i Faqih’in ve Suleymanî’nin küçük bir askeri’ olarak nitelemesi, bu ilişkiyi açıkça ortaya koyar. Irak’taki son halk protestolarında sık sık Suleymanî’nin protesto edilmesi ve Irak’ı perde gerisinden onun yönettiği ve Irak Başbakanı’nı bile onun belirlediği suçlamaları çok basit bir iddiadan ibaret değildi.

    Suleymanî’nin öldürülmesi muhakkak ki, çok büyük bir hadise ve bütün bölgeyi ateşe atacak bir büyük cinayettir. Bu saldırıya İran’ın nasıl karşılık vereceği ise.. Tehevvüre kapılıp saldırmak şeklinde olmayacaktır, herhalde..

    Nitekim, 1988 yılında, İran- Irak Savaşı’nın son demlerinde, İran Hava Yollarına ait bir yolcu uçağı 307 yolcusuyla ve ‘Savaş uçağı zannettik. ‘ denilerek Amerikan Donanması’nca vurulup İran Körfezi’ne gömüldükten sonra, dünya buna İran’ın nasıl bir tepki vereceğinin endişesiyle diken üstündeyken; İran, BM. Güvenlik Konseyi’nin savaşı durdurmayı öngören 598 sayılı Kararnâmesini beklenmedik şekilde kabul etmiş ve İmam Khomeynî de, bu kabulü, ‘Zehir kadehini başıma dikiyorum.’ diye açıklamıştı.
    Şimdi de İran, Amerika’yla direkt karşılaşmak yerine onun bölgedeki müttefiklerinin başını ağrıtacak siyasetler ve eylemlerle intikamını başka türlü almayı deneyecektir, herhalde..”
    https://www.star.com.tr/yazar/inanc-ve-ideolojiler-kisilerin-olumleriyle-yok-olmaz-tam-tersine-daha-bir-bileylenebilir-de-yazi-1504647/

  17. Yalnız bu kadar uzunca bir bilgilendirmeyi baybaşkan hiç kesmeden dinlemiş olamaz değil mi? Belki de sahne şöyle yaşanmıştır:
    Başkan: sen de kimsin?
    Danışman: efendim ortadoğu ve iran masasona bakıyorum…
    B: bizim dönemde mi aldık seni, önceden kalanlardan mısın?
    D: efendim 90dan beri bu görevdeyim…
    B: anladım, biraz çabuk ol, başka işlerim de var!
    D: “Aman efendim, böyle bir girişim dünya dengelerini değiştirecek köklü sarsıntılara yol açabilir, zaten baş veren savaşların daha da vahşileşmesini getirebilir, böyle bir sonuç doğurmasa bile İran’da bizim sevmediğimiz rejimin ömrünün uzamasına, Lübnan’da zayıflamış Hizbullah’ın daha da güçlenmesine, Irak’ın büyük bölümünden Şii bir devlet çıkmasına, Suriye’ye Hizbullahi savaşçıların daha yoğun biçimde akmasına ve onun için kendilerini feda edecek kişilerin dünyanın değişik köşelerinde gerçekleştirecekleri ölümcül eylemlere sebep olabilir”
    B: tamam kes! Ne kadar ödüyoruz sana? D: efendim, aylık 25bin kadar…
    B: maaşını biz ödüyoruz ama bakıyorum sen sanki düşmanlarımızın danışmanıymış gibi konuşuyorsun..!
    D: efendim, onların aylık geliri bizdeki kadar yoktur…
    B: onu demiyorum sersem herif, çık dışarı!!
    D: emredersiniz, efendim bizim emeklilik ikramiyelerimizle ilgilibi hususu da arzetmek is……
    B: lan oğlum bak git..!!!
    B:

Yoruma kapalı.