Siyaset güçlü rakiplerin karşılıklı zekice taktikleriyle seyir zevki verir; bizde öyle mi ya!

33
Reklam

Hafta sonları günlerimin bir bölümünü televizyonda futbol maçlarını izlemeye ayırdığımı yazmam, yorumlarından anladığıma göre, okurlardan bazılarını şaşırtmışa benziyor. 

Özellikle İngiltere Premier Lig takımlarının maçlarını izliyorum. Hem de büyük keyif alarak…

Eskiden aynı keyfi bizim ülkemizde siyaset sahnesini yakından gözleyerek duyuyordum.

Şaşıracaksanız şimdi şaşırabilirsiniz.

Futbol ve siyaset, ikisi de izleyene keyif verir(di)

Futbol ile siyaset arasında yakın bir ilişki görüyorum. İkisinde de işini iyi yapan maharetli insanlar oluyor. Daha da önemlisi, ikisinde de ön planda görünenleri kenardan yönlendiren müthiş zeki teknik adamların varlığıdır. Böyle bir zeminde geçen taktik zengini maçları izlemeye doyum olmaz.

Sadece futbolda değil siyasette de…

Hayatımda birkaç kez siyasete girme, aday olma teklifi almışlığım var. Her defasında teklif sahiplerine teşekkür ederken hep aynı cümleyi kullandım: “Sağolun, ama ben siyasetin içinde olmayı değil içinde olup bitenleri izlemeyi daha fazla önemsiyorum.”

Reklam

Turgut Özal, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve tabii Necmettin Erbakan birer siyaset virtüözü idiler. Zaten o sayede hepsi yaşadıkları dönemlerde gözlerini diktikleri yerlere gelme mücadelesi verirken ustalıklarını fazlasıyla ortaya koydular. İnişli-çıkışlı oldu herbirinin siyasi hayatı, en az bir -hatta birden fazla- kez küllerinden yeniden doğmaları gerekti.

Bunu da başardılar.

Askerler bile her defasında onların başarıları karşısında ne yapacaklarını bilemez hale geldier. 

İçlerinden bazısı zora düştüğünde askerleri de kendi kurdukları oyun planı içerisinde değerlendirdi; hem de onlara hissettirmeden…

İzlenmesi olağanüstü keyifliydi o isimlerin birbirlerine karşı konuşlandıkları dönemde siyaset…

Şimdi bana futbol aynı sebeple keyif veriyor. 

[İşin doğrusu, aynı zevki bizim Süper lig maçlarından aldığımı söyleyemem. Zaten Digitürk aboneliğimi de iptal ettirdim, onları izleyemiyorum.]

Dün akşamı ele alalım.

Reklam

Günün en önemli Premier lig karşılaşması biri zirvede diğeri en aşağılarda iki takım arasındaydı. Liverpool – West Bromwich karşılaşması. Maçı Türkçe anlatma görevini üstlenmiş kişi ile yanına aldığı yorumcu arkadaşı maçın başında iki takım arasındaki seviye uçurumunu dakikalarca anlattıkları gibi zirvedeki takımın her girişiminde bir daha hatırlattılar.

Sunucu “30 kişiye bu maçı kim kazanır diye sorsanız 30’u da hep aynı takımın ismini söyler” bile dedi maçın başında.

Nitekim, maçın ilk yarısı tek kale oynandı. Zayıf takım oyuncuları zayıflıklarını kabul etmiş gibiydiler. Kendi sahalarına yığılmış, gol atmak için gelenlere karşı çaresiz bir savunma çabası içerisindeydiler. Top hakimiyeti 82-18 idi ilk yarıda. Savunmaları sonuç verdi; bir hafta önce sıralamada ilk birkaç takımdan biri olan rakibini 7-0 yenmeyi becermiş olan güçlü takım zayıf takıma ilk yarıda yalnızca bir gol atabildi.

İkinci yarıda ise zayıf takım bambaşka bir oyun sergiledi. Oyunu çoğu zaman rakibin sahasına yığabildiler. Yakaladıkları fırsatların birini değerlendirip bir de gol attılar.

Maç 1-1 sona erdi.

Az kalsın güçlü takımın 69 haftadır koruduğu ‘namağlup’ unvanını bozacaklardı.

Nasıl oldu bu?

Her önüne gelene yenilen ve daha şimdiden düşme hattının altına demirlemiş görüntüsü veren zayıf takım iki hafta önce antrenörünü değiştirdi. Yeni gelen teknik yöneticinin ‘düşme hattındaki takımları kurtarma’ şöhreti var. Daha önce de son anda kendisine başvurmuş üç takımı düşmekten kurtarmış bir teknik adam.

İki haftadır yenilmiyor zayıf takım; dün lidere de yenilmedi, berabere kaldı.

Antrenörün saha kenarından verdiği taktikler sayesinde.

“Kaleyi koruyacaksınız” dediğinde canlarını dişlerine takıp zaten en iyi yaptıkları o işi tek gol yiyerek başardılar; ikinci yarıya çıkmadan önce “Sizden ilk devredeki uysallığı bekleyen rakibe şimdi saldıracak, gözünü açtırmayacak, fırsatını bulduğunuzda golü -hatta golleri- atacaksınız” demiş olmalı ki, onu da yaptılar.

Güçlü takımın ‘yılın en iyisi’ unvanına sahip teknik direktörü yanlış taktik vermiş olmalı; herbiri milyonlarca sterlin değerinde bacaklara sahip oyuncuları yaya kaldılar.

Taktikler savaşında zayıf takım kendisinden fersah fersah güçlü olanı yendi. [Berabere kaldılar, ama ben onları yenmiş kabul ediyorum.]

Bizde siyaset geçmişte dün akşam en zevkli örneğini futbol sahasında izlediğim oyuna benzer bir taktikler savaşı olarak cereyan ederdi.

Bizler de gazeteciler olarak gelişen olayları en yakından izleme ayrıcalığını yaşardık.

Keyif alarak…

Siyaset keyif veriyor mu? Vermiyor

Şimdi sadece tek bir siyasi teknik yönetmenin kurguladığı bir siyaset oyunu oynanıyor. Ona karşı taktik oluşturması beklenenler arasında onun taktiklerini boşa çıkartacak bir oyun kurucu yok.

Varsa da elleri kolları bağlı. 

Futbolda amaç ligde en tepeye çıkmak olduğu gibi siyasette de hedef iktidarı elde etmek… 

İktidar güçlü görünmesi gerektiğinde gücünü göstererek, zayıf görünmesi gerektiğinde zayıf görünerek, her defasında istediği sonucu alabiliyor.

Oyun oynanırken oyunun kuralları değişir mi; bizde iktidar onu bile başarmayı bildi. [‘İktidar’ dediğimde siz bunu ‘iktidar cephesi’ olarak anlayın; AK Parti ve MHP ortak başarısı bu.]

Ne demek istediğimi anlamak amacıyla şu sıralarda siyaset sahnesinde gördüklerinize futbol maçı izler gibi bir bakın bakalım ne göreceksiniz… 

Gelecek seçim için en kritik nokta HDP’nin durumu olacak. İktidar onu etkisizleştirmek zorunda. Kapatmak veya yüzde 10 barajına gömmek yöntemlerinden birini tercih edebilir. İlk yöntemi de deneyebilir, ama zor ve çetin bir iş olur bu. En iyisi, İyi Parti sayesinde Millet İttifakı dışında tutulabildiği için HDP’ye rakip bir-iki partinin önünü açarak onu baraj-altı bırakmaktır.

Oyun çok açık oynandığı için siyaset çoktandır bana futbolun verdiği kadar keyif vermiyor.

Futbol izlemeye vakit ayırmam hoşlarına gitmeyen okurlar beni mazur görsünler.

ΩΩΩΩ

Reklam

33 YORUMLAR

  1. Siyaset ve futbolda herhangi bir paralellik varsa ortak noktanın “keyif”e dayandırılması bilmem ne kadar isabetli… Şu kadar olabilir mi? :

    Futbolda iki rakip takım birbirine muhalif. İlgili seyircilerin gözü önünde neticede bu bir oyun. Her iki takım birbirine muhalif olsa da bu seyirciler zümresi için oynuyor oyuncular. Süratlerini, vücut kıvraklıklarını, çalımlarını, verkaç ile paslaşmalarını, vaktinde yükselip kafalarını kullanmaları, zeka kıvraklıklarını yansıtan refleksleri, oyun kurma stratejileri, maharetle top çevirerek rakibi yorgun düşürmeleri, sahanın cumhurbaşkanı hakemin, oyuncuların topun peşinde sevk ve idaresini takip ve adilane denebilecek kurallar çerçevesinde sonucu etkileyecek kararlar verebilmesi seyretmeğe değer hareketlerdir. Her kes koşar, seyirciler çoşar. Güzel hareketlerin körüklediği bir coşkunluktur bu. Hele de gol olunca ana-baba gününe döner ortalık. Davullar zurnalar, rengarenk flama ve bayraklar, maytaplar.. Bazen de kontrol dışına çıkan taşkınlıklar olur.. Bu oyunda bütün oyuncular ve hakem sonucu haketmek için terler. Üstünlük gollerle belirlenir. Şansın da pratik zekanın da önemli rolü vardır. Maç beraberlikle de sonuçlanabilir. Futbol sevilen dinamik bir oyunlardan biridir. Spor iyidir. Bir ülkenin onuru olabilir becerisini, gençlerine verdiği önemi gelişmişliğini az da olsa yansıtır. Ama, neticede bu bir oyun, seyircilerin gözü önünde, şeffaf mı şeffaf! Oyunun cumhurbaşkanı tarafsızdır. Daha da iyisi, VAR var, kamera kayıtları! Teknoloji hakka hukuka adalete yardımcıdır!

    Siyaset böyle mi?! Hele de Cumhuriyet kurulalı beri bizde olduğu şekliyle. Siyaset belli bir seyirci grubunu ilgilendiren oyuncuların ve hakemin terlediği bir oyun değil! laga lugası zaman zaman keyif te verebilir. Ancak bu ne ki, devede kulak bile değil! Siyaset, bütün ülkenin kaderini belirleyebilecek potansiyelde vahim sonuçları olabilen son derece ciddi bir sorumluluktur. Liyakat bunun için önemli. Liyakat yerine KUTUP BAŞI PARTİLERin kendi layıkları olageldi hep. Bizde, futbol takımı tutar gibi partizanları olan, partileri üzerinden nefslerini gayri-meşru olarak doyuran bir yönetim aracıdır siyaset. Bu niteliği ile kültür haline gelmiş durumda; şeffaflıktan uzak mı uzak! bütün ülkeye tuzak içinde tuzak! Nihai hesabının ilahi VAR sisteminde kayıtlı bir oyun. Bu oyun iyi oynansaydı Türkiye, kurulalı beri bu durumda olabilir miydi? Kuruların arasında yanacak o kadar yaşlar! katkımız bir OY!

    Futbol gibi seyretme Katıl! ‘OY’unu iyi oyna vatandaş! Kontrolünü bırak, “Nefs”i tanımayanlara “OY” verme. “Nefs”i tanıyanlardan liyakatlı olanları yönetime gönder. İşte bunun için “Akıl*İman Sentezi”!! Bu bir parti değildir! Partiler-üstüdür. Oy verecek ve bütünü yönetecek insanı Eşref-i Mahlukat seviyesine çıkarmanın besmelesidir, düsturudur, sloganıdır, ilkesidir, parolasıdır!

  2. Futbol ve Siyaset arasında ilişki kurabilirsek birbirine bir çok katkı sağlayabilir.
    Hatta öyleki futbolda ki yenilikler siyasetten daha ileri seviyede futboldan siyasetin değil bir çok kurumun alacağı yenilikler var.
    Futbolda yapılan bir yenilikle yıllardır devam eden bir söylemi ve en önemlisi hatayı ortadan kaldırmıştır. Neydi o söylem YANLIŞ DA OLSA HAKEMİN VE HAKİMİN KARARI ASLA DEĞİŞMEZ Futbolda bu tapu VAR sistemiyle yıkılmıştır. Ne oldu hakem yanlış verdiği kararı VAR a bakarak doğru kararı verdi. Evet bu VAR sistemi Meclis’te de kullanılması gündeme geldi sonucunu ne oldu takip edemedim. Bu VAR sistemi yargıda da kullanılarak YANLIŞDA DA OLSA DEĞİŞMEZ DENİLEN HAKİM kararının değişmesi. Neden olmasın Hakimler yanlış karar veremez mi elbette verebilir peki yanlış karar VAR sistemiyle düzeltirse ne olur Kıyamet mi kopar yoksa bizim Hakimlerimiz kesinlikle hata yapmaz mı Kesinlikle hata yapmaz ise o zaman Hakimlerimize bir ünvan daha verilmesi gerekmez mi oda şu Hz. Hakim Nasıl ama…..

  3. müsiad, asgari ücrete enflasyon oranının üzerinde zam verilmesi sevindirici demiş.
    – müsiad müslüman adamların örgütü. ürünlerine asgari ücrete yapılan zam oranının üstünde zam yapmaz inşallah. bu oranın üzerinde zam yaptıklarını öğrenirsem tefe kor oynatırım çünkü.

    • dini tilkiden öğrenen, tavuk çalmayı sevap zanneder derler.
      bizde dincilik biraz böyle.
      tilkiden öğrenmişler olsa gerek.
      asgari ücretin 30 katı maaş alanlar, ya da 5-10 yerden maaş alanlar, ya da tuzları kuru, işleri yolunda olanlar neredeyse açlık sınırında “TÜRK-İŞ Araştırmasına göre, 2020 Kasım ayında dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık -GIDA-(sadece gıda)harcaması tutarı ( ki bu açlık sınırı oluyor) 2.516,67 TL” yapılan zammı sevindirici bulur tabi.

      • 2,825 tl alan bir işçi ailesini yeterli ve dengeli beslemek isterse 2516 tl ödeyecek. geriye 309 tl si kalıyor.
        tatile çıkamayacaklar,
        sinemaya gidemeyecekler,
        kafe de oturup bir kahve içemeyecekler,
        tamam,
        peki
        kira ödemeyecekler mi?
        bu işçinin çocuğu/çocukları okumayacak mı?
        giyinmeyecekler mi?
        ısınmayacaklar mı???
        asgari ücretin 2,825 tl olmasına kim sevinir,
        nasıl sevinebilinir,
        ben anlayamıyorum.
        biz dinimizi tilkiden öğreniyoruz,
        bunu anlıyorum.

        • didem hanım merhaba!
          – “din yalnızca Allahın olana kadar onlarla savaşın” ayetinin böyle durumları, böyle kişileri tanımladığını düşünüyorum.
          – dini ve ahlaki terimleri normalde pek kullanmam. ama böyle durumlarda ister istemez, durumu en iyi anlatan ifade gibi geliyor.
          – din ve ahlak elbisesi ile ortaya çıkınca, ister istemez, söylediklerinin, yaptıklarının, davranışlarının din ve ahlakla uyumsuzluğunu gündeme getirmek zorunda kalıyorsun.
          – bu noktada, “din yalnızca Allahın olana kadar, onlarla savaşın” ayeti bunların durumu için, bana çok anlamlı geliyor.
          – çünkü, gerçektende dini bunlardan kurtarmak gerekiyor diye düşünüyorum.

          • dini terimleri, motifleri çok severim, ama şimdi eskisi gibi kullanmıyorum, çünkü kıyamıyorum. tüketilsin istemiyorum. bende durum biraz böyle şimdilerde.

      • “dini tilkiden öğrenen, tavuk çalmayı sevap zanneder” Güzel bir lafmış! Daha önce hiç duymamıştım. Tarihçesini merak ettim!

        Yani, o yönetim kurulu üyeliği, bu temsilcilik derken 3-5 yerden maaş alıp “canım ben alıyorum ama bunların bir kaç tanesini direkt olarak hayır işlerinde kullanıyorum” kategorisinde bir şey oldu. Bu cins dindarlara sonsan “ula, bunu neden yapıyorsun, bu kadar işsiz varken arsızlığa aç gözlülüğe kaçıyorsun” diye. Ne derler acaba? Mesela şöyle bir şey…!?

        “Ya kardeşim dinci deyip beni mi buluyorsun, kaynakları kontrol eden dinsizler bunu yaparken nerelerdeydin?”

        Yani, bu dönemdeki kutupbaşı zihniyete göre “nefs”i aç buçuk tanıyarak “nefs”ine mağlup olanlarla, önceki dönemki kutupbaşı (dindarları genelde imam-hatip marka düşük kalite-hatta yobaz gören) zihniyetin “nefs” diye bir şeyi kabul dahi etmeden, menfaatine bakanların kıskacında geri kaldı bu ülke. Kaynaklar eşitsizlik/adaletsiz bir şekilde şahsileştirildi. “Nefs kontrolü”, DiNimizde merkezi bir konuma sahipken iki tarafa da doğru düzgün öğretilememiş. Bu arada, tilkinin şeytanlaştırılacak kadar bir günahı yok. İblis, “tilki hoca” kılığında insanın nefsine yerleşir vesvese şırınga ederse olacağı budur (yaptıklarını güzel gösteren, hakka-hukuka, ahlaka sığdırabilen o). Peki çözüm ne?

        • tilkicik bir metafor elbette,
          verse yemeğini yer şükreder,
          vermese oturur, sabreder.
          vah bizlere.
          çözüm, hiç bir şeyi eksik bırakmayan 600 sayfanın içinde.
          ilgilenenler için.
          selamlar.

  4. Bizde! Siyaset ve sipor,
    İyi para ediyor. Çalışmaya uğraşmaya hiç gerek yok;

    Nasıl olsa suçlu hazır! Diş Güçler…!!!!!

    Bu diş güçler(özde değil sözde) olduğ’u müdetçe,
    Sepetin üzerindeki çürük elma sepadeki bütün elmaları çürütür.

    Çürük elmalar’dan birisi Dünyaca ünlü Dr. Umut Şahin’in söylemediği lafi sõylemiş gibi seyircilerine anlatırken birde alay eder.
    Efendim “30 yaşindan sonra Turkiyeye büyük paralar ödenerek getirilen yabancı futbolcunun Türkcesi gibi Türkçe konuşuyor” diyerek.
    Kendi Aklınca adamı aşağılıyor.
    Dr. Şahin hergün Dünya TV lerine bir kaç dilde raportajlar veriyor ve herkes tarafından taktir ediliyor.
    Şu an mesleğinde Dünya onu en zekali bilim adamı olarak takdir ederken Akit TV de ki sipiker kalmış onunla alay ediyor.

    Şimdi Sayı yazar neden Türk fotbol ve şimdiki siyasetçilerinden zevk almadığını Dr.Şahin misali ile daha iyi anlaşılıyor.

    • nurdan hanım sen de akit tvdeki adamdan bahsettin ya, insan ırkı adına üzüldüm.
      – şimdi kazakistan ile ilgili bir haber okudum.
      – küçükken herhalde çokbüyük günah işledik ki, akp-mhp bizi yönetiyor.
      https://www.karar.com/kazakistan-secime-gidiyor-reform-sureci-hizlaniyor-1599036
      – ruslar gibi zavallıların (zeka ve ahlak olarak) ülkenin bir dönem yönettiği bir yer kazakistan.
      – iktidar partilerinin durumuna mı yoksa taraftarlarının kültür düzeyine mi daha çok üzülürsün bilemiyorum. ahlak desen ahlak yok, beyin desen hiç yok.

  5. Hoca sen taktik adamısın takımına sahip çık. Öyle dışardan olmaz sana kulübe yakışır. Olmadı soyunma odası.

    • hoca “teknik adama bile girek yok, bütün taktikler açıktan veriliyor, rakip takımın taktiğine göre pozisyon tutsan yeter” diyor. buna rağmen “takımların teknik-taktik adamları da var” da diyor.

      siz ne diyorsunuz?

  6. Sporda da siyasette de ortak kullanılan bir kelime: taktik. Türklerin meşhur taktiği hilal içine almak. Son trend:
    Karşı cepheden birini boğa yerine koyarsın ve kızdıracak herşeyi yaparsın. (Sen şunu yenemezsin gibi). Sen benim yanıma gelemezsiiinnn oh ya oh ya.
    Hırsla bulunduğu mevkiyi koruyan boğa (hikayenin tercihine göre kedikız da konulabilir) senin manitana (evlilik bir tür ittifak olsun) göz koyma ihtimali sıfırlanırken,
    Karşı cepheye de ağanın kızınında gelmesine engel olur böylece.
    Bu arada bir düğün, acilinden, birde Bakmışsın ki ağa kızını taktiğin gizli sahibi oğluna alıyor! Abovvv
    Matadora noluyor derseniz, oda hikayenin sonunda kızgın boğanın gazabına uğrayabilir. Mutlu son pek olmaz lakin, ikinci senaryo alıp başını gider oğlan gurbet ellere.
    Genelde senaryo hep aynıdır, oyuncular, zaman, mekan farklıdır sadece. Ama yinede katıla katıla güleriz, hüngür hüngür ağlarız, öfkelenir kızarız her defasında yine kanarız.

  7. SİYASET İÇİN
    İki yaşlı emekli güneşli bir günde , parkta oturup hem sohbet ediyorlar hem de etraflarında dolaşan güvercinlere yem atıp oyalanıyorlarmış .Biri diğerine şöyle demiş,
    _ Biliyor musun ,şu güvercinlere ne zaman yiyecek versem hep siyasetçileri hatırlarım !
    Diğeri bu benzetmeden pek bir şey anlayamamış,
    -Hayırdır , güvercinler cana yakın ve uysal hayvanlardır , neyini benzetiyorsun ki ?
    Diğeri gülerek cevap vermiş,
    -Evet, dedikleriniz doğru da benim benzetmem farklı ; bu hayvanlar da siyasetçiler gibi yerde iken hep avucumuzdan yerler, havalanınca da kafamıza sıçarlar !
    FUTBOLCULAR İÇİN
    Temel ile Dursun futbolu çok seven , onunla yatıp kalkan iki profesyonel oyuncuymuş.Bir gün Temelin aklına bir şey takılmış,
    -Ula Tursun ,pu tünyada toya toya futbol oyniyuruz da obir tünyada ne edeceyik ?
    Dursun bir süre düşünmüş , aklına parlak bir çare gelmiş,
    – Tamam ,tamam puldum ; hancimiz erken obir tarafa ciderse o haber versun da !
    Bu fikir ikisinin de aklına yatmış .Gel zaman git zaman , emri hal vaki olmuş ve Dursun hakkın rahmetine kavuşmuş . Bir kaç gün geçtikten sonra bir gece Dursun ,Temelin rüyasına girer ve şöyle haber verir ,
    -Uyyy.. uşağum , saa pi eyi pi köti haberum var ,cozun aydin purada da futbol oynaniyi , kötisi ise celecek haftaki takimde sen da kalecisin daa.. !
    Herkese selamlar iyi günler.

    • Fehmi bey; gazetecilikte ustalığınızı anladık, buna bir sözümüz yok. Sizin gibi birinin daha ciddi analizler yapması beklenir. Yoksa güvendiğiniz dağlara kar yağdı da çareyi İngiliz futbolunda mı buldunuz. İçinize sinmeyebilir ama Ülkemizin Güçlü siyasetçileri, sizin anlayışla, “güçlü takımı ” bu işi hakkını vererek yapıyor. Birkaç gün önce siz de zımmen “AK Parti ne yapsa yaranamıyor” şeklinde bunu ifade etmiştiniz. Futbol örneği ile insanları yönlendirmeye çalışmasanız daha gerçekçi yollar bulsanız iyi olur. Bu ülke hepimizin, bölücülere, bölerek güç kaybettiricilere prim vererek, destek olarak sahip çıkmak pişmanlıktan başka birşey getirmez.

      • Sayın Koru da, biz de siyasetten bıktık.
        Daha doğrusu sayın Koru tüm uyarıların iktidarda da, muhalefette de makes bulmadığını, amiyane tabirle hiçbirinden bir cacık olmayacağını anlayınca konsept değişikliğine karar vermiş!

      • ingilterenin çok ünlü türkçe de bilen bir teknik adamını sarayında ağırlayanlara bir sözünüz yok mu Muzaffer bey!?

  8. İRADE VE AHLAK
    İnsan bir şeyi yapıp yapmamaya iradesi ile karar verir. Peki bu karar verme sürecinde seçimlerini neye göre yapar. Toplum, çevre, maddi olanaklar, kendi fizik varlığının gücü ve olanakları insana bilinçli ve özgür bir seçim yapma olanağı tanır mı?
    Külli irade-cüz-irade tartışmalarına girmeden, insanın irade yeteneğini ile ahlâki kullanım biçimi olarak hayırlı (İhtiyar) olanı seçmesinin mümkün olup olmadığını konuşmak bu yazının konusu. Emile Zola’nın Meyhane isimli romanını yakın zamanda bitirdikten sonra uzun süre üzerinde düşündüğüm irade kavramı, ilk kimin söylediği tartışmalı olmakla beraber son günlerde daha sık kullanılmaya başlanan “Coğrafya kaderdir” sözü etrafında şekillenen önceden belirlilik anlayışı ile birlikte insanın ahlâki bir seçim yapma imkanları ciddi ölçüde sorgulanmaktadır.
    Çevrenin insan üstündeki rolünü en iyi anlatan sanat eserlerinden biri de 2002 Brezilya- Fransa ortak yapımı Tanrı Kent (City of God) isimli sinema filmidir. Yönetmenliğini Fernando Meirelles’ in yaptığı Brezilyanın varoşlarında geçen, suç temalı bu eserde çevrenin insanın kaderini çizdiği etkileyici bir şekilde işlenir. Film ana karakterin on yaşında başladığı suç ve cinayetleri inanılmaz acımasızlıkla büyütüp büyük bir çete lideri olması ve etrafındaki olayları konu alıyor. Çevrenin dramatik seviyedeki fiziki sefilliği yaşayanların ahlâki perişanlığı ile yarışır adeta. Filmin mottosu olan “ Dövüş ama hiçbir zaman hayatta kalamazsın; koş ama hiçbir zaman kaçamazsın!” cümlesi bu suç ve ahlâksızlık sarmalında boğulup giden insanları hiçlik açmazında getirip bırakır. İnsanın hayvani yönünün en belirgin özelliklerinden olan hayatta kalma içgüdüsü ancak kötüden daha kötü, ahlâksızdan daha ahlâksız olmakla beslenebilir. Filmin kendisi gibi çarpıcı olan ismi, çevrenin (haşa) tanrı gibi insanın kaderini yarattığını vurgulamaktadır.
    Aslında Rönesans’ı yaşamış, sanayi devrini atlatmış, atmosferin dışına uzanabilmiş bilim çağında yaşadığına inanılan insanoğlunun 21. Yüzyılın kapısında ışıltılı azamet ve kibir içinde dikilmesi beklenirken eşiğine yığılmasının sebebi nedir? Kuşkusuz insanları üretim unsurlarından biri olarak gören ve bireye maddi gücü oranında değer veren kapitalizmin bu tablonun oluşmasındaki etkisi yadsınamaz.
    Başta İslam olmak üzere bütün dinler insanlığın ve toplumun zor zamanlarında, vahşetin ve zulmün zayıf insanları en çok ezdiği devirlerde indirilmiştir. Bu ilahi mesaj ile olumsuz sosyal ve fiziki şartlar içerisindeki insanın birey olarak kendini ahlâki bir çizgiye ulaştırabileceği gibi içinde yaşadığı toplumunda ahlâki bir vasata erişebileceğini tasavvur edilir. Din bu öneriyi yaparken insanın iradi yeteneğine dayanır. İhtiyar sahibi ademoğlu ilahi teklifi kabulde muhayyer bırakılmıştır. Kehf suresi 29 ayette bu durumu Kur’an şöyle özetler. “Ve de ki: Kur’an Rabbinizden hak ve gerçek olarak inmiştir, artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin….” Dilemek kabiliyetini hâiz insan ancak fiillerinden sorumlu tutulabilir. Çevre şartları insanın hayrı seçme kabiliyetini değil ahlâki olgunluğunu test eder. İradeyi aşan etkenler var ise zaten bu zorlamalar “ruhsat” içerisinde değerlendirilir. Şems suresi 8. Ayette Allah (cc) İnsana seçme kabiliyetini verdiğini bize bildiriyor. “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir” Nefsini arındırmak insana “ilham” edilmiştir. Bu davranış olumlanıp mükâfatlandırılacağı bildirilmesine rağmen zaaf gösterip kötülüğü seçenlere ise devamındaki ayette “Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır” ihtarı vardır.
    Emile Zola’nın yukarıda ismini andığım romanındaki kahramanlar 1860’lı yıllar Paris’in arka sokaklarında sefilliğin, ayyaşlığın, zinanın ve çöküşün labirentlerinden geçerek yok olurlar. Yazar bu serüveni anlatırken tek yönlü bir fakirlik edebiyatı yapmaktan kaçınmış, ailenin zaman zaman müreffeh hayatlar yaşadığı, kaderlerinin önlerine çıkardığı fırsatları nasıl tembellik, kibir ve ahlâki zayıflıklarına yenilerek heba ettiklerini yalın bir şekilde gösterir. Şunu da hikayede tekrar görüyoruz, insan iradesi ile yanlış ve doğruyu aslında görebiliyor. Mesela kahramanlar olayların başında içkinin kötü bir şey olduğunu akli ve tecrübi yetenekleri ile biliyorlar, onların alkole nasıl mesafeli durduklarını görüyoruz. Lakin hayatlarının devamında olumsuz şartlarla karşılaştıklarında ayyaşa dönüşüp bu tutkuları yüzünden tımarhane köşelerinde, izbeliklerde öldüklerini görüyoruz. Nasıl bu kadar kolay geçiş yapabiliyorlar. İşte burada eksik olan şeyin ahlâki normlara sahip olmayışlarının farkına varıyoruz. Kötü davranışlar ile aralarında “Allah korkusu” dediğimiz fazilet hissinin dayanağı olan bir değere sahip değiller. Eğer manevi bir üst sınırlayıcıya inanmış olsalardı doğrudan yanlışa geçerken, kötü olanı seçerken bir eşiği daha aşma zorunda kalacakları, kendi içlerinde bir hesaplaşma yaşamaları gerekecektir. Sonuç olarak, romanda toplum ve şartlar onları ne kadar iterse itsin daima bir tercih (İhtiyar) alanına sahip oldukları görülüyor. Ahlâki normlar bütün insanlığın sosyolojik ve bireysel sağlığı açısından muhkem korunaklardır.
    Romanın nispeten en okumuş, en zeki karakterinin devlet, toplum ve hayat üzerine eleştiriler getirmekten geri kalmamakla birlikte en ahlâksız, en asalak kişi olduğu görülüyor. Zeka ve bilginin insanı doğruya iletmekten ziyade kendi yaşamını en rahat şekilde sürdürmenin yolunu bulmakta mahir olduğunu görüyoruz. Hatta bu yetilere sahip olmanın verdiği kibirle diğer insanları kullanmayı kendine hak olarak görmesi bile mümkündür.
    Niçin bu kadar kötüler? Otomatik Portakaldan beri bunu düşünüyorum. (Anthony Burgess’in aynı adlı yapıtından Stanley Kubrick tarafından uyarlanan film) Doğrusu keskinleşmiş bir kanaate sahip değilim. Aynı şartlar bazı insanların acımasız kötücül bir karaktere evrilmesine sebep olurken, bazı insanlarında sabırla iyilik peşinde giderek ihtiyarlarını muhafaza etmelerine engel olmuyor. Bu olumsuzluklar peygamberler tarihinde görüldüğü gibi üzerinde düşünen insanların hidayetine sebep olabiliyor. Bu noktada bütün insanların kendilerine yazılmış bir kaderi yaşadıklarını söyleyebilir miyiz? Oysa ayet “…dileyen iman etsin dileyen inkar etsin” diyor. Burada kadim tartışmalara girmenin anlamı yok. Allah’ın sıfatlarını yarıştırmak olur bu. Cüz-i akıl ile Külli aklı kavrama iddiası ne kadar gerçekçi olabilir..
    Bedenin arzu ve ihtiyaçları, mizacın zaafları, zekanın kurnazlıkları (bencilliği) iradenin tekamül yolunda kullanımına engeller koyabilir. İnsanı bu fesatlardan ancak talip olduğu şey kurtarabilir. Tercihlerinden sağlayacağı fayda yahut zarar yanında öteki dünyada karşılaşacağı mükafat ve cezaları da hesaba katan insan aklı doğruyu seçmeye daha yakındır. Peygamberler vasıtası ile sunulan ilahi teklife talip olan insan “teslim” olduğu dinin gereklerine, ameli pratiklerine uymak suretiyle talime tuttuğu iradesini ahlâki bilinç ile kullanmakta “sağlam” bir dayanak noktasına sahiptir.
    Geldiğimiz noktada insan ahlâki birikimi yahut kabiliyeti doğrultusunda hayır ve şer arasında seçimini yapıyor. Adil-i Mutlak olan Rabbimiz özgür iradesi ile çevre şartlarını “ruhsat” dışında bahane etmeden serbestçe kullanması karşılığında insanı “din gününde” yargılamayı vaaz etmiştir. “Kıyamet günü, müminin terazisinde, güzel ahlâktan daha ağır bir şey(de) yoktur…” (Ebu Derda Tirmizi)

    • Bu uzun yazının sonunda maalesef kıssadan hisse yok ! Benim anladığım kadarıyla herhalde siyasetçilere ve futbolculara nasihat edilmiştir ! Bu arada Allaha şükürler olsun bizim de altı aylık cuma hutbesi ihtiyacımız karşılanmış oldu ! Ayrıca Fehmi Beye de bence bir hisse var ; dikkat etmezse bu köşe yakında elinden kayabilir !

      • Kardeş azının amacı, önceki yazıma yorumunuz. “Yazıma cevap verecekleri ahlaksızlıkla suçlayıp eleştiriye kapalı olduğumu” söylemişsiniz. Estağfirullah, nasıl böyle bir saçma düşünce içinde olabilirim. Eleştiri beni övgüden daha çok sevindirir
        Çünki beni geliştirilecek olan eleştiridir. Yazıdaki “ahlaksız” kendini tanımıştır, siz merak buyurmayın. Ben bu yazı ile başkaları hakkında niçin bu kadar insansız yorumda bulunabildiğimiz. Ülkenin yarışına mütemadiyen hırsız, gerici yobaz, liyakatsiz ve daha ağır ithamlarda bulunanların psikolojisini anlama çabası.
        Bu yorumunuz da çok hoş hatta ” cuma vaazı” eleştirisini yazımı okuduğum bir arkadaş da yapmıştı, tevafuk oldu, sesli güldüm, saygılar.

  9. Futbolun iyi oynandığı ve kaliteli olduğu ülkelerde, o ülke siyaseti, o ülke halklarının gündemine bizdeki olduğu kadar giriyor mu acaba? Refah seviyesi yüksek olan, sosyal ihtiyaçları karşılanan toplumlarda, hem futbol hem de diğer spor müsabakaları zevkle seyredilir, seyirci düzeyi de topluma dengeli yayılır galiba.

    Bizdeyse, toplum boğazına kadar siyasete gark olmuş; o ilgilenmese bile her saat TV’lerden, görsel ve yazılı medyadan ve hatta sosyal medyadan siyaset zerk edilir insanların dimağına…Öyle ki, siyasetin kendi alanından çıkılarak din-diyanet, günah-sevap, kadın-erkek ilişkilerine kadar; çoluk çocuk ne varsa siyasetin alanına dahil edilir. Siyaset hayatın bütün alanına sirayet eder de para, şöhret, yalan-dolan, “şike” siyasetin alanına nüfuz etmez mi?

    Eder eder: Erken veya zamanında yapılacak olsun, bir genel seçim sath-ı mailine girmeye az bir zaman kalmışken ana muhalefet partisinin yaptıklarına bakar mısınız.. Bu bana siyasette, çok uzak olmayan uzun vadede -en yakın seçim vaktine kadar- bir “şike” yapılıyor görüntüsü veriyor.

    Nasıl mı, şöyle:

    Kılıçdaroğlu; “Uyuşturucudan, kadın ticaretinden, fuhuştan, organ ticaretinden, insan ticaretinden vergi alınsın” diyor…(Bozulan ekonomiye kendince reçete sunuyor; güler misin, ağlar mısın!)…

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi, düzenlediği “Türkçe Mevlevi Ayini”nde Türkçe Kur’an, Türkçe ezan tartışmalarını yeniden gündeme taşıyor…(CHP, sırtındaki kambur ile yaşamayı çok seviyor)…

    İzmir’de Tunç Soyer, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) karikatürünü çizen adamı kültür programı adı altında İzmir’e davet ediyor… (Bu da yeni nesil CHP zihniyeti galiba)…

    CHP, içerisinde yaşanan taciz ve kadın istismarının üzerine kararlılıkla gitmiyor.

    Sözde iktidar adayı ve Millet ittifakının başı CHP, bu yaptıklarının siyasi sonucunu görmüyor olamaz. Bu tavrıyla toplumun diğer kesimlerini rakiplerinin sahasına itmiş olmuyor mu? Peki bunları neden yapıyor?

    Anket sonuçları, İYİ Partinin ve yeni kurulan partilerin kısmi oy artışının haricinde, diğer bütün siyasi partilerin oy oranının ya yerinde saydığını ya da azaldığını gösteriyor. En yüksek artış, yüzde 25 sınırına dayanan “karasızların” oy oranında kendini gösteriyor.

    Erken seçim beklentisi (muhalefet partileri nezdinde) artıyor; bunun bir emaresi de Bahceli’nin, Akşener’e -ikinci kez- “yuvaya dön” çağrısıdır.

    Erken veya zamanında olsun, yapılacak ilk genel seçimde bu tabloya göre belirsizlik had safhada. Cumhurbaşkanı ilk turda yüzde 50+1’i göremeyebilir ve ancak ikinci turda seçilebilir ve milletvekili dağılımı da karmaşık olabilir.

    Acaba diyorum; CHP’nin bu son çıkışları, Cumhur ittifakın tabanının birleşmesini ve kararsız sağ-muhafazakar seçmenin Cumhur ittifakına yeniden yönelmesini sağlayarak, AK Parti/MHP iktidarının devam etmesini sağlamaya çalışmakla mı ilgili? (Şike dediğim yer tam da burası işte). Bunun, başka türlü nasıl bir izahı olabilir?

    Peki, bu benim düşündüğüm gibi ise, bunu CHP’ye kim yaptırıyor?

    Ya da; AK Parti’nin 3Y (Yasaklar, Yolsuzluk ve Yoksullukla mücadele) Programı tam tersi işliyor ve AK Parti CHP’lileşti de -devletçi oldu da- CHP, “zaten bana benzediniz” diye AK Partiye jest mi yapıyor; “nasıl olsa benim (devletçi) politikalarımı gerçekleştiriyorsunuz” diye onu -AK Parti/MHP/VP hükümetini-, iktidarda daha uzun süre tutmayı mı tasarlıyor?

    Durum böyleyse halk, yani bizler, sandık başına ne için gitmiş oluyoruz?

    Ülkemizde kaliteli futbol maçları oynansa da zevkle seyretsek bari…

    Olmaz olmaz!

    Siyaset kurumu, siyasi partiler kendi alanına çekilse, hayatın her alanına burnunu sokmasa belki…

    • Sen Kılıçdaroğlunun ironisini anlamamışsın!

      Dışardan para gelince Devlet bu parayı “nerden buldun yasası” nerden buldun diye sorması gerekir.

      Şu an dövize ihtiyaç olduğu için devlet bu soruyu sormuyor.
      Yani bu gelen para KARA PARA

      Kılçdaroğluda diyor ki hem hesap sormuyorsun. Dürüst çalışanlardan (esnaf, asgari ücretliden) vergi alacaksın, KARA PARAYA geç diyorsun diyor.

      • siz de Hasan Günay bey’in ironisini anlamamışsınız Hasan bey!

        türk siyasetinde “devlet politikası” dedin mi akan sular durur.

        yani, Kılıçdaroğlu diyor ki: madem bu işler devlet politikası gereği yapılıyor; o halde bu işler vergilendirilsin.

        Hasan Günay bey de diyor ki: ‘eyy kılıçdaroğlu sen kimsin ya! – :)) bu işlerin ironisi mi olur. sanki yasal işlermiş gibi vergilendirilsin diyorsun, yoksa yasal hale mi getirmeye çalışıyorsun’ diyor.

        abi yorumlar da tat vermiyor. ben en iyisi sayın hd’nin cuma vazına devam edeyim.

  10. Fehmi Koru hocamızdan bir yazı da şu parasızlıktan intihar eden kişiler adına bir yazı bekliyoruz. Hemen hergün intihar haberleri görmekteyiz. Türkiyenin en büyük sorunu ekonomik kriz… Bu arada asgari ücret 2825 TL. Yani bir ücretli çalışan 8 aylığı bir milletvekili maaşına denk geliyor. SAYGILAR sevgiler

  11. George Orwell’in 1984 romanında bir yerde Winston şöyle diyordu;
    “Tele ekrandan izlediğmiz bir zafer haberine yeterince sevinmediysek, az sevindiysek bu suç oluyordu”
    Bizde de bir tık kaldı bu düzeye…
    Bir başa yerde de “Yasadışı olan heçbirşey yoktu, çünkü yasa diye birşey yoktu” diyor.
    Bizde de yasa var uygulanmaz, yada adamına göre…
    Ve muhalefet bütün bunları sadece seyrediyor, muhalefet yaparmış gibi yapıyor.
    Yazık…

  12. AKP’den evvel ET Döneri yerdik.
    Şimdi TAVUK Döneri bile yiyemiyoruz.

    Fehmi bey Erdoğana açız, Ekmek bile götüremiyoruz diyene “Al keyif çayı iç ” demedimi
    Adam Ertesi gün beyanını değiştirip şakalaşıyorduk demedi.

    Şimdi ne oluyor ya adama yüklü para veriyorlar, Yada dehtit ediliyor.

    OLAY TV 26 günde kapanması bu değilmi. HALK TV’de tutulan proğramların kaldırılması bu şekilde olmuyormu? Kılıçdaroğluna açılan sayısız davalar. listeyi uzat böyle gider.

    Millet korku ile sindiriliyor.

  13. Bana ”Amma cins adam ” diyenler olabilir ! Çünkü ben hem siyasetten ve hem de futboldan hazzetmek şöyle dursun nefret ederim ! Siyaset ; demokrasinin , vatana ve millete hizmet etmenin vazgeçilmez bir aracıdır .Ne var ki bizim ülkemizde siyasetin şeref ve haysiyeti bitmiştir ! Futbolu da ben bir nevi kumar olarak görüyorum .Nitekim bu sektörde dönen paranın haddi hesabı belli değildir ; üstelik bu paralar da yaz kış demeden tuttuğu takımın peşinde koşan ve elinde avucunda ne varsa bu uğurda harcayan gariban taraftarlardan çıkıyor ! Ve nihayet en rezil tarafı ise 20 li yaşlarda , hayatında hayal bile edemeyeceği her şeye kavuşan , zevku safa içinde bir hayat yaşayan bazı -hepsi değil – futbolcuların tutum ve davranışlarıdır .
    Herkese selamlar saygılar

  14. Her ikisinde de aşırı taraftar olmak keyfide kaçırır huzuru da
    dünya bir oyun ve eğlenceden ibaret değil midir
    tekmeyi dizine yiyen ister oyuncu olsun ister halk bir daha ayağa kalkabilir mi
    az tüketmiş çok çalışmış önceden hazırlanmış bir takım tek ruh çok beden başarı
    bir millet çok ruh ,ithalat var ihracat yok,israf var tasarruf yok laf var tezehurat var gol yok
    ne futbol ne siyaset keyif verir mi

  15. Erdoğan Halkların Demokırat Partisini devre dışı bırakmak için,
    Osman Öcalan’a Parti Kurdurup Selahattinn Demirtaş ile’de barış Görüşmelerine Başlar, ve hemen akabinde erken seçime gider ve kazanır.
    MHP yi Türkeşin oğullarını Kullanarak Nasıl Parçaladı’ ise HDP’yide Demirtaş ve Öcalan ile parçalamaya hazırlaniyor.

    Yalnız bunları yapabilmek için Bahçeliyi devredişı bırakabilecekmi.
    Biraz zor:
    Bunu yapabileceğini Hiç zannetmiyorum.
    Galiba bu sefer akp yi Bahçeli partiler mezarlığına gömecek.Parinçekgiller değil.
    Isterse arkasında bir değil on Çin otuz Rusya olsun, bu sefer onun foyalarını ortaya dõkecek Abudullatif Şenerlerın sayısı oldukça fazla.

  16. Sayın Koru!
    Başlıktaki futbol maçı görüntüsü ve “seyir zevki” ifadesini görünce, henüz yazınızı okumadan İngiltere futbolu ve İngiliz hakemler ve hakemlerin maç yönetimleri ile ilgili “virtüöz” tabiri aklıma geldi.
    Daha sonra sizin de siyasetin özlenen seviyede icra edildiği zamanlardaki şekli için aynı tabiri kullandığınızı gördüm.
    Premier ligdeki maçlarda ben İngiliz hakemleri seyrediyorum.
    Herkes yetkili olsam şunu, bunu yaparım diyorya.
    Ben yetkili olsam Süper Lig’e İngiliz hakem getiririm.
    Var’a bile gerek kalmaz.
    Bir virtüöz gibi maç yönetiyorlar.
    Kesinlikle taraf tutuyorlar.
    “Binlerce seyirci, zamanını ve parasını ayırmış ben öncelikle onlara güzel bir oyun segilemeliyim” diyerek oynayan futbolcu ve takımını tutuyorlar.
    Oyunu çirkefleştirenlere karşı net tavır koyuyorlar.

Yoruma kapalı.