“Rusya kazandı, ABD kaybetti” deniyor, ama Trump hiç de kaybetmiş bir ülkenin başkanı gibi davranmıyor.. Neden acaba?

40
Reklam

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Soçi’de Rusya Federasyonu başkanı Vladimir Putin’le yaptığı beklenenden uzun sürmüş görüşmesinde varılan mutabakat herkesi memnun etmişe benziyor.

Rusya ile Türkiye memnun; onların memnun olduğu gelişmeden memnuniyetsizlik duyması gereken ABD Başkanı Donald Trump da, gariptir, Soçi mutabakatından memnun gözüküyor.

Soçi’de iki liderin üzerinde uzlaştığı mutabakat metni açıklandıktan sonra attığı Twitter mesajında “Türkiye, Suriye ve Ortadoğu tarafından iyi haberler geliyor; tamamlayıcı bilgiler de gelecek” diyor Trump

Daha da ilginç gelişme şu: Suriye’ye yönelik ‘Barış Pınarı’ harekatına şiddetle karşı çıkan kalemlerin sıcağı sıcağına yaptıkları ilk açıklamalar da olumlu. 

Muhalif kalemlerden Mehmet Y. Yılmaz başlığında “Erdoğan Soçi’de istediğini aldı” dediği yazısında şunları da yazıyor:

“Bugün Türkiye’nin ulaştığı nokta, Avrupa ile ipleri kopma noktasına getirmek pahasına da olsa Erdoğan açısından bir başarı olarak görülmeli. (..) Bu aşamada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Soçi’den istediğini alarak döndüğünü söyleyebilirim.”

Onun gibi t24 sitesi yazarı olan Akdoğan Özkan’ın verdiği mülakatta başlığa çekilen görüşü ilgimi çekti: “ABD, Vietnam Savaşı’ndan sonraki belki de en büyük yenilgisini Suriye’de aldı.”

İlginç değil mi sizce de?

Reklam

[ABD açısından 20 yıl sürmüş (1955-1975) ve 58.200 asker kaybına yol açmış olan Vietnam savaşı ile Suriye’de yaşananların mukayesesi biraz fazla abartılı. O 20 yıl boyunca ABD toplumu bir bütün olarak Vietnam ile yattı kalktı. Askere alınanlar bir yandan, askere alınmamak için türlü yollara başvuranlar diğer yandan, -tabii bu arada o insanların aileleri de- neredeyse herkes savaşla bir biçimde ilgiliydi. Hemen her gün ülkenin bir yerinde yapılan küçüklü büyüklü protesto eylemlerini de hesaba katın. Bugün Suriye’de olanlarla ise ABD’de yalnızca Washington ilgili; onda da galiba yalnızca siyasiler…]

Gelişmeye farklı gözle de bakılabilir

Olanı “Rusya kazandı, ABD kaybetti” olarak görmek yine de ve elbette mümkün. Trump Amerikan askerlerini bölgeden çekti, onların çekildiği yerler Rus ve Suriye askerleri tarafından dolduruluyor.

Amerikalılar yanlarına YPG/PYD güçlerini almışlardı, Türkiye de ‘Barış Pınarı’nda Milli Suriye Ordusu adını verdiği yerel güçlerle birlikte ilerliyordu, şimdi Ruslar da Suriye ordusuyla ortak koruma görevi üstlenecek.

Soçi’de Türkiye ile Rusya arasında varılan 10 maddelik mutabakatın ilk maddesinde yer alan “(İki ülke) Türkiye’nin milli güvenliğinin korunmasına olan bağlılıklarını teyit ederler” cümleciği bana uzaktan yaralı parmak gibi görünüyor.

Cümlecikte Türkiye’nin milli güvenliğinin korunmasına Rusya’yı da ortak ediyor anlamı da var çünkü…

[Suriye’ye Türkiye’nin ilgisi sınırına bitişik topraklarında PKK ile iç içe bir terör örgütünün varlığı sebebiyle. YPG binalarında PKK posterleri asılı ve bu da örgütlerin iç içeliğinin kanıtı. Rusya ile mutabakat PKK/YPG varlığının Suriye’den Türkiye’yi tehdit etmesini engelleme amaçlı. Güzel. Ancak, ABD ve AB’nin ‘terör örgütü’ listelerine aldığı PKK’ya Rusya bugüne kadar ‘terör örgütü’ olarak bakmadı. PKK’nın Rusya’da resmen bir temsilciliği bile var. Mutabakat metninde PYD ile ‘terörist’ sözcükleri aynı cümle içerisinde geçmiyor; yani Rusya’nın PKK’ya bakışında bir değişiklik olduğuna dair bir emare yok. Rusya PKK’yı -tabii PYD’yi de- ‘terör örgütü’ olarak görüyor mu, görmüyor mu?]

Olayı “Rusya kazandı, ABD kaybetti” olarak görmeyeceksek sonuca nasıl bakabiliriz?

Reklam

Yazılarımı takip edenler bir süredir Trump merkezli analizlerimde onun farklı bir çizgiyi temsil ettiği kanaatine vardığımı anlamış olmalılar.

[Trump normal biri değil, ona ‘klinik bir vaka’ olarak bakan psikiyatristler hastalık teşhisi de koydular. Ülkesinde başkanlık süresini kısaltmak amacıyla siyasi bir süreç de başlatıldı.]

Trump ABD’nin başkanı bugün ve yapmak istediklerine yakından bakmak şart.

Donald Trump dünya için ciddi bir sorun teşkil ediyor, ama onun da bir sorunu var. Trump’ın sorunu, onu normal kabul edip temsil ettiği çizgiye olumlu bakan, kendisine yakınlık duyan başka ülkelerden dostları olduğu halde, ABD’de ve hatta kendi etrafında neyi temsil ettiğini fark edip destekleyenlerin pek az olması…

Trump’ın çizgisi

Trump, o Beyaz Saray’a taşınıncaya kadar ABD’de ipleri elinde tutan kadroların -başkanlar dahil- benimsediği ‘globalleşme yanlısı’ çizgiyi değiştirmeye kararlı bir görüntü veriyor. Başkanı olduğu ülkeyi uluslararası taahhütlerinden uzaklaştırmak gayretinde. Var olan ‘dünya düzeni’ ile başı hoş değil; BM’nin zorladığı çeşitli anlaşmaları tanımıyor, gözünde NATO’nun herhangi bir değeri yok. Bu özellikleri onu Putin ile fikir akrabası yapıyor; bu durum da ABD’de kendisi gibi düşünmeyen siyasi kadrolara fena halde batıyor.

Bu yönüyle bakılırsa “Putin kazandı, ama Trump da kaybetmedi” denilebilir.

Onların kazanması ülkeleri için aynı anlamı taşımıyor olabilir.

ABD’de Trump’a karşı muhalefet Soçi’den sonra muhakkak şiddetlenecektir.

ΩΩΩΩ

Reklam

40 YORUMLAR

  1. Y.K.
    “23 Ekim 2019 at 12:21
    Sitenin takipçilerine bir soru soracağım.
    Trump seçimlerde Rusya ile işbirliği yapmakla soruşturuldu.
    Özel savcı Rusya’nın seçimlere müdahale ettiği, ancak Trump ile Rusya arasında işbirliği yapıldığına dair yeterli kanıt bulunmadığı sonucuna vardı.”

    Hayir! Özel savci yeterli kanit bulunulmadiği sonucuna varmadıi
    .Trump o soruşturmayi actiran Adalet bakanini isten atiktan sonra emrinde calişacak birisini Adalet bakani yaptı
    Oda tam hatirlamiyoru 400 sayfami yoksa dahami fazla araştirmadan 10 sayfalik bir Trumpi temizleyen rapor hazirladi.
    Özel savci o rapordan rahatsiz olduğunu duyurunca meclis onu ifeye çağirdı.
    Ifadesinde benim Baskana ceza verme yetkim yok dedi ve Adalet bakanınin epeyce yalnişlarini acikladiktan sonrada istifa etti.
    Trump doğredan karişip karişmadığini savci adalet bakani ve Trumptan baskasi bilmiyor.
    Trumpi sadece Adalet bakani mahkemeye verme yetkisi var.
    Zaten o da 2. Trump.

  2. Buraya havuz ve damattan taşinan şişme balonlara bende birtane ekleyeyimde teollerimiz bayram etsinler.

    Bu Milletin vekili gözü ile Turkiye tam bir cennet. Aslinda haksizda değil.Suriyelilere dahi benim gibi vatan hayinlarinin alin terini çalarak dağitanlara göre dogru.

    “Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Konya Milletvekili Halil Etyemez, 17 yıldır Türkiye’de işsizlik ve ekonomik krizin yaşanmadığını aksine şirketlerin çalıştıracak eleman bulamamaktan şikâyet ettiğini savundu.

    Sözcü’nün haberine göre, Etyemez, AKP iktidarı boyunca ekonomik anlamda kriz yaşanmadığını iddia etti.

    Etyemez, “Bu ülkede 17 yıldır iktidarda bulunan partiyiz. Bugüne kadar ekonomik kriz yaşamamış bir ülkeyiz. Sadece kısa bir dönem ekonomik daralma yaşadık. Bu da dışarıdan bize yapılan müdahalelerle ilgiliydi. Bu ekonomik daralmadan bir an önce toparlanmaya geçişimizin sebebi güçlü başkanlık sistemidir.” dedi.

    ETYEMEZ’E GÖRE HALK İŞ BEĞENMİYORMUŞ?

  3. Sayın Bernar Bey!
    Türkiye’de geçek çalışan oranının % 38 olması mümkün değil.Malumunuz gizli işsizlik kavramı var.
    Bulunduğum yerdeki yaklaşık 10 belediye çalışanının yaptığı işi gözledim. 2 kişi o işi yapar. Elindeki çapanın ağırlığı ile kesilecek otu 3 kezde kesiyor.
    Bana göre gerçek çalışan hiç bir şekilde % 30 u geçmez. Yani ortada mini bir pasta ve sayısı ile iştahı maksimum paylaşımcılar var.
    Balon iyice şişmiş ise patlaması için diken yada iğne gerekmez.İcabında havadaki küçük bir kum tanesi bile yeter. Yani patlamak için bir bahane arar.
    Gül-Babacan tam anlamı ile “armut piş ağzıma düş” modunda. Hiç bir şekilde ülkenin hiç bir problemini çözemeyeceklerini, liderlik edemeyeceklerini gösterdiler.Gerekçem ise Suriye harekatı hakkında olumlu yada olumsuz bir görüş beyan etmemeleri yada edememeleri.
    Bu konuda görüş beyan etmeyecekler ise hangi konuda görüş beyan edecekler?
    Menemene soğan katılıp katılmayacağı konusunda mı görüş beyan edecekler?

  4. Bakalım Timsahlar günü vesilesi ile….

    Erdoanğan, ve Akar’n Teroristi(!)

    Peygamberin SAS, komşusu vatan hainleri bizlerin Şehidimiz Er Burak Zekeriya Altunokun cenazesinde ” KAÇTANE vatan perver TIMSAHLAR’ın(!) Propoganda kokan goz yaşlarıni göreceğiz.

    Vatan perverler ülkesinden duyuru..

    Seçimlere niyet devlet korumasindaki karaollara kismet oy makinesi ŞEHİT cenazelerine timhsah göz yaşlarini dökeceklere davet..

  5. Bernar bey bugün fevkalade önemde tespitler içeren bir yazı yazmış; hatta bu yazıyı naçizane şu ana kadar yazdıklarının hepsinin üzerinde gördüm.Benim gözümde yazılarının 1 numarasına yerleşti bu yazı.Kişileri yüze karşı övmeyi doğru bulmuyorum;yazının önemini vurgulamak üzere bu beğeniyi belirtiyorum,yoksa yeri gelirse eleştiririz de kendisini.

    Bugün ben de henüz Bernar beyin yazısını okumadan önce atfı ve hatırlatması bol şu yazıyı yazmıştım.

    09.09.2019 tarihinde artı gerçekte İnci Hekimoğlu “İktidarın ‘gizli’ gündemi” başlıklı hak ettiği ilgiyi görmeyen önemdeki yazısında,girdiği seçimleri sürekli kazanan Putin’in Rusya’sını “Bilişim sistemini özellikle seçimlerde çok ustaca kullanan ” kelimeleriyle tarif ediyor ve dünyada seçimleri tartışmalı olan ülkelere Rusya’nın seçim katkısına atıf yapıyordu (yazının bağlantısını kuramadığım için belirterek geçiyorum.)

    Trump’ın kazandığı Amerikan seçimlerinde Rus müdahale iddiası da artık hemen herkesin bildiği bir konu. Amerikan yetkili savcısı bu konuda “Trump’ı temize çıkarmadığını söyleyip,topu Amerikan Meclisine atmıştı: “https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-49084950

    Yine ABD’de Rusya’nın 2016’daki seçimlere olası müdahalesi kapsamında yargılanırken “Trump’ın seçim kampanyasıyla ilişkili şahıslar ve Rus hükümeti arasındaki işbirliği ya da bağlantılarla ilgili olarak” soruşturmaya “önemli” katkılarda bulunarak itirafçı olan ve bu sebeple indirimli ceza alan TRUMP’IN ESKİ ULUSAL GÜVENLİK DANIŞMANI MİCHAEL FLAYN’ın 24 Ocak 2017’de Rusya’nın Washington Büyükelçisi Sergey Kislyak ile Aralık 2016’daki görüşmelerinde,Rusya’ya Obama yönetimi tarafından uygulanacak yaptırımların Trump döneminde kaldırılacağına dair güvence verdiği belirtiliyordu:p.dw.com/p/39UH8

    Michael Flayn’ın 15 Temmuz Pisliği henüz devam ederken “Şu an bizim çocuklar Türkiye’de darbe yapıyor” mahiyetinde sözler sarfeden kişi olduğunu ayrı bir başlık olarak hatırlayalım.

    Yine Rusya ‘nın darbeden önceden haberi olup Putin’in arkasındaki en önemli beyin Avrasya teorisyeni Aleksandr Dugin vasıtasıyla Türkiye’ye darbe olacağı bildiriminde bulunduğunu da yine ayrı bir başlık olarak hatırlayalım.

    Rus yetkilileriyle olan irtibatları konusunda Federal Soruşturma Bürosu’na (FBI) yalan söylediğini kabul eden ABD Başkanı Donald Trump’ın eski seçim danışmanı George Papadopoulos’un da hapis cezası aldığını yine hatırlayalım.

    Başkanlığından önce Türkiye’deki seyyar satıcılarda dahi nasıl başarılı olduğuna dair yazdığı kişisel gelişim kitabını gördüğümüz işadamı Donald Trump’ın her meseleye işadamı mantığıyla pazarlık usulüyle yaklaştığı da herkesçe bilinen bir durum;Trump’ın Putin’le olan ilişkisinde de mutlaka pazarlık ettiği birşeyler var.Ancak bazı gerçekler olayların zamanla birikip, iyice görünür hale gelmesiyle herkesçe kabul edilir hale geliyor.Amerikan Meclis’inin de Trump Putin ilişkisini masaya yatıracağı zamanlar yaklaştı gibi.Dünya bir köye döndü deniyor ya;dünyanın liderleri de bana , birbirlerine gruplar halinde iplerle bağlı gibi görünüyorlar.Trump düşerken bakalım Putin O’ nu tutabilecek mi?Yaklaşık 6 ay kadar önce burada şu anki dünyanın idarecileri Trump,Putin gibi liderlerin olmadığı bir dünyaya doğru seyrettiğini yazmıştım da görüşlerine değer verdiğim bazı arkadaşların istihzasına maruz kalmıştım.Hala aynı görüşteyim ve bu süreç hızlanmış durumda.

    • Selamlar Uğur Bey. Yorum sayfalarında yeniden gönderinize rast gelmek sevindirici.

      Hemfikir olmadığınız noktalarda ben dahil yorum yazan insanlara duraksamadan ama hep nezaket sınırları içinde, akıcı bir dille ve bu sayfaların entelektüel düzeyini yükselten argümanlarınızla itiraz ettiğinizi sıkça yorum yazdığımız dönemden biliyorum -yorum sayfalarına sıklıkla göz atan okurlar da farkındadırlar bunun.

      Tek tek bütün isimleri sıralayamam, ama, düşünce ve inanç geleneği açısından farklı arkaplanlardan geldiğim Hasan Bey, siz, F.K. Türk Bey ve diğer bazı yorumcu arkadaşlar sayesinde okunurluğunu koruyor bu sayfalar.

      Saygı ve selamlar.

  6. Yorumsuz(!)
    ××××××××
    KHK’lı polis yaşarken hain(!) olarak 16 ay hapis yattı, şehit olunca kahraman ilan edildi
    PKK’nın düzenlediği saldırıda yaralanan Er Burak Zekeriya Altunok, tedavi gördüğü hastanede şehit oldu. Polis olarak görev yaparken 701 sayılı KHK ile 2017 yılında mesleğinden ihraç edilen Altunok’un 16 ay cezaevinde tutuklu olarak yargılandığı ortaya çıktı.

    Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde PKK’nın askeri araca roketatar ile düzenlediği saldırıda yaralanan 5 askerden Er Burak Zekeriya Altunok (32), tedavi gördüğü hastanede şehit oldu.

    Polis olarak görev yaparken 701 sayılı KHK ile 2017 yılında mesleğinden ihraç edilen Altınok’un 16 ay cezaevinde tutuklu olarak yargılandığı ortaya çıktı.

    Evli ve iki çocuk babası olan Altunok’un cenazesi bugün (23 Kasım Çarşamba günü) Kayseri’ye getirilerek Kalem Kırdı Camisinde öğle namazına müteakip kılınacak cenaze namazın ardından Kartal Askeri Şehitliğinde son yolculuğuna uğurlanacak.

    KHK’LI POLİS HAYATINI KAYBEDİNCE ‘KAHRAMAN’ OLDU

    ?Avukat Ahmet Demirci yaptığı paylaşımlarda müvekkili ile ilgili bilgi verdi. Demirci şunları söyledi:

    “16 Ay cezaevinde yatan müvekkil Yargıtay’ın bozma ilamıyla yeniden yargılandı ve “ceza verilmesine yer olmadığına dair karar” verildi. Bir insanın 16 ayını geri verebilmek için yapılabilecek hiçbir şey yok adaleti zamanında tesis etmek dışında.

    Size en mutlu sonu bildiriyorum. Müvekkilim Burak Zekeriya Altunok bu dosyadan sonra vatani görevi için gittiği Peygamber Ocağında dünyadaki bütün suçlamalardan beraat etmiş ve şehit olmuştur. Allah rahmet eylesin.”?

    ?’TERÖRİSTLERİ İHRAÇ ETTİK’ DİYEN HULUSİ AKAR BAŞSAĞLIĞI MESAJI YAYIMLADI

    Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, daha önce verdiği demeçte TSK’dan ihraç edilen askerler için ’16 bin 540 terörist ihraç ettik’ demişti. Şimdiyse er olarak şehit olan ihraç polis Zekeriya Altunok için başsağlığı mesajı yayımlamaktan geri kalmadı. “Sizi toprağa değil, yüreğimize gömdük… Vatan size minnettardır” başlığı ile yayımlanan mesajda İstihkam Er Altunok ile ilgili şu satırlara yer verildi:

    20 Ekim 2019 tarihinde Ağrı ili Doğubeyazıt ilçesinde teröristlerle çıkan çatışmada ağır yaralanan ve derhal hastaneye sevk edilen bir kahraman silah arkadaşımız, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak 22 Ekim 2019 tarihinde şehit olmuştur. Kahraman şehidimize şahsım ve Milli Savunma Bakanlığı mensupları adına Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve asil milletimize başsağlığı ve sabır dilerim. Hulusi AKAR, Bakan.”?

    • Buradaki Erdoğanin SAVUNMA vatan perver trolleri. Yukardaki haberi okuyunca UTANIP UTANMADIĞINIZI (!)
      Cok merak ediyorum…..

      • Nurdan hanım satılık vatan hainleri önce 28 şubat ile muhafazakarları bitirmeye çalıştılar.Sonra dönüp intikam alarak Ergenekon vs ıle orduyu bitirmeye çalışıp nihayetinde de FETO ile Cumhuriyeti yok etmeye çalıştılar.
        Tüm bu eylemler sırasında bilerek bunlara bulaşanlar, bilerek yanlış yapanlar, bilerek
        bu oyunun içinde olanları lanetliyorum.herkes ettiğini birgün bulacaktır. Kimsenin yaptığı yanına kalmaz.28 şubat – ergenekon – feto bu üçgen içinde olanları birgün tarih yazacak ve ogun herşey ortaya çıkacaktır.Merak etmeyin.Belki yarın bambaşka gerçeklerle karşılaşacağız.

      • Vatan icin can vermek ne zamandan beri utanilacak bi durum oldu nurdan abla..? Utanmasi gereken birileri varsa onlar da 1dolarlik mankurtlardir..!

  7. Bugün 23 Ekim Dünya Mol Günüymüş..İngilizcede Mole köstebek demekmiş…
    Mol deyince, aklıma Selahattin demirtaş geldi birden. YPG nin ilerleyişini ….(Göreceksin geçecekler. Sen de suyun bu tarafından izleyeceksin, mal mal izleyeceksin, göreceksin….) Selonun mol günü kutlu olsun..Köstebek arkadaşlarının Suriyenin kuzeyinde açtığı 70 km varan yeraltı tünellerine geriden geriye mal mal bakarak çekiliyorlarmış… Bütün mallara selametle…Şimdi bu teroristlerin beka sorununu Abd halletsin artık…

  8. Sayın yazar aslında sizin yazılarınızı okumamak için kendime söz vermiştim, çünkü yazılarınıza yaptığım yorumları tırtıklayarak yayımlıyordunuz. Belki de bu yazımı da tırtıklayacak veya hiç yayımlamayacaksınız. işin garibi siz siyasetçi vs değil bir gazetecisiniz, yapılan yorumlara tahammülsüzlük nedir anlamış değilim! Küfür yok, hakaret yok. Neyse bunu belirttikten sonra konuya dönmek istiyorum.
    Deniyorki ABD kaybetti Rusya kazandı, Türkiye’de amacına ulaştı. ABD nasıl kaybetmiş oluyor? Barış Pınarı Harekat bölgesini yavaş yavaş boşalttı ancak Menbiç, Ayn El Arap, Kamışlı gibi noktaları Rusya ve rejim gelmeden boşaltmadı. Yani Kuzey Suriye’yi resmen elleri ile Rusya’ya teslim etti. Üstelik bu Rusya ABD’nin ezeli düşmanı. Adamların her ajan ve savaş filminde Ruslar ile olan olumsuz münasebetleri var. Bu nasıl düşmanlık ki yüzlerce yıldır sıcak denizlere inmeye çalışan düşmanına elleri ile bu imkanı sunuyor? Sonra da kaybetmiş oluyor! Ortada kaybeden ne ABD ne de Rusya var. Bunlar bu bölgeleri paylaşım konusunda anlaşmışlar. Aralarında paslaşıp duruyorlar. Olan Müslüman Orta Doğu’ya ve Türkiye’mize oluyor. Bu Almanlar’da da azıcık akıl olsa ABD prangasından kurtulmak için Türkiye ile iş birliği yapar. Bir söz de uğruna savaştığımız Güney Kore’ye söylemek istiyorum; sizden de dost olmaz. Siz ancak telefon tablet üretin.

  9. Pirius zaferinde kazanan kim kaybeden kim bilinmez. İri devletlerin hangisi kaybettiğinde veya geri çekildiğinde biz mağlup olduk, malesef yenildik dedi ki? Afganistan bataklığında koskoca sovyetlerin çöküşü hızlandırıldı. Bittiler. Gorbaçev bitiş düdüğünü çalarken kominist politbüro hayır deyip darbe yapmak istememedi mi? Bris yeltsin tankın üzerine çıkarak darbeyi durdurmadı mı? Abd hala yenemedi talibanı. Ne kadar para harcadığı belli değil. Ruzi Nazar anılarıda anlatıyor. Abd yenildik diyebiliyormu? Irakta koca dev duvarların arkasında koruma bahçelerinden çıkamıyorlardı. Yenildik mi dediler. Basın yayın film endüstrisi yenilgileri hep zafer yapmıyor mu? Sudan da çöktüler yenildik mi diyebildiler. Sürekli zafer kazanmış gibi şişindiler..

  10. Ortadoğu’da ve hatta tüm Arap coğrafyasında ABD istediğini elde etti. Suriye’de ise biraz zorlandı ve gerçekçi davranarak bazı tavizler vererek amacına ulaşacak bir politika izliyor. YPG’ye verilen 30 bin TIR silah ise Türkiye’ye karşı değildi. Bu silahlar ile (en azından özerk olacak) bir Suriye Kürdistanı kurulması amaçlandı. El altından Rusya ile de görüşüldüğü ve ortak bir noktada mutabık kaldıkları anlaşılıyor.

    Türkiye Barış Pınarı harekatına başladığında İran resmi olarak bunu kınadı ve ayrıca Türkiye sınırında büyük bir askeri tatbikata başladı. İran, Şii mezhepçiliği ile Batı’nın İslam dünyasındaki Truva atıdır. Sünni mezhepçiler ile birlikte İslam dünyasını karıştırmak görevini gönüllü olarak üstlenmiştir.

    Rusya, PKK ile YPG’yi terör örgütü olarak tanımamaktadır. Bu örgütlerin Moskova’da temsilcilikleri vardır. Fakat Erdoğan’ın saptırmaları ile bu konuda sadece Batı ülkeleri suçlanmaktadır. Oysa Batı, PKK’yı resmen terör örgütü olarak kabul etmektedir. YPG mensuplarının PKK sempatizanı olması onları terörist yapmaz. Bunun için terör eylemlerinde bulunduklarını kanıtlamamız gerekir. Erdoğan ise cemaatin çoğu masum abla ve abilerini bile terörist ilan ederek istihbaratı bunların peşine taktı. Her muhalifine FETÖ’cü diyerek devletin içini boşalttı. Sözcü ve Cumhuriyet gazetelerine bile FETÖ’cü deyip talimatlı davalar açtılar. Yakın geçmişte YPG önderlerinden Salih Müslim ile resmen görüşüldü. Osman Öcalan TRT’ye çıkarılıp konuşturuldu. Sonra da bazı Batı’lı ülke liderleri YPG temsilcileri ile görüştüğünde onları suçlarsanız kimse sizi ciddiye almaz. Kısacası Erdoğan’ın YPG politikası da Suriye politikası gibi tam bir fiyaskoydu.

    Ordumuz Suriye’den gelebilecek tehditlere karşı üzerine düşen görevleri başarıyla yerine getirmiştir. Bu konuda dış politikayı da TSK belirlemektedir. Erdoğan ise yakın geçmişteki Suriye politikası ile Türkiye’nin başına bela açmıştır. Esad ile görüşmemekte direnmesi de milli (ulusal) çıkarlarımıza aykırıdır. Zaten yaptıklarından sonra Erdoğan, Esad ile görüşemez de. En iyisi erken seçimle yeni bir Hükümet’in kurulması ve Esad ile doğrudan görüşülmesidir. Zira Esad=Suriye değildir, Suriye’yi Nusayri-Sünni toplumun birçok kesimiyle de sıkı bağlantısı olan BAAS partisi yönetmektedir.

    Batı, Rusya, İran ve Arap ülkeleri Erdoğan’ın politikalarını içinden sevinerek izliyor. Örneğin Türkiye’deki 2 milyon Suriyeli güvenli bölgeye yerleştirilecekmiş. E peki bunun on milyarlarca dolarlık maliyetini kim karşılayacak? Bu projeye herhalde ençok Esad seviniyordur. Erdoğan muhalifleri desteklemişti o halde masrafları Türkiye karşılasın diyordur.

    M.K.Atatürk gerçekten mübarek bir adammış. Kanser olan hastalara acı ilaç içtirip onları iyileştirmiş. Fakat hastalardan bazıları hala tedavi için müteşekkir olacağına ilacın çok acı olduğunu söyleyerek nankörlük ediyorlar hatta nefret kusuyorlar.

  11. Sitenin takipçilerine bir soru soracağım.
    Trump seçimlerde Rusya ile işbirliği yapmakla soruşturuldu.
    Özel savcı Rusya’nın seçimlere müdahale ettiği, ancak Trump ile Rusya arasında işbirliği yapıldığına dair yeterli kanıt bulunmadığı sonucuna vardı.
    Trump ABD bürokrasisinin Rusya’nın seçimlere müdahale ettiği gerekçesi ile Rusya’ya yaptırım öngören kararnameleri anında imzaladı.Yani kendi seçiminin Rusya’nın müdahalesi ile olduğunu bu kararnameleri imzalamak ile kabul etmiş olmuyor mu?
    ABD vatandaşları da Rusya’nın Trump’ın sarı saçlarına vurulduğu için mi seçimine müdahale ettiklerini düşünüyor
    Rusya’nın çıkarlarını gözeteceği için seçtirmeye çalıştıklarını öngöremiyorlar mı?

    • Sayin y.k. abd baskaninin saclarindan soz ediyorsaniz eger sanki saridan cok beyaza benziyorlar, en fazla balkopugu diyebilirim yani; sitemizin diger sakinleri ne derler onu bilemem tabii…

  12. RUSYA KUZEYDEN VE GÜNEYDEN SINIR KOMŞUMUZ OLDU.
    Nato ortağımız A.B.D. istediğini aldı .
    YPG ile büyük bir bölgeyi Suriye den kopararak resmen bir devletçik oluşturmuş oldu.
    Bizde bunu fiilen kabul etmek zorunda kaldık.(çünkü elimiz çok zayıf)
    Barış koridorunda Rusya ile bu işte, pratikte çalışmak son derece endişe verici.
    Kolu kanadı kırılmış ESED ile de Rusya nın dayatması ile ortak hareket etmek zorunda kalacağız.
    Rusya ile sınır uzunluğumuz arttı ve Rusya bize göre çok güçlü bir ülke birde silahlarımızın (s-400)envanterine de girmiş durumdalar.
    Büyük devletlerle fazla samimiyet genelde küçük ortağın zararına gelişir.(Bu konuda devlet başkanlarının veciz ifadelerinini herkes bilir)
    Peki ne yapabilirdik.
    Gücümüz ölçüsünde yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalıştık.
    Oyun kuracak pozisyonda değiliz.
    Belki etkili bir oyuncu olabilirsek en iyisi olur .
    İçer de her konuda güçlü olabilirsek(adalet,ekonomi,eğitim, v.b.)
    Eli güçlü olmayanlar ancak atar -tutar sonunda çamura yatmak zorunda kalır.
    Eli güçlü olanlar her zaman ve her şartta istediklerini yapma imkanı vardır.
    Milletler arası antlaşmalar güçlü tarafın aleyhinde olduğunda uygulama alanı bulamaz, hiçbir zaman.
    Antlaşmalar zayıf tarafın aleyhinde olduğunda ancak uygulama alanı bulur.
    Dolayısı ile her durumda güçlünün isteği gerçekleşir.
    Antlaşmalar ne kadar lehimize görünmüş olsa da uygulama hep güçlü olanın isteği doğrultuda gerçekleşecektir.
    Belki dengelerle oynayarak bir yere gelmek belki biraz avantaj sağlayabilir.
    Tek yapacağımız; ADALET,EĞİTİM,EKONOMİDE güçlü olmanın yollarını aramak.
    Ancak uzun vadede bu yolla dış politikada etkili olabiliriz.
    Borç alalım nasıl olursa olsun ,populist yatırımlar yapmak ,bu yolla seçim almak esasında diş politikada uğradığımız başarısızlıkların en büyük sebebi olduğunu bilelim.
    Alacaklılarımızla laf cambazlığı ile taviz koparılmaz.
    ÇOK ÇALIŞIP AZ TÜKETECEĞİZ,FAZLASINI DIŞARIYA SATACAĞIZ.
    BORCUMUZ ÇOK AZ OLACAK.(ÇİN GİBİ)

  13. Siyasetin zaferi
    1500’lerde Amerika’nın fethi ile başlayan Sermaye’nin başarıları ve tüm dünyaya hakim olan üstünlüğü Soçi’de sona erdi. Trump, Putin ve Erdoğan üçlüsü, AB ve Çin’in sessiz kalması ile Sermaye’nin hükümranlığının sonu demektir. Sermaye Dolar’ı hala elinde tutuyor. Hala Dolar’ı ile tüm dünyada teröristleri yaşatıyor. 30 kilometre ötesindeki teröristler hala tüm dünyada yaşatılmaya çalışılıyor.
    Türkiye’nin eline büyük fırsat verilmiştir. Sermaye başarırsa bir gün tüm dünyayı birleştirir ve Sevr’i gerçekleştirebilir. Bugün ABD ve Rusya Suriye’deki harekatta birleşmişse yarın Türkiye’ye karşı da hareket edebilirler.
    Türk ekonomisi bozulmadıkça Türk ordusuna saldıramazlar. Rusya’da bugün Putin var yarın Sermaye’nin canı ister Putin gider başkası gelir ve Kars’tan yürümeye başlayabilir. Trump’un yerinde de başka yeller esebilir. Bu bakımdan dünya Tevrat’a ve Kur’an’a kulak vermelidir. İşçilik düzeninden ortaklık düzenine geçilmelidir.
    Bunun tek yolu altın bonosunu Dolar’ın yerine ikame etmedir. Bir devletin parası değil, Allah’ın parası dünyaya hakim olmalıdır. Altını Allah para olarak yarattı. Onun bonosu da tedayün ayetindeki (Bakara 2/282) deyn seneddir. Erdoğan hala Kur’an’a kulak vermiyor. Başarılara güveniyor.
    Küçük savaşı kazandı ama büyük savaş duruyor. O da Dolar savaşı. Şimdi sıra onun savaşını vermektedir. İyi taraf Türkiye, Sermaye tarafı değil de Devletler tarafında yer aldı. Soçi’de ve Barış Pınarı’nda bu tescil edildi. Bu bakımdan 22 Ekim gerçekten büyük gündür.
    Tarihte Sermaye’nin mağlup olduğu gün olarak yerini alacaktır. Türkiye’nin bu başarıda merkezde olması da Türklerin üçüncü bin yıl uygarlığının başlatma görevi ile görevli olduğu tezimizi doğrulamaktadır. Trump “Yeni haberler gelecek.” diyor. Dünyanın hal etmesi gereken iki problem var. Biri Dolar’dır, Sermaye’dir, Aile’dir. Aile bunu idrak etmeli ve helak olmamalıdır. Diğeri ise İsrail’dir. O da Sermaye’nin emrinden çıkıp Siyaset’in emrine girmelidir. Silahtan tecrit edilmeli ama Tevrat’ta vadedilen topraklar da kendisine verilmelidir. Kudüs ve Gazze onundur. Filistinlilere yeni vatan kurulmalı onlar da bağımsız barış devleti olarak varlıklarını sürdürmeliler. Bugünkü uygarlığı oluşturan harf yazısını onlar insanlığa sundular. Bunları barıştırmalıyız. Savaşarak değil yarışarak insanlığa hizmet etmeliler.
    Beş büyük kalmalı ama savaş zamanında değil uygarlaşmada, üçüncü bin yıl uygarlığındaki katkıları ile büyük olmalılar. Şimdilik iyi gidiyor işler.

    • Roosevelt, 1945’te yapılan Yalta Konferansı’ndan dönerken Kral Abdül Aziz’le başkanlık gemisinde gizli bir görüşme yaptı.

      Roosevelt görüşme boyunca Kral’ın dini hassasiyetini rencide etmemek için içki ve sigara kullanmamaya özen göstermişti.

      Konuşma sırasında Roosevelt Araplara karşı Musevileri desteklemeyeceğine ve Arap halkına karşı düşmanca bir hareket yapılmayacağına söz verdi.

      Abdül Aziz konuşmalardan Filistin sorunuyla ilgili Roosevelt’in gösterdiği “anlayış” sebebiyle memnun ayrılmıştı.

      Roosevelt 5 Nisan 1945’te, Kral’ın istediği teminatların altına imzayı attı. Böylece ARAMCO şirketiyle Arap petrollerinin özel haklarını elde etmiş oluyordu.

      Bir tarafta Filistin halkına katliam yapılırken, çocukları sakat bırakılırken, zeytinlikleri bile kesilerek tahrip edilirken ABD bu anlaşmanın şartlarını neden yerine getirmiyor. Mescid-i Aksa’ya silahlarla giriliyor, Müslümanların Mescid-i Aksa’ya girmesi engelleniyor. Bizim gazetecilerimiz bile silahlarla vuruluyor.

      Neredesiniz ey Müslümanlar!

      Tam tersine ABD büyükelçisi elinde balyozla kutsal topraklarda! Kudüs’ü Musevilerin başkenti olarak kabul eden ABD’ye dünyada hiç bir Müslümanın destek vermemesi gerekir.

      Kudüs ve Gazze’yi Yahudilere vermek isteyen zihniyet, kimse kusura kalmasın ama sanki kısa adı ISRA olan İngiliz Siyonizminin içeride yankılanması gibi.

      http://isra.org.uk/about%20us.html

      Onlar da Kudüs’ün ismini Beytülmakdis olarak değiştirmeye çalışıyorlar.

      Sultan Abdülhamit döneminde Filistin topraklarını satın almak isteyen Yahudiler’e verdiği yanıt manidardır.

      “Ben bir karış toprak dahi satamam, zira o bana değil, halkıma aittir. Onlar, bu İmparatorluğu kurup kanlarıyla mahsuldar kıldılar. Onu, bizden koparılmadan önce üzerini kanımızla bir kere daha kaplamayı biliriz”

      Kutsal topraklar da size değil dünyada yaşayan tüm Müslüman halklara aittir.

      • Kudüs Müslümanlara aittir derseniz birileri de çıkar hayır Musevilere aittir der. Bence Kudüs Musevi, Hristiyan ve Müslümanların ortak bir şehri olmalıydı, bunu savunmalıydık. Aksi takdirde kim güçlüyse onun elinde olur, tarihte olduğu gibi …

  14. Yazarımız dahil, haftalardır Suriye merkezli gelişmelerde kimin kazanıp kimin kaybetmekte olduğuna ilişkin değerlendirmelerde bulunuyoruz hep birlikte, yorum sayfalarına katkıda bulunmak isteyenler de buna katılıyorlar.

    Bütün bu değerlendirme ya da kestirimlerin pek çoğunda, insanlar (halklar) adeta yok hükmünde; yani, birer “etkisiz eleman” halindeler.

    Kaba bir benzetmeyle, sanki Suriye ve Orta Doğu bir satranç tahtası, ABD ve Rusya başta gelmek üzere, uluslararası aktörlerle Türkiye, İran, Suriye gibi bölgesel aktörler, kimi zaman kendi ordu güçlerini, kimi zaman sahadaki vekalet savaşçılarını (YPG, ‘Suriye Milli Ordusu’, Sünni cihatçı guruplar, İran yanlısı Şii milisler, vb.) kullanarak, sık sık da iç politikada prim yapma kaygılarını da gözeterek, hamle üstüne hamle yapıyorlar.

    Yorum yapmak, çok büyük ölçüde, bütün bir ülkenin ve halkın yazgısı onun iradesine teslim edilmiş Trump, Erdoğan, Putin gibi tiplerin siyasi ve stratrjik akıl ve zekasına düzülen övgüler ya da bunların beceriksizlikleri, öngörüsüzlükleri üzerinden yapılıyor.

    Sayıları milyonlarla ölçülen insan yığınları, bu resimde, küçük birer ayrıntı bile değiller. Ne yaşadıkları, ne düşündükleri, neler hissettikleri hiç dikkate alınmıyor. Hatta, bunların yaşadıkları, düşündükeri, bir şeyler hissettikleri bile bilinmiyor.

    Lübnan’da, Şili’de, Ekvator’da, Mısır’da ve dünyanın diğer pek çok ülkesinde geniş halk kitleleri sokaklarda. Bu ismini andığım dört ülkedeki kitlesel protesto gösterilerinin ortak ve bugüne kadar sıkça rastlanmamış bir özelliği var: Sadece iktidarda bulunanlara değil, muhalefet partileri dahil, bütün siyaset elitlerine ve kurulu düzene karşı bir öfke patlaması var.

    Türkiye’de her 100 kişiden sadece 38 tanesi “çalışan” durumunda, yani bir işi var ve bir gelir elde ediyor. Diğer 62 kişi ya emekli, ya ev hanımı, ya işsiz, ya yaşlı, ya da öğrenci. Emeği ile geçinmeye çalışanların nasıl bir yaşam sürdükleri, nasıl ayakta kalmaya çalıştıkları ise, gözü AK Parti ve Erdoğan aşkıyla körleşmemiş herkesin malumu.

    Gençlerin dörtte biri ne işte ne okulda. Çalışabilir durumdaki genç nüfustaki işsizlik oranı ürkütücü boyutlarda. Çalışan grnçlerin üçte biri bile hala daha anne-baba desteği ile ayakta durabiliyor.

    AK Parti ve Erdoğan bezirganları operasyonun kabarrtığı milliyetçi duyguların gelecek seçimlerde oy bazında kendi kar hanelerine ne yazacağını merak ede dursunlar, CHP ve kurulacak yeni partilerin kurucu unsurları 10 yılı aşan kötü gidişatın nihai olarak kendilerine iktidara giden yolun kapısını açacağı beklenti ve varsayımıyla karınlarından konuşup olmuş armudun ağızlarına düşmesini bekleye dursunlar, kendi siyasi manevralarının ve stratejilerinin birer destekçisi saydıkları ‘sıradan insanlar’, bunların hepsini şaşırtacak ve hazırlıksız yakalayacak.

    Erdoğan’ı da, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nu da, hiç beklenmedik bir zamanda ve hiç beklenmedik şiddette gelecek bir tokat bekliyor gibi.

    İktidarı ve muhalefeti ile, Türkiye siyasal elitleri derin ve baş etmekte çok zorlanacakları bir krize doğru yol alıyorlar. Türkiye’de yığınların ruh ve duygu dünyası öylesine dramatik bir kırılma yaşayacak ki, ilk bakışta bundan yararlanacak gibi olsalar da, Babacan-Gül ikilisinin başını çeker göründükeri siyasi oluşum da dalganın altında kalabilir eğer “Bekle gör. . .” siyaseti izledikleri izlenimi derinleşir, ne etliye ne sütlüye karışmayan, sadece Erdoğan ve AK Parti’ye yönelik hoşnutsuzluktan beslenme niyetinin biçimlendirdiği bir oluşum olacağı algısı güçlenirse.

    Türkiye, hemen hiç kimsenin farkında olmadığı dramatik gelişmelerin sahne alacağı bir ülke olmaya aday.

    Yaşanacağını hissettiğim olay ve gelişmeler, ne sekülerlerin Gezi’sine benzeyecek, ne de 15 Temmuz türü stratrejik hamlelerle geçiştirilebilecek. . .

    Türkiye, Suriye’de ne kazanıp ne kaybettiğini, yeni kurulacak partilerin başarı şansının ne olup olmadığını konuşup tartışmaya devam etsin.

    Ortalık süt liman görünüyor. . .

    AK Parti sevdalıları, hala en çok oy alan parti konumunu elde tuttukları gerçeğiyle tedirginliklerini bastırabilirler. Yeni kurulacak iki partinin sürükleyici kadroları, kamuoyu yoklamalarına bakıp yakın geleceğe umutla bakabilirler. Önümüzdeki (erken) seçimlerde, yerel seçimlerde yakalamış göründüğü başarının yerle yeksan olacağından hiç kuşku dutmadığım CHP’liler, kendilerini bekleyen hezimetin farkında olmayıp başlarını kuma gömmeye, İmamoğlu faktörü ile iyi bir yerlere doğru yelkenlerini doldurmuş olduklarına inanabilirler.

    Bu ülkede yaşayanların heybesinde bir turp var oysa. . . O turp, Türkiye’de insanların global ölçekte yaşanan kitlesel öfke patlamalarından azade olduklarını varsayan ve buna çok inanan elitlerin başında patlayacak.

    Sağı-solu, dindarı-seküleri, Türkü-Kürdü olmayan bir turp, gözlerden ırak, sakin ve suskun, toprağın altında uç vermeye devam ediyor. Toprak üstüne çıkıp görülür hale geldiğinde çok, ama çok şaşıracak insanlar.

    Kapitalist sistem işlemiyor. Öfke içten içe birikip derinleşiyor. Ne İslamcılar, ne aklı bir karış havadaki şizofren sosyalistler bu öfkeye adını ve niteliğini kazandıracak düşünsel donanımda ve beceride.

    Ama, kitlesel öfke patlamaları için bu tür siyasal-ideolojik geleneklerin varlığının ve liderliğnin önkoşul olduğunu kim ileri sürebilir?

    Lübnan’da, Şili ve Ekvator’da sokakları abluka altına alanlar, bize bir sosyolojik gerçeği fısıldıyor: Toplumsal hareketlerin tarihinde “kendiliğndenlik” dediğimiz bir olgu var.

    Kimse bunu yabana atmasın. . .

    Hayatı ve toplumsal süreç ve deneyimleri insan kalabalıklarını hiç dikkate almadan, şu ya da bu siyasi liderin stratrjik hamleleri ve siyaset becerileri üzerinden okuyanların, her biri ‘pek bir anti-emperyalist’, kendi dilinde yazdığı üç cümlede bir düzine dil yanlışına düşmeden derdini anlatamayan ‘pek bir milli’ çakma analizcilerin komplo teorileri ile dünyayı okuyor olduğuna inanan tiplerin, o kalabalıklarla yüzleşecekleri günler uzak değil. . .

    • bernar bey, ne kadar endiselenseniz azdir ama allahtan turkiyemiz emin ellerde. Bahsettiginiz turp bahcesinin bi kismi icerde bi kismi disarda tabii… Asil tehlike irak, iran civarindan temel insani ihtiyaclarini bile(su, ekmek, ilac, bebek bezi gibi) karsilayamaz hale dusurulmus kitlelerin ustumuze dogru goc etmek zorunda kalacak oluslaridir. Icerde nasil dsi sel ve taskinlara karsi akmaz kuru derelerin onune bile bent cekip goletler yapiyorsa; tsk da tum turkiyenin sinir boylarini yuksek guvenlikli beton duvarlarla kusatmistir. Buna ragmen vekalet savaslari icabi hem icerde hem disarda rahat durmiicak olan kimi dusman ve isbirlikcisi unsurlara karsi da her daim teyakkuzda olmaliyiz. Eger a.altan ve benzerlerinin bahsettigi gibi kan banyosunu andiran cok buyuk bir altust olustan soz ediyorsaniz onu bi gecelim; biz serbetlendik artik..! Nihayet dort “turpun” ederini karahalkimiz yalova kaymakamina cok guzel ifade etmistir; simdi bi de ben girmiim ayni mevzuya…

      • Valla arzu ettiğiniz mevzuya giriniz, sayın Gayret. Hatta, altıdan girip üstünden ya da ortasından çıkınız -olmadı, paşa gönlünüz öyle arzu ederse, altından girip yine altından çıkınız. Amma ve lakin, şu ‘elin haçlısı’nın klavyesinden uzak kalsak diyorum -“Ben sömürücülerin millisini, klavyelerin ecnebisini severim” türü bir takıntınız yok ise eğer.

        “Milli ve de yerli”, “zillet”, “beka”, “15 Temmuz”, “Benim aziz halkım” vs. muhabbetleri tepe tepe kullanıldı. Her tür sömürü, hukuksuzluk, yolsuzluk, ceberrutluk ve lumpenlik karşısında pek bir etkili olan “seçim kazanma aygıtı”nın da artık sonlarına gelindi.

        Hamasetle gidilecek yol kaldı mı?

        Bekir Ağırdır, “Türkiye’de insanların balık hafızalı oldukları, yapılıp edilenlerin farkına varmadıkları, varsalar bile kolayca unuttukları koca bir safsata” sözlerinde bir doğruluk payı var mı?

        İnsanlarımız, artık kendilerine geleceğe ilişkin hiçbir umut vermeyen (umudu bıraktım, içi boş da olsa bir iyi bir gelecek vaaddinde dahi bulunamayan), vurdum duymazlığın, adaletsizliğin, israf ve adam kayırmacılığın, beceriksizliğin, topyekün yoksullaşma ve üretimsizliğin karşılığı haline gelmiş devlet partisine ve onun liderine katlanmaya devam edecekler mi?

        Ülkenin yoksulları, KHK’lılar, yolunda gitmeyen her şeyin sorumlusu ilan edilen Kürtler, işsizliğin pençesinde kıvranan gençler, aldıkları üniversite eğitimi sonrası sıradan işlere ve asgari ücrete mahkum edilen üniversite mezunları, artık kepazelik düzeyi arşa çıkmış FETÖ muhabbetleriyle yaşamları karartılmış, hiçleştirilmiş, zindanlara tıkılmış insanlar. . .

        Gerçekten duyguları, düşünceleri, kendi deneyimlerini süzgeçten geçirme yetenekleri yok mu bu milyonlarca insanın?

        Birinin adı R. Tayyip Erdoğan, bir diğerinin adı Doğu Perinçek, ötekinin adı Devlet Bahçeli olan üç kişinin ve bunların sefil ittifakının memnuniyeti ve bekası uğruna kendi yaşamlarından, kendi geleceklerinden vaz mı geçecekler?

        Etnik, kültürel temellerde ayrıştırılıp durmaktan, bir dönemden diğerine değişen ‘hainler’ söylem ve kandırmacasıyla avutulmaktan hoşnutlar mı insanlar? Ve bu haller daha üç beş yıl sürsün mü istiyorlar? Gerçekten tek dertleri asker selamı çakıp coşmaktan mı ibaret? Hayata atfettikleri başkaca bir anlam ya da değer sahibi değiller mi?

        Hep birlikte alacağız bu soruların yanıtlarını. Fazla da beklememiz gerekmeyecek.

        HDP’si dahil, gömecek bu siyaset oyununun “Al birini vur öbürüne” kıvamındaki geleneksel aktörlerini sandığa.

        Çünkü, bu iş gerçekten de bir beka sorunu haline geldi çoktandır. Bu siyasetçi tiplerini ve onların partilerini daha fazla taşıyamaz insanlar: Kürdü ve Türkü için de bu böyle, dindarı ve seküleri için de böyle. . .

  15. Daha dün, Almanya Savunma Bakanı Karrenbauer, Suriye’nin kuzeyinde “uluslararası kontrol edilen güvenli bölge oluşturulmasını” önerdi. Karrenbauer, “Bu çözümün neye benzeyeceği sorusunun cevabı, oradaki gerilimi azaltmak amacıyla Türkiye ve Rusya da dahil olmak üzere uluslararası olarak kontrol edilen bir güvenlik bölgesi oluşturmakta yatıyor.” dedi ve galiba bu gerçekleşti!

    Yani Türkiye “Barış Pınarı” harekatı ile elde ettiği üstünlüğü masada -Soçi’de- kaybetti ve “Güvenli Bölge”ye -nedendir bilinmez- Rusya’yı ortak ediverdi.

    Zaten, başlangıçta Esad’ın gidişi, yerine Müslüman Kardeşler temalı bir hükumet kurulması için Suriye’deki savaşa müdahil olan Erdoğan, görünmezde ABD ile Rusya’nın “vekalet savaşında” Türkiye’nin kendi güvenlik gereksinimlerinden dolayı “iki arada bir derede kalma” durumuna takıldı..

    ABD ile Güvenli Bölge anlaşmasına gidilirken ABD tarafından masaya sürülen (yeniden) Halbank davası ile Erdoğan’ın mal varlığının araştırılması kartları Barış Pınarı Harekatının akim kalmasına sebep oldu ve bu bizi yeniden Rusya’nın yanına itti.

    ABD, 30 KM ötede PYD/PKK’yı himaye etmeye devam etmek ve bölgede yeni operasyonlarında(!) kullanmak üzere 120 saatlik süre şartını ileri sürdü ve teröristler ile silah ve mühimmatlarını TSK’nın elinden kaçırarak güvenli bir şekilde nakletmeyi de başardı.

    Güvenli bölge konusunda kısa aralıklarla ilkin ABD ile ikincisinde ise Rusya ile birer anlaşma yapmış olduk.

    ABD güvenli bölge sınırları dışına pılını pırtını toplamış da çıkmış gibi gözükürken aslında bölgede – Suriye’nin içlerinde- kalmaya devam ediyor; PYD/PKK’yı terör örgütü saymayan Rusya ise “güvenli bölge” denilen sınırlarımız ötesine iyiden iyiye yerleşiyor ve anlaşma metnine göre Türkiye’nin güvenlik kaygılarına ortak olarak! 10 km’lik derinlikte TSK ile devriye atacak. Yani bu insana ilk elden ‘devletimiz bu konuda Rusya’ya muhtaç mı kaldı ve acz içerisinde mi ki bu şartı kabul etti’ dedirtiyor.

    “Türkiye eksen mi değiştiriyor” sorusuna muhatap kılındığımızdan bu tarafa, buna giden yolda, ABD-Batının iteklemesi Rusya’nın “gel gel” vakumu ile bir girdaba kapılmış durumundayız.

    Eksen değiştirme ameliyesi, içimizden birilerinin istekli olmasıyla beraber bizim külli irademiz ile gerçekleşen bir olgu değil ve fakat, sanki küresel oyuncuların planı bir bir gerçekleşiyor ve bu yolun taşları döşeniyor.

    E, kolay iş değil; zamana yayarak yapılır bu büyük değişimler.

    SSCB’nin yıkılışından bu tarafa “tek kutuplu” dünyanın ağası olan ABD’ye; onun seçim işlerine bile müdahale edecek kadar pervasız bir lider/oyuncu var dünyada bugün…

    Putin…

    Acaba onu ipi kim/ler/in elinde?

  16. “ahmet
    22 Ekim 2019 at 22:45”

    Dün gene benim yorumumun altina inciler duzmuş,
    Erdoğana tapan vatan perverin dikkatine!!!!

    Emevi camisine Hayelindeki Cuma namazıni kilmaya giden lideriniz, gittiğnde 3/5 milyon Suriyeliyi arkasina takip getirmese idi? Biz mi dedik herkesin işine burnunu sokarak içinden cikilmaz hale getir diye? bu da yetmezmiş gibi Üstune de ben ve benim gibi emeklilerin maaşlarindan çalip Suriyelileri besliyor.
    Kendi maşimizdan kestikleri paranin hesabini sorunca “yasak söyliyemeyiz” cevabini aliyoruz.
    Bizim kazancimiz ile trol ordusu besleyip dunyaya küfür ihraç edenler vatanperver.
    Allahtan sizin gibi vatan perverlerin kategorisine girmiyorum.

    Sizlerin Vatan haini dediklerinize şöyle bir bakinca gürür şeytan işi olduğu için gururlanmak yerine sizlerin KÂÂBUSU olanlarin listesinde anilmaktan mutlululuk oluyorum.
    Mal varliğinin verisini CHP ABD ye sordu ve ABD vergi dairesi, açikladi budami yalan?
    500 milyar dis borcu da herhalde oy için diriltiği ölulere harcamiştir.
    Bu arada Fazla abartmamak için ABD de geçen sene alınan Muhammet Alinin çifligini sormak lazım….?

    • SN NURDAN HN YAZINIZA CEVABI 4 YORUM ÖNCE SİZ YAZMIŞSINIZ.
      “ABD ile Türkiye arasında gerçekleşen ateşkes anlaşmasına ilişkin tanınan sürenin dolduğu dakikalarda ABD Savunma Bakanı Mark Esper, Türkiye’nin Suriye’deki cihatçıları desteklediği ve sivil insanlara işkence yaptığını iddia etti.
      İŞKENCECİ TÜRKİYE TEK SORUMLUSU ERDOĞAN DEĞİL Mİ!!!!

    • Hani derler ya çamur at izi kalsın diye.Size bir istatistik vereyim
      TÜRKİYENİN DIŞ BORCU:
      KAMU ÖZEL
      2002 86 MİLYAR DOLAR 43 MİLYAR DOLAR
      2017 136 MİLYAR DOLAR 316 MİLYAR DOLAR ( KOÇ, SABANCI ,DOĞAN ,DEMİRÖREN VS.. VS. )
      Hey gidi Sn erdoğan ne çok borçlanmışsın !
      Mühendisliği bırakıp Sn Erdoğan ın avukatlığına geçirdiler bizleri .
      sadece el insaf diyorum ve iftiranın ne kadar günah olduğunu da ilahiyatçılara bırakıyorum

      • Yap-işlet-devret ve benzeri projelerde devlet gelir garantisi veriyor ve müteahhitlerin aldıkları kredilere de kefil durumunda. Fakat bu borçlar muhasebesel olarak özel sektör borcu gözüküyor. Diğer yandan yapılan özelleştirmeler 70 milyar dolar kadar.

        Şirketler mikro ekonomiyi devlet (hükümet) makro ekonomiyi yönetir. Devlet uygun görüp onaylamasa özel sektör de fazla borçlanamaz. Kısacası 2002’de toplam borç 130 milyar dolar iken bugün 500 milyar dolar kadardır. Üstüne de 100 milyar dolarlık özelleştirme ve yabancılara bina satışı koyun. Erdoğan’ı sevebilirsiniz fakat Türkiye’den fazla sevmeyin.

        • 2002 de kişi başı gelir 2 bin küsür iken şimdi 9 bin küsür Erdoğan ı sevip sevmemek önemli değil önemli olan ülke gerçeklerini doğru analiz edebilmek .
          Borcun gayrı safi mili hasılaya oranına bakınca toplam tutar olarak değil oransal olarak bakmak gerekir.
          Erdoğan ı ilgililerden daha çok eleştiririz ancak iftira atmadan olayları doğru analiz ederek bunu yapmamız gerekir. Hiç kimse Türkiye cumhuriyetinden büyük değildir Erdoğan bugün var yarın yok ancak siz ABD li aptalların gittiği yoldan gidip Onun mal varlığını araştıralım derseniz , onlara sormak gerekir başınız sıkışınca neden buna tevessül ediyorsunuz da ADAMSANIZ normal zaman da neden şukadar mal kaçırmış deyip ortaya çıkmıyorsunuz.
          Büyük resme bakmmamız gerekiyor kim saldırıyor ne için saldırıyor.

          • 2002’de kişi başı milli gelir 3 bin küsur dolardı. Daha sonra AB uyum çerçevesinde hesaplama yöntemi değiştirildi ve kişi başı gelir 2 bin dolar kağıt üzerinde artmış oldu. 17 yılda ortalama %4/yıl gelişme oldu. Bu rakam 1923-2002 ortalamasının 1,5 puan altındadır.
            Dış borçlara oransal bakmak yanıltıcıdır. Gelişmiş ülkelerin borçlusu da alacaklısı da kendileridir. Bizim gibi ülkelerde ise sadece borçlar bize aittir.
            Siyasette herkes ileride lazım olur diye bazı kritik bilgileri edinir ve saklar. ABD’nin bunu şimdi gündeme getirmesi menfaati gereğidir ve görüldüğü kadarıyla işlerine de yaramıştır. Darısı bizim başımıza.

          • ahmet bey çok akıllı adamsınız vesselam. ticari deha desem yeridir. hani şu aynı malı kişiye satan ticari dehalar varya. o derece yani.
            – öncelikle devletin açıklamalarına inanmanız nedeniyle iman gücünüzü takdir ettiğimi belirtmek istiyorum.
            – bir de hatırladığım kadarıyla bu gsyh ile ilgili açıklama krizden önce idi ve 760 milyar dolar gibi bir rakamdı.
            – krizden önce olunca hesaplanması gereken 2 unsur olduğu ortaya çıkar. 1- kriz dönemindeki üretimdeki kalite ve miktar düşüşü 2- kriz dönemindeki fiyatlardaki düşüş.
            – mesela krizden önce, arkadaşımın yaşadığı sitedeki evlerin fiyatlarının 800.000 tl civarı satılırken, şu an 400.000 tlye alıcı bulamadığını söylersem senin iman ettiğin şu açıklanan gsyh hesabı biraz karışır galiba.
            – ben gene de, senin ticari dehana saygı nedeniyle, yukardaki 2 unsuru dış güçlerin reisi yıkmak için bir oyunu olarak kabul edip 760 milyar dolar üzerinden devam edeceğim.
            – fakat o da ne. yine bir kılçık var: 760 milyar dolar gsyhnin 260 milyar doları hesaplama yöntemi değişikliğinden gelmiş.
            – yani, eski hesap gsyh 500 milyar dolar.
            – ticari dehana güvenerek, dış borcun gsyhya oranını hesaplama işini sana bırakıyorum.
            – malum mevsim sonbahar. hava bulutlu. o nedenle olsa gerek, görünen 450 milyar dolar borcun (bu borcu maliye bakanlığı sitesinden görebilirsin) sadece alınan kredi borçları olduğu, diğer borçları kapsamadığını görürsün.
            – biraz daha araştırma yaparsan, türkiyenin dış borcunun 800 milyar dolar civarı telaffuz edildiğini öğrenirsin.
            – mesela yabancıların türk bankalarındaki hesapları dış borç hesabında görünmüyor ama gerçekte o da bir dış borç ve adam parasını çekmek istediğinde ödemek zorundasın.
            – anladım aynı malı 3 kere sayıp bizi kandıracak kadar ticari dehasın ama, sen ne kazanıyorsun bu işten, o kısmını merak ettim.

          • ahmet beyi. bir kez daha senin dehanı öveceğim eğer izin verirsen.
            – “Erdoğan bugün var yarın yok ancak siz ABD li aptalların gittiği yoldan gidip Onun mal varlığını araştıralım derseniz , onlara sormak gerekir başınız sıkışınca neden buna tevessül ediyorsunuz da ADAMSANIZ normal zaman da neden şukadar mal kaçırmış deyip ortaya çıkmıyorsunuz.” sözünüzü anlamlandırmaya çalışıyorum da, ne diyeceğimi şaşırdım doğrusu.
            – Bana yardımcı olursanız sevinirim:
            – Anladığım kadarıyla, öncelikle, sayın erdoğanın, parmağındaki bir yüzükten az da olsa bir malvarlığı olduğunu iddia ediyorsunuz.
            – İkinci olarak, anladığım kadarıyla, amerikalıların aptal olduğunu iddi a ediyorsunuz ama amerikalılar sayın erdoğanın mal varlığını araştırdığı için mi aptal yoksa doğuştan mı aptallar o kısmını anlamadım.
            – Umarım kafa karışıklığımı bağışlar, dehanız ile, anlaşılamayanı anlaşılır kılarsınız.
            – Bir de, benim kafam iyice karıştır. bu “amerikalı aptallar”, erdoğanın mal varlığını araştırmak isteyince, heyetle görüşmeyeceğini açıklayan erdoğanın neden hemen fikir değiştirdiğini anlayamadım. Mutlaka sen biliyorsundur. Bunlar bizim aklımınızın ermeyeceği şeyler çünkü biz aptal amerikalıların peşinden gider, yöneticilerimizin mal varlığının araştırılmasını isteyen, amerikalılar kadar olmasa da, aptal sayılan, kolayca kandırılan insanlarınz.
            – Bir deha eseri olan “…onlara sormak gerekir başınız sıkışınca neden buna tevessül ediyorsunuz da ADAMSANIZ normal zaman da neden şukadar mal kaçırmış deyip ortaya çıkmıyorsunuz.” sözünüz bende tam bir şok etkisi yarattı.
            – Doğru mu anlamışım bilmiyorum. Umarım bu garibe yardımcı olursunuz:
            – Öncelikle amerikalıların başının sıkıştığını ifade ediyorsunuz anladığım kadarıyla. Amerikalıların başı nasıl sıkışmış, yardıma ihtiyaçları varsa, hepimiz insanız, yardım edelim. bunların nasıl zor durumda olduklarını bi zahmet açıklayın. yazıktır, günahtır adamlara.
            zor durumda kalıp, yardıma ihtiyacı olan insanların durumlarını açıklamazsanız kul hakkı yemiş olursunuz.
            – Sözünüzden çıkardığım ikinci anlam, adamların zor durumda kalınca, sayın erdoğanın mal varlığının araştırılması gibi, ahlaksızca bir yönteme başvurduğunu iddia ediyorsunuz.
            – Bence de haklısınız. insan zor durumda kaldı diye, bir başkasının açığını bulup şantaj yapar mı? bu resmen ahlaksızlık.
            – “…ADAMSANIZ normal zaman da neden şukadar mal kaçırmış deyip ortaya çıkmıyorsunuz.” işte bu cümleniz doğru ise, çok çok kötü. yok, yanlış ise, sayın erdoğana iftira atıyorsunuz. Kul hakkı yiyorsunuz dikkat edin.
            – Siz bu sözünüzle, sayın erdoğanın mal kaçırdığını iddia ederek, güya onun üzerinden, amerikalıları adam olmamakla suçluyorsunuz. Adam olsalar, sayın erdoğanın mal kaçırdığını normal zamanda dile getirirler diyorsunuz. Kendinizden utanın.
            – Tamam zekisiniz. pekçok şeyi bizden iyi kavrıyorsunuz ama son sözünüz hiç olmadı. resmen iftiraya giriyor.
            – sizi protesto ediyorum. Boşuna dememişler, sizin gibi dehalardan, cahil halkın ferasetine güvenmek gerekiyor.

  17. Bu sıralar Tim O’brien in “Paris Yolunda” kitabını okumaktayım. Kitap Amerikanın Vietnam savaşından bahsetmekte. Kitabın arka yüzünde ” Paris Yolunda, yazarı Tim O’Brien’a, Amerika’da 1979 yılı ‘Ulusal Roman Ödülü’nü kazandırmıştı. İronik üslubu içinde Vietnam Savaşını en iyi yansıtan, en iyi betimleyen ve derinliğine sorgulayan romanlardan biri sayılan Paris Yolunda, Vietnam savaşından kaçıp Paris’e doğru inanılmaz bir yolculuğa çıkan bir askerin peşine düşen askerlerin serüvenini anlatıyor. Altı ay süren bu yolculukta, izleyenler, izledikleriyle aralarındaki uzaklığı hep korurken, Laos, Burma, Hindistan, Afganistan, İran, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Avusturya, Almanya’dan geçerek sonunda Paris’e ulaşırlar. Kendisi de Vietnam savaşına katılmış olan yazar, bu savaşın ideolojik mi, ekonomik mi, bir egemenlik savaşı mı, yoksa bir nefret savaşı mı olduğunu başarıyla irdelemekte, sorgulamakta. Bu etkileyici, sarsıcı kitapta gerçekler ve düşsel olaylar birbirine karışıyor. Eleştirmenlerin ‘en başarılı savaş romanlarından biri’ diye niteledikleri Paris Yolunda, aslında bir savaş romanından çok ötede bir kitap. Alaşağı edilen değer yargıları, savaşın kavurduğu, yok ettiği insanlar, savaşın yanılgıları… Bunlar, onca inandırıcılığına karşın sonu bir sürprizle biten bu benzersiz romanın ana izlekleri.” yazmakta.
    Sanırım Amerika tekrar bir geri çekilmeyle Çin’le rekabetin yollarını arayacaktır. Bakalım zaman neyi gösterecek.

  18. ABD Savunma bakaninin açiklamasinin
    Türkçeye cevrisinin kopisi

    “ABD ile Türkiye arasında gerçekleşen ateşkes anlaşmasına ilişkin tanınan sürenin dolduğu dakikalarda ABD Savunma Bakanı Mark Esper, Türkiye’nin Suriye’deki cihatçıları desteklediği ve sivil insanlara işkence yaptığını iddia etti.

    CNN’den gazeteci Christiane Amanpour’a konuşan ABD Savunma Bakanı Mark Esper, Türkiye destekli silahlı cihatçıların, sivil masumlara işkence yaptığı ve infaz ettiğine dair korkunç raporlar olduğunu ileri sürdü. Türkiye’yi bu durumdan (infazlar) kısmen sorumlu tuttuklarını belirten Esper, bu raporların savaş suçu olabileceğini kaydederek, “Çoğu durumda bunun için sorumlu tutulması gereken Türkiye hükümeti olacak.” diye konuştu.”

    Buda linkde Ocak medya yazarından Ali Ağcakulunun yazisi. Tam bu açiklama ile örtüştüğü için ikisinide kopiledim.

    https://www.ocakmedya.com/abd-once-tesvik-eder-sonra-hesap-cikarir-ornegi-biliyorsunuz/

Yoruma kapalı.