Reform mu, fitne mi? İktidarın gelecek kaygısına dair girişimi başlamadan bitecek galiba…

39
Reklam

Hiç öyle derin analizlere başvurmaya gerek yok, görünen köy kılavuz istemiyor: İktidar için MHP ile birliktelik zamanı geldiğinde kolayca vazgeçilinebilecek türden bir heves işi değildir. ‘Cumhur ittifakı’ aritmetik zorunluluktan öte bir stratejik tercihtir. 

Bu gerçeği fark etmeyenler yanılmaya ve yanıltmaya mahkumdur.

Oh, sonunda bu gerçeği açık seçik yazdım ya, rahatladım.

Hükümetin icraatlarına bakar ve gelecekte nelerin yapılıp nelerin yapılamayacağı hakkında öngörülerde bulunurken bu gerçek unutulursa yapılan değerlendirmeler yanlış oluyor.

Ne oldu?

Adalet bakanı Abdülhamit Gül hukuk alanında reform yapılacağını açıkladı. Türkiye’nin yargıdan kaynaklanan ve giderek artan şikayetleri bütünüyle ortadan kaldıracak yeni bir yola gireceği müjdesi idi bu. 

Daha önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, aynı sözcüğü kullanarak, yalnızca adalet alanında değil ekonomide de reform yapılacağını söylemişti. Cumhurbaşkanı Türkiye’nin yüzünün Batı’ya dönük olduğunu, Avrupa Birliği (AB) üyesi olma iddiasından ayrılınmadığını da duyurmuştu.

Merkez Bankası para piyasası kurulunun son toplantısında ‘faiz yükseltme’ kararı alınması elbette bir ‘reform’ değildi ama yine de ekonomi alanında yerleşik kabullerden vazgeçildiğinin işareti olarak algılandı.

Reklam

Gözler doğal olarak adalet alanına çevrildi.

Bülent Arınç da, işte o arada, günlerdir tartışılan Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala’nın tutukluluk hallerine son verilmesi gerektiği açıklamasını yaptı. İki kişinin ismini özellikle telaffuz etmiş olsa da, açıklaması içerisinde yer alan “Tutukluluk cezaya dönüşmemeli” cümlesi, çok daha geniş bir kitleye umut verdi.

AK Parti’nin muteber saydığı yazarlar arasından da “Selahattin Demirtaş, Osman Kavala serbest bırakılacak” tarzında temennilerini yazıya dökenler çıktı.

‘Reform’ sözcüğünün içini doldurmayı amaçlayan çıkışlar olarak değerlendirildi bu açıklamalar…

Test edildi ve onaylandı mı?

Yanlış anlaşılmaya mahal vermek, tartışan söz ve yazı sahiplerini kendilerini yakın-uzak çevrelerine ‘özgürlükçü’ gösterme çabasına girmekle suçlamak istemem. Çıkışlarının bazılarının göstermeye çalıştığı gibi durduk yerde gerçekleştiğini de sanmam zaten.

Muhtemelen kendilerinin bulundukları ortamlarda konuşulanlardan etkilenerek buz kırma amaçlı o çıkışları yapmışlardır.

Sadece buz kırmak da değil, ortamı ısındırarak toplumu hazırlamak için de yapılmış olabilir o açıklamalar…

Reklam

Konu bu kadarla kalmadı ve Cemil Çiçek “Bir toplum 500 yıl adaleti arar mı? Bize topyekûn bir tevbe-i nasûh lazım” cümlelerini de içinde barındıran bir açıklamayla tartışmayı bir adım ileriye taşıdı.

Onun açıklamasında var olan “Reform kelimesi çok aşındı, kimse bir şey beklemesin” uyarısı ise pek dikkate alınmadı.

Alınmalıydı oysa.

Bazı ortamlarda dile getirilen ve etkili-yetkili herkesin katıldığı görüntüsü alınan görüşler politika değildir. Katılanlar arasında politikayı belirleyen kişiler bile olsa…

Görüşlerin ‘politika’ haline dönüşebilmesi için üzerinde “Test edildi, onaylandı” damgası bulunması gerekiyor.

Kamuoyunda tartışılan görüşlerin ‘reform’ sözcüğünü kullananlar tarafından benimsenmediğini, kısaca ‘test edilmiş, onaylanmış’ bir politikaya dönüşmeyeceğini öğrenmemiz için fazla beklememiz gerekmedi.

Dün, Cumhurbaşkanı Erdoğan bazı il kongrelerine uzaktan hitap ederken şu sözleri sarf etti:

“Son günlerde yeni bir fitne ateşi yakıldığını görüyorum. Geçmişte birlikte çalışmış olsak bile hiç kimsenin şahsi ifadeleri Cumhurbaşkanıyla, hükümetimizle ilişkili hale getirilemez. Hiç kimsenin şahsi ifadeleri, Cumhurbaşkanı ile hükümetimizle partimizle ilişkili hale getirilemez. Terör örgütleri ile el ele, kol kola, omuz omuza Ankara’dan İstanbul’a yürüyenlerle biz birlikte olamayız. Yasin Börü’lerimizin ölümüne neden olanlar, Kobani katliamının failleri, Tayyip Erdoğan ve dava arkadaşları tarafından asla savunulamaz.”

Fitne ateşi… Şahsi ifadeler… Terör örgütleri ile kol kola… Tayyip Erdoğan ve dava arkadaşları…

İfadeler yakıcı…

‘Dava’ denince akan sular duruyor

Bir hafıza yenilenmesi ara durağı: Biz ‘dava’ sözcüğünü en son nerede, kimin ağzından işitmiştik?

Önceki gün ve MHP’nin iki numaralı ismi olan Semih Yalçın’dan, değil mi? AK Parti’ye dönük bir uyarı olarak algılanan şu açıklamasından:

“MHP bir dava partisidir ve bu hususiyetini dünya durdukça koruyacaktır. MHP; ucuz ve gündelik siyaset uğruna dünyasını ve ahretini yıkmayacağı gibi, ilke ve değerlerine daima tutarlılıkla sahip çıkacaktır. MHP; var oldukça, Türkiye’nin parçalanmasına yönelik ihanet projelerinin hayata geçirilmesine ve ebedi devletimizin yıkılmasına asla izin vermeyecektir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘fitne ateşi’ dediği çıkışları söndüren arada yapılan bu açıklama olmalı.

İktidarın neleri yapıp neleri yapamayacağının sınırları, görülüyor ki, MHP tarafından çiziliyor.

Şaşırtıcı mı peki bu?

Hayır değil. İlk kez yaşanıyor olsaydı herhalde şaşıranlar çıkabilirdi; ancak “Gelin anayasayı değiştirelim, başkanlık sistemini getirelim” teklifi MHP liderinin ağzından çıktığı ilk günden bu yana, neredeyse her konuda, iktidar için MHP’nin tavrı belirleyici oluyor.

Son yaşanana bakarak şunu söyleyebiliriz: Faizle ilgili karar MHP itiraz etmediği için mümkün olabildi; ancak ‘reformlar’ konusunun müzakere edildiği aynı ortamda temenni edilmiş dış politika ve yargıya ilişkin temennilere MHP’den onay çıkmadı.

Ne yargıda ne de dış politikada…

Yalnız bir dakika. Bu birbiri içine geçmiş iki konuyla ilgili bir sorun var: Avrupa Birliği 10 Aralık günü yapacağı liderler zirvesinde Konsey tarafından alınmış Türkiye’ye ambargo kararını görüşecek. Bu arada ABD’de de Türkiye’ye ve iktidara müzahir olan Cumhuriyetçiler kaybetti, Beyaz Saray’da Donald Trump’tan başka biri, Demokrat Joe Biden, ikamet edecek… Yeni yardımcı da Kamala Harris

‘Reform’ sözcüğü ile murat edilen değişim ya bu yeni gelişmelere karşı gerekli bir önlem olarak düşünülmüş ise?

Cumhurbaşkanlığı yüksek istişare kurulu üyesi olan zevata yöneltilmiş ‘fitne’ ithamı hep aklımda olduğu için daha ileri gidemiyorum; ancak şunu da söylemeden bu yazıya son veremem: Ülkenin nefes borusunun tıkanması sonucuyla karşılaşılırsa ne olacak?

ΩΩΩΩ

Reklam

39 YORUMLAR

  1. Öncce Fehmi Bey’e: Mirim bu reform mudur, demokratikleşme midir ne menem şeyse her gündeme getirdiğinizde birileri buradan gene Hizmet Hareketine saydırıyor. Ben konunun Hizmet Hareketi ile ilişkisini kuramadım ama gene de mümkünse bu konuyu yazmasanız olur mu? Sanırım hukuk gelirse insanların haklarını araması kolaylaşır diye korkuyorlar. Bazı demokrat arkadaşlar da bundan fena halde korkuyorlar. Hukuka dönülürse tekrar Türkiye’de irtica neyim gelir diye.
    Bernar’a: Burada Cemaat’le ilgili yorumlarınız iftira ve hakaret boyutuna varmadıkça bir mahsuru yok bence, ama sanırım bazen frenleriniz tutmuyor. Ben gene de nezahati koruyarak bir kaç konuyu yazayım. Çünkü iddilalarınızın çoğu subjektif ve cevapları verilmiş hususlar.
    Gazetecilerin youtube ve internet üzerinden yazmaları ve konuşmaları seni niye çok rahatsız ediyor anlamadım açıkcası. Adı üzerinde gazeteci, vaiz değil. Üstelik doğru yazmıyorsun, hiç dini yayın yok derken. Samanyoluhaber’de yazan 10 kişi varsa sekizi ilahiyatçı ve dini konuları yazıyorlar. Ayrıca Hizmet Hareketi Diyanet İşleri Teşkilatı yada Tebliğ Cemaati değil. Dini motivasyonlu bir iyilik hareketi. Gazetesi de olur, radyosu da.
    Söylenmemişleri söylenmiş giibi yada tersi söylenenleri söylenmemiş gibi sunmak senin bir taktiğin mi? Düşüncelerini olmuş gibi yamamaya çalışman doğru değil. Bir de gazetecilere hakaret etmen çok ayıp, “besleme” ne demek? Bu mu senin seviyen?
    Hizmet’i halkın çoğu meşru görmüyormuş. Peh derim. Önce sorarım bu bahsettiğin halkın yüzde kaçı “meşru” kelimesinin anlamını biliyor ve ondan sonra Hizmet’i meşru görmüyor. Bir de halkın Hizmet’i meşru görmediğini nerden anladınız ki? Hizmet’e terörist demeyenin hapse atıldığı, en azından linç edilip dışlandığı bir ortamda kimin ne düşündüğünü nereden biliyoruz? Bu kadar yoğun karalamayla herkesi kamunun gözünde suçlu gösterebilirsiniz. Bu da mı Hizmet’in suçudur?
    Hizmet Hareketi’nin Cumhur İttifakı biterse sıkıntıların biteceğini beklediğini nerden çıkardın? Yoksa F. Gülen söyledi de biz mi duymadık. Kime ne Cumhur İttifakından yada Millet İttifakından? Ne halleri varsa görsünler. Sanki Ergenokoncuları Milletvekili yapan parti CHP değil mi?
    Sayın Bernar senin problemi sanırım Etik ile Hukuk’u karıştırmak. Hizmet Hareketine yönelttiğin suçlamalar nedir zaten tam anlaşılmıyor. Yani gazete çıkarmak, insanların eğitim alıp bir kısım devlet kurumlarında görev alması vs. suç olmadığı için hukuken birşey ifade etmiyor. Bir kısım Hareket içindeki tartışmaları (F. Gülen’in ve İsmail Sezgin’in Cemaati eleştirdiği konuları) hukuken suç saymaya kalkmak akla zarar. Bunlar olsa olsa etik açıdan sıkıntılı konulardır. Kaldı ki kimse “Cemaat’ten suç işleyene işlem yapılmasın” demiyor. Objektif hukuk olsun deniyor. Ama bu bahsettiğin kusurlar Hizmet’i kriminalize etmeye sebep olamaz, etik olarak negatif hanesine yazıılabilir. Senin bu Cemaat’i suçlamaka kullandığın bu garip argümanların olsa olsa Erdoğan ve ortaklarına (Ergenekon vd.) mazeret olur. Nitekim bizim aslan demokratlar bunu fazlasıyla yapıyor, Erdoğan ve ekibine meşruiyet üretiyor, baskılarını normalleştiriyor.
    Gelelim bu son hukuk şovuna. Ben daha on gün önce Erdoğan’ın muhtemel yol haritasını yazmıştım. Cemaat çevrelerinde bunu ciddiye alan kimseyi duymadım. Gazeteciler üzerine konuşuyor, elbette konuşacaklar ama hiçbiri olabilir demiyor. Herkes Erdoğan’ı az çok tanıyor. Neyi niye dediğini de bal gibi biliyor. Bunu belki yüz farklı yazıda yazdılar, söylediler ama sen gene sanki Cemaat’in böyle bir beklentisi varmış ve boş çıkmış gibi saydırmışsın. Bunu da geçelim.
    İmdi bizim laik kesimde (solcusundan Atatürkçüsüne, milliyetçisinden Kürtçüsüne) büyük bir korku var: Ya Erdoğan tekrar demokrasi der ve Cemaat’in normal hayata dönmesine yol açarsa! Ya hukuk işler ve Cemaat aklanırsa! Bu korku o kadar köklü ki “keşke ne demokrasi olsun ne de Cemaat tekrar etkin olmasın” modundalar. Ben teskin için söyleyeyim, böyle bir risk yok. Erdoğan’ın böyle bir karar alma şansı da yok. Ortakları buna asla izin vermez. Gönülleri ferah olsun.
    Buradan size ve hukuku önemsediğini söyleyen herkese “kolay gelsin” diyorum. Lütfen başınız belaya girdiğinde on sene önce şunu demiştinizle kimseyi suçlamayın. Benim hiç bir siyasiden bir beklentim yok. Zarar vermesinler yeter. Başı sıkışan eskiden Cemaat’ten meşruiyet devşirmeye çalışırdı, şimdi Cemaat’e saldırarak kendini korumaya çalışıyor. Lütfen herkes kendi işini kendi görsün. Yok öyle ucuz kahramanlık.

    • (1) Samanyolu haber benim verdiğim Cemaat kanalları ve siteleri arasında değil.
      (2) Cemaat’in Türkiye’deki insanların gözünde çok derin bir meşruiyet sorunu yaşadığını, benden çok daha dramatik ifadelerle, İsmail Sezgin’in kendisi söylüyor. Buyurun, bir Cemaat taraftarından gelen, “Yakın ya da uzak bir gelecekte sizce Hizmet Hareketi toplum nezdinde aklanabilecek mi?” sorusundan ilhamla, “Hizmet Hareketi, Türkiye toplumu nezdinde aklanabilecek mi?” başlığıyla yaptığı video burada, dinleyin:
      https://www.youtube.com/watch?v=9MA68wkxedE&ab_channel=VideonTR

      (3) Enerjinizi, benim ne yaptığıma, ne yapmak istediğime ilişkin niyet okumalara harcamak yerine, sadece benim değil, on binlerce Gülen Cemaati gönüldaşının zihnindeki sorulara cevaplar vermeye çalışın.

      (4) İslami hareketler ve geleneklerle İslami cemaatler konusundaki bilgimi küçümsemeyin, ve, benden bir Ruşen Çakır çıkarmaya çalışmayın. Çok basit bir soru soruyorum: Gizlilik ve gizlilik esaslarına dayanan hiyerarşik bir yapı kurma anlamında, Gülen Cemaati bütün o onyıllar içinde bir biricikliğe sahip oldu ve bu konuda diğer bütün geleneklerden ve cemaatlerden ayrıştı. Buna neden ihtiyaç duyuldu? Böyle bir teşkilatlanma üzerine inşa edilmiş her yapının çok kolayca her türlü devlet operasyonuna açık hale geleceği (ve de geldiği) çok açık değil mi? Neden Cemaat’in kendi içinden artarak yükselen şeffaflaşma çağrılarına bu kadar dirençle karşı çıkıyor, bunu yapan herkesi itibarsızlaştırmaya çalışıyorusunuz? Kaybınız ne olacak? Bu korkunuz niye?

  2. Baran, “Gülen Cemaat’i yazarın bugünkü yazısının konusu değil” diyerek Cemaat’e ilişkin sorumu yanıtlamaktan kaçındı. Bu konunun kapanmasını tercih etti. Oysa, Şahin isimli bir yorumcu, yazarın bugünkü yazsısıyla ilintisiz bir yorum metni yazmış, bir başarı örneği olarak Kore’den söz etmişti. Baran, Şahin Bey’e böyle bir uyarıda bulunmadığı gibi, Kore’nin kalkınmasına ilişkin o yorumun altına kendi yorumunu yazmıştı. Bu, açıklamakta güçlük çektiğim bir çelişki ve tutarsızlık. Bir nedeni olmalı. Belki Baran bu tutarsızlığa bir açıklık getirir.

    Ben hala aşağıdaki sorulara yanıt verme arzusu duyacak bir arkadaşın çıkacağını umuyorum:

    Sayın Hakan Çakan, bundan bir ay kadar önce, üç gazeteci ismi yazmış, değerli ve izlenmeye değer üç gazeteci dışında kimseyi okumadığını ve dinlemediğini yazmıştı. Emre Uslu, Adem Yavuz Arslan’dı bu gazeteciler -emin değilim, ama sanırım üçüncüsü yine bir Cemaat gazetecisi olan Abdülhamit Bilici idi.

    Ahmet Kurucan’dan Emine Eroğlu’na, A. Yavuz Arslan’dan Ekrem Dumanlı ya da Tarık Toros’a, önceki yıllardan bildiğimiz bütün Cemaat Gazetecileri tam kadro TR724 istesinde köşe yazısı yazmakla kalmıyorlar, yanısıra, TR724 TV’de birden çok programın sürekli katılımcıları bunlar. Çok, ama gerçekten çok yoğun bir medya faaliyeti yürütüyor Cemaatçi gazeteciler. Siyaset dışında, kültür ya da din gibi diğer konulara hiç girilmeyen, hepsi doğrudan siyaset konusuyla sınırlı bir düzüne Youtube kanalı var: TR724 TV, BOLD MEDYA, Moonstar TV, Korsikalı Hıdır, Emre Uslu, Ekrem Dumanlı, Adem Yavuz Arslan, Cevheri Güven, Said Sefa (Media Diem) kişisel Yotube sitesi. Bu sıraladıklarımın hepsinin düzenli takipçisiyim.

    Şimdi, soru şu: Bütün bu sitelerde gerçekten çok ilginç bir şey oluyor: Onca yıldır, bütün bu Cemaat Youtube siteleri, konu hep ve değişmeden kalmak üzere siyaset olmasına rağmen, bir gün stüdyoya Cemaat dışından tek bir kişi davet etmiş değiller. Hep kendileri konuşuyorlar ve izleyicilere 15 Temmuz’u, Erdoğan’ı, iktidarın arka planında neler olup bittiğini anlatıyorlar. Sadece 15 Temmuz üzerine toplamda 150-160 program yaptı bu kanallar.

    Merak ediyorum: Neden bu bir düzine siyaset kanalı bir gün olsun o sandalyelerden birine Cemaat dışından birisini oturtmadı? Hepimizin aklında sorma ihtiyacı duyduğu sorulart var. Sadece bizim gibi insanlar değil: Bizzat Cemaat sempatizanlarının zihnini yakan pek çok soru var. Nedense, gündelik olarak ve birden çok programla yayın yaptıkları stüdyolarda bir gün olsun konuk diye Cemaat dışından bir insanı oturtmadılar. Bu açıdan, Erdoğan’a çok benziyorlar. Erdoğan da hiç ama hiç çıkmıyor tarafsız gazetecilerin karşısına. Bu durumun bir nedeni olmalı. Nedir acaba?

    Bu soruları birkaç saat önce sordum, Baran, “Cemaat bugünün konusu değil” gerekçesiyle bir yanıt vermekten kaçınıp suskunluğa bürünmeyi tercih etti:

    Gerek örgütlenişi, gerek siyasal süreçlere müdahale ediş tarzı, gerek diğer kurumsal güç odaklarıyla giriştiği rekabette kullanmış olduğu yöntemler açısından, insanların, kanıtlayamasalar bile, darbe girişiminde bulunanın Cemaat olduğunu bir olasılık olarak düşünmeleri şaşırtıcı ya da haksız bir durum mu?

    Gülen Cemaati, kendisini Nur geleneğinden Milli Görüş geleneğine, İskenderpaşa’dan Furkan Vakfı’na ya da daha eskilerin Yeniden Milli Mücadele’cilerine varıncaya kadar ilhamını İslam’dan alan bütün diğer İslami yapı, kuruluş ve geleneklerden ayırt eden bir biricikliğe sahipti.

    Neydi o sadece Gülen Cemaati’ne özgü olup onu bütün diğerlerinden ayırt eden biriciklik?

  3. Dünkü gece yarısı yorumumda, Beka sorunu ve bunun iç siyasete yansımasıyla ilgili elimden geldiğince bir açıklama getirmeye çalışmıştım. Bu konuya devam edelim.

    PKK kontrolünde olacak Suriye Kürdistanı projesine Devletin karşı çıkması ve bunu bir Beka sorunu olarak ilan etmesine toplumun %80’inden fazlası sahip çıkıyor. Fakat şu üç soruya verdikleri cevaplarda genel bir mutabakat yoktur.

    1) Devlet neden Suriye sorununu başımıza bela eden ve Halifelik hayalleri peşinde koşan siyasal islamcı R.T.Erdoğan ile (MHP üzerinden) ittifak yapmayı tercih etti?
    Cevap : Mesele vatansa gerisi teferruattır. Erdoğan’ın çok açığı vardı, biz de seçim kazanma becerisi olan bu siyasetçiyi takkeli bozkurt yapıp Beka sorununda görev verdik!
    2) Seçimlerde neden muhalefet illet-zillet hatta vatan haini ilan edilip bölücülük yapıldı?
    Cevap : Beka sorununda yol almak için seçimi kazanmaya mecburduk!
    3) Yeterince güçlü olmadığımız halde neden hemen herkesle dalaşıp yalnız kaldık? (Rusya’dan S-400 alıp ABD’nin eline koz verdik, AB ile aramızı açtık, Rusya ile bölgesel ittifak yaptığımız halde onun müttefiki Suriye rejimine düşmanlığı sürdürdük, Müslüman Arap ülkeleri ve Mısır’la bile aramızı açtık…).
    Cevap : Yok !

    Cevap veremedikleri 3. sorunun açıklaması : 15 Temmuz operasyonu ile devlet içi hesaplaşmada Atlantikçi kanat tasfiye Ulusalcı kanat pasifize edilmiş ve ilk adımda Avrasyacılar güçlü çıkmıştı. Onların da hedefi Batı’dan kopup NATO’dan çıkıp Rusya-Çin-İran ittifakına geçmekti. O dönemde Perinçek’in ‘biz değilsek de fikirlerimiz iktidarda’ dediğini hatırlayalım. (Rusya’dan S-400 alımı da siyasi bir karardı!). Hatta Bahçeli de NATO’da kalmak şart değildir falan demişti. Avrasyacı faşizan kliğin amacı dış politika sorunlarını çözmekten ziyade bu sorunları tırmandırarak ‘herkes üzerimize geliyor, bizi bölmek istiyorlar’ korkusunu kullanarak Türkiye’yi Batı’dan koparıp NATO’dan çıkartıp otokrat bir cumhuriyet kurmak istemeleridir. Bu rejimde hep aynı parti seçimleri kazanacaktır, demokrasi onların bahşettiği kadar olacaktır v.s. Mafya lideri A.Çakıcı’nın özel afla salıverilmesi ve ana muhalefet liderini açıkça tehdit edebilmesi ancak böyle bir zihniyet tarafından sahiplenebilirdi.

    Erdoğan ise fena halde açıkları olduğu için ümmetin lideri rolünden takkeli bozkurt rolüne atanmasına ses çıkaramamıştır. Fakat iktidardan düşmekten korktuğu için bu otokrasi projesinden pek rahatsız da değildir. Onu rahatsız eden şey ekonomiyi yönetemiyor olmasının çaresizliğidir (pandemi zaten mevcut olan sorunu hızlandırmıştır). Hem Batıya meydan okuyup hem Batıdan yatırım beklemek siyaset değil çaresizliğin ilanıdır.

    İyiniyeti geçtik akılcılık bakımından rasyonel olmayan bu projenin sürdürülebilmesi mümkün değildir ve bu gerçekliğin işaret fişekleri orda burda görülmeye başlanmıştır. Siyasette olduğu kadar devlet içinde de dengeler değişmektedir. Ancak devletin Beka sorununu esas alarak vesayet uygulaması Erdoğan ve Bahçeli seçimi kaybetse de devam edecektir. Aktörlerin değişimi bu senaryoyu değiştirmeyecektir. Muhalefet iktidarın bunca yanlışına rağmen seçimi kazanmak için HDP oylarına muhtaç kaldığı sürece siyaset krizi devam edecektir.

  4. “Ülkenin nefes borusunun tıkanması sonucuyla karşılaşılırsa ne olacak?”

    Fehmi bey! Nefes borusunu, vucut’daki organlarını yalnış kullanmaya devam edenler eninde sonunda son nefesini normal yoldan (ağız’dan) değil yedikleri gidalar’ın vitaminleri’ vucut organlarına dağıldíktan sonra posası’nı attiğí yerden çıkar.

    Mââlesef, Türkiye Kalp KİRİZİ geçiriyor kan damarları halen daha bun’un farkında değil’ler…!!!!
    Kalp durduğu an damarlar’a giden kan anında pırtılaşır ve fonksiyonu’nu
    tamamen kayip eder.

    Oysaki sayın yazar, yazılarında her zaman bu tehlikeden bahs ediyor bizdeki çok bilmişler konuları tersten’mi anliyor yoksa hiçmi anlamiyor, galiba bunlar Yalancı siyasetcilere aşık olmauşlar..yoksa normal bir insanda biraz’da olsa ,sorgulama özeliği olması lazım.

    Tıpkı MHP’nin sadık seçmenleri’nin
    Bahçeli’yi Türk Milliyetcisi zannetik’leri gibi..
    Erdoğan seçmenleri’de evlere şenlík.
    Oysaki iki’sinin’ de seçmenleri şöyle bir düşünebilseler!
    1. Örnek: Bahçeli ve partisi Hükümette görev almadan babasının hayırı’nami sevmediği ve ihtidardan bir türlü indirmeye güç yetıremediği Erdoğan’ı kayıtsız şartsız neden destekliyor..

    2. Õrnek: MHP Dünyadaki ezilen ve soy kırımı’a uğrayarak asimleştırı’len Türklerin hakkını savunmak için kurulmiş bir parti olmasına rağmen “ÇİNİN Uygurlara YAPTIĞI SOY KIRIMA” neden köstek değil DESTEK oluyor.
    3. Örnek:iki partide genelde Erdoğan Müslümanlık’tan den vurarak buralara geldí..
    Bahçeli olsun Erdoğan olsun. Sõz konusu Filistin oldumu mangalda kúl bırakmazlar’ken, neden Çindeki Uygurların haricinde çinli ve diğer ırklardan oluşan ezilen, işgence gören ve tecevüze uğrayan Múslümanlar’a sıra gelince sus pus oliyorlar.

    Neyise! Merak etmiye gerek yok, nasıl olsa başta Erdoğan ve Bahçle olmak üzere Türkiyedeki beceriksizliklerini ve ülkeyi batırmalarını üstlerine yıkacak Gülen cemaati ve Dünyaca ünlü rekorlara imza atmış Milli siporcularımız var.

    Yalnız bunların mallarína,paralarına ANALARININ SÜTÜ GİBİ HELAL olarak önceden çöreklendikleri için bu sefer cõreklenecek mal mülk kalmadí.
    Zaten TÚRKİYEDE KALMADİKİ ONLARDA KALSI bütce takir takir.

  5. bu akşam habertürk te iyi parti il başkanı buğra kavuncu birisi ekranlara çıkıp bu fetöcüdür dediği için kendini ve ailesini anlatmaya çalışıyor.
    bir insanı karalamak bu kadar kolay olamamalı.
    ülkemize zarar verecek hiç kimseyi hoş göremeyiz ama bunun bir delili ve bilgisi de olmalı değil mi? ben buğra kavuncuyu tanımam, fetöcü mü değil mi bilmem ama bu işin ekranlara çıkıp bir kişiyi hedef göstererek değil, iddiası ve suçlaması olan birinin bu işi devletin yargısına delil götürerek yapması gerektiğini düşünürüm. suçlamasını kanıtlarsa bir vatandaş olarak görevini yapmış olur, kanıtlayamazsa bunun bedelini ödemelidir.

    serdar beyin bernar beye yazdığı yorumda durum farklı değil, ben kendisine müsade ederse sormak isterim
    ali babacanın fetöcü olmasının delili nedir?
    bunu ortaya koyabiliyorsanız neden gidip bu devletin yargı organlarına bildirmiyorsunuz
    ya da en azından yorumunuzda kamuya açık bu platformda paylaşmıyorsunuz?
    bu kişinin fetö terör örgütü ile ilişiği sizin tarafınızdan biliniyor ise devlet tarafından bilinmiyor olabilir mi?
    devlet tarafından biliniyor ise dokunulmazlığı olmadığına göre sizce neden gereken yapılmıyor ve kendisi yargılanmıyor olabilir?
    fetöcü ise bu durumda devlet fetöcülerin parti kurma adı altında yapılanmasına izin mi vermiş oluyor?

    elinizde ithamınızı belgeleyen bir deliliniz yok, geçmişteki bazı ilişkiler üzerinden bir yargınız ve bu nedenle de bir itirazınız varsa,
    okullarına gitmiş, içlerinde bulunmuş, devletin çeşitli kademelerine yerleşirlerken yanlarında olan, mesela,
    sayın berat albayrak hakkında da bir yargınız oluştu mu?
    bu devletin hazinesinin başına geçerken bir itirazınız oldu mu?
    sayın albayrak fetö bir terör örgütüdür dediğinde ona inanmayı tercih etmenizin
    sayın ali babacan fetö bir terör örgütüdür dediğinde ona inanmayı tercih etmemenizin nedeni nedir?
    umarım sorularıma cevap verme nezaketi gösterirsiniz.

    bir not olarak,
    ben hem sayın berat albayrağa hem sayın ali babacana inanmayı tercih ediyorum, çünkü bu insanların beyanları esastır, aksi ispat edilene kadar.
    bu dinen de, ahlaken de, hukuken de böyledir.

    • Sayın Didem Hanım,
      Yorumlarınızı gördüğüm an okumadan geçmediğim,analizlerinizi(lehte,aleyhte ) amentu okur gibi okuduğum tek kişi sizsiniz.Sorunuzun cevabı biraz uzun ve dolambaçlı olacak ama sizden gelen rica başım üstüne.
      Birincisi buradaki bazı arkadaşların çok azı bilmeyerek,büyük bir çoğunluğu cingöz recai lik ve manipülasyon yaparak isviçre standartları ile tartışmaları çok komik.
      Sanki Ortadoğuda her 10 yılda bir darbelerin yapıldığı ,CIA nin yıllarca ileri karakol şubeliğini yapmamış.Neredeyse yıllardır içsavaş sürmeyen bir ülkede değilde Norveç de yaşıyoruz.
      Hukuğun üstünlüğü vs lakırdılarının gittiği yerler ya Genelkurmay da brifing alan hakimler veya ABD den “Hangi aşuftenin kimle buluştuğunun takibini yapan teknik nakavtçılarla ” dolu.
      Bu sadece bize özgü değil.Bu toprakların Skye-Picot la paraömparça edilip atılan tüm ülkeler ya Fransa,Ya İngiltere,Ya ABD boyunduruğunda.
      Bu gerçeği bilerek yazışmak,konuşmak çok öenmli .Aksi daha 4 yıl önce meclisi bombalanmış,ordusunun yarısı ABD emrinde hareket etmiş bir ülkenin koşulları dışında “manipülasyon” olur.
      Sultanbeyli de oturan bir gencin.”Bakın Etiler de herkesin spor arabası var .Biz neden otobüse biniyoruz ” gibi abuk bir durum ile karşı karşıya kalacağızdır.

      İşin FETÖ yanına gelince .Buradaki yazan herkes iyi veya kötü bu örgütü biliyor.Son 20 yılda sağ kesimde yetişen kafası çalışan ,iyi bir okulu bitirmiş herkeste bu örgütün çemberinden geçmiştir.
      Geçmeyen tek bir kişi bile yoktur.Bunların fişleme,kayıt metodlarını gayet iyi biliyordur.Örneğin Sivas ın iyi bir okulunda iseniz o okulda kimler var ve görüşü ne ise bir dosya tutulur.
      Bu kişi Ankara da bir bölümü kazanan öğrencinin dosyası o öğrenciden önce Ankara ya gider.
      Yurdun dört tarafından gelen o bölümü kazanan kişilerin dosyaları ,o bölümün sorumlusu tarafından alınır ve daha öğrenci gelmeden tümünün ne olduğu bilgisi bir devlet titizliği ile onlara kanca atacak adamın ellerindedir.
      Polis,Asker,Savcı gibi kişilerin hangi ajanlık faaliyetleri ile tutulduğunu anlatmayaymım bile çünkü herkes biliyor ama salağa yatıyor.

      Bunu neden anlatıyorum bir kişinin bunların dergahından geçmiş olması benim nazarımda onları Fetö cü yapmaz.Bunların okuluna gitmiş,bir tarihe kadar içlerinde bulunmuş kişilerden çokda korkam.
      Çünkü bunlar zaten ortada gözlerine far tutulmuş tavşan gibi kaçamayacak olanlardır.
      Birde sakladıkları kişiler varki onlar bir tarihten itibaren kayıtları,telefonları yok olur.
      Liseden itibaren bir bakarsınız bir Rötary külübüne üye siciline baksanız Rotary dersiniz.Asıl tehlikeliler bunlardır.Bol miktarda tanıdıklarım mevcuttur.

      Peki iş siyaset dünyasına gelince,iş biraz daha değişiyor.İş sadece adli vaka olma veya olmama durumunu aşıyor.Adli vaka olacak bir icraatı olmasa da (ki siyasetçiler buna direk girmez.Bakınız Arınç )
      yarın ortam müsait olduğunda neleri yapacağı hakkında bilgi veriyor.
      Eğer cemaat hakkında Sayın Bernar kadar net bir tutumu ve yüksek tondan bunu ifade etmiyorsa ve defaaten etmiyorsa orada bir sıkıntı vardır. Hatta ve hatta bunu “kim yaptıysa gibi” faili gizleyen ,şüphe bırakan tavırları varsa orada durmak gerekiyor.

      Yukarda anlattklarım normal ,bilinmeyen siyasetçiler için geçerlidir. Babacangiller,Arınç lar,Toppaşlar bunun da ötesinde yıllardır önümüzde kapalı ve açık kapaılar arasında söyledikleri yaptıkları kamuoyunun bildikleri veya kapalı kapalılar ardında yaptıkları gayet iyi bilinen kişilerdir.
      The Cemaat in turnosol kağıdı gibi ABD ajanı olduğu ortaya çıkmaya başladığı Hakan Fidan ın MIT başına getirilmesi ile başlayan savaşta bu siyasetçilerin aldıkları tutumlar ,kapalı kapılar arkasında söyledikleri bellidir.
      Daha vahimi 17/25 sonrası ve dahi 15 Temmuz sonrası, kamuoyu önünde veya arkasında söyledikleri yaptıkları,atama tercihleri herkes tarafından bilinmese de ,bilinmesi gereken kişiler tarafından bilinmektedir.
      Aynı çeviközün söylediği gibi “ABD den demokrasi vurgusu yapmasını istiyorum” ,nasıl Biden in “Demokratik muhalefeti destekleyeceğiz” sözüne bir karşılıksa.Babacangillerin ,Arınçgillerin ,Topbasgillerin kapalı ve açık kapılar önünde söyledikleri ve aldıkları tutumlarda Okyanus ötesine mesajlarla doludur.
      Nasılki Çeviközü Mandqacı diye içeri alamıyorsak ,Babcangilleri de Fetöcü diye içeri alamıyoruz.
      Bu işlerde Arınç bir siyasetçiye göre çok fazla açık vererek FETÖ yü savunduğundan 15 temmuz sonrası kendini bir nevi sıfırlama metodu olarak “Ne ahmakmışım” mektubu ile bir nevi gereksiz kendini ele veren kısımları kendince sıfırladı.
      Ancak boş durmayıp daha sonra tekrar benzinci yalanları ile yine gün yüzüne çıkmaya başladı.Babacangil Arınç kadar kontrolu kaybetmediğinden sadece kapalı kapılar ardında yuvarlak cümlelerle bu işleri yürüttü yürütmeye devam ediyor.Ancak her kapalı kapı pekde kapalı olmuyor.
      Bunlar bilinmesine rağmen bazılarının Arınçgiller gibi neden hala yamaçta tutulduğunu merak ediyor olabilir.Bunun sebei düşmanını yanında kontrölünde tutma taktiğidir.

      Şimdi bu siyasetçiler bugün buraya gelmedi.Kapalı kapılar arakasında yaptıkları söyledikleri herkes tarafından bilinmesde (bilmesi gerekenler biliyor) Eğer Sn Bernar kadar hiçbir zaman açıktan yüksek sesle bu örgütün bir ihanet içinde olduğunu söylemiyorsa bu bile başlı başına bir göstergedir.
      Şimdi yine analiz uzmanları “Herkes senin gibi ifade temek zorunda mı” gibi laf cambazlıklarına girecektir.
      Bir siytasetçi,gaztecei bir örgütün ABD ile beraber bir darbe yapması ülkenin bir numaralı sorunu olduğunu düşünmüyorsa iki ihitmal vardır.
      Vu darbenin gerçek olmadığını düşünüyordur (Böyle en ufak bir ifadesi yok) veya bunu örtbas ediyordur.
      Selametle

      • nazik dönüşünüz için teşekkür ederim lakin sorularıma cevap vermemiş olduğunuz gözümden kaçmadı haberiniz olsun.
        selamlar.

  6. Daha iç barışı sağlayamayanlar aleme nizam veriyor peh peh ,bu millete 15 gün bakacak kadar bütçe varsa millet hastalıktan kırılıyor acil tam karantina uygulassınlar

  7. Gülen Cemaati meşru bir yapı mıdır? Bu sorunun mutlaka ve mutlaka iki soru olarak sorulması gerekir: (1) Gülen Cemaati, devletin halihazırdaki yasalarına göre meşru bir yapı mıdır? (2) Gülen Cemaati, Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın gözünde meşru bir yapı mıdır?

    Eğer, yukarıdaki birinci sorunun cevabı, “Evet, Gülen Cemaati, halihazırdaki yasal düzenlemelere göre gayrı-meiru bir yapıdır” şeklinde ise (ki öyle), ben, Gülen Cemaati taraftarlarına şunu söylerdim:

    Bunu fazla dert edinmeyin. Türkiye’de siyasal atmosfer sık sık değişir, kurumların, derneklerin, gazete ve dergilerin meşru olup olmadığının düzenlendiği yasalar da bunlara bağlı olarak değişikliğe uğrar. Halihazırdaki siyasal iktidar seçim kaybeder, iktidardan düşer. Yerine gelenlerin yaratacakları yeni siyasal iklimde, sizler de tekrar meşru bir yapı konumuna kavuşursunuz.

    Kritik soru ikincisi: “Gülen Cemaati, Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın gözünde meşru bir yapı mıdır?”

    Bu sorunun yanıtını hepimiz biliyoruz: Hayır. Pek çok insan, 15 Temmuz darbe girişiminide rolü olduğuna inansın ya da inanmasın, Gülen Cemaati’nin meşruluğuna kuşkuyla bakıyor.

    Gülen Cemaati’nin taraftarları ve savunucuları, artık şu gerçeği anlayıp kabullenmek durumundalar: Cemaat’in toplumun ezici çoğunluğunun gözünde meruiyet açısından sakat olması, sadece 15 Temmuz hadisesi değil. Diğer bir deyişle, 15 Temmuz, Cemaat’e kuşkuyla bakılmasının sadece önemli nedenlerinden birisi.

    Cemmat’in halkın indindeki meşruiyet sorununun ikinci temel nedeni, aşağıdaki şu soruya verilen yanıt:

    Gülen Cemaati, diğer bazı şeylerin yanısıra, Türkiye’deki siyasal süreçleri etkilemeye çalışmış, siyasal tercih ve iddiaları olan bir yapı mıydı?

    Gülen Cemaati’nin kurumsal yapısının merkezindeki kanat, bu soruya “Hayır. Ülkenin siyasal hayatına müdahil olmadık, siyasal taleplerimiz ve iddialarımız olmadı.” şeklinde yanıtlıyor bu soruyu. Böylece, bu kimsenin inanmadığı aleni yalancılık yüzünden, kendi eliyle derin bir meşruiyet sorunu yaşıyor. Çünkü, kendileri de dahil olmak üzere, hepimiz biliyoruz ki, bu sorunun yanıtı kocaman bir EVET.

    Zaten, bu sorunun yanıtı EVET olduğu için, Cemaat, bugün, Youtube üzerinden, doğrudan kendisini temsil eden en az 11 kanal üzerinden sabah akşam KATIŞIKSIZ SİYASET yapıyor: TR724 Haber Sitesi ve TR724 TV, BOLD MEDYA, Moonstar TV başta gelmek üzere, Korsikalı Hıdır, Emre Uslu, Ekrem Dumanlı (bir aydır suskunluğa gömüldü), Adem Yavuz Arslan, Cevheri Güven, Said Sefa (Media Diem) kişisel Yotube sitesi, bunların benim yakından takip ettiğim, doğrudan Cemaat’in ve Cemaatçilerin sitesi olan örnekleri.

    Cemaat’in bir zamanlar Türkiye’de yaşayıp Türkiye’de faaliyet yürüten gazetecilerinin istisnasız hepsi, şimdi yurt dışından yayınlarını sürdürüyorlar. Bu saydığım kanalların hiçbirisinde din konulu bir yayın bulamazsınız. Yorum sayfasındaki arkadaşların da reddetmeye cesaret edemeyecekleri üzere, hepsi, ama istisnasız hepsi, katışıksız siyasi analizler üretiyorlar ve zaten biricik yayın konuları da siyaset.

    Burada, Cemaat’in siyasetle bu kadar içli dışlı olmasının kabul edilmez olduğunu, bunun bir meşruluk sorunu yarattığını vs. ileri sürmüyorum.

    Burada mesele, (1) Cemaat ile siyaset dediğimiz şeyin dünden bugüne etle tırmak gibi içiçe geçmişliğinin Cemaat savunucuları tarafından reddedilmesi, (2) Şu soruya yanıt vermekten ısrarla ve inatla kaçınmaları: Niçin siyasal süreçlere bu kadar müdahil oldunuz, ve çok daha önemlisi, nufuzunuzu siyasi alana müdahalede seferber ederken HANGİ ARAÇLARI kullandınız?

    Kurumsal Cemaat’in yukarıda tek tek sıraladığım bütün kanalları, “Cemaat her bakımdan masum bir yapıdır” iddiası üzerinden yürüyen, ve kurumsal Cemaat’in para kaynaklarının bölüşümünü kontrol edip bundan yararlanan kanada ait.

    Cemaat’in bu kanadının bu yorum sayfalarında iki temsilcisi var.

    Bu iki arkadaşa, bu inatçılık, bu ısrarcılık, bu manipülatif sinsilik üzerinden gitmeye çalıştıkları sürece, Türkiye’de köklü bir rejim değişkliği olduğunda bile, toplumdaki meşruiyet sorunlarının olduğu gibi devam edeceğini, 15 Temmuz aydınlatılsa bile insanlardaki -haklı- gayrı meşruiyet algısının devam edeceğini, takındıkları tavrın pek çok Cemaat sempatizanını bile ikna edemediğini hatırlatmak isterim.

    Başınıza çok büyük belalar açmış eski yöntemlerinizden artık vaz geçin. Sorununuz, Cumhur İttifakı’nın yıkılmasıyla ortadan kalkmayacak. Yaşadığınız meşruiyet sorununun kaynağı ne Erdoğan, ne tek başına 15 Temmuz ithamı: Yıllardır sürdürdüğünüz ve inatla ısrarcı olduğunuz yönetemler.

    Vatandaşlar indinde onlarla eşitlenmenin, karşıklı kabul görmenin yolu, ilkin bireysel ve SAMİMİ birer vatandaş kimliği edinmekten geçiyor. . .

    • Sn Bernar.
      Ben genelde kimsenin yorumuna yorum yazmam.Ama gerçekten buna yazmam lazım.
      Bütün suçu cemaat in dinazor kadrosuna atıp suçu üzerinize alın ve çekilin diyorsun.
      Aynı zamanda her yazınızda Babacangiller güzellemeleri yapıyorsunuz .
      (15 yıl RTE nin dizinin dibinden ayrılmamış biri “eski tu kaka” diyerek kendini aklaması aklasığmaz ve ondan hiçbirşey olamaz.Tıpkı “Küçük damat davutoğlu” gibi.
      ancak asıl sorum bu değil.)
      Sizce Babacangiller The cemaat in neresinde,ne kadar içinde,ne kadar dışında.Bakışı ne.
      Siz ortadaki cenazeyi tamda yıukarıdaki sebeplerden yani artık bu dinazorlara halkın güvenmeyeceğinizi gayet iyi gördüğünğüzden dolayı eski dinazorların üstlenmesini ve tabiri caizse “suçu üstlenip herkesin yerine cezayı çekmelerini” istiyor çekilmelerini talep ediyorsunuz
      ama the cemaatin eskimemiş yüzleri görevi devralsın istiyorsunuz.O nedenle the cemaatin dinazorlarına ölümüne dalıyorsunuz.
      Bu kadar analiz yapan sağı solu okuyan bir kişinin Babacangil ‘i bilmiyor olması akla mantığa sığmaz.Babacangillerin ne olduklarını herkes biliyor.”Sen nereden biliyorsun dersen”
      Tabi ki bende özel ve tüzel olarak biliyorum sayın Bernar.

      Siz bu kadar basit çelişkiyi kimsenin görmeyeceği ve anlamayacağını mı zannediyorsunuz.?.
      Sizin kadar zeki bir kişiye yakıştıramadım.

      selametle.

      Not:Umarım bu yorumum yayınlanır.

      • Serdar bey de gayet yerinde bir saptama yapmış; evet sn.bernar, bu yol çıkmaz sokak…

    • Niye ki, bak yukarda sn.bernar çok güzel ve zihin açıcı şeyler söylüyor ama sanki sizi pek ilgilendirmemiş?

  8. 15 temmuz darbesini kimler plânlamışsa çok başarılı bir darbe yaptılar. hem devlet kadrolarını değiştirdiler, hem de kadrolara kendi istedikleri adamları yerleştirdiler. hükümete dokunmadan her istediklerini yapıyorlar. görünüşe göre infazların en sonuncusunu hükümete yapacaklar.

    • 15 temmuz darbesini batı istihbaratı destekli fetullah gülen ve ona bağlı the cemaat yapmıştır, durum nettir. güneşin varlığı bir inanmak meselesi değil, bir bilmek meselesidir, onu inkar edenin sadece gözü değil, aklı da kör olsa gerektir…

      • kimsenin çözemediği, bütün akıl sahiplerinin cevap bulunamayan onlarca sorusuna rağmen sen çözmüşsün didem hn. bravo size.

        • riemannın hipotezini çözmüş değilim, temyiz yeteneğini kullanan milyonlarca sıradan insandan biriyim.

    • Devlet kadrolarını değiştirdiklerini, o kadrolara kendi istedikleri adamları yerleştirdiklerini NEREDEN biliyorsun? Bunu güvenilir kaynaklardan biliyorsan, kim o güvenilir kaynaklar? Bunu güvenilir kaynaklardan biliyorsan, mantıksal ve zorunlu olarak, 15 Temmuz’u planlayanları da biliyorsun demektir. kim planladı ve kim uyguladı?

      Mesele senin Cemaat’inin 15 Temmuz’u yapmış olduğu ya da olmadığı değil. Mesele şu soru: Gerek örgütlenişi, gerek siyasal süreçlere müdahale ediş tarzı, gerek diğer kurumsal güç odaklarıyla giriştiği rekabette kullanmış olduğu yöntemler açısından, insanların, kanıtlayamasalar bile, darbe girişiminde bulunanın Cemaat olduğunu bir olasılık olarak düşünmeleri şaşırtıcı ya da haksız bir durum mu?

      Gülen Cemaati, kendisini Nur geleneğinden Milli Görüş geleneğine, İskenderpaşa’dan Furkan Vakfı’na ya da daha eskilerin Yeniden Milli Mücadele’cilerine varıncaya kadar ilhamını İslam’dan alan bütün diğer İslami yapı, kuruluş ve geleneklerden ayırt eden bir biricikliğe sahipti.

      Neydi o sadece Gülen Cemaati’ne özgü olup onu bütün diğerlerinden ayırt eden biriciklik?

      Cevaplarını merakla bekliyorum.

    • Baran türkiyede darbe neyim gibi şeyler yapılacağında bunun karar vericileri ve planlamasını yapanlar bellidir; onların yerli işbirlikçilerinin yüzlercesi de ceplerindeki tc kırmızı pasaportlarını ve üniformalarını da çöpe atarak müşteriye/işverene sığındılar zaten, şimdi anladın mı kimler yapmış 15temmuzu?

  9. AK Parti, çağdışı kalmış, bir avuç seküler seçkinin ve İstanbul sermayesinin bir tür Baas rejimini andıran siyasal, ekonomik, kültürel düzenine karşı önü alınamaz biçimde yükselen kitlesel halk hareketinin meyvesiydi ve Türkiye demokrasisinde gerçek, çok değerli bir miladı temsil ediyordu.

    Aklı başında, “özgürlük”, “adalet”, “sivil toplum” gibi konularda zihin dünyası vesayetçi resmi tarih anlatısı ve Kemalist ideoloji ile kirlenmemiş her mahalleden insanin da katkı verdiği, ama esas olarak dindar muhafazakarların bir motor gücü işlevi gördüğü demokrarik kitle hareketi, sahici, organik, ve bu topraklara özgüydü. Bugün düşündükçe yitirilmişliği dolayısıyla içimi burkan eşsiz bir “çoğulculuk” tomurcuğunu da barındırıyordu içinde. İstisnasız hepimize bir özgüven duygusu, geleceğe yönelik ayakları yere basan ve hakiki nedenleri olan bir iyimserlik gelmişti. O özgüven duygusuyla Batı ve Batılı karşısında açık-gizli yaşadığımız aşağılık kompleksi gerilemiş, istememiz, çoğulcu bir zihniyetle birbirimizle kucaklaşıp birlik olarak aynı doğrultuda adım atar hale geldiğimizde belki kendimizi bile şaşırtan başarılar yakalayabildiğimizi açıkça görmüştük.

    Bugünün Türkiyesi’ni belirleyen ise ekonomik çöküntü, yaygınlaşmış yoksulluk ve işsizlik, daralmış ve tıkanmış bir siyaset alanı, ne olup nereye gittiğini Bakan’ın bildiği bile kuşkulu bir eğitim, tarımsal yıkım.

    Bu noktaya nasıl grlinmiş olduğunun tarihi, “Cemaat” sözcüğüne uzun paragraflarda yer verilmeden anlatıp açıklanamaz. Hepimize umut, daha önce hiç yaşamadığımız ve alışık olmadığımız bir iyimserlik veren sürecin rayından çıkarılmasından birinci dereceden sorumlu olanlar, aklımızla alay eden bir Cin Alilik ile, “Diktatör Erdoğan!” yayagaraları arasında ve utanmak bilmez bir arsızlıkla, demokrasi havarisi olarak çıkıyor, demokratlığa, adalete sahip çıkan insanlar olup olmadığımızı Cemaat’in bütününe destek verilip verilmediği üzerinden test ediyorlar.

    Yaptığımız yorumlar adalet, insan hakları, adil yargı süreçleri çerçevesinde kalıp bunların kurumsal Cemaat’ini koruyup kollamaya varmadığını gördüklerinde, sinsice bir demokratlık pozunda, “Evet, ama yertmez” demeğe getiriyorlar.

    Bunların bedelini şimdi mevcut rejim olarak hep birlikte ödediğimiz kendi günahları üzerine tek satır üretemeyenler, bütün suçları Erdoğan’ın omuzlarına yıkıp aradan sıyırlarak karşımıza demokrasi ve adalet havarisi gibi çıkmaya yeltenenler, geçmişten hiç ders almadıklarını gösteriyorlar vakti zamanında girişmiş ve kaybetmiş oldukları çete savaşlarının baş aktörleri olan ‘gazeteci’lerin manipülatif propagandalarını gelip buraya boca ederek.

    Cin Aliliğin alemi olduğu kanısında olabilir, Cin Aliliklerini sürdürebilirler. . .

    • adım adım savaşa giden ülkede bir demokrasi havarisi, bir bernar hoca.
      bugünkü konumuz “cemaat” değil, gazeteciler hiç değil o önceki günün konusuydu. bu günkü konumuz vesayetten bir türlü kurtulamayan Erdoğan’ın fitne isyanı ve vesayetin merkezi.

    • biz Kore gibi olamayız, bizi oraya buraya çekiştiren çok. Koreye müdahale eden Çin vardı Çin’in karşısında da ABD-UK-Japonya birlikteliği vardı. Türkiye de kimin eli kimin cebinde belli değil.

  10. Vallahi alemsiniz.
    İşiniz gücünüz sanal alemde tewwtleri,yorumları ikiye katlanmak devamlı aynı algılarla insanları aptallaştırmak.
    Bir müddet sonra bu algılara kendinizde inanıyor ve düş kırıklığına uğruyorsunuz.
    Çok analiz yazmayı sevmem çünkü burada analiz yazanların tek dertleri milleti aptal yerine koyup milleti aptallaştırmaya çalışmak.Herşeyi tertışalım la başlayıp en temel dopruları bile tartışır hale getirmek
    Bunu kırmak için kısa ve “Kral çıplak” yazarım.Mesala “Papaz nerde ve ABD neden besliyor” a cevap veren göremedim.
    Bugün biraz rutini kıralım.Çünkü puslu hava olunca analizcilerimiz pek bir endam gösteriyor.
    Bakın olan kısaca şudur.Özellikle Trunp ın ortadoğu,AB,Nato ve Doğu akdeniz politikaları Türkiye ve Rusya için altın tepside sunulmuş fırsatlardı.
    Rusya da Türkiye de bunu tepe tepe kullandı.Rusya yüzyıllarca Akdeniz’ e inmek için onca savaş verip başarılı olamamasına rağmen artık Suriye de Libya da Doğu akdenizde at koşturuyor.Belki bu fırsatı ancak bir dünya savaşı ile elde edebilirdi.
    Türkiye nin son 4-5 yılda Pandemi ve ABD nin bölge politikalarından kazancına bakarsanız.
    -Suriye ve Irak sınırlarına tampon bölge oluşturdu ve Rusya ile beraber bölgede en güçlü ülke.Fransa gibi ülklerin esamesi okunmuyor
    -90 Yıldır açılamayan Ayasofya açıldı
    -40 yıldır açılamayan Maraş açıldı.
    -Libya da en güçlü ülke.Münhasır ekonomik bölge sayesinde deniz yetki alanını katladı.
    -Afrika da Türkiye askeri üsler açıp Fransa yı Afrika dan süpürüyor.
    -Katar ‘ı İsrailci arap çetelerinin elinden alıp orada üslerini kondurdu.
    -S400 ler alındı ve kuruldu.Türkiye gibi bir ülke hemde
    -Tüm doğu akdeniz ve Kıbrıs’ta Fransa dahil tüm yabancı petrol arama şirketlerini kovdu ve tek hakimi oldu.
    -Silah sanayini %15 lerden %70-80 lere çıkarıp .Güneydoğusuna tank sokamayan bir ülkeden bölgede her ülkeye posta koyan bir ülke oldu
    -Fransız savaş gemilerini sopa ile kovdu gidip Fransa Nato’ya ağlanmaktan başka birşey yapamadı.Ambargo vs fas,fisooldu.Trump ın tüm avrupayı Natoya katkı sağlamazsanız sizi korumam doktrini nedeniyle Türkiye ile herhangi bir çatışmaya giremiyeceklerini gördüler ve iyice karizmaları çizildi.
    -30 yıldan alınamayan Karabağ alındı.Fransa ve ABD bir gece de masadan tekmeyle atıldı.Esameleri okunmuyor.
    -Yıllarca batının yatırım yaptığı FETÖ ve PKK gibi kullanışlı aparatları yerle bir edildi.Bir daha zor toparlanırlar.
    -..

    Kısaca önünüze haritayı alıp Türkiye nin kazanımlarına baktığınızda yüzyılda ancak elde edilebilir başarılar elde edildi.
    Ancak Küreselci Biden tekrar sahneye dönüyor.Tek emri ile hizaya geçen Türkiye ve onun kullanışlı aparatları yok.Ancak yeni aparatlarda hazırda emir bekliyor (Bakınız Çeviköz ün açıklamaları )
    Biden in dönmesi ile askeri gücü olmayan Fransa ve Almanya özellikle Biden in yeni mesajları ile Türkiye nin dizginlenmesi gerektiğini ve ortak hareket edilmesi gerektiğini açıkca vurguluyorlar.
    (Bu açıklamalara birşey diyememek Mandacılık değilse nedir)
    Şimdi bildiğiniz liberal çevre ,FETÖ ve PKK sempatizanları ayakları arkalarına çarpıyor Eskiden buna haçlı seferi denirdi.Bizim Mandacılar Hukuğun üsütünlüğüne vurgu yap ne Güzel demokrasi getirecek vs diyor Aynı Irak’a getirdikleri gibi bizde Hukuğun üstünlüğü diye zevkten dört köşeler.

    Yani kısaca karşımızda artık dağınık haçlı değil.Hedefe odaklanmış ve Hedefi Türkiye’yi dizginlemek olan bir Haçlı bloğu var.
    Türkiye bundan öncek süreçte Alayınız gelin demeyecek ,gücü ve konjoktür itibari ile diyemeyecektir.
    Bu nedenle bazı yerlerde hafif çark edecek,bazı yerlerde hafif geri adımlar atacak.İçerdeki Mandacıları da ABD nin nağrına eskiden olduğu gibi direk itmeyecektir.
    Çünkü ABD nin 15 Temmuz hareketi başarıl ile yarılmış.Apartaları etkisiz hale getirilmiş ve 100 yılda kazanabileceği başarılar da başarılmıştır.

    Şimdi 2023 e kadar bu kazanımların pekiştirilmesi ,Bunlardan geri adım atılmaması ve güç toplanması gerekmektedir.Ancak bu hareketler statejik hedeflere giden taktiksel hareketlerdir.
    Temel stateji Batı’nın dümen suyundan çıkan ve tam bağımsız bir Türkiye dir.
    Ancak bu açıklamaları kendi meşrebince bir taviz gören hemen kafayı kendi meşrebine uygun olarak çıkarıyor.
    Bunlardan biri Arınç’tır.Aklınca Demirtaş ve Kavala ile başlayıp ,Uydurduğu benzinci yalanları ile FETÖ artıklarına sıranın gelmesini sağlakmaktır.
    Reis in son açıklaması ise zaten bunu açıkca ortaya koyuyor.Yani “Geleceğimiz ABD vs lafları ,statejik değil taktiksel hareketlerdir.Bunlardan yüz bulup yine Fitne işine girme ” diyor kısaca.

    Not:Madem Arınç Fitneci niye yanı başında tutuyor diyeceklerdir. “Hocam gel yamacıma demişti bir Ajana ama o ajan yememişti.Öyle kanat altına girersen etkin kalmaz ve birgünde fitneci diye aşağoılar ve atarlar.Şimdi öbür fitneciler gibi partide kuramaz.”

  11. artık akp yok.
    tayyip erdoğan ve dava arkadaşları var.
    bu dava arkadaşların da sayın korunun işaret ettiği gibi mhp olduğu açık, daha doğrusu bahçeli. bahçelinin de dava arkadaşları var, bas bas savundukları alaattin çakıcı.
    iktidar, devlet, mafya şimdi ortada bir de dava var.
    şimdi bende soruyorum;
    sayın erdoğanın bir mafya lideri ile dava arkadaşı olması sokaktaki erdoğanı seven insanları rahatsız etmiyor mu?
    etse, iyi olur…
    çünkü bu şartlarda bu dava refah, huzur davası değil, daha çok bir düşman yaratmak ötekileştirmek, düşmanlaştırmak, kötülemek üzerinden bir beka davası olmuştur ama kimin bekası??? elbette yaşadığımız topraklar, bulunduğumuz coğrafya düşman edinmeye ve üretmeye çok müsait, hem dış düşman hem iç hain her zaman olmuştur olagelecektir kaldı ki bu mevcut ve potansiyel düşmanlarla mücadele etmenin en yanlış yolu kendi halkını
    dindar-seküler, osmanlıcı-cumhuriyetçi, atatürkçü-abdulhamitçi olarak ayırmak, batısever, hainsever, terörsever diye etiketlemek olsa gerek, bunun üzerinden oy devşirmek, iktidarını bu ucuz söyleme mahkum etmek.
    şimdi re-form dediğimiz şeyden anladığımız bu farklı duyuş, biliş, inanış, hissedişte olan insanları, sahip olduğumuz çok kültürlülüğü hakkını, hukukunu, özgürlüğünü koruyarak, maddi, manevi kaynakları adaletle paylaşarak korumak ve bir arada tutmak olmalı değil miydi? zayıf ta olsa inandırıcılığı az da olsa toplumda bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünen herkes için, bu umudun inanılır ve güvenilir olması için arınç ın sözleri -erdoğan da biliyorsa- durumunda en azından niyetin ciddiliği konusunda bir veri sunacaktı. arınç tarafından seçilen isimler rastgele isimler olmayıp onların adil yargılanmasının önünün açılmasının altı çizilmeye çalışılmıştı, bunu eski maliye bakanının ekonomide sıkıntı olmadığı, bunun psikolojik olduğu sözlerine verdiği toplumda elle tutulur bir sıkıntı var sözleriyle birlikte düşünmek gerekir.
    ne yazık ki, erdoğanın yaptığı açıklama seçimini gösterdiğinden re-form ve buna bağlı temel düzelme olasılığını hayli zayıflattı, ab ye uzatılan elin, abd ye gösterilen şefkatin, adalet ve ekonominin günü kurtaracak kadar kurgulanacağı ihtimali arttı çünkü davadan çok, dava arkadaşı insana çok şey anlatır.
    o nedenle denmiştir
    Er-refîk kable’t-tarîk
    evvel refik sonra tarik.
    önce arkadaş sonra yol.

    “Her ne kim eder kişi ey yol eri
    Ol gerek kim hasbeten li’llâh ola”
    yoldaşta her şeyden önce iyi niyet, dürüstlük ve hasbîlik olmalıdır, diyor nesimi. değilse kılavuzdu kargaydı bizde laf çok…

  12. Her konuda ne diyorlarsa tam tersi.
    Hani yap işlet devret projelerinde milletin cebinden devletin kasasından tek kuruş çıkmayacaktı.
    Bir yönüyle doğru.
    2021 bütçesinden yap işlet devret projeleri için ödenecek miktar 83,7 milyar YTL .
    Yani bir yılda 14 Avrasya tüneli.
    Sonra grip aşısı yok.

  13. Fehmi bey, bu yazıya özel değil yazdıklarım. Afedersiniz ama yazdıklarınızın ne tadı ne tuzu var. Boyle yazıları ne için yazmayı sürdürdüğünüzüde anlamış değilim. Şuna inanın susun daha çok şey anlatırsınız. Sağlıklı günler.

    • Sefer bey haklı, ama bırakınız yazsınlar ki biz de bilelim, mutfakta neler oluyor değil mi? Sayın korunun yazdıklarını değerli bulmayabilirsiniz ama önemlidir. Tabii susmak da güzeldir ama o başka konu…

  14. Delinin biri kuyuya bir taş atmış, hemen birkaç uyanık siyasi, medeni ölü topa girmiş, şıpınişi gelin güvey olmuşlar ama daha yatsıya kalmadan şapa oturmuşlar biz de burda muappetini ediyoruz.
    Hükümet durduğu yerde duruyor ama birilerinin devamlı orası burası oynuyor; artık okyanus ötesinden mi brükselden mi kulaklarına “bişekilde” üfleniyor olmalı.
    Sayıklayıp durdukları gündüz düşleri bir kez daha ellerinde patlamış oldu. Çünkü memleketin ankara kriterlerine göre yönetildiğini bir türlü kavrayamadılar, hala kafaları başka otoritelere bağlı/saygılı, bir tek beştepenin yolunu öğrenemediler.
    Ama sorun yok; alışırsınız, alışırsınız…

  15. Fehmi Bey’in yazısının en sonunda sorduğu soruya kısmı bir cevap, piyasalardan geliyor görünüyor: Döviz ve altın, yeni haftanın ilk işlem gününün ilk saatlerinde yüzde 2.30 kadar ani bir sıçramayla yükseldikten sonra, an itibarıyle, yükselişini durdurdu ve yüzde 2’ye doğru geriledi. Bu, ‘reform’ söylencesinin altının boş olduğu kuşkusunun bir görünümü.

    Suç örgütü liderlerinin de siyasete “fiili aktörler” olarak katılmasına ses çıkar(a)maz, 24 saatlik aralıkla bir gün önce söylediğiniz sözleri tekzip edip bunların tersini söylemeye başlarsanız, piyasa/ekonomi anlamında, hayatın gerçekleriyle yüz yüze kalmaktan kaçamazsınız.

    Döviz kurları ileri geri keskin salınımını neredeyse gündelik olarak sürdürür. Kur istikrarını yakalayamamış, ne zaman siyasi bir krize (daha) sürükleneceği, o krizin sonuçlarının ne olacağı kestirilemez bir ülkede ne yatırım olur, ne de, yüksek faiz politikasıyla insanlarınızın dövizden çıkıp yerli para birimine dönmesini sağlayabilirsiniz.

    Üretmeyen, üretiminde katma değer yaratma kapasitesi OECD ortalamasının çok gerilerinde olan, ekonomik büyümesini olanaklı kılacak yatırımları ancak dışarıdan gelecek sermaye ile finanse edebilen, tamamen denetimden çıkmış kamu harcamaları ve bir avuç inşaatçı çeteye akıtılan kamu kaynakları ile dış açığı sürekli ve katlanarak artan, halkın tüketimini ancak insanların bankalara borçlanması (alınan banka kredileri) sayesinde mümkün kılmaya çalışan bir ülkede, ne kur istikrarı, ne fiyat istikrarı, ne siyasal istikrar sağlanabilir.

    Yatırımların durduğu, döviz borcu batağındaki şirketlerin iflas tehlikesiyle baş başa bırakıldıkları böyle bir ülkede, bırakın yeni istihdam alanları yaratmayı, mevcut istihdam düzeyini dahi koruyamaz, mevcut işsizlere iş olanağı yaratamadığınız gibi, bunlara yeni yüzbinler eklenmesini de çaresizce izlemek zorunda kalırsınız.

    Türkiye, hamaset, içi boş ergen güç gösterisi, rant talanı, ekonomisini borca yaslanan bir tüketim modeli ile gerçekleştirmeye çalışma, iltimas ve kiyayetsizlik üzerinde yükselen Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi ifadesine karşılık düşen kabile devleti rejiminde, 6-7 yılda hızla yoksullaştı, ulusal geliri 12.500 ile zirve yapmışken, yıllık kişi başına 8.000 dolara kadar geriledi.

    İhracatınızın yarısından fazlasının karşılığı olan tek sözcüklük coğrafyaya (“Avrupa”), ekonominizi çekip çevirecek dış sermayenin tamamının geldiği (ya da gelmediği) tek sözcüklük coğrafyaya (Batı) posta koymanın, “Bağımsız Türkiye!” yaygaralarıyla izlenen akıl dışı politikaları dillendirenleri “NATOcu”, “ABD mandacısı” türü ifadelerle aşağılayıp bunun hayli yüksek duygusal tatminini yaşamanın bir bedeli var. O keyif, o ergence yaşanan yüksek duygu tatmini bedavaya değil. “Yoksulluk” gibi bir bedeli var.

    Zengine hava hoş.

    Havanın kendisine hoş olmadığı ücretileri, emeklileri, ancak sosyal yardım ödenekleri ile ayakta durmaya çalışanları, çok ağır bir ders bekliyor önümüzdeki kış aylarında.

    Bakalım yoksullar o dersten sonra, sınavda, hala daha “Ne açlığı yoksulluğu! Bırakın bu ayakları! Hepinizin cebinde akıllı telefon var nankörler!” kutusunu işaretleyecekler mi?

  16. bugün de mehmet yılmaz mhp vesayetinden bahsetmiş.
    – mhp’nin vesayetinden bahsedenler, mhp’nin iktidarı nasıl kontrol ettiğini, bu işin mekanizmasını açıklarlarsa sevinirim.
    – çünkü bakıyorum, mhp’nin muhalefetle birlikte erken seçim kararı çıkarmaya gücü yetmiyor.
    – erken ya da zamanında seçim yapılırsa da mhp’nin akp’ye desteği ile cumhur ittifakı %50’ye yetmiyor.
    – akp’nin mhp’ye mahkumiyetini başka ne sağlayabilir ki akp’nin üzerinde mhp’nin gücü olsun.
    – ben bir mekanizma düşünemiyorum. mhp vesayetinden bahsedenler bizi aydınlatırlarsa sevinirim.

    • Hamza bey şu sorunuza burada cevap verebilecek gratta bir yorumcu yok, yani iş yine bana düştü:
      Milli güvenlik icabı, siyasi rekabeti bi yana bırakmış ve uluslararası rekabete karşı milli dayanışma sergileyen bir cumhurittifakı söz konusu. Mhp muhalefet partisi olduğu halde iktidarla birlikte hareket ediyor. Diğer muhalefet partileri de mandacı zilletittifakını oluşturarak oy kaybetmeye devam ediyorlar. Mekanizma bu!

  17. Dikkat ettim de ortalama ayda bir defa fehmi koru selahattin demirtaş cezaevinden çıksın diye temenni yazıları yazıyor kimi zaman bakın abd-ab bize bakıyor hakkımızda olumsuz düşünüyor diyor kimi zaman ülke içindeki demokrasinin azlığından böyle giderse akp nin oy kayıp edeceğinden bahsediyor kimi zaman uluslar arası kredi derecelendirme kurullarını gözümüze sokuyor amaaa her defasında laf selahattin demirtaş ın cezaevinden çıkması gerektiğine geliyor,yanına bir kaç tanede cezaevinde olan gazeteci veya khk lı koyuyor khk lı ve gazetecileri anlıyorum uzun tutukluluk falan bunlar dile getirilir tartışılır.ama bu selahattin demirtaş sevdası hdp sevdasını anlamıyorum sanki fehmi koru hukuk okumuş yılarca avukatlık,hakimlik yapmış savcılık görevinde bulunmuş selahattin demirtaş ın dosyasını incelemiş bu adamın haksız yere içerde kaldığına kanaat getirmiş de şimdide salınsın deyip duruyor.İçerdeki bu adamın “pkk sizi tükürüğü ile boğar” “apo nun heykelini dikeceğiz” ve daha nice suç teşkil eden konuşmaları ekrandan duyduk kendi adımıza üzüldük şehitlerimiz adına kahrettik hala meclisde olmasından, yasin börü olayına girmiyorum daha.hdp kendisi biz pkk dan ayrı değiliz diyor arkamızda pkk var diyor sırtımızı pkk ya dayadık diyor ama fehmi koru illa hdp yi ayrı tutmaya çalışıyor kendisi biz ayrı değiliz diyor daha hdp ayrı pkk ayrı diye yazılar yazılıyor.
    Ben şahsen silah, kaba kuvvet kullanılmadığı sürece her fikrin konuşulmasına tartışılmasına sayğı gösteririm Allah ın varlığını bile inanmayan insanlar savunabiliyorken neden her türlü fikir özgür biçimde savunulmasın yeterki kimse kimsenin eline silah veripde askerin polisim üzerine göndermesin teröristlerin propağandası yapılmasın.

    • mustafacan!
      – senin birşey dikkatini çekemez.
      – sadece 2021 yılında ödenecek hazine garantileri ile 14 tane avrasya tüneli yapılabiliyor.
      – sen önce bunların hesabını ver. sonra birşey dikkatini çeker. burda yazmaya yüzün olur belki.

  18. Bence beş şey oldu:

    (1) Düzünlerce ve düzinelerce köşe yazısı, bizim yorum sayfalarımızdaki uzun kısa düzinelerce yorum metnimiz çöp olup çöp tenekesini boylarken, o düzünlerce ve düzinelerce köşe yazısının alayının toplam değerinin, sayın Koru’nun tek bir yazısının iki bitişik cümlesi bile etmediği görüldü: “Yoksa ‘başkanlık sistemi’nden vazgeçeceği mi düşünülüyor AK Parti’nin? Olmayacak duaya “Amin” demekten farksız bir beklenti bu.” Daha ilk günden böyle söylemişti F. Koru.

    (2) Cin Ali’nin aklını ve ruhunu teslim ettiği Cemaat artığı, ne idüğü belirsiz sözde gazeteci çetesi fena halde açığa düştü. Emre Uslu’sundan Adem Yavuz Arslan’ına varıncaya kadar, daha önce yurt içinde sürdürdükleri Kurtlar Vadisi kapışmalarını ve operasyonlarını kısa bir reklam arasından sonra şimdi yurt dışında sürdüren bu beslemeler, şimdi yutkunup şaşkınlıkla ve madara olmuşluğun verdiği mahcubiyete özgü sırıtışla birbirlerine bakabilir, sonra hep birlikte toparlandıktan sonra, bir şey olmamış gibi, manipülatif masallarına devam edebilirler.

    (3) Bülent Arınç yaptığı dramatik çıkışla, kendisini hayli zora düşürdü. Erdoğan’ın dili çok sert, hatta aşağılayıcı idi. Bu saatten sonra kaz çevirmeye gücü yeter mi, kestiremiyorum. Tek başına olmayıp dişe dokunur bir pazarlık gücüne sahip olduğuna inandığı için midir, bilinmez, hayli üst perdeden ve hayli net konuştu. Erdoğan o üst perde ve net konuşma haline el artırarak çok üst perdeden karşılık verdi. Arınç, şimdi, biraz laf ebeliğine giriştikten sonra süt dökmüş kedi gibi suskunluğa bürünebilir mi bu saatten sonra? Bunu yapsa, MHP ve AK Parti içindeki sıkı Cumhurcular kendisini rahat bırakırlar mı, yoksa kellesini mi isterler?

    (4) Gerçek iktidar gücünü elinde tutanın Erdoğan olmadığını, iktidar dümeninin başında oturanın Erdoğan’ın üstünü örttüğü bürokratik güç odakları koalsiyonu olduğunu, AK Parti’nin bürokraside esamesinin dahi okunmadığını, açık-örtük MHP kanadı karşısındaki bu muazzam eksikliğini Berat Albyarak, Pelikancılar, ve bunların kontrolündeki medya ile kısmen telafi etmeye, kendisinin de dikkate alınması gereken bir güç odağı olduğu mesajını vermeye çalıştığını ileri sürenlerin tezi doğrulandı. MHP’nin temsil ettiği bürokratik devlet gücü karşısında Erdoğan ve partisinin eli zaten zayıftı, B. Albayrak’ın düşürülmesi ile birlikte hepten etkisiz eleman konumuna düştü Erdoğan ve partisi.

    (5) Erdoğan’ın her alnda kontrolü kaybetmiş olduğu, bir onu bir bunu deneyerek içine düşürüldüğü kuyudan çıkma çabası içinde gündelik hamleler yapmaya çalıştığı, her defasında Bahçeli ayarını yiyerek eski pozisyonuna geri savrulduğunu gördük. Seçmenlerinin kafası daha çok karıştı. Kendisini alenen Bahçeli yanında konumlandırmış ve kendi bekasını orada arayan AK Partili milletvekilleri ve yöneticileri dışında kalanların şimdi kendilerini çok daha güvensiz ve tedirgin hissedeceklerini söyleyebiliriz.

    Hem Erdoğan’ın ve partisinin kirizi, hem de Cumhur İttifakı içindeki gerilimler, irili ufaklı patlama ve gıcırtılar içinde devam edecek, 2021 erken seçimine kadar derinleşerek devam edecektir.

    • eger bulent arinc istifa etmezse soylediklerinin CB nin soylemek isteyipde mhp nin tepkisini olcmek icin oldugu aciga cikar. Gorelim…

  19. 3D ye DİKKAT DENİRDİ .
    Şimdi birinin sağlık durumu nedeniyle 2Dye dikkat diyoruz.
    Bunların her biri ülkenin ana rotasını belirleyen devletin üst aklının bir damarının sözcüleri konumunda.
    Vesayet devam ediyor.
    Gelişmeleri ve yakında yapılacak değişimlerden bunların beyanlarının tevili ile haberdar olabiliyoruz.
    Bazen büyük makas değişimlerini de ilk bunlardan öğrenme şansımız var.
    Derin güçlerin en azından şimdilik daha etkili bir kesiminin bundan sonraki adımlarını
    çözebilirsek yakın geleceği daha isabetli tahmin edebiliriz belki.
    Bazı yazar veya kişileri tanıyabilirsek derinlerde neler pişirildiğini daha iyi anlarız.
    Ben şahsen bu yöntemle geçmişte de yaptığım testlerde bunun başarılı sonuçlar verdiğini gördüm.
    Derindeki ana damar ise henüz rota değişikliğini onaylamış görünmüyor.
    Belki daha çok çıkışlar yaparız ama sakın sakın bekleyenler kendinden çok emin.
    Öylesine yüzyıllardır bir rotaya girmişiz ki DNA larımız bile değişime uğradı.
    Bünyemizin büyük makas değişimlerine hazır olması çok zaman alır.
    Dünyada büyük alt üst oluşlar olur güç dengeleri çok değişirse kağıtlar yeniden karılır bize de uygun bir rol biçilirse o zaman içerdeki üst akıl kadrolarında da büyük değişikliler olur eksen kayması o zaman daha kısa sürede gerçekleşebilir.
    Bu durumda ne kadar sağa sola vursak ta her konuda bağlanmış durumdayız.
    NATO (savunma ve dış politika),AB(ekonomik ve teknoloji)FINANS sistemine olan hayatı bağlanmamız.(çok ağır borç yükü ve yeni borç alma ihtiyaci) bütün bunlarla bağlanmışız.
    Onlar istemedik çe bu prangalardan normal dünya düzeni devam ederken kurtulmamız mümkün görünmüyor.
    Benim tahminim kamuoyu olgunlaşana kadar büyük zikzaklar görülür.
    Toplum hazır olduğu kararı verilince, görünmez bir el bir anda ortamı hazırlar bütün medya tek sesle halkı iknada son darbeyi indirir.
    YENİDEN UYSAL UYSAL ESKİ ROTAMIZA DÖNERİZ.
    (Ağa o zaman biz bu kadar pohu niye yedik sorusunun cevabi da var,eğer biz bu pohları yemeseydik eski rotamıza bu kadar uysal boyun eğemeyecektik)
    HALK YAŞAMADAN BAZI GERÇEKLERİ KABUL EDEMEZ.
    (Aklın seviyesi yaşanacakları yaşamadan tespit etme becerisidir)

Yoruma kapalı.