Politikacı yanlış yapar, yalan da söyleyebilir.. Bunu onların yüzüne vurmak basının görevidir…

68
Reklam

Yıllar hatta yüzyıllar önce yaşamış Yunus Emre’nin bir şiirinde şöyle bir beyit vardır: “Yunus sözü eğri büğrü söyleme / Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.”

Denilir ki, Yunus’un yaşadığı çağdan hayli zaman sonra, görevi dönemin kabullerine karşı söz ve yazıları didik didik etmek ve yanlış bulduklarını makaslamak olan biri, Yunus Divanı’nı okurken bu mısralarla karşılaşınca irkilmiş…

Nasıl irkilmesin, adamın adı Kasım, lakabı da Molla imiş…

Molla Kasım

Adıyla, sanıyla ve yaptığı işle Molla Kasım’ı küçümsediğim sanılmasın; tam tersine, şu dönemde en fazla ihtiyacımızın, söylenen sözlere ve tonlarca mürekkep harcanan yazılara ‘doğru-yanlış’ ekseninden yaklaşan titiz insanlar olduğuna inanıyorum.

Tabii orada durmak ve makaslamaya kalkışmamak şartıyla…

Özellikle siyaset alanında, yalanlar, bir kaç yıl -hatta bazen bir kaç gün- arayla birbiriyle tenakuz halinde ifadeler, gerçeklerle bağlantısız iddialar gırla gidiyor. Konumu itibariyle güvenilir olması gereken insanlar, nasıl olsa kimse dikkat etmez diye düşünerek, esip gürlüyorlar.

[Siyaset alanını özellikle öne çıkardım, ama köyü sahipsiz bulup yalanı dolanı gerçekmiş gibi satanlar arasında ‘bilim insanı’ olarak bilinenler de var. Bir dönemin iddialı isimlerinin vahim hatalarını yüzlerine çarpan bir kalem vardı: Orhan Şaik Gökyay. Hocanın sonradan ‘Destursuz Bağa Girenler’ adıyla kitaplaştırdığı keskin eleştirileri bugün bile keyifle okunuyor.]

Reklam

Orhan Şaik Hoca gibi birine -hatta birilerine- bugünlerde daha da fazla ihtiyaç var.

Ülkemizdeki 200’den fazla -tam sayı 209- üniversiteye atanmış rektörlerden 70 kadarının sözü edilmeye değer bir tek eseri bile bulunmadığı yazılıp konuşuluyor. Bu iddianın ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum ve bilmek istiyorum. Doğruysa, o kadar sayıda insanın sağlam bilimsel eserlere sahip olmadan nasıl profesör unvanı kazanabildiğini doğrusu merak ediyorum.

“Profesör” dendiğinde benim gözümün önüne gelen 1960’lar ve 1970’lerden isimler ile böyle bir iddianın yaygınlaşmasına sebep olan bugünküler arasında hiçbir benzerlik kuramıyorum.

Molla Kasım’a bu alanda ihtiyaç olduğu kesin.

ABD’ye bakalım

ABD’de 3 Kasım günü yapılacak başkanlık seçimi süreci hızlandı. Her iki merkez parti bir kaç gün arayla başkan adaylarını resmen belirledi. Önce Demokrat Parti Joe Biden’i başkan, Kamala Harris’i de başkan yardımcısı adayı olarak ilan etti; sonra da Cumhuriyetçi Parti şimdiki başkan ve başkan yardımcısını, Donald Trump ile Mike Pence’i, yeniden aday gösterdi.

Yapılan törenlerde Biden ve Trump uzun birer konuşma yaptılar.

Biden ile Trump’ın konuşmalarının hemen ardından, ülkenin belli başlı gazeteleri, ajansları, haber kanalları, her iki konuşmada ifade edilen görüşlerin gerçeklerle ne kadar örtüştüğünü tek tek inceleyen araştırmalara yer verdiler.

Reklam

Hiç kuşkusuz, adaylar konuşmalarının böyle sıkı bir denetlemeden geçeceğini bilerek kürsüye çıkmışlardır.

Öyle olmalı ki, Demokratlar’ın adayı Biden’ın konuşmasında yaptığı birkaç hatanın, mübalağaya kaçmama endişesi sonucu kasten yapıldığı anlaşılıyor. Salgın hastalık sırasında işini kaybeden Amerikalı sayısını “50 milyondan fazla” diye yuvarlamış sözgelimi Biden; oysa doğru rakam 57.4 milyonmuş…

Trump’a gelince… CNN’nin gerçek denetçisinin ifadesiyle, Trump tam bir ‘seri yalancı’… Hani çok sayıda cinayet işleyene ‘seri katil’ deniliyor ya, işte Trump da ‘seri yalancı’… Konuşması boyunca kendini ve dönemini övmek için kullandığı ifadeler, rakamlar, hatta benzetmelerin altı boş; çoğu yalan çıktı. 

[Yalan söylemek, abartmak, gerçekleri eğip bükmek ‘popülist’ bilinen politikacıların ortak özelliği. Filipinler’den Belarus yoluyla Macaristan’a uzanan zincirde popülist politikacılar hiç sıkılıp arlanmadan yalan söyleyebiliyorlar. Trump da onlardan biri.]

Amerikan halkı, orada artık yerleşik hale gelmiş ‘Molla Kasım’ türü bir görevi üstlenmiş ‘gerçek denetçisi’ gazeteciler tarafından bu konuda aydınlatılıyorlar. Sonrası halkın kendi bileceği iş. Yalandan tiksinenler kadar, yalanı mübah gören taraftar seçmenler olduğu da muhakkak. Ancak, Amerikan medyası, seçmene gerçeğin fotoğrafını sunuyor ve görevini yerine getirmiş oluyor.

Bizde de kendisini yakın gördüğü taraf adına rakipleri kötü göstermek için kalem oynatanların eleştirileri aynı amaca hizmet ediyor olarak kabul edilebilir mi? Sanmıyorum. Çoğu kez onların ‘yalan’ dedikleri ‘gerçek’, ‘gerçek’ olduğuna kalıp bastıkları ‘yalan’ olabiliyor çünkü.

Gazetelerin sayfalarında, televizyon ekranlarında, okurları ve izleyicileri bilgilendirmek için yazılıp söylenmesi gerekenlerin bilerek isteyerek gizlendiği bile oluyor. Bu yüzden de bizde politikacılar arasından, yarın yalan olduğunun anlaşılacağını bile bile gerçekleri yamultarak konuşanlar çıkabiliyor.

Yalan söyleyecek değilim; ben yalancı politikacıları suçlamak yerine, onların yalanlarını yüzlerine vurmayan medyayı bu konuda suçlu buluyorum.

Gazetecilik kamu hizmeti olarak kabul ediliyorsa, bunun sebebi, gazetecilerin vatandaşın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkını karşıladıkları varsayımıdır.

Neyse, daha ileri gitmeyeyim ve şu tezle yetineyim: Bugün Yunus Emre’lere ihtiyaç olduğu gibi, eğri büğrü söyleyenleri düzeltecek Molla Kasım’lara da ihtiyaç var.

ΩΩΩΩ

Reklam

68 YORUMLAR

  1. Erdoğan’ın İBB başkanlığı dönemindeki başarılarının eşine ender rastlanır bir başarı düzeyine karşılık düştüğü kuşkusuz. Aynı şeyi, Erdoğan’ın eşitler arasında birinci olduğu AK Parti’nin birinci dönemi için de söylemek gerekir. AK Parti, Türkiye siyasal yaşamını alt üst eden, gözümüzün nuru bir kitle partisi idi. Siz üç söylerseniz ben beş söylerim ilk dönemin başarılarına ilişkin olarak.

    Erdoğan’ın liderlik konusundaki sıradanlığı ve vizyonsuzluğu, sizin birer mazaret olarak sıraladığınız süreçler sırasında ve o süreçler vasıtasıyla açığa çıkmaya başladı.

    Gezi kalkışması: A. Gül, B. Arınç gibi deneyimli ve meselelere çok yönlü bakabilen partililerin sesine kulak verebilirdi. Gezi’nin şiddeten beslenen başa bela sosyalist gurupçukların eline düşmesinin önünü almak pekala mümkündü.

    17-25 Aralık operasyonları: Evet, ahlak dışı ve gayrı meşru bir Cemaat operasyonu idi. Tıpkı yolsuzlukların ahlak dışılığı gibi. Opersayon savuşturulduktan sonra, yolsuzluğa bulaşmış bakanlar yüce divana gönderilebilrlerdi. Yanısıra, yolsuzluklara son verip yolsuzlukların hesabını soracağını söylemiş isen, açık vermeyeceksin. Bu kadar basit.

    15 Temmuz, Suriyeli mülteci akını, sözde ortağın Kürdistan kurma girişimi, pandemi.

    E hani nerde olağanüstü dünya lideri, sıradışı vizyon, güçlü ve büyük Türkiye?

    15 Temmuz: Devletin bilimum istihbarat kurumları elinde. Kalkışmak isteyenler varsa kalkıştırmayacaksın.

    Suriyeli mülteci akını: Akıllı dış politika izleyeceksin, attığın adımların olası sonuçlarını hesaba katacaksın.

    Kürdistan kurma girişimi: Madem büyük ülkesin ve bölgenin en güçlü ülkesi Türkiye’nin rızası olmadan Orta Doğu’da kimse adım atamaz, o söz konusu girişimi namümkün kılacaksın.

    Mesele mazaretlere sığınmaksa, diğerleri de Kıbrıs savaşı der, Marmara depremi der, der oğlu der.

    Bize gelecekten söz etmeyin, Özer Bey.

    Ölçü bugün.

    Erdoğan’ın tek başına liderliğinde, yeni dostları ile ülke iyi yönetiliyor mu?

    “Evet” ise, Erdoğan tek başına lider olup partiyi kendisinin malı haline getirdiğinden bu yana neden AK Parti 5 yılda yüzde 14 oy erezyonuna uğradı?

    Mazeretleri bırakalım bir kenara. Erdoğan’ın yeni ortaklarıyla her şeye kendi damgasını vurduğu döneme bakalım.

    Ne var o dönemde?

    “Başarı” ise o dönemin tanımlayıcı sözcüğü, huzur ve özgüven içinde arkanıza yaslanın, benim gibi “Bittik, mahvolduk!” çadır tiyatrosunun akla zarar maskaralıklarını tebessümle izleyin.

    Erdoğan’ın bir şey yönettiği yok.

    Vesayetçi seküler azınlık, Erdoğan eliyle çoğunluk oldu, iktidara geldi.

    Ondan beklenen biricik şey, muhafazakarları peşinden sürükleyip kurgulanmış oyunda kendisine biçilmiş rolü oynamak, azınlığın çoğunluk olamama derdinin ilacı işlevi görmek.

    Rolünün gereğini yerine getirme kapasitesini yitirdiğinde (ki oraya gidiyor) ortaya nasıl bir resim çıkacağını göreceğiz.

    Bunun için fazla beklemeyeceğiz zaten.

    • 17-25 operasyonu sonrasında bakanlar yargılanamazdı. Bakanlardan birisi, Bayraktar, açıkça tehdit etti Erdoğan’ı. O zaman Başbakan da yargılansın, herşeyden haberi vardı dedi. Yani? Fetö ve Akp ortaklığının kirli bir ortaklık olduğu baştan belliydi. İkisi de kendi çıkarları için ortaktılar. Böyle bir çıkar ortaklığının patlaması kaçınılmazdı. Cemaat en sonunda kendini patlatmaya kadar gitti ve ülkenin tüm dengelerini ve yönetimini bozarak gitti. O gitti ama mirası kaldı. Aynı yöntemlerle aynı taktiklerle kadrolaşmalar, yandaşları beslemeler zirve yaptı. Artık bir değil binbir fetömüz var. Şimdi hangisi patlayacak diye bakıyoruz.

  2. Sayın Özer İyibaş’a cevabımdır

    Erdoğan İBB Başkanı iken zamanın Hükümetleri köstek olmadı, destek oldular. Erdoğan ise CHP’ye geçti diye İBB’nin Hamidiye su satışlarını bile kısıtlamak için Kamu kuruluşlarına o suyu almayın diye talimat verdi, onlar da İBB ile sözleşmelerini iptal ettiler. Maaş ödemeleri dışında İBB’ye zırnık vermiyor.

    Eskiden enflasyon yüksekti doğrudur, fakat dış borçlanma ile enflasyonu düşürmeye çalışmak yerine ekonominin kuralları uygulanıyordu. Ayrıca maaş zamları da ona göre yapılıyordu. 2002’de toplam dış borç 130 M$ iken şimdi 450 M$’dır. Ayrıca 200 M$ kadar özelleştirme ile yabancılara konut-arsa-arazi satışı yapılmıştır. (M=Milyar)

    “Kendinden önceki bazı borçları sahiplenmesi ve gereğini yapması ise siyasi tarihimizde pek görülmüş bir şey değildir” demişsiniz ama her zaman böyle olmuştur. Hatta M.K.Atatürk Osmanlı’dan kalan borçları ödemiştir.

    2002-2011 AKP dönemi sınıfı geçer, zira 1923-2002 ortalama kalkınma hızına (%5,1) oldukça yakındır (%4,9). 2012-2019 ortalama kalkınma hızı ise sıfıra yakındır. Daha yüksek görünmesinin nedeni 2009 yılının baz alınarak hülle yapılmasıdır. Zira 2009 yılında Dünyadaki Mortgage krizi nedeniyle Türkiye’de de negatif büyüme (-%3,5) gerçekleşmiştir. Buna göre sonraki bir yılda kalkınma hızı sıfır olsa bile +%3,5 çıkmaktadır.

    17-25 Aralık 2013 yolsuzluk iddiaları doğruydu, AKP seçmeninin yarısı bile böyle düşünüyor ama önemsemiyor. / Taksim’e Topçu Kışlası AVM’si yapmak istersen olay çıkar tabi / Suriye sorununu ve dolayısıyla mültecileri başımıza Erdoğan bela etmiştir. / 15 Temmuz operasyonu Erdoğan’ı devirmek için yapılmamıştır. Kimler devrildiyse onun için yapılmıştır. / Suriye Kürdistanı girişimi daha AKP kurulmadan önce vardı zaten. Çözüm süreci ile Kürt milliyetçiliğini kim azdırdı? Kobani’ye Peşmerge yardımını Türk topraklarından kim geçirdi? / 2023 hedeflerinden birisi 500 milyar dolar ihracat diğeri ise 20 bin dolar kişi başı milli gelir idi. Na’ber !

    Cumhuriyet tarihinin en müsrif, beceriksiz ve cahil liderini eleştirmek bir vatan ve namus borcudur. Biz aman CHP gelsin falan demiyoruz. En kötüsü gitsin de şöyle bir kendimize gelelim diyoruz.

    • Sayın fkt devletbaşkanımız ibb başkanı iken dönemin hükümeti tarafından hapse atılıp görevi elinden alınmamış mıydı, sorması ayıp olmasın? Köstekmiş…

      • Onu yapan dönemin Hükümeti değildi. 28 Şubatçı sözde derin devletti. Onların da gizli amacı ılımlı islamı iktidar yapmak için yarattıkları mağduriyetlere etkili bir hikaye daha eklemekti. Nitekim 3 ay sonra hapisten çıkarıldı, yasakları kaldırıldı ve ışık hızıyla Başbakan oldu. Deniz Baykal da sözde derin devletten aldığı talimat gereği bütün bu işlemlere TBMM’de yardımcı oldu. (Yaşın tutuyorsa hatırlarsın veya araştırarak öğrenebilirsin)

        • saçmalama, RP ye antilaik diyerek 28 şubatı yap, canının istediğini koalizyon yap, arkasından gecelik faizler sonunuda kriz, ısmarlama kemal derviş, DSP içinde parçalanma koalisyon dağilma eee ne bekliyon, gene askeriye mi kuracaktı yoksa tepki oyu mu, sence hangisi olur, kimi devirdilerse o gelir, bunun için komplo teoriye gerek yok, tabi ki hapisteki RTerdogan gelecek

  3. 1) Yeni Şafak’ın 27 mayıs 2019 tarihli tweeti şöyle:
    “Trakya’da, 20 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi bulunmasının ardından bölgeden bir müjdeli haber daha geldi.”
    https://twitter.com/yenisafak/status/1132882307130507265
    Yalan bunların mümeyyiz vasfı.
    2) “Söylediğimiz her yalanla gerçeğe borçlanırız. Er ya da geç, o borç ödenir.”
    Bu da Çernobil dizisinden bir alıntı… Yalan bunlarda, yolsuzluk bunlarda… Hakikati susturmak zorundalar. Hakikat bu adamların bekası için en büyük tehdit. O yüzden basını büyük oranda bitirdiler. Neyse ki internete güçleri yetmiyor. Tabii şimdilik.

  4. Dünün yalanlarını hatırlayınca bugünkü yalanlar zerre kalır molla Kasım sadece kendi bildiğinin doğru olduğunu zanneden kişi kızdığı Yunus’a sonradan anlayan kişi eleştirisinde haksız olduğunu anlayan kişi siyonistlerde istemediği kişileri hertürlü suçlamayı yaparlar CNN wasihnton post ve benzerleri trupmpı yalancılık la suçlamaları normal bizim insanımızada yıllarca yalan söylediler sadece siyasetçiler değil bilm adamından cemaatlarına kadar bizim siyasetle işimiz olmaz diye insanları ağlarına düşürdüler yoldular ve kullandılar koskoca yalan lar dindatlık kisvesi adı altında söylediler

  5. Malesef yalan dolanla içiçe pek çok meslekten biri ve kesinlikle açık ara en zoru siyaset. En zoru çünkü hep göz önünde olmak, çok fazla konuşup vaadlerde bulunmak, sürekli sizi beğenmeyenlerin haklı-haksız eleştiri yağmuruna maruz kalmak ve nihayetinde sandıkta seçmenlere hesap vermek zorunluluğu diğer mesleklerin hiçbirinde bir arada bulunmaz. Örnek olarak sahne ve gösteri dünyasında da yalanın ve sahteliğin çok olduğu söylenir ama orada hesabını vereceğiniz vaadler vermeniz gerekmez. Bu noktada Türkiye siyasetinde de böyle bir kaygı taşıyan siyasetçi sayısının pek az olduğunu, onların da “milletin adamları” olarak anıldıklarını belirteyim. Siyasete temiz olarak girebilenler sahte yüz ve sözlerle içiçe yaşamayı, sahtelerin arasından sahici olanlarını ayıklamayı ve en önce kendisi için sahici kalmayı becerebilmelidir. Aksi durumda hiç durmaksızın dönen yalan ve entrika çarklarında öğütülüp, milletin kuyumcu hassasiyetindeki terazisinde fazla bir ağırlığı olmayacak/kalmayacaktır. Millet nazarında fazla kıymeti olmamasına rağmen ittifak dengeleri açısından değer ifade edebilir, o ayrı.

    Tayyip Erdoğan sahici bir siyasetçi. Sahiciliğinin ölçülebilir kriteri İBB Başkanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak başarageldikleridir. İstanbul ve Türkiye için başarılmış destansı icraatlar derlenecek olsa pek çoğunun altında Tayyip Erdoğan imzası görülecektir. İnsanüstü bir enerji ile koşturan ve konuşan birinin değişik zamanlardaki birbiriyle çelişen 10 belki 20 kadar sözünü yalan olarak değerlendirmek insafsızlık olur kanımca.

    Bu noktada iflah olmaz müzmin muhalif gözlüğü ile bakanların dahi anlamakta zorlanmayacakları bir kaç örnek vereyim:
    – İstanbul’un su, çöp ve hava kirliliği problemi tahammül edilemez boyutlara ulaşmışken, 94 devalüasyonu ile ekonomik sıkıntıların üst düzeye ulaştığı bir zamanda bu sorunlara pansuman ile değil neşter ile uzun soluklu kalıcı çözümler üretebilmiştir Tayyip Bey.
    – Türkiye’nin bir enflasyon canavarı vardı eskiden. Dünyada örneği pek az olan çok yüksek enflasyona ülke olarak mecburuz zannederdik. 2001 krizi ile dibi görmüş, bizzat Ecevit’in itirafıyla deprem yardımları ile memur maaşlarını ödemeye çalışır durumdaydık. Tayyip Bey, enflasyon canavarını literatürümüzden kaldırmakla yetinmemiş, bol sıfırlı paramızdan altı sıfır atma meselesini de nice çok bilmişin muhalefetine rağmen başarmıştır.
    – KEY ödemelerinin hak sahiplerine ödenmesi, yabancı vakıfların haklarının iadesi gibi kendinden önceki bazı borçları sahiplenmesi ve gereğini yapması ise siyasi tarihimizde pek görülmüş bir şey değildir.

    AKPARTİ’nin icraat geçmişinde daha nicelerini bulabileceğimiz pek çok başarı, buradaki pek çok kişi tarafından FETÖ’lü, takdire şayan ilk döneme nispet ediliyor. Peki başarısız bulunan ikinci dönemde neler oldu? Gezi kalkışması, 17-25 Aralık operasyonları, 15 Temmuz darbe girişimi, Suriyeli mülteci akını, sözde stratejik ortağımızın açıktan Kürdistan devleti kurma girişimi, pandemi… Bütün bunlara rağmen her alanda iyiye ve ileriye doğru atılımlar ve yatırımlar devam ediyor.

    Cumhurbaşkanı Erdoğan 40 fabrikanın toplu açılışını gerçekleştirdi: Tarihi bir adım atıyoruz
    https://www.yenisafak.com/ekonomi/son-dakika-haberleri-cumhurbaskani-erdogan-salgin-sartlarina-ragmen-uretime-ara-verilmedi-3555121

    AKPARTİ’nin beğenilmeyen ikinci döneminin başında koyduğu 2023 hedefleri ilk açıklandığında 2011 şartlarında ne kadar uçuk ve ulaşılmaz bulunduğunu gayet iyi hatırlıyorum. Bugün, o hedefleri dahi geride bırakabileceğimiz konuşuluyorsa demek ki tüm olumsuzluklara rağmen hedefe yönelik kararlı adımlar atılmış ve atılmakta.

    Bernar Bey benimle geleceğe dair iddialaşmak istemiş. Gelecek meçhul olduğu için geçmişle ilgili değerlendirmeyi daha kolay ve anlamlı bulsam da kendisini kırmamak adına gelecek öngörümü şöyle ifade edeyim: Erken seçim benim beklemiyorum. Eğer gerçekleşirse, ekonomik açmaz ya da Sayın Bahçeli’nin ani bir manevrası nedeniyle değil, teknik olarak Sayın Erdoğan’ın yeniden adaylığını mümkün kılmak ya da Allah hayırlı, uzun ömürler versin kendisinin vefatı durumunda bir zorunluluk olarak gerçekleşir diyorum. Dünya devlerini bile sıkıntıya sokan pandemi ile bağlantılı ekonomik sıkıntıları Türk seçmene anlatmak için prompter bile gerekmez ?

  6. Kendisinden başka herkesi yalancılıkla suçlayanlara sorumu tekrarlıyorum:
    “Masum olduğunu bildiğiniz halde hapse atılmış birisi, sizin vereceğiniz bir yalan beyanla serbest bırakılabilecek olsaydı ne yapardınız?
    Yalan söyleyip o masum kişinin hapisten çıkmasını mı sağlardınız, yoksa ben yalan söyleyemem deyip rahat bir uykuya mı dalardınız?”
    İşinizi biraz daha kolaylaştırmak için ipucu da vereyim, belki içinizde çokbilmiş, pek bir kuşkucu, ortak akıl bağımlısı, konu adaletse kılı kırk yarıcı elemanlardan birisi ortaya atılır ve cevap verir:
    Velev ki mapusdamındaki kişi bir “fetö mağduruymuş” olsun?

  7. Yalan söyleyene değil!
    Yalanlara kol kanat gerenlere bakmak gerek!

    Kendisinden Allah Razi olsun, bunlaride son 4 yılı 5 aydır burdakı çeşitli kılıklara Cahiliye dönemi yaşatmak isteyen biatcıları’nın bütün yalan ve iftiralarını devam ettiren din satıcılarının MAŞALARI’NA bu sitede tabiri caizse at oynatmalarına musade edebilecek kadar sabrı ve engin Taha Kıvanç viziyonu sayesinden mantık ve insanlıktan nasiplenmemiş ADETA “Ben CAHĮL BIR EMIR ERIYIM” diye haykirarcasina sergiledikleri Maharetler ve , sayın Korunun sayesinde öğrendık, ve õğrenmeyede devam ediyoruz..

    Tıpkı dünkü benim yorumuma yorum yazan, erdoğan hayrani gibi olanlar.

    “Anadolu”
    29 Ağustos 2020 At 13:30
    “Peki, siz hic ABD ve diger devletlerin dunyanin dort bir yaninda ne isi var diye sordunuz mu?”
    Bu soruya! Benim bir kaç soru ile cavap vermek istiyorum…

    1- Libyaya, Iraka Suriyeye! Giren baş komutana ” sen oğullarına neden Askerlik yaptırmadığını sordunuzmu?

    2- paki siz ABD Suriye iç savaşinda Türkiyenin isteği üzere ÕSO elamanlarını Türkiyede eğitmek için õdediği paralar ve suriyede esada karşı savaşmak için verdikleri silahları IŞIda satarak onlara karışanları.
    Daha sonra maaşlarinj dolar üzerinden bu ihanet çetesini Libyaya niye gönderdin diye sordunuzmu?

    3- daha sonra zamanın TÜRKIYE BAŞBAKANI. EYYY IŞIT seslenerek “siz Müslümansanız rehin tutuğunuz konsoluk gõrevlilerini serbest BIRAKIN… dediği o olaydan haberi olmasına rağmen hatta Bahçeli ve partisi o zaman meclisi ayağa kaldıdıklari halde hiç kimseyi dinlemdi ve õnlem almadığının nedenini sordunuzmu?

    4- TURKIYEDE o kadar fakir fukaranın rızkından keserek diş ülkelerde yandaş mutahitlere miliyar dolar õdiyerek neden Cami gaptıdığını sordunuzmu?

    5- Gene Miliyolarca dolar maaş idiyerek Yurt dışına Imam atamasını sebebini sordunuzmu?

    Not: dış ülkelerde kendi inançlarınıc yaşamak isteyenler, Sinegog ve tapınklarını bütün masraflarıni ve imam dini liderlerini maaşlarını ceplerinden õdiyorla.
    Maalesef bizim iş peşinde değil rant peşinde koşan politikacilarin kendi çıkarlar için Dini alet etmeleri bu cahiller ordusu tarafından destekleniyor.
    Bunlar Türkiyeye Irakin Sadam usulu Bilim adamlari, mollalar,fetvacilar, gazeteciler, yazarlar, iftiraciler vb,vb yetiştirirlerkende onlari savunacak yezid usulu ordular kuruyorlar.

    • Doğruyu övüp yanlısı eleştirmek erdemdir.Burada salya sumuk hakaret etmek sadece acz içinde ruhunu satan başta feto sonra da onların yardakcilarina mahsustur.Lutfen hakaret dilini bırakıp insan onuruna yaraşır düşüncelerinizi paylasiniz

    • Sn. Meral Akşener, geleneklerine de bağlı çağdaş Türk kadınının mümtaz temsilcilerinden birisidir. Kendisini destekliyor ve başarılı çalışmalarının devamını diliyorum.

  8. Bize Ömer’lerden ziyade “Yaptığın yanlış ise seni kılıcımızla düzeltiriz” diyen arkadaşları lazım…

    Bize Harun Reşit’lerden ziyade “Yaptığın bu saraylar kendi parandan ise israf, kamudan ise hem israf, hem de haramdır” diyen âlimler gerek…

    Bize Fatih’lerden ziyade “Eğer verdiğim kararı kabul etmeseydin, elimdeki bu topuzla kafana vuracaktım” diyen hâkimler lazım…

    Sıhhat ve afiyetle,

    • Yüksel bey siz duraklama çağındasınız heralde?Türkiye laik, çağdaş, sosyal, demokratik ve anayasal bir hukuk devletidir; bu taleplerinizi karşılayabilecek bir yönetimi belki biraz daha güneydeki sevdiğimiz ülkede bulabilirsiniz, yoksa buralarda adamı madara ederler, benden söylemesi…

    • hiçkimseye yapılan yanlışı kılıçları ile düzeltecek insanlar lazım değil.
      herkesin düşüncesini, yanlış bulduklarını söyleyebileceği özgür bir ortama ihtiyaç var.
      – Ömer döneminde birilerinin böyle söylemiş olması, yapılanın doğru olduğu anlamına gelmez.
      sadece ve sadece ömer döneminde birilerinin bu şekilde konuştuğu anlamına gelir.
      – Aynı insanlar hz. ömer ile yok olmadılar. muaviyeyi, hz osmanı niye kılıçları ile düzeltmemişler.
      geçin artık saçma sapan ifadeleri.

      • hz ömerden alınacak ders, arkadaşlarının “seni kılıçlarımızla düzeltiriz lafı” olmamalı. ahlakı, adalete bağlılığı, dini ritüellerin dışında esastan anlaması, yani ahlakı örnek alınmalı, güvenilirliği örnek alınmalı.

        • doğru dediniz hamza bey! ama yüksel bey de bunu diyor zaten. yalnız “kılıçla düzeltme” meselesini fili bir şiddet uygulaması olarak kullanmıyor yüksel bey, bunu bir kavram olarak kullanıyor.

          “kılıçla düzeltiriz” sözü doğrunun en güçlü olduğu döneme ait bir söz. yani millette hakim olan doğruluğu ihlal edersen seni bir şekilde kılıca gerek kalmadan düzeltiriz çünkü toplumun her kesimine doğruluk hakim, senin memurların da dahil manasına gelir. bu bağlamda Hz. Osman r.a. kılıçla düzeltilecek hangi yanlışı yapmıştır ki düzeltmemiş olsunlar.

          Muaviye ise toplumda doğruluğun azalma, yanlışların da artma gösterdiği bir dönemdir ki; hz.Ali r.a. bu zamanda şehit edilmiş, yanlışlar dönemi de başlamıştır ve artık doğrunun üstünlüğü yerini yanlışın üstünlüğüne bırakmıştır ve bundan sonra doğrunun kılıcı kafi gelmez olmuştur. kerbela vakası da böyle bir zamanda yaşanmıştır.

          • Dinbaz dinciler kendisinden bahsederken “Hz. Muaviye” diyor. Cahil dincilerinse dünyadan haberi yok zaten.

  9. “. . .CEK”, “. . . CAK” gelecek zamanın fiil çekimi ekleri. Cümle içinde kullanım örnekleri için bkz:

    “[10 projenin detaylarına da kısaca değinmek istiyorum.] Atlas firmamız (. . .) üreteCEK. Dirinler firmamız (. . .) malzemelerini üreteCEK ve 5 yılda (. . .) oluşturaCAK. Durmazlar makina (. . .) lazerleri üreteCEK. Dualus firması (. . .) bilya üreteCEK. Türkiye, bu projelerle yılda yaklaşık 30 milyar dolar daha az cari açık vereCEK.”

    “Bugün ve yarın taze bitti, size uzak gelecek verelim” diyor Reis.

    Yakışıyor da.

    • Sn Bernar Şöyle bir çerkezköye gitsen , oradan çorluyu dolaşsan sonra çıkıp Gebze organizeyi sonrasında İzmit te turlasan sonra adapazarı oradan düzce ankara konya sırasıyla Antep filan bi dolaşsan kim ne üretiyormuş mış anlayabilirsin ancak anlamak için idrak görmek için göz lazım .
      Kim ne üretiyor göreceksiniz ama maalesef bardağın hep boş tarafına baktığınız için
      hep susuz kalıyorsunuz.

      • Güzel söylemişsiniz de mesele bu değil. R.T.Erdoğan öyle konuşuyor ki sanki ondan önce bu millet at arabasına biniyordu, tarlada öküzler çift sürüyordu, evlerde tel dolaplar vardı. Adalar 1912’de değil de 1923’te verilmişti. Say say bitmez. Kendini dev aynasında görüyor!

      • Ekonomide ve üretimde nerede olduğumuz bu tür “gezelim görelim” turları ile anlaşılmaz, Ahmet Bey. Beni idrake ve görmeye davet ederken saçmaladığınızın farkında değilsiniz.

        Bir halt ürettiğimiz yok. Tarım da bitti, hayvancılık da bitti. İthal etmediğimiz tarımsal ürün kalmadı desek yeri var. Bırakın bu Damat ve A Haber tadında çocuksu lafları. Devlet de vatandaş da, özel sektör de borç batağında. Sözünü ettiğiniz yerleri dolanırken, hepsi devletin kendi verileri olan aşağıdaki verileri de görebiliyor musunuz?

        (1) Türkiye’de çalışabilir nüfus, son bir yılda 61 milyon 261 binden 62 milyon 320 bine çıkarken çalışan sayısı 32 milyon 401 binden 29 milyon 388 bine düştü.

        Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bugün yayınladığı Nisan ayı işgücü istatistiklerine göre, çalışabilir nüfus 1 milyon 59 bin artmasına rağmen işgücü piyasasında olanların sayısı 3 milyon 13 bin azaldı.

        2019 Nisan ayında toplam istihdam 28 milyon 199 bin hesaplanırken, bu yılın aynı ayında toplam istihdamın, 2 milyon 585 bin kayıpla 25 milyon 614 bine gerilediği görülüyor.

        (2) Ülkenin 21 ilinde, emekli sayısı, çalışan sayısının üzerinde. Yetişkin nüfusun 12 milyon 324 bin 186’sı devletten aldığı emeklilik, malullük, ölüm aylığı, dul ve yetim maaşı ile geçinmeye çalışıyor. SGK’nın 2019 yılı sonundaki bütçe açığı 41,5 milyar TL. Bu, 2018’e oranla yüzde 163’lük bir artışa karşılık geliyor.

        (3) Toplam işsiz sayısını, genç işsizlik yüzdelerini de ekleyebilirm. Son dört yıl içinde tarımsal ürün ithalatındaki artıştan, buna giden milyar dolarlardan, bunun dış ticaret açığındaki payından vs. da söz edebilrim. Lakin, sizin tartışmayı buralara çekmeme izin vermeyeceğinizi biliyorum.

        Siz, inanmışsınız. Erdoğan, Damat vfe havuz medyasının söylediklerinin gerçekliğine inandırılmışsınız. Size karşı hiçbir argümanım güçlü olamaz. Akıl, inanç karşısında her zaman yenilir.

        Eğlenceli şeyler yazmak daha doğru. Öyleyse:

        Ekonomi ve maliyeden sorumlu şaşkına soruyorlar: “Döviz kurlarındaki artış beni kaygılandırıyor. Yersiz mi bu kaygım?”

        Şaşkın, soruya akla zarar bir soruyla karşılık veriyor: “Aylık ücretinizi dolar üzerinden mi alıyorsunuz?”

        Adam, aylık ücretini dolar üzerinden alan insanın kurdaki yükselişten avantaj elde edeceğini bilmekten bile aciz.

        Sayın Kulat’ın alaycı twitini kopyalayıp yapıştıralım, selam edelim:

        “Halen aktif 28 milyon icra dosyası var. Her dosyada 1 icraya veren 1 de icraya verilen olduğuna göre, icraya muhattap kişi sayısı 56 milyon. Tüzel kişilerle (şirketler ve şirket ortakları) bu sayı 95 milyon. HERŞEY YOLUNDA.”

    • Cari açığı 1 yılda 30 milyar dolar düşürecek ha. O zaman bu doğalgaz müjdesinden çok daha büyük bir müjdedir. Neden daha havalı bir tören yapmadılar acaba? Belki de bu kadar müjdeyi kaldıramayız diye düşünmüş olabilir.

  10. Üç gün önce “liderimin aleyhine konuşursam “ yüzüme tükürün diyenlerin yalanları da dahil mi

  11. bir zamanlar bir ülkede rektör olmak için kitap makale yabancı dil gibi gereksiz şeyler için uğraşmaya değmezmiş.
    sadece saraya bağlılık mektubu gönderdiniz mi o mektup yetermiş.
    üniversiteye rektör olarak kapağı attın mı yedi sülalen de seninle beraber devletin imkanlarına kavuşuyormuş.
    bu ülke ve bu rektörler gerçek değil hayal mahsuludür.
    böyle bir ülke zaten ülke olamaz.
    o ülke kendini dev aynasında görenlerin çadır devletidir.
    muz cumhuriyetlerinin bile böyle rektörleri olamaz.

  12. Acaba yanılıyor muyum, tamamen emin değilim. Fakat bunca yıldır yaptığım gözlem ve okumalardan şöyle bir sonuca vardım. Siyasette en çok yalanı muhafazakar ve dindar veya öyle görünen siyasetçiler söylüyor. Laik siyasetçiler de sütten çıkmış ak kaşık değiller tabi ki fakat onlar bariz bir şekilde daha az yalan söylüyorlar.

    Bunun nedenini de şöyle yorumluyorum. Dini değerler insanlık tarihinin bir mirası olduğu gibi insanın fıtratında da kendiliğinden var. Bir siyasetçi mesajını dini değerleri doğrudan veya dolaylı olarak kullanarak verdiğinde bazı insanların beyni herhangi bir filtre uygulamadan bu mesajı alıyor. Filtre devre dışı kaldığı için yalan veya abartılı mesajlar da geçebiliyor. Oysa laik siyasetçi mesajlarını salt akılcılık üzerinden verdiği için insan beyninde filtreler çalışmaya başlıyor ve yalan veya abartılı mesajlar eleniyor. O yüzden laik siyasetçiler pek yalana başvuramıyorlar.

    Bu yorumu siyah-beyaz olarak değil, grinin çeşitli tonları ile değerlendirmek gerekir. Fakat ayrıntılar bir yana son tahlilde durum böyle sanki! Eski bazı yorumlarımda Türkiye’de sağ partilerin bu nedenle siyasi bir şımarıklık içinde olduklarına da değinmiştim. (Not: Bu yorum Türkiye için yapılmıştır, Dünya çapında değerlendirmeyi sosyal bilim uzmanları yapsın.)

    • Sn.bernar arkadaş alınmasın ama ateyizin yalancısı hiç çekilmiyor sayın fkt! A.nesin miydi neydi vaktiyle türkler et yiyemediği için aptal oluyor filan demiş; sonradan ortaya çıktı ki meğer tam tersiymiş, et yiyenler öküze dönüşüyor ama bitkisel beslenenler daha yüksek IQya sahip oluyorlarmış! Şimdilerde balık yemiyorlar da ondan filan diyorlar ama az kaldı, insan olan vejeteryendir noktasına da geleceklerdir; sivrizekalı hayvancılar…

    • Dindar muhafazakar arkadaşlar gücenmesinler, ama gözlem ya da çıkarsamanız bana doğru görünüyor. Bu, sizin de işaret ettiğiniz gibi, laik siyasetçilerin ahlaki açıdan daha iyi durumda olduklarını, ya da laik seçmenlerin muhafazakar partilere oy veren yıığınlardan ahlaki açıdan daha donanımlı olduklarını söylemek ya da bunu ima etmek anlamına gelmiyor.

      Muhafazakar yığınlar, siyasetçilerin dini referanslara göndermede bulunmaları dolayısıyla, o siyasetçileri kendilerinden sayıyorlar. Eleştirel değil, aksine, kollayıcılsar kendi siyasetçilerine karşı. İstismara daha açıklar. Sizin yerinde ifadenizle söylersek, dini söylem ya da dini imalarla zarflanmış aldatıcı mesaj, zihindeki filitreleri devre dışı bırakıyor.

      Ben, bunun yanısıra, meselenin geleneksel muhafazakar kültürdeki sonu gelmek bilmez ‘kurtarıcı lider’ ihtiyacı ve arzusu ile de ilgili olduğunu düşünüyorum. Süleyman Demirel, “Baba” idi, T. Çiller sık sık kendisini “Ana” olarak pazarladı.

      “Reis” de bu kültürel geleneğin bir iması.

      Muhafazakar tahayyülde, kolektif olarak liderliği kabul görmüş siyasi lider, “ülkesini çok seven, kalbinde Allah korkusu olan, mert, cesur, gecesini gündüzüne katan, bir yanlışa düşmeyecek kadar zeki, on yıl sonrasını görecek kadar vizyoner, bütün dertlerin ve düşmanların sayesinde bertaraf edildiği ve edilmeye de devam edeceği bir mucize, bir şans”.

      Yani, “siyasi lider” ötesi lider, “lider ötesi lider”.

      Laiklerin de benzer bir ‘kurtarıcı mehdi’si var: M. Kemal. Fakat, M. Kemal, laiklerde bir biricklik ve istisna olarak kalıyor lider kutsaması bağlamında.

      M. İnce’nin siyaseten tükenişi için, seçim gecesi ortalıktan kaybolması yetiyor, örneğin. Ama, sayısız kere dün dediğinin tam tersini söylemiş, adeta bir tutarsızlık ve samimyetsizlik abidesi olan Erdoğan, her ne yaparsa yapsın, o ‘mehdi gibi’ eşsiz ve biricik kurtarıcı.

      Nasıl kolektif laik tasavvurda sık sık 10 Kasım’da dile gelen “Sen olmasaydın olmazdık” inancı sorgulanmadan kabul gören bir inanç ise, pek çok muhafazakar için Erdoğan aynı şeyi ima ediyor. Fakat, söylemek gerekir ki, M. Kemal’e yönelik bu akıl dışı tasavvur, bir istisna. Yakın zamanlardaki hiçbir laik siyasi lider, bu tür saçma ve irrasyonel kutsamaya muhattap kılınmadı. Ecevit dahil.

      • Mustafa Kemal Atatürk için söylenen “sen olmasaydın biz olmazdık” sözünün dayandığı bir temel olgu var. eğer bu temele vurgu yapmazsanız bu sözün mahiyeti ve Atatürk ‘ün kült bir lidere nasıl dönüştüğü meselesi anlaşılmaz, haliyle Erdoğan ile Atatürk arasında var olan benzerlik de görünmez olur. halbuki Atatürk ile Erddğan arasında bu manada ciddi bir benzinlik var ve bu her fırsatta vurgulanmalı. (bence tabi)

        • Atatürk Kurtuluş Savaşını kazanıp bize dayatılan Sevr’i geçersiz kılarak kült lider olmuş. Buna göre dinbaz-dinci takımı da Erdoğan’a “sen olmasaydın biz olmazdık” diyorlar ve aralarındaki benzerlik budur mu demek istediniz? Eğer bu ise haklısınız. Fil ile farenin de benzer tarafları vardır.

          • Baran bey. Atatürk ile Erdoğan arasında nasıl bir benzerlik kurduğunuzu anlayamadım. Malum ben biraz zor anlıyorum da.

          • Baran Bey’in gaye ve telaşı, benim “lider kültü” örneklemem üzerinden zıplayıp meseleyi M. Kemal ile Tayyip Erdoğan karşılaştırmasına getirmek. Bu hevesini açıktan gidermeyi göze alamadığı için, kendince muğlak ifadelerle ‘açılış’ yapıyor, birileri ortaya çıksın ve kendisinin cesaret edemedği açıklıkta bir şeyler yazsın istiyor.

            Dert bu ise, benim cepheden kendisine ekmek çıkmaz.

            Ben, laik çevrelerde gözlemlenen bir lider tasavvuru ve kültü olarak Atatürk ile muhafazakarlar arasında yaygın Erdoğan kültünden söz ettim. Bu iki şahsiyet arasında bir karşılaştırma yapmadım. Bu ikisi arasında bir benzerlik olduğunu önermedim.

            Bende göremediği (ve kendisinin her fırsatta vurgulanmasını pek çok istediği) “temele vurgu”ya müşteri arıyor. Bu anlamda, Baran kardeşimizin benim değerlendirmem karşısındaki tutumu, “Yetmez ama evet” şeklinde özetlenebilir. 🙂

            Sözünü ettiği “psiko-sosyal benzerlik” de esas olarak “çevir kazı yanmasın” durumu.

            Erdoğan’dan bir diktatör yaratma aşkı öylesine güçlü ki Baran arkadaşımızda, buraya varmak için birileri (söz gelimi çok açık Kemalizm ve vesayetçilik karşıtı ben) Atatürk’ü meze yapsın, mesele onun arzulandığı yere taşınsın arzusunda.

            Yanılıyor muyum, Baran Bey? 🙂

  13. Diktatör bir liderin yalan söylemesi ile, çok partili demokrasi ile yönetilen bir ülke liderinin yalan söylemesi oldukça farklı şeyler. Saddam veya Kaddafi iktidarı ele geçirdikten sonra yalan söylese ne değişirdi? Demokratik rejimlerde ise değişiyor, Trump’ın kimi yalan veya abartmalarını sadece ABD halkı değil tüm Dünya duyuyor. (Tabi bir de özel ABD kanalımız var, Nurdan Hn. 🙂 )

    Türkiye ise bu konuda tam bir şark kurnazlığı sergiliyor. İktidar medyanın %90’ını ele geçirmiş. Kalan %10’a ise çizmeyi aşarlarsa RTÜK eliyle cezalar kesiliyor. Sözcü Gazetesi bir TV kanalı kurmak için RTÜK’e başvurmuş fakat 6 aydır cevap verilmiyormuş. Bir de bu arada izinsiz bir logo değişikliğine gitti diye RTÜK ceza kesmiş. Muhalif gazeteciler, televizyoncular işinden edildiler. İktidar küçük muhalif medyayı denetim altında tutarak varlığına izin veriyor ki “Türkiye’de demokrasi var” diyebilsin.

    Bu nereye kadar gider? Gidebildiği yere kadar ! O yer neresidir? Bunun cevabını herkesin kendisine bırakıyorum. Ben kendi adıma kaçınılmaz akıbeti bekliyorum ve şimdiden tasarruf tedbirlerimi aldım. 🙂

  14. Yalanın iki yönü vardır. Biri söyleyen diğeri dinleyen. Dinleyen inanır inanmaz o kişi ile ilgilidir. Ancak bir olağan-üstü hal vardır ki o da yalanı söyleyenin kendi yalanına inanmasıdır! O zaman Molla Kasım a gerek kalmaz. Zaman o kişinin kendi yalanları ile yüzlesmesine imkan tanır.

  15. Kendisinden başka herkesi yalancılıkla suçlayanlara soru:
    Musum olduğunu bildiğiniz halde hapse atılmış birisi, sizin vereceğiniz bir yalan beyanla serbest bırakılabilecek olsaydı ne yapardınız?
    Yalan söyleyip o masum kişinin hapisten çıkmasını mı sağlardınız, yoksa ben yalan söyleyemem deyip rahat bir uykuya mı dalardınız?
    Dürüstlük kimlere kalmış…

    • Masum insanın hapiste ne işi var? İlginç bir soru üstüne kafa yorduklarını düşenen ortaokul çocukları tadında bir soru. Hiç tutmadım -yakıştıramadım da. Eli ayağı düzgün bir devlet yönetiminde masum insanlar hapiste olmaz. Es kaza bir masum hapise düşmüşse, sivil toplum bir şekilde haberdar ve müdahil olur. Örnek için bkz. Emile Zola-Dreyfus, 19. yüzyıl

  16. Basının yalanlarını yüzüne vurmak kimin görevidir acaba?
    Beyzbol sopasının mı?
    Mahkemelerin mi, tazminat falan?
    Ee şey, ama basın özgürlüğü!
    Politikacıya yalanın hesabını halk soruyor; gasteci elemanlara yazıp çizdikleri yalanların, iftiranın hesabının sorulduğunu hiç duymadım; ama yazdıkları doğrulardan dolayı yargılanan hapislerde çürütülen çok gördüm!
    Darbe günlüklerini yayınlayanı içeri at, darbe yapılacak diye zil takıp oynayanı balkaymakla besle! Uyar mı size?

  17. Politikacı yanlış yapar, yalan da söyleyebilir.. Bunu onların yüzüne vurmak basının görevidir…
    Peki basın yanlış yapar ve yalan söylerse…
    Bunu basının yüzüne vurmak kimin görevi?
    Yalan söyleme hususunda basının tarihi, politikacının tarihinden daha temiz değil.

    • Üfff üfff üff
      Bu ne kadar güzel bir analiz
      Sayfalar dolusu yazmadan iki satır yetmiş vallaha zekanıza sağlık

  18. “Yalan söylemek için yalan söylemek”
    Yalan söylemede zirve/nirvana.
    Yalan da normalde ihtiyaca binaen olur. Yani bir yerde sıkışırsın, çıkmaza girersin, çıkış için yalana başvurursun. Böyle bir durum olmaksızın yalana başvurma. Yalan söylemeden uyuyamama. Uyuşturucu bağımlıları için kullanılan bir tabir vardır.”İptila derecesinde bağımlılık” Yalana aşırı bağımlılık.
    Günümüzdeki bir çok siyasetçi için maalesef yükselen bir trend.
    Merak ettiğim bir husus bu yalancılara oy verenler de mi yalancı?
    Sayın Koru!
    Bahsettiğiniz basın bizde ne ile suçlanıyor?
    Fotoğraf karesinde olmazsa olmaz yok mu?

    • Sayın yk, mahkemelerde binlerce fetö sanığı da sizin dediğiniz gibi yapıyor zaten; hakim falanca şahsı tanıyor musun diye soruyor, adam kendi karısı için tanımıyorum dedi! Söz konusu tedbirse yalan caiz oluyor tabii…

      • Verdiğiniz örnek kendine göre de olsa ihtiyaca binaen. Yani beraat edebilmek için.
        Ben yalan söylemeden uyuyamayanlardan, bahsediyorum. Uyuyabilmek için kırmızı reçete ilaç kullananlardan bahsediyorum.
        Bir şeyi bile doğru anlasanız uyuyamazmısınız?
        Bu arada CDS nedir öğrendiniz mi?

  19. Günümüzde herhalde yalansız politika olamıyor. O zaman Efendimiz’in müslüman yalan söylemez Hadis’i Şerifini nereye koyacağız. En iyisi politikadan uzak durmak.

    • Eskiden yalan söyleyen politikacılar parmakla gösterilirdi değil mi ali bey? Yapılmasın diye yırtındığınız ama utanmadan bindiğiniz istanbul ankara arasındaki hızlı trenleri, eski türkiyenin en yalancı siyasetçisi her seçimde vaat olarak açıklardı; ama gerçekleştiren de yine bugünkü akparti iktidarı oldu! Yalan mı?

      • Yalan ! Ankara’da eski gar yıkılıp yenisi YİD ile yaptırıldı (müsriflik). Yolcu başına 1,5$+kdv devlet garantisi verildi. 1.ve 2.yıl 2 milyon, 3.ve 4.yıl 5 milyon, 5,6,7,8.yıl 8 milyon, 9 ila 14. yıllar 10’ar milyon yolcu devlet garantisinde. Şimdiden fark ödemeleri başladı. Yüksek hızlı tren çok mu lazımdı, hızlı tren neyimize yetmiyor bre müsrifler?

        • Ankara tren garının neresini yıkmışlar mim, yerli yerinde duruyor; yıkılan eski otogar olmasın, yenisini de yaptıran karayalçın diye biriydi, ama otogarı kim yıkmıştır ben de bilmiyorum? Gökçek filandır heralde…

  20. İste tam da söylemek istediğimi sn yazar uygulamalı olarak göstermiş: 209-70 = 0 olmalıdır! Demiş. Bunu Gazeteci kimliğiyle ancak medyadan biri sorup açığa çıkarabiliyor (diğerleri korktuğundan çıkaramıyor demek değil!).
    Aynı şeyi siyaset dünyasında da yapabilme gücü var gazetecinin, basının.
    Diyeceksinki muhalefet ne diye var? Herkesin yolu başka. Gideceğin yere hicaz demir yolundan da, uçakla havadan da (1saatte) gidersin.
    Bir zamanlar geçmişle ilgili birşey söylediginde onun modası geçti derlerdi çok kızardım. Sonrada gerçek olunca ben üzülürdüm, inanmayanın yüzü bile kızarmazdı.
    Sanki çok biliyorlarmış gibi yazılmış gaflet ve dalalet hatta hıyanet .. Cümlesini sindirebilmem hala mümkün olmadı. Buda benim handikabım.
    Hiç mi iyi bir şey yok dersek,
    Allah’tan başka hiçbirşey den korkmadan, kimseye biat etmeden, itaat kültüründen uzak yaşamak, vatanın kıymetini, yaşamın değerini bilerek, anlayarak yasayabilmek,
    Bundan gayrı mutluluk, huzur olmasa gerek..

  21. Dini ve ahlaki açıdan yalan en büyük suçlardan ve günahlardan birisidir. Çünkü yalanla her türlü kötülük yapılabilir , o her türlü kötülüğün anahtarıdır .Dini açıdan da münafıklığın en büyük alametidir ,yalan söyleyen asla gerçek mümin değildir . Ayrıca şunu da eklemek isterim ki hayatım boyunca hemen hemen her türlü yalanı, ikiyüzlülüğü gün gelmiş bir şekilde fark etmişimdir ; yani yalan bir gün mutlaka ortaya çıkar ! .O nedenle hiç kimsenin asla ve kat’a yalan söylemesini hatta samimiyetsizliğini , ikiyüzlülüğünü affedemem .Bu konuda bütün insanların , fazilet timsali Peygamber Efendimizi örnek almalarını tavsiye ederim ! Selam ve saygılarımla.

  22. Peki ya Devlet yalan söylerse?…

    Bu soruyu neden mi sordum? Bugün Sn. Koru’yu okuduktan hemen sonra Sn. Yıldıray Oğur’un yazısını da okudum; yazısındaki, “devlet yalan söyledi” tümcesi bana yukarıdaki soruyu sordurttu: Peki ya Devlet yalan söylerse?..

    Siyasetçiler, seçildiklerinde devleti yönetirler. Ama bunu tek başına ya da kabinesiyle gerçekleştirmezler. Devletin diğer kurumları, bürokratları ile bu görevi yerine getirirler ta ki, bir daha seçilecekleri zaman da bu görevi ifa ederler.

    Devleti yöneten politikacı, seçim dönemleri harici, devleti yönetirken de yalan söylemeye devam ediyorsa bu vahim bir şeydir; devlet bürokrasisinin yalan söylemesi ise, bundan da daha vahim olan bir durumdur. Bu, devleti güvenilmez kılar ve aidiyet bağlarını ortadan kaldırır. Nitekim Sn. Oğur, PKK ve HDP’nin üzerine oturduğu siyasi zeminin bundan kaynaklı olduğunu; “devletin yalan söylemesinden” neş’et etiği (mealen) kanısına varmış ki, ben de buna katılıyorum.

    Yalan söylemek ahlaki bir sorundur. Devletin ali çıkarları için yalan söylemek mübah sayılsa da bu, savaş halinde düşmana karşı; onu yanıltmak, hedef saptırmak ve benzeri gibi durumlarda söz konusu olabilir. Bir de dargınların arasını düzeltmek, karı-koca arasını bulmak için de yalana başvurulmasına cevaz verilmiştir. Bu kadar.

    Ama, kendi halkına yalan söyleyen idareciler için ise (İslam’a göre ve tabi ki Müslüman idareciler için) durum çok ama çok vahimdir: “Üç kişi vardır ki Allah Kıyamet Günü onlarla konuşmaz. Onları temize çıkarmaz. Onların yüzüne bakmaz ve onlara acıklı bir azab vardır; … , yalan söyleyen idareci ve …”. Yani, o üç kişiden biri “(halkına) yalan söyleyen idarecilerdir”.

    Şimdi biz, Trump’ın veya diğer ülke liderlerinin (politkacılarının) yalan söylemelerine bakmayacağız, lakin bu ülkemizi ilgilendiren siyasi konularda ise irdeleyeceğiz.

    Savaş halinde, bizim idarecilerimiz meşru dairede cevaz verilen kadar yalana baş vurur mu bilmem ama; uluslararası sözleşmelerde ise sözüne sadık kalmalı, yalana başvurmamalıdır. Hakkına razı olmalıdır. Bu, dosta da düşmana da güven veren bir durumdur; “güvenilir olma” halidir.

    Müslüman ülkeler idarecileri bu konuda malesef sınıfta kalmışlardır.

  23. -“ayın 24’ünde şu kardeşinize yetkiyi verin ondan sonra faizle şunla bunla nasıl uğraşılır görün”,
    -“Her geçen gün daha iyi konuma geliyoruz”
    – “Yatırım bizim işimiz. Havalimanları bizim işimiz. Adıyaman’da havalimanı var mıydı? Biz yaptık biz. Yaparsa Ak Parti yapar”
    – “Kardeşlerim. Yahu bundan 15 sene önce, ah kardeşlerim ahh. Şu koskaca İzmir’in doğru dürüst bir havalimanı var mıydı? Ya biz geldik, Adnan Menderes Havalimanı’nı yaptık ya”
    – “Asrın projelerini hayata geçirdik karşımızda CHP’yi bulduk. Soruyorum size biz göreve geldiğimizde 17 yıl önce Ankara’da böyle bir havalimanı var mıydı? Bu havalimanını biz yaptık. Havalimanından ta şehre kadar adeta bir otoyol gibi bir yolu Melih Bey’in başkanlığı döneminde büyükşehir belediyemiz yaptı.”
    – “Ben 75 öğrencili sınıflarda okuduğum zaman, tek partili dönemdi, yani CHP’nin iktidarda olduğu dönemdi”
    – ”Büyük kızım bir kez serzenişte bulundu. Niye geç geldin serzenişi değildi. O bize hasret biz de onlara hasrettik. O zaman mücadeleler bugünkü gibi değil. Bir gece yatak odasının kapısına büyük kızım not asmış babacığım bir geceni de bize ayır diye.’‘
    -“Biz gelmeden önce MR mı vardı, tomografi mi vardı? Geldiğimizde birkaç tane kırık dökük ambulans vardı. Eskiden köpeklerin çektiği ambulans ile götürülürdü. Şimdi paletli ambulanslar var. 5 bin ambulansı sağlık örgütümüze dahil ettik. Yapıyoruz ve yapacağız. Mutluluk bu, huzur bu.”
    – Robot olmadığınızı kanıtlamak için üst geçit olan fotoğrafları işaretleyin.
    – Pardon karıştırdım. robot olmadığınızı kanıtlamak için yukardaki ifadelerden doğru olanı işaretleyiniz!
    – Allah kahretsin! siteye devam edemiyorum. Hangisi doğru acaba?

    • Hamza bey! Doğru yok olmasına yokta, siz yalanları de eksik yazmışsınız! Sadece bir tanesini düzelteyim..
      Kızının notunun anlatırken
      ” söze 1980’den õnce kızım diye başlamıştı.

      • nurdan hanım merhaba! eksiklikleri yazmaya ömrümün yetmeyeceğini düşündüğüm ve ömrümü de doğruyu bulmaya çalışmakla geçirmek istemediğim için, anca bu kadarını yazdım.
        – katkınız için teşekkür ederim ama bence bu kadarla bırakalım da insanların ömrü doğruyu bulmaya çalışmakla helak olmasın.

  24. “Doğruysa, o kadar sayıda insanın sağlam bilimsel eserlere sahip olmadan nasıl profesör unvanı kazanabildiğini doğrusu merak ediyorum.”

    Fehmi bey, Şu an Türkiyede en kolay iş profesör olmak. Orta öğretimli Saddam Hüseyin nasıl genaral olmuş ise onlarda öğle profesör olumuşlar’dır.
    Fehmi bey, galiba halen daha 2007 yılında yaşadığımızı zannediyor.
    Hani eski anayasa zamanında Diploma korkusundan KÖPRÜ olarak diplomalı Kardeş Gûlü Cumhur Başkanı adayı gösterip daha sonra 2010 anayasa değiştirip DİPLOMA kopisi ile işini halletmeyi garantileyenleri sayın Koru, bilmiyor herhalde.
    Neyise gende bizden duymuş olması.

    Biz nasıl Saddam Hüseyinin irakına yetişti’isek.
    ABD’de Erdoğanın Türkiyesine yetişti.
    Geçen hafta başından Perşembe gününe kadar, ABD nin beyaz sarayı Trump ailesinin çiftliğine dönüştu ve yalanlarına sahne oldu.
    Büyük
    Yalancı Trump tam 70 dakika konuştu, 41 kez Joe Biden’ı andı.
    Ben tamamını dinlemedim arada bir Trump bitirmişmi deye kanal değiştiriyordum.
    Her defasında 1 veya 2 dakika trumpi izliyordum ,en az 5 tane yalanını dinliyordum.
    Yalnız bana hiç yabancı gelmiyordu.
    Sadece mekanlar değişikti, çünkü şahıslar ayni fabrikadan çıkmış gibiydiler.
    Neyise Hep biz Amerkayı örnek aliyorduk…. sağ olsu Amerkalılar, bizdekilerin tıpkısının aynisini seçtiler’de
    Yalancılık, iftiracılık, palavracılık, en fazlada suçu muhalefete yamama konusuda Trumpa kadar şampiyonluğu göğüsliyen bizimkilerdi.
    Şu an Trump hemen
    hemen bizi yakaladı hatta geçmek üzeriken, ABD li gazetecile bizim rekorumuzunun kırılmasına musade etmiyorlar.

  25. R.T. Erdoğan, popülist bir siyasetçi. Diğerleri gibi, sık sık yalanlara, gerçekleri perdelemeye baş vuruyor. Bu durum, öyle dinen bunun çok ayıp bir şey olduğnu söyleyerek geçiştirebileceğimiz bir şey değil.

    Çünkü, onun bu halleri yüzbinlerce insanın hayatını karartıyor.

    Kendisinin de çok iyi bildiği gibi, yıllardır cezaevlerinde tutulan obinlerce Gülen Cemaati üye ve sempatizanının hiçbir suçu yok.

    Kendisinin de çok iyi bildiği gibi, yakından tanıdığı ve birlikte fotoğraflar çektirdiği Osman Kavala’nın da hiçbir suçu yok.

    Onun ve zenginleştirdiği güç ve çıkar odaklarının iktidarı sürdürülebilsin diye, halka aldatıcı ve yanıltıcı şeyler söylüyor.

    Erdoğan’ın ve iktidarının buradaki sözcüleri, devlet gücünün arkalarında olduğunu bildikleri için, kibirle ve şımarıklıkla, bu iktidarı desteklemediğimiz için, Erdoğan’ın sözlerine inanmadığımız için, bizlerin hain olduğunu filan söylüyorlar. A. Gül’ün, A. Babacan’ın İngiliz kraliyetinin Türkiye’deki temsilcileri olduğunu ileri sürüyorlar.

    Bunu, ya bu iktidardan bir çıkarları olduğu için, ya da Erdoğan’a tapındıkları için yapıyorlar.

    Dinsel açıdan, ahlaki açıdan sorunlu bulabiliriz bu tutumu. Devlet gücünü arkalarına alarak, Erdoğan ve iktidarını eleştirip onun ülke yönetiminin başından gitmesi için çabalayan insanlara yönelik ithamlarını, tehditlerini bir karakter ve kişilik sorunu olarak kınayabiliriz.

    Fakat, ülke yönetiminin başında bulunan insanların yalan söyleyip insanları yanıltmaları aynı şey değil.

    Dini ya da ahlaki açıdan bir sorun olmanın çok ötesinde bir şey.

  26. Yalancılık dinen de en pis sayılan işlerden.
    Yalan dolan üstüne doğru bir iş de kurulamaz.
    Uyanık olan yalanı da,dolanı da,yalancıyı da farkeder elbet.
    Bir de aşikar yalanları doğru kabul etmeye razı tipler var,bunlara ne demeli.Allah doğruluktan ayırmasın.

    Önemi dolayısıyla bugünkü konudan bağımsız olarak Batman’da gerçekleşip toplumda isyana sebep olan güncel cinsel saldırı olayına ilişkin de bir değerlendirme yapmak istiyorum.

    Öncelikle şunu belirteyim ki; ceza yargılamaları uygulamalarında adı Fetö davaları olarak konulan davalarda varlığı unutulan “şüpheden sanık yargılanır” ilkesi alt mahkemelerde sıradanlaşmış suç tiplerinde -olması gerektiği şekilde-hassasiyetle uygulanıyor.Son günlerin isyanlara yol açan Batman’daki uzman çavuş olayı hakkında da -basına yansıyan deliller kapsamında- bu uygulama doğrultusunda tahliye kararı verildiği anlaşılıyor.

    İnsanlar vicdani davranarak fiili duruma tepki gösteriyorlar.Duygusal tepkiler vicdanen haklı olsa da ortada kabul edilmiş bir sistem var ve uygulama buna göre yürütülüyorsa bu mahiyetteki tepkilerin bu şartlarda bir sonuca ulaşmasının imkansız olduğunu belirtmek gerekiyor.

    Tepkilerin işleyen sistemin sakatlığının giderilmesine yönelmemesi ve eleştirilerin sistem değişikliğini sağlama sonucunu doğuracak nitelikte olmaması durumunda verilen tepkiler vicdan etkisiyle bağırıp çağırmadan öte bir anlam doğurmayacak ve benzer olaylar aynı sistem uygulaması üzerinden yürüyüp gidecektir.O halde yapılacak eleştiri ve tepkiler bir mantık üzerinden sistemin uygulama kalıbına yöneltilmelidir ki
    -bir ihtimal- bir sonuca gitsin.Konuyu örnek olay üzerinden açacak olursak;

    15-18 yaş grubundaki akli dengesi yerinde olan cinsel istismar mağduru çocuğa karşı eylemin TCK 103 maddesine göre kamuoyunun deyimiyle “tecavüz” olarak kabul edilebilmesi için eylemin “cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak” gerçekleştirilmiş olması gerekiyor.

    Batman’daki olayda -basına yansıyan sanığın kendisini evleneceklerine inandırdığını,bu niyetle evinden kaçıp sanığa sığındığını söyleyen mağdure beyanlarından- uygulamadaki işleyen kalıba göre mağdurenin maruz kaldığı cinsel eylemde TCK 103 maddesindeki cebir,tehdit unsurlarının var olduğuna dair HER TÜRLÜ KUŞKUDAN UZAK NİTELİKTE YETERLİ DELİL OLMADIĞI anlaşılıyor.

    Bizim Yargıtay’ın cinsel saldırı suçlarındaki genel uygulama kalıbı,akli dengesi yerinde olan 15 yaşından büyük kişinin -zorla olduğu bulgularla ispatlanamayan- maruz kaldığı her cinsel ilişkiyi kendi rızasıyla gerçekleştirdiği kabûlüne dayanıyor.Yani darp-cebir bulgusu veya tanık beyanı gibi bir delil yoksa mağdurun isteğiyle yanına gittiği failin kendisine yönelik cinsel eylemine rıza gösterdiği -otomatikman- kabul ediliyor;çünkü aksine kuvvetli delil yok ve ortada bir şüphe varsa bu da sanık lehine değerlendirilir.

    Ancak TCK 103 deki çocuğun cinsel istismarı suçunun unsurlarından olarak cebir ve tehditten başka kanunda ayrıca eylemin “hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak işlenmesi” halleri de düzenlenmiş.(Belirtelim ki,bu hile veya iradeyi sakatlama hali yetişkinler yönünden ise suç unsuru olarak kabul edilmemiş.)

    Aslında evlenme vaad edilerek cinsel ilişki gerçekleştirilmesi OLAYINA GÖRE “hile” kapsamına girecek niteliktedir ve bence Batman’daki olay tam da bu nitelikte.Ancak bizim Yargıtay burada da yani 15-18 yaş grubundaki çocukların cinsel istismarı suçu yönünden evlenme vaadini de bu suçun unsurlarından “hile” olarak kabul etmiyor.Bu konudaki Yargıtay’ın genel uygulama kabulü şu şablondur:

    “suç tarihlerinde onbeş-onsekiz yaş grubunda yer alıp dosya içeriğine göre akıl hastalığı da bulunmayan mağdure ile birden fazla rızaen cinsel ilişkiye girmesi eyleminde, evlenme vaadinde bulunulması mağdurenin iradesini bertaraf edip fiile karşı koyma gücünü ortadan kaldıracak boyutta bir hile olarak kabul edilemeyeceğinden, mevcut haliyle eylemlerin reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu oluşturduğu TCK’nın 104/1, 43. (yani buradan en fazla 2 yıl 6 ay-8 yıl arasında bir ceza verilebilir,ayrıca bu suç şikayete tabi olduğundan mağdur veya ailesi para vs.ile ikna edilip şikayetten vazgeçirilirlerse de dava düşer) maddelerine uyduğu gözetilmeksizin eylemlerin evlenme vaadi şeklinde hile ile gerçekleştirdiği belirtilerek çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan hüküm kurulması bozmayı gerektirir.”

    Eğer mağdur 18 yaşını doldurmuşsa yukarıdaki şablon kapsamında TCK 102 madde unsurları oluşmadığından dava sonucu beraat olmaktadır.Bu şablon uygulama doğrultusunda son günlerin infial konusu (basında mağdurenin 18 yaşında olduğu yazılıyor) Batman’daki uzman çavuşun davasından ne sonuç çıkacağı tahmin edilebilir.

    Ceza yargılamasında uygulama kabul görmüş kalıplar üzerinden yürüyor ve bu yerleşik kabullerin kırılıp değişmesi de kolay olan bir şey değil.Ancak bu kalıpların her olaya tek düze uygulanması da son derece yanlış.Bence Batman’da gerçekleşen ve mağdurunun intiharıyla sonuçlanan olaydaki (19 yaş altında olması ihtimaline göre söylüyorum) evlenme vaadi kanunun aradığı ölçüde hile kapsamındadır.

    Bence burada hileyi değerlendirirken mağdurun yetiştiği çevre,tesiri altında bulunduğu sosyal ve psikolojik etkilerin de onun iradesini yönlendirmesine bakmadan durum geçiştirilmemelidir.

    Bizim hayat tecrübelerimize göre bir bakışta gözümüzün hiç tutmadığı birisi,televizyon dizilerinin kültürü etkisi altında yetişen hayal dünyası da televizyonlardan öğrendiği anlamı kaydırılmış,ayağa düşürülmüş “sevgili” kavramı etrafında dönen,dünyadan habersiz hayalperest genç kızın algılamasıyla beyaz atlı prens olarak görülebiliyor.Bu da bir algı yanılsamasıdır ve onun beyni bu algı etkisiyle,durumdan istifade etmeye hazır avcının çok değil birkaç yalanıyla kandırılmaya müsaittir.Haliyle tam iradesine hakim sayılamaz,durumu hileye,aldatılmaya açıktır.Hele aile ve çevre şartları da aleyhineyse.

    Düşünelim güncel olayda mağdure,sanığın evlenme vaadi olmaksızın sırf cinsel ilişkiye girmek için evinden niye kaçsın ve maksadı evlenme değilse sonra neden intihar etsin?Yani maksadı farklı olsaydı mağdure kimsenin haberi olmadan bu işi yine yapar ve hayatına da hiçbir şey olmamış gibi devam edebilirdi.Gerçekte onu intihara sevkeden şey düpedüz kandırılmışlık,aldatılmışlık ve kullanılıp yüz üstü terkedilmişlik duygusudur,kabul edemediği maruz kaldığı durumun iç sancısıdır ve o sancının yönlendirdiği dürtüdür.

    Ceza soruşturmalarının sağlam yapılmaması gibi,her olayın özel şekli gözetilmeyip tek düze uygulama kalıplarının yürütülmesi de Türk Ceza Yargısının temel problemlerindendir.Kanunda var olan,ancak Yargıtay’ın uygulamada kadük hale getirdiği bu “hile” unsuru (tıpkı dolandırıcılık suçlarında Yargıtay’ın dolandırılma suçunun oluş kabulündeki aldatılma tarifi gibi) daha esnek tutulmuş olsa,çocuğun cinsel istismarı olaylarında biraz daha hakkaniyetli bir sonuca ulaşılabilir.

    Ayrıca 18 yaşından büyükler yönündeki (TCK 102) cinsel istismar suçlarında suç unsuru olarak hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak işlenme halinin var olmaması da büyük eksikliktir.Çünkü mağdur 18 yaşından büyük iken de cinsel istismara uğramak amaçlı hileye maruz kalabilir;ancak kanunda böyle bir düzenleme olmadığından uygulamada yapanın yanına kar kalan durumlar da az değildir.Bu sebeple TCK 102 maddesi yönünden de -kanun değişikliği yapılarak- olayın niteliğine göre evlenme vaadi HİLE kategorisinde değerlendirilmelidir.

    Benzer uygulamalara tepki gösteren kamuoyu ise bir sonuç almak istiyorsa tepkilerini Yargıtay’ın uygulama kalıbına yönlendirmelidir.Ayrıca benzer olayların mağduru olan 18 yaşından büyükler için de aynı durumun (yani suç unsuru olarak hile halinin) Ceza Kanununa eklenmesi yönünde baskı oluşturmalıdır.Bu tutum belki bu yönde değişiklikler yapılmasına vesile olabilir.Haliyle cezasız kalan faillerin bir şekilde ceza almalarının önü açılır ve bu tiplerin halleri emsal teşkil ederek benzer olayların önüne geçme caydırıcılığını bir nebze olsun sağlayabilir.

    • – Uğur bey merhaba. ayrıntılı açıklamanız için teşekkür ederim.
      – Ben olayın, basit bir yargıtay basmakalıp değerlendirmesi olduğuna pek inanmıyorum.
      – Çünkü yasalarda hile ifadesi varsa, yargıtaydaki koca koca adamlar da hilenin ne olduğunu bilebilecek durumdadır. Üstelik de ortada bir ölüm varsa.
      – Türkiye’de bu tür vakaları açıklamak için kullanılan meşhur bir ifade var: “kitabına uydurmak”
      – Eğer, mahkemenin süreci adalet üzerine yürüse ise, hile faktörü basmakalıp yürütülmezdi. özellikle de ortada bir ölüm varsa.
      – Ancak, kimi zaman sanık lehine yürütülen bir açıklama, kimi zaman ise sanık aleyhine yürütülüyor. isteyen kanunda kararına gerekçe bulmakta zorlanmaz ki türkiye zaten böyle bir ülke.
      – Onun için, maalesef sorunun çözümü sadece yargıtayı baskı altına almak, yargıtaya hile konusunun ne olup olmadığını öğretmek ile çözülemiyor.
      – Aslında dün konu hakkında çoook uzun bir yazı yazacaktım ki daha önce de benzer konularda yazdım. fakat sonra da birşey değişmeyeceğini, hatta belki de editörün yazımı sansürleyeceğini düşünüp vazgeçtim. (zaten bazıları da sansürlendi)
      – Türkiyede muhalefet yanlış yapıyor. Türkiyenin daha iyi, daha yaşanabilir, daha insanca bir ülke olmasını isteyen insanların mücadele yöntemleri, davranış şekilleri vb. yanlış.
      – Daha önceden de çok yazdım. türkiyede bu zulüm varsa, bunda en büyük sorumluluk sol ve demokrat kesimindir.
      – Bunun sebebi, sol ve demokrat olanların zulmü organize etmesi değil, yanlış davranışta bulunması, yanlış kararlar vermesi, yanlış taktikler belirlemesi ve davranışları ile de aslında zulmün meşrulaşmasına katkıda bulunması olduğunu defalarca yazdım. hatta, sol kesim, kendi işkencecilerini yetiştiriyor ifadelerini kullandım.
      – Bu arada, sol ve demokratların melek olmadığını da vurgulamam, güçleri olduğu noktalarda farklı düşüncelere yaşam hakkı tanımadıklarını, baskıcı olduklarını, özgürlükleri sınırladıklarını ve zaten bu nedenle, daha büyük baskıcıların değirmenine su taşıdıklarını da birkez daha belirtmek gerekir.
      – Bu ülkede bu zulümün en büyük sorumlusu sol ve demokrat kesim derken, kastım: Bu ülkede iyi birşeyler yapılacaksa eğer, bunu yapmaya aday kesimin sol ve demokrat kesimden başkası olmadığı düşüncemdir.
      – Muhafazakar kesimin türkiyenin gelişiminde temel olduğu, türkiyeyi biryerlere muhafazakar kesimin getireceği tezi, bir yanılsamadan başka birşey değil.
      – muhafazakar kesimin türkiyenin gelişmesinin motoru olması, eşyanın tabiatına aykırıdır. Kuşkusuz muhafazakar kesimden de, türkiyenin gelişimine katkıda bulunacak insanlar çıkacaktır. Kuşkusuz muhafazakar kesimden de aydınlar çıkacaktır, vardır da. (Aydın terimini ben yanlış buluyorum ama konunun anlaşılması için kullandım). Fakat, muhafazakar kesimde aydın, üretim hatası iken, demokrat kesimdeki tutuculuk üretim hatasıdır.
      – Bu konuyu başka yazılarımda ayrıntılı olarak işlerim belki. eğer uygun bir mecra bulabilirsem. fehmikoru.com sitesi uygun bir mecra değil çünkü editörün zülfikarı, düşüncelerin kellesini koparıp, küfürlere bile geçiş vizesi verebiliyor.
      – Sonuç itibariyle, muhalefet, (ve tabii ki partileri de) yanlış şeyler söylüyorlar, yanlış şeyler yazıyorlar, yanlış davranışlarda bulunuyorlar.
      – Daha önceden de sitenin editörünün izin verdiği kadar ifade etmeye çalıştım. Tekrardan karar gazetesinden hakan albayrak üzerinden örnek vereyim (kuşkusuz ki, birtek yapılan yanlış bu tür değil, başka tür yanlışlar da var): Ogadin müslümanlarından başlayıp, kosovaya selam çakıp, filistinlelere merhaba diyerek israile dersini bildirip, türkiyeye uğramamak, yazı yazmak değildir. ülkenin gelişmesi için fikir üretmek değildir. Ülkenin gelişimine katkıda bulunmayacağı gibi, tam tersine, akp-mhp zulmünün devamı için, gerçeklerin gizlenmesine hizmettir. (bu arada filistinlilere de hizmet değildir)
      – Bence, biz, başarabileceğimiz, yapabileceğimiz, düzeltebileceğimiz konular üzerine yazmamız, düşünmemiz, konuşmamız gerekiyor. Mesela, mahallemizdeki okul sorunu hakkında, ülkemizdeki eğitim sistemi. mesela ben eba’nın yetersizliğine ilişkin yazı okumadım. belki vardır. Oysa ülkenin eğitimi çok çok önemli. bu konu üzerine gidilseydi, çocuklarımız 4 ay eğitimsiz kalmazdı.
      – Mesela, pandemi ile yapılması gerekenler üzerine bir yazı okumadım. belki vardır. ama esas konu olmadı. Oysa sağlık çok çok önemli. belki sağlık sistemini az buçuk değiştirebilirdik, az buçuk düzeltebilirdik.
      – Yapılanlar eleştirildi. yanlışlığı söylendi. ama birşeyin yanlışlığını söyleyerek düzeltemeyeceğimiz açık. düzelmesi için kafamızı çalıştırmamız, neler yapılması gerektiği üzerine kafa yormamız ve yapmamız gereken ve yapabileceklerimizi yapmamız gerekiyor.
      – Saygılarımla.

      • ilave!
        – demokratların toplumun itici, motor gücü olacağını belirtirken bir konuyu atladım. Artık aydın denilen bir kavram geçersiz olduğu gibi, artık, dünyadaki altyapı sol-sağ ayrımını da geçersiz kılıyor. (not: burda demokratlar deyimi, ülkemizde sol tandans için kullanılıyordu ben de o anlamda kullandım. yoksa gerçekten demokrasiyi savunanlar anlamında yeni bir demokratlar olgusu ortaya çıkıyor ki, bu kesim eski ülkücülerden, islamcılara kadar, yeni nesilden, eski nesil solculara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor)
        – Artık bir takım değerleri (demokrasi, insan hakları, çevre, adalet, hak, vicdan, insanca yaşam vb) savunanlar ile bu değerleri savunmayanlar arasında bir ayrım var.
        – ve yukarda bahsettiğim kesimde de sadece sol tandanslılar değil, sağ ve hatta dindar kesim de yer alıyor.
        – nitekim ülkemizde pekçok dindar artık kendisini demokratik değerlere göre tanımlarken, amerikada da pekçok cumhuriyetçi, trumpa karşı bidenin kampanyasını destekleme kararı aldı, alıyor.
        – Nurdan hanım amerikadaki gelişmeleri daha iyi biliyor ama birkaç yerde cumhuriyetçi eski yöneticilerin bidenin kampanyasını desteklemek için aralarında para da topladıklarını okumuştum.

        • yine ilave!
          – Yani, sonuçta, yine iş dönüp dolaşıp toplumun motor gücü kim sorusuna dayandığında demokrat kesim cevabını veriyoruz. Ancak bu sefer, demokrat kesim, eskinin dar kesimi değil, içinde dindarları da barındıran daha geniş bir kesimi ifade ediyor.
          – Yani, muhafazakarların toplumun gelişim motoru olduğu tezi bir yanılsama.
          – bu arada, chp’nin bu ülke için ne kadar önemli olduğunu (bütün eksikliklerine rağmen) ayrı bir yazıda ele alırım umarım.
          – Muhtemelen ki, demokrat kesimi derleyip toplayacak ve demokrat kesimin gelişimi ile gelişecek bir parti. belki bir dönem gelecek parti olgusunu aşıp bir demokrasi hareketine bile dönüşebilir.

      • Ben de sizin ayrıntılı yazınız için teşekkür ederim.
        Yazdıklarınızdan güncel meseleye ilişkin olan cevabi değerlendirmenize dair kısaca şunu söylemek istiyorum.

        Bir benzetme yapmak istiyorum;elimizde kendimizi yırtıklarını yamamak zorunda hissettiğimiz öyle bir elbise var ki,her tarafı yırtık dolu,kumaşı nereden tutsak elimizde kalıyor.Yine de onun üzerinde bir çaba göstermek zorunluluğumuz var ve ufak bir yeri kapatabildiğimizde bu bile bizi sevindiriyor.Meseleler karşısındaki halimizi biraz bu örneğe benzetiyorum.

        Ben yukarıdaki değerlendirmemle duruma isyan eden vicdan sahiplerine sistemin bir açığını göstermek istedim.Yani itirazlarını bir de sistemin açığı üzerinden yapmaları onların ellerinde kullanacakları ve hak telafi edebilecekleri haklı bir imkandır.

        Gerçekten de sistemde,gösterdiğim gibi geçiştirilemeyecek bir açık ta vardır.Az bir ihtimal bile olsa buradan bir sonuç çıksa ve buradan beş,on ailenin bile yarasına -bir nebze olsun- bir merhem sürülse fena mı olur?Şu şartlarda bu kadarcık bir düzeltmeyi bile ben kendi adıma kar olarak değerlendiririm.Selamlar.

    • Yalan’ı bırak.
      Allah Resulüne bir adam gelir: “Benim çok kötü alışkanlıklarım var; Yalan söylerim, zina yaparım, hırsızlık yaparım, acizlere zulüm ederim… Bunlardan kurtulmak istiyorum ama hepsini birden bırakamam” der.
      Allah Rasülü der ki: “Yalan’ı bırak”
      Soranlara yalan söyleyemeyeceği için bir süre sonra bütün kötü alışkanlıklarını bırakır adam.

      Halklarına yalan söyleyen yöneticiler hertürlü kötülüğü yapıyorlar.
      Sayın Koru’nun dediği gibi bunları ortaya çıkarmak için de Molla Kasım’lar, yani gerçek gazeteciler lazım.

    • Olayın hukuki yönünü değerlendiremem. Fakat genç kızın intiharı ve bıraktığı mektup yüreğimi ezdi. Genç kızın intihara karar vermesinde içinde yaşadığı töre kültürünün de etkili olduğunu sanıyorum.

Yoruma kapalı.