Olmaz ya.. ABD’de Joe Biden’in yaptığını AK Parti de benimserse…

48
Reklam

Bilen biliyor: AK Parti bugünküne benzer hallere ilk kez düşmüyor. 

Yaşananlar ilk kez yaşanıyor olsaydı, iktidarda bulunduğu 18 yıl içerisinde ‘reform’ sözcüğünü sayısız kez işitmezdik… 

“Faiz mi enflasyonun sebebidir, yoksa enflasyon mu faizi tetikler?” sorusuna cevap arayan tartışmalar bitmemiş bir öykü gibi her köşe başında patlak vermezdi…

Partinin önemli isimleri, en son örneğini Bülent Arınç’ı istifaya götüren olayda gördüğümüz türden, yolların ayrılması noktasına kolayca gelmezlerdi…

Geçmişte bugünküne benzer olaylar yaşandığında, bir dostum, “Merak etme sonunda doğru formulü bulurlar” der, tezini dinlemeye değer bulduğum için kendisine kulak verirdim. Bir-iki kez de ondan etkilenerek yazılarımda kullandığım da olmuştur o tezi…

Tez şu: “AK Parti sonunda ilk çıktığı noktaya geri döner. 18 yıl içerisinde küstüğü-küstürdüğü kadrosuna “Gelin” davetinde bulunur, eskilerle barışır, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eder…”

ABD şimdi tam da o dostumun tez haline getirdiği yola girdi.

Ne oldu ABD’de?

Reklam

İngilizce’de ‘Sil baştan’  için ‘Clean slate’ deyimi kullanılıyor; biraz ukalalık yapmak isteyen Latince’ye başvurup ‘Tabula rasa’ da diyebiliyor…

Hala “Ben kazandım” iddiasını tekrarlasa bile Donald Trump’ın da seçildiğini zımnen kabullenmek zorunda kaldığı Joe Biden Amerikan halkının yarıdan bayağı fazlasının (80 milyonu aşan sayıda Amerikalı ona oy verdi) tercihi oldu.

Amerikalılar bu tercihleriyle ‘Clean slate’ ya da ‘Tabula rasa’ yapmış oldu. 

Joe Biden o anlamda yabancı biri değil. Trump-öncesi dönemde Barack Obama’nın başkan yardımcısı oydu. Şimdi seçildi ve 11 haftalık ara bitince kimleri hangi etkin görevlere getireceğini belirlemekle meşgul. İlk açıkladığı 10 kadar isim siyasi çevrelerden olumlu tepki gördü. Adamların hepsi Obama döneminde yetkili görevlerdeydiler ve başarılarıyla göz doldurmuş isimlerdi.

Biden dört yıllık aradan sonra onları yeniden etkili görevlere getiriyor.

Trump da, yeni dönemde etkili konumlara geleceği anlaşılan kadroya kendi kamuoyunun verdiği olumlu tepkiyi görerek rakibinin kazandığını kabullenmek zorunda kaldı sanıyorum.

Washington Post’ta dün hoş bir köşe yazısı okudum.

Dikkat çekici başlığı (“Biden’ın kazanması Danimarka ve Kanada ile barış umudu sağlıyor”) bana “Ne Danimarkası, ne Kanadası, ABD bunlarla ne zaman savaştı ki, barıştan söz ediyor yazar” dedirtti.

Reklam

Yazar hatırlatıyor:

Trump bir yıl kadar önce Danimarka’ya “Grönland’ı bize satın” teklifinde bulunmuş, kendisine “Ülkemizin bir karış toprağı bile satılık değildir” cevabını veren Danimarka başbakanı ile randevusunu iptal etmişti.

Kuzey komşusu Kanada ile, başbakanı Justin Trudeau için “Namussuz ve zayıf” dediği için arası açık hale gelmişti Trump’ın…

Avustralya ile de ABD’nin arasının şeker renk hale gelmesine yine Trump yol açmıştı; ülkenin o zamanki başbakanı Malcolm Turnbull’un yüzüne telefonu kapatması yetmezmiş gibi, bununla alenen övünmüştü de…

Washington Post yazarı Dana Milbank dört yıllık dönemi boyunca Trump’ın sözleri ve icraatıyla ABD’nin arasını açtığı milletlerin listesini de veriyor: Fransızlar, Almanlar, İngilizler, İsveçliler, Montenegrolular, Ukraynalılar, Haitililer, Afrika’nın neredeyse bütünü…

 Gerçekten de Trump patavatsızlığıyla o kadar ülke insanını rencide edecek çıkışlar yaptı.

“Türkler” yok o listede ama Trump’ın rahip Brunson krizi sırasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a gönderdiği mektuptaki hakaretamiz ifadeler bizleri de derinden yaralamıştı.

Joe Biden seçildiğinin anlaşıldığı ilk günden başlayarak boşuna “Amerika geri geldi” demiyor…

Trump’ın iş başına gelir gelmez biletlerini kestiği Obama yönetiminden isimleri ve Biden’in şimdi onlar için uygun gördüğü görev yerlerini tek tek aktarmış yazar:

Dışişleri bakanlığına Tony Blinken.. İklimden sorumlu göreve John Kerry.. Güvenlik bakanlığına Alejandro Mayorkas,.. İstihbarat birimlerinin başına Avril Haines.. BM’ye büyükelçi olarak Linda Tohomas-Greenfield.. Ulusal güvenlik danışmanı olarak Jake Sullivan.. Bunlar ismi şimdiden açıklananlar…

Hazine bakanlığına Janet Yellen’in atanması ve Beyaz Saray özel kaleme de Ron Klain’in gelmesiyle Obama kadrosu tamamlanmış olacak…

Bizde olur, bizde olmaz…

Dostum Amerika’da bu görüntü ortaya çıkmadan önce, orada şimdilerde yaşananın, hem de iktidar değişikliği de olmaksızın, Türkiye’de de yaşanabileceği kanaatindeydi.

Tezi bu iyimserliği yansıtıyor.

Kime aktarsam derhal “Bizde asla olmaz” tepkisini aldığım bir tez bu.

Düşünün: Daha dün ‘yargı reformu’ konusu tartışma gündeminin birinci maddesi halinde iken, kendisinden görüşü sorulduğu için temennilerini sıralayan Bülent Arınç’a kapı gösterildi. O hala kendisini ‘AK Partili’ sayıyor…

Oysa görüşlerinin yargıyı etkilemeyi suç sayan anayasanın 138. maddesi kapsamına girdiği söylenip yazılıyor. Savcılar göreve çağrılıyor.

Bir başka AK Parti kurucusu, İhsan Arslan, yine ‘reform’ tartışmaları kapsamında açıkladığı görüşleri sebebiyle ihraç edilmek üzere parti disiplin kuruluna sevk edildi.

Nasıl olacak da, AK Parti, vaktiyle kendisine övünülecek bir 10 yıl yaşatmış olan eski kadrosuna dönüp, “Gelin, becerileriniz ve başarılarınızdan yeniden istifade edelim” diyecek?

Zor değil, imkansız.

Korona günlerinden geçiyor olmasaydık, tezin sahibi olan dostumla tekrar karşı karşıya gelmek ve son gelişmeler ışığında görüşünde hala ısrarcı olup olmadığını öğrenmek isterdim.

“Pek çok yorumcu ‘Amerika’da da olmaz’ deyip durmuyor muydu, oldu işte” diyebilir.

Derse haklı olur mu? 

Çok emin değilim.

Olursa, belki ABD’de olduğu gibi, bir seçim sonrasında olabilir.

ΩΩΩΩ

Reklam

48 YORUMLAR

  1. Türkiye ile Katar arasında on farklı anlaşma yapılmış. Bazıları şunlar;

    – Borsa İstanbul’un %10 hissesini Türkiye Varlık Fonu Katar’a satmış.
    – İstinye Park hisseleri Katar’a satılmış.
    – Antalya Liman İşletmesi hisseleri Katar’a satılmış.
    – Haliç’te ortak yapılacak marina projesi.
    . . .
    Daha önce de yazdım. Erdoğan’ın ekonomi diye bildiği budur. Borçlanmak ve satmak ile rantiye-şantiye işleri. Bunların gerisi de gelecektir. Hatta ekonomik sıkışıklık aciliyet kespettiğinden kapitülasyon gibi tavizler de verilecektir.

  2. bu sitenin kıdemli bir yorumcusu olarak kimi fikir değişikliğim dikkat çekmiş olabilir, doğaldır tabi. müstakil bir yorum yazayım bu arada madem.
    akp 18 yıldır iktidarda.
    keza sayın erdoğan. istanbul başkanlığını saymazsak.

    bu dönem zarfında yorumlarını gerçekten son derece beğendiğim bana kalırsa bu sitenin en iyi yorumcularından biri olan sayın sebilürreşad beyefendinin de veciz ifadesinde çok güzel bir şekilde durumu şöyle betimlemiş;

    Aslında AKP için teşbihte hata olmasın Mimar Sinan gibi 3 dönem tanımlanabilir. Birincisi çıraklık yani muhlisane çalışma dönemi, ortası kalfalık yani her şeye müsait olup yan yolları öğrenme dönemi ve sonuncusu ise ustalık yani cerbezeli siyaset ile müteahhitlerin yollarına yatma dönemi şeklinde tarif edilebilir.
    bana kalırsa daha zarif anlatılamazdı.

    ben bu muhlisane çalışma döneminde akp yi desteklemedim.
    öncelikli nedenim ekonomik idi. o dönem dünyayı gezen bol miktarda ortaya saçılan, türkiyeye de bolca gelen sıcak paranın üretime değil, gereksiz ve pahalı tüketime harcanması idi.
    ikincisi devletin çeşitli kademelerini o zaman adı fethullah gülen cemaati olan tarikat üyelerine açması idi.
    bu yan yolları öğrenme döneminde 17/25 sonrası bütün yolların karıştığı zamanda ekonomik yanlıştan olmasa da kadroları doldurma yanlışından döndüğünü, hiç olmazsa kadroları temizleyeceğini düşünerek, üstelik bu kadar karışık bir zamanda seçilmiş iktidarın desteklenmesi gerektiğini de düşünerek akp yi destekledim. hem de içtenlikle. akp nin uğradığı kimi haksızlıklar olmadı değil. bunlar ve cumhuriyet tarihi boyunca gelen kemikleşmiş pek çok olumsuzluklar o dönem çoğu hatasını bana göre hoş görmeye neden oldu.
    lakin yan yollar ne yazık ki basit bir dille sürekli tekrar ettiğim mutaahitlerin yollarını döşemeye evrildi.
    bugün bir kitle partisi olduğu için bu halkın % 50 yi geçen oyu bir defada , kalan zamanda ise neredeyse % 70 civarı hayatının bir döneminde akp yi desteklemiş ve oy vermiştir. böyle bir halkm desteğine sahipken peygamber gibi konuşup firavun gibi yaşadıklarından olacak bugün oy oranı % 30 civarındadır ve her geçen gün düşmektedir. yani benim gibi milyonlar bir zaman destekledikleri, başarılı olmasını umdukları bu kitle partisinden uzaklaşmakta, fikrini değiştirmektedir..
    ne kadar acı.
    keşke fikrimizi değiştirmeyebilseydik.
    keşke hala arkasında durabilseydik.
    keşke yaptıklarını hala savunabilseydik.
    ancak ak parti bugün bir ne şirketi arkadaşım bir holdinge dönmüştür.
    basit bir dille, sürekli tekrar ettiğim bir süre daha edeceğim ülkeyi rantiye-şantiye alanına çevirmiştir.
    keşke ben kafası karışık bir troliçe olsam.
    keşke durum karışık olmasa.
    bugün şirketlerin kdv alacağı ödenemiyor.
    varlık fonundaki mallarımız satılıyor.
    dünyanın en yüksek faiz veren ülkelerinden biriyiz.
    en yüksek faizle borç bulabilen ülkelerden biriyiz.
    işsizlik özellikle gençlerde işsizlik dünya sıralamasında ilk 10 da giderek yükseliyoruz.
    GSMH 1990 da 49. sıradayken 2019 da 74. sıradayız.
    ki bu gittikçe fakirleştirildiğimiz anlamına geliyor…
    durumun karışıklığını fırsat buldukça deteylarıyla rakamlarıyla tarihe pardon siteye not düşeceğim…
    bunları yazarken kızgın, öfkell değilim
    sadece çok üzgünüm.
    halkın beş kuruşluk itibarı kalmamışken keendi itibarından tasarruf edilmediğini gördükçe de,
    evet, müsade ederseniz fikrimi değiştirdim, fena halde…

  3. Suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı ana muhalefet liderini açıkça tehdit etmiştir. Hükümet bu konuda cılız bir tepki göstermiş, MHP lideri Bahçeli ise A.Çakıcı’ya açıkça sahip çıkmıştır.

    A.Çakıcı geçmişte 90’lı yıllarda bazı işadamlarından haraç alan ve siyasetçileri tehdit eden bir kişiydi. Bahçeli’nin ne yapıp edip onu hapisten çıkartması ve Çakıcı’nın ilk icraatı o günleri hatırlatıyor.

    Bu olayın siyasette bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Zira ‘birileri’ Çakıcı’dan medet umar hale gelmişler. Demek ki sonları iyice yaklaştı.

  4. merhaba
    2007 de Abdullah bey sadece eşinin başörtüsünden dolayı engellenince, gidip AKP ye üye kaydı yaptırdım. 2017 de bunlardan bir şey olmazı fikrine ulaşana kadar bir çok ilçe faaliyetine katıldım neredeyse ilçe eğitim başkanı filan olacaktım. Gördüklerimi anlatmam buraya sığmaz özeti şu bizim aziz milletimizin kendi menfaatinden başka bir derdi bir ulvi davası yok.
    Bunu siyasilerde bildiklerinden kendi yakın çevrelerinden başlayarak en alt parti üyesine kadar menfaat zincirine bağlıyorlar işi doğal sonuç olarak. Bu sadece AKP de değil gittiğim bütün siyasi partilerde durum bu.
    Gazetecilerde çoğunlukla aynı durumdalar dolayısıyla Fehmi beyin 4-5 yazısından biri ABDULLAH bey mübarek insan onu mutlaka yönetime almalısınız yada tekrar cumhurbaşkanı seçmelisiniz diye üst akla yazılan mektuplar şeklinde. Vatandaş sürekli yokluğa mahkum olduğundan bir şekilde kendisini kurtarma derdinden bu rüzgara kapılması normal görülebilir fakat gazetecilerin, para sahiplerinin, makam sahiplerinin hiç bir ulvi davaları olmayıp sadece dünyalık menfaatleri için bu şekilde birinin bendesi olup hala fakir kalmayı tercih etmeleri ahlak rejimi demokrasinin bir ütopya olduğunu ispat etmektedir.
    Ben Abdullah beye haksızlık yapılıyor ben vatandaş olarak onu sahiplenmem gerekir diye düşünüp partisine kayıt olup epey zaman ve para harcadım cumhurbaşkanı olduğunda yaşadığımız haksızlıkları CİMER üzerinden kendisine yazdığımda savcıya ifadeye çağrıldım ALLAH tan ki savcı haklısın sen ama bir daha yazma içeri atmak zorunda kalırım dedi de paçayı kurtardım.
    Fehmi bey siz bir tv için köşenizden üreteni satanı kargo edeni getireni hepsinin patronlarını köşenize taşıyıp yeni tv nize ulaştınız ben aldığımın ertesi günü bozulan cep telefonu için mahkemeye gittim uzlaşma falan için cep telefonundan çok parayı devlet istedi, işe bir mühendis aldık 3 gün sonra bilgisayar istedi verdik ertesi gün adam fetö den içeri alınmış tabi bizim bilgisayara el konulmuş, mahkemesine gittim dilekçe verdim fatura ibraz ettim inceleyin verin diye adam içerden çıktı yıllar geçti benim bilgisayar halen tutuklu, Cimer dahil yazmadığım yer kalmadı cevap yok en son ahirette talep edeceğim diye yazdım peşini bıraktım. Devlete iş yaptık ödemesi yapılmıyor neredeyse 8 ay geçti aradık sorduk cevap olarak alacağınızın %25 şinden döner sermaye adına feragat edin dava hakkınızdan vaz geçin kalanın yarısını peşin kalanını paramız olunca öderiz cevabını aldık sanmayın bazı inşaat firmalarının teşvik aldığı kadar bir paradır sadece 27 bin tl tabi bunu da yazdık cimer e matbu evrak gönderiyorlar alacağınızdan feragat edin diye bu yasal ve döner sermaye karı olarak alacak personel açısından helal midir diye cevap “feragat gönüllü olarak isteniyor” geldi. Yani ölümü gösterip gönüllü sıtmaya razı ediyorlar. Pandemi durmuş ticaret batan firma filan kimin umurunda helal haram da neymiş.
    Şimdi bunları kim yazacak hak arayıp soracak Hükümdar kanuni değil ki Yahya efendi hazretleri sorsun. Demokratik sistemlerde bu başta gazetecilerin onlardan haber gelince de hukukun işidir gazeteciler kendi iç dünyalarında devlet büyükleri ile yaşadıklarından ve asıl menfaati oralarda bulduklarından lafta hepsi demokrasi havarisidir ama bir bakan beni aradı, büyük bir siyasetçi ile kahvaltı yaptım demek onlar için her şeye değer. İçlerinde çalıştım bilirim vatandaş kimsenin umurunda değildir. Ama kendileri bir haksızlığa uğrasınlar köşeleri dahil çalmadık kapı bırakmazlar. Sonrada medya bitti diye ağlarlar kendi bitirdikleri mesleklerine tıpkı tarikatları bitiren tarikatçiler gibi.
    Arkadaşlar demokrasi de şeriat de sosyalizim de ahlak rejimidir görmeyene karne ile ekmek dağıtıp üst kademedekiler viski havyar yemeleri yüzünden SSCB denizi bitirip çöktü.
    Osmanlının son padişahların saltanat-safahat içinde yüzmeleri değilmi dünyadan, halktan kopmalarına sebep, Karaköy meyhanelerinde, kumarhanelerinde kendini ve devletini harap eden kaç şehzademiz var kim bilir.
    En netice Fehmi bey bu yazımı okuyacağınız ve cevap vereceğinizi sanmam sizi yirmi yıldan fazladır okurum diğer bir çok büyük yazar gibi ama sormak isterim
    Devlet haram yer mi, yerse ne olur, yiyorsa kim engel olur ve son olarak Abdullah bey şahsına yapılan haksızlıklar dışında böyle bir duruma hiç tepki vermiş midir.
    Batı devletleri Pandemi döneminde bırak vergi almayı halkına gerçekten yeterince para dağıtırken bizim devletin “yandaşlar dışında” para para diye helal haram gözetmeden hırtlağına yapışması ne kadar demokratik ne kadar islami ne kadar mantıklıdır. Böyle bir durumda ALLAH batı devletlerini korur yoksa bizim gibi müslüman devletlerimi?
    Ben cevap vereyim halkın duasını alan devlet ALLAH sünnetini yerine getirdiği ve ALLAH borç verdiği için tab ki onlara yardım ediyor onun için aşı dahil her bilimsel buluş 400 yıldır batıdan çıkıyor. Bizim devlet haram yemeye hak yemeye devam ettiği sürece mazlumun dua dağı devirir misali ALLAH ın sünneti yerine geliyor ve 400 yıldır burnumuz olduğu yerden çıkmıyor.
    Siz yazdınız televizyonunuz yenilendi, acaba siz yazınca Abdullah bey tekrar iktidar gelip muhteşem devletimizi hak yola koyar ve halkın duasını alır hale getirir mi?
    Saygılar sumarım.

    • Merhaba Kadir Bey. Yazınız doğrudan Fehmi Bey’e, ama, siyasi değerlendirmelerinden bağımsız olarak, bir gazeteci değil sıradan vatandaşlar olarak gelip bu yorum sayfalarına metin giren hemen herkesi de dolaylı olarak muhattap alıyorsunuz. Kaldı ki, burası, mutlaka farkındasınızdır, sayın Koru’nun kişisel elektronik posta adresi değil, okurlardan canı isteyenlerin gelip fikirlerini ifadeye döktükleri bir kamusal alan.

      Burada, gündelik hayatını sürdürüken zaman ayırıp düşüncelerini kısa uzun metinlerle yazıya döküp paylaşan hayli insan var. Neredeyse gündelik olarak yaqzıyorlar. Bunlardan birisi de benim.

      Elbette ki gazeteci kimliğimiz yok. Ama, en azından bir kaçımız, sayın Koru ile kimi müşterek fikir ve gözlemlere sahibiz. Örneğin ben, hiçbir tanışıklığım olmayan Abdullah Gül’ün değerli bir siyaset ve devlet adamı olduğunu düşünüyorum. Yine, Ali Babacan hakkında çok olumlu izlenimlere sahibim ve seçimlerde tereddütsüz destekleyeceğim siyasal parti DEVA Partisi.

      56 yıllık ömrümün yarısına yakını siyasal düşüncelerim ve dergicilik faaliyetlerim dolayısıyla yurt dışında geçti. 19 yıllık kesintisiz bir ayrılık sonrası dönebildiğim ülkeden, kısa bir zaman dilimi sonrasında yeniden ayrılmak zorunda hissettim kendimi ve üç yılı aşkın zamandır Tayland, Kamboçya gibi ülkelerde sürdürüyorum yaşantımı. Ne bir kazanç ya da bir avantajım var gelip burada iki yıla aşkın süredir yazmaktan, ne bir beklentim. Ülkeye giriş yapma cesareti göstereceğim de kışkulu, bir gün giriş yapma isteği duyabileceğimden bile pek emin değilim.

      Can sıkıcı şeyler yaşamış olabilirsiniz, ama, suçlayıcı bir dille çatmak için yanlış adresi seçmiş görünüyorsunuz.

      Saygılar sunarak bitse de metniniz, sadece sayın Koru değil tüm gazeteciler için ipe sapa gelmez ithamlarınız saygı içermiyor.

      Hepsinden daha önemlisi, yakınmalarınız adaletsizlike, yoksullukla, ifade özgürlüğü yokusunluğu ve daha düzinelerce yakıcı mesele ile ilintisiz ve uğramış olduğunuz maddi kayıplarla sınırlı. Gazetecilerin ‘ulvi davaları’ olmadığını ileri sürüyorsunuz, ama kendi yakınmalarınızda ulvi bir davaya herhangi bir atıf yok. . .

      Metninizi hoş karşılamadığımı kendi adıma not düşmek istiyorum.

      • Bernar bey
        21 yıl televizyon sektöründe çalıştım ne yazdığımı biliyorum.
        Benim maddi kaybım değil anlatılan.
        Elinde imkan olan bir kişinin kendi maddi kaybı için çaba gösterirken imkanı olmaya için her hangi bir çaba göstermediğidir.
        Ayrıca ben yine hiç bir menfaat beklemeden Ali babacan ın deva partisine internetten üye oldum umarım ki deva partisinin bir ulvi davası vardır.
        Necip fazıl ın dediği gibi hak yolunda yürünecekse ben toprağa kepek katıp yemeye razıyım. Yada karnıma taş bağlamaya razıyım yeter ki başımızdakiler de bağlayabilsin.
        Ne desek boş kişinin söylediği karşısındakinin anladığı kadardır.
        Size yurt dışı yaşantınızda ve ulvi bir davanız var ise o yolda kolaylık diliyorum. “ifade özgürlüğü yoksunu, adaletsiz, ipe sapa gelmez” Yazımı okuma zahmetiniz için de ayrıca teşekkür ederim keşke anlasaydınız,
        yada benim bir ulvi davam olduğunu görebilseydiniz. Ayrıca ben sizin kadar gazeteci yada yazar değilim. ALLAH kul olmaya çalışan dümdüz bir vatandaşım.

      • Kadir bey’in metnini iki defa okudum her hangi bir suçlama göremedim. mevcut durumu bir akp’li olarak anlatıyor ve; “Abdullah bey tekrar iktidar gelip muhteşem devletimizi hak yola koyar ve halkın duasını alır hale getirir mi?” sorusunu soruyor. adeta bu günkü Karar yazarlarından Semra Alkan’ın “ne acımız kaldı, ne de takatımız…” başlıklı yazısında; “Olur ya bir esnafımız dile gelir, kazanca hasret kaldık diye dert yanar.
        Ne bereketimiz kaldı ne de neşemiz kaldı diye dert yanar.
        Birileri de çiftçilerimize, esnaflarımıza yardım etse, etse de affederler mi bizi asıl?” şeklinde sıraladığı sorularında “olur da bir esnaf dert yanar”sa beklentisine güzel bir cevap olmamış mı kadir bey’in yazdıkları.

        neyini nahoş buldunuz acaba? nerde kaldı demokratlık?

    • merhaba kadir bey!
      – fehmi bey özelinde yazmıyorum: türkiyede marangoz iyi marangozluk yapsaydı, siyasetçi iyi bir siyasetçi olsaydı, din adamı iyi bir din adamı olsaydı, gazeteci iyi bir gazeteci olsaydı, doktor iyi doktor olsaydı; bu ülke bu kadar kötü olmazdı.
      – türkiyede, “iyi gazeteci”den vazgeçtim, gazetecilik yok.
      – çünkü herşey bir bütün.
      – mevlananın dediği gibi: testide ne varsa ağzından o dökülür.
      – düzenli ve disiplinli çalışma, sorgulama ve araştırma özelliği olmayan birisinin bilim adamı olmasının mümkün olmaması gibi bir bütünlükten bahsediyorum.
      – bu durum; kişinin iyiniyetinin ötesinde bir durum.
      – toplumumuz köylü toplumu. kültürel olarak şehirleşemedik.
      – dolayısı ile, türkiyeden çıkmış ve uluslararası değer gören birkaç “üretim hatası”nın dışında bu durum ülkenin bir sorunu.
      – türkiyenin ünlü ekonomistlerinin ekodiyalog proğramlarını dinledim mesela.
      – ordaki ekonomistlerin hiç biri ekonomi bilmiyor.
      – hepsi de, büyük bir inanla, “finanse edildiği sürece cari açık sorun değil” lafları ettiler.
      – ekonomi bilen birisi, ülkeye akan ucuz paranın ülkeyi borç batağına sürükleyeceğini ve üretimi baltalayacağını bilir. onlar bunları bilseydi, bugün methedilen şimşek ve babacan, ülkenin borç batağına sürüklenmesi sürecinde, bizzat kemal dervişin “ömrünü doldurdu” diye açıklana yaptığı ekonomi proğramını devam ettirmezdi mesela.
      – ya da, türkiyenin, bir iki istisna dışında, anlı şanlı hukuk profesörlerinin hiç birisi hukukun olmazsa olmaz ilkelerini içine sindirmemişken, türkiyede hukukun hakim olması zaten mümkün değil. ülkemizdeki hukuksuzlukta onların çok büyük payı var. onlar hukuk bilmezse, hukukun toplumda etkin olması mümkün olabilir mi?
      – daha bunun gibi yığınla örnek verebilirim, ki yorumlarında zaman
      zaman da veriyorum.
      – sorun keşke birtek fehmi beyle ilgili olsaydı.
      – bu nedenle, hiçbirimşz masum değiliz ve hepimizin dönüşüme ihtiyacı var.

      • Dönüşümden kastınız geridönüşüm falan değilse önden buyrun hamza bey! Ama şehirlileşmeyi biyana bırakın da acaba türk köylüsünün kültürel seviyesinin yakınından bile geçebilir misiniz?

    • Kadir bey!
      Birçok olayı olduğu gibi yazmışsınız.
      Çok az değer yargısı var.
      Hüküm içermeyen tespitlerin daha etkili olacağını düşünüyorum.
      Abdullah Gül’e gelince, arka planda bilmediğimiz çok şeyler yaşanıyor. Bu kısmına çekince koyarak şunu söyleyebilirim. Hukuk devletinde bir cumhurbaşkanı “Ben yasayı anayasaya aykırı görmeme rağmen onaylıyorum.Muhalefet, Anayasa Mahkemesine dava açıp iptal ettirtsin” diyemez.Şu an geldiğimiz noktanın en önemli müsebbiplerinden biridir.

  5. Hani olacak şey değil ama Erdoğan eski kadrosuna dönüp, “Gelin, becerileriniz ve başarılarınızdan yeniden istifade edelim” dese ne olur?

    Şu olur. Erdoğan taraftarlarına göre o eski kadroların aslında pek bir değeri yoktur. Hepsi de siyasetteki varlıklarını R.T.Erdoğan’a borçludurlar. Esas politikaları Erdoğan belirlemekte onlar da mesleki bilgilerini kullanmaktaydılar. Oysa Türkiye büyük bir ülkedir, Erdoğan başta oldukça başka mesleki yeterlikte insanlar bulunabilir.

    Doğrudur, Türkiye’de adam kıtlığı yok. Mesela dört yılda 4 MB Başkanı ve 3 Maliye Bakanı gördük. Fakat ekonomi iyileşmedi daha da kötüye gitti. Sorunun kaynağının orkestra üyeleri değil de orkestra şefi olduğu kanaati giderek güçleniyor.

  6. Aradan kaç on yıl geçti, müzmin ve çakma muhalefet partisi CHP’nin gökte ancak bilmem kaç yılda bir gözlenen Halley kuyruklu yıldızını akla getiren iktidarı hakkındaki efsane, sözlü kültürün akıldan çıkmaz öykülerinden birisi olarak kuşaktan kuşağa aktarıldı. Halk, siyaset bilimine kendi katkısını sundu: “Yağ ve tüp kuyrukları, çöp dağları iktidarı.”

    Erdoğan’ın Cumhur İttifakı şeklindeki iktidar yılları için de kuşaktan kuşağa aktarılacak bir ifade bulunacaktir. “Ekmeğin askıya çıktığı iktidar yılları”, “Atma abartma, al şu çay paketini, keyif çayı iç” iktidarı; “Ananı yanına al da git iktidarı”, “Millet bahçelerinde çay içip yuvarlanma iktidarı”, “Sosyal medyadan istifalar iktidarı”. . .

    Yaratıcılık sahası geniş, coğrafya ve kültür, bu tür yaratıcılıklar açısından bereketli. En uygunu bulunacaktır.

    Mustafa Karaalioğlu, son yazısında, “Ne oluyor iktadarı” sıfat-ismini önerir görünüyor:

    “Koskoca bir ülke vaktini kapalı kapılar ardında olup bitenleri çözmek peşinde tüketiyor. Bakan niye gitti, ne oluyor? Merkez Bankası Başkanı niye görevden alındı, ne oluyor? Bülent Arınç gitti, ne oluyor? İhsan Arslan disipline gönderildi, ne oluyor? Reform gelecek mi gelmeyecek mi ne oluyor? (. . .) Perde arkaları, satır araları, aslında ne demek istediler”den ibaret bir siyasete mahkum olduk.”

    Biliyoruz, “Ne oluyor?” sadece bunlarla sınırlı değil. Sayısız çoklukta örneğini yaşadık Erdoğan’ın “Ne oluyor?” iktidarının.

    Hiçbir açıklama yapma gereği duymadan, İstanbul, Ankara, Bursa belediye başkanlarını istifaya zorladı, “Ne oluyor?” diye sorup anlamaya çalıştık. A. Gül’ün önünü kesti, Davutoğlu’nu kendi eliyle getirdi başbakan yaptı, atama imzasının mürekkebi kurumadı, yeni başbakanı ıskartaya çıkardı, Binali Abi’yi getirdi. “Ne oluyor?” sorusu eşliğinde izledik. Ekrem İmamoğlu seçimi önde göğüsledi, seçim sonucu kabul edilmeyecek gibisinden bir görüntü çıktı ortaya, aynı soruyu bu kez ikiz kardeşiyle birlikte sorma şansı yakaladık: “Ne oluyor?” ve “Ne olacak?” Bize, hiç bir şey olmamış olsa bile mutlaka bir şeyler olduğu açıklaması yapıldı, İstanbul yeniden seçimlere gitti. Haydaa! Şimdi de mazbatanın verilp verilmeyeceği tartışılır olmuştu. “Ne oluyor?” o bağlamda gidermiş gibi yapıp geri dönmüştü.

    Bana öyle görünüyor ki, yakında karşılayacağımız yeni yılın ilk aylarında siyaset öylesine başdöndürücü hızda seyredecek ki, Cumhurbaşkanımız neyin ne olduğunu anlama fırsatı bile bulamadan, “Ne oluyor?” yüz ifadeleri arasında kaybedecek iktidarını.

    • İster öngörü, isterse temenni olsun. Bir an önce gerçekleşeceğini öngördüm gibi, temenni de ediyorum.

  7. “Zor değil, imkansız.”
    daha baska bi ifade ile deli sacmasi, peki de boylesine zirvalarla insanlar niye mesgul edilir ?
    iste…eskiden yazmak la mesgul olan biri bugun surekli cizmekle mesgul ..sirf benimsedigi bir parti ve kisi/ler ugruna ..
    eskiler ya hayir soyle ya sus demisler buna encok ihtiyaci olan kesim de yazar cizer kesim..zor bir is her gun bir seyleri birilerini yazmak cizmek .. kimin hangi hale dustugunu izleyenler goruyor

  8. Fehmi bey yazmaya ara verdikten sonra ilk defa bir siteye uğradım , önce yazarın yazılarını , daha sonra yorumları okudum . Bazı arkadaşlardaki düşünce değişiklikleri olduğunu müşahade ettim. Ama yine en önemlisi , buranın tatsız bir yer olduğunu teyit etmek durumundayım. Tat verniyor arkadaşlar . Uzun yazılar , bilgiçlik taslayarak yazılan yorumlar hiç bir şey ifade etmiyor. Hİç bir şeyi çözmüyor. Ara sıra uğrarım ne var diye ancak kayda değer birşey bulamadım. Kalın sağlıcakla dostlar.

    • Musa bey selam, en tatsız insan hiç değişmeyen insandır demişler; maşallah siz hiç değişmemişsiniz!
      “Bazı arkadaşlardaki düşünce değişiklikleri olduğunu müşahade ettim.” buyurmuşsunuz lakin yorumculara haksızlık da etmiş olmayın, çünkü siz platforma uğramayalı epeyce bir zaman oluyor, arkadaşlarımız daha önceden neyse hala o; nato mermer sunta kafa! Haa, vaktiyle belki siz de yanlış tanımış olabilirsiniz kendilerini çünkü hayvanın alacası dışında insanın alacası içinde demişler! Yani burnunun ucunu bile görmekten acizken kimin neyi değiştiğini nerden anladınız ki?

  9. Salgında gerçek rakamları vermeyerek, halkta rehavet oluşturup patlaya neden oldular.
    2021 bütçesinde yap işlet devret projeleri için 83,7 milyar YTL ödenek ayrılmış. 14 tane Avrasya tüneli parası
    Adı : Yalan
    Soyadı: Talan

  10. Didem Hanım’ın metnimdeki “Ne şirketi, bildiğimiz holding” şeklindeki yerinde düzeltmesinden sonra rakamlarla önümüze koyduğu tablonun bir başka vehçesine de ben işaret etmek istiyorum yine rakamlara baş vurarak.

    Kimi rakamların da belireceği bu küçük tablodaki bilgileri doğrudan devletin kaynaklarından alıp bizlere aktarıp özetleyen iki isimden birisi, onyıllardan milliyetçi-muhafazakar dünyanın önde gelen aydınlarından birisi olarak yakından tanıdığımız hukukçu Taha Akyol. Diğeri ise, bir müddet aradan sonra geçenlerde Karar Gazetesi’nde geri dönmüş olan, “Siyasal İslamcı” kimliğinden en ufak bir rahatsızlık duymayıp bunu tutkuyla sahip üstlenen yazar Hakan Albayrak.

    Tabloyu çizip boyadıktan sonra, yorum sayfalarında Erdoğan iktidarını dava, İslam, Müslümanlık adına desteklyen arkadaşlara şu iki soruyu sormuş olacağım: “Adalet anlayışınız, adalet duygunuz, adalet ilkeniz bu mu? Kavala’dan bir suçlu gibi söz eden liderinizden bir utanç ve mahçubiyet duymuyor musunuz?”

    Şu sıralar ismini sık sık işitttiğimiz Osman Kavala, basının ve Erdoğan’ın “Gezi protestolarının gizli finansörü ve kumpasçısı” olduğu iddiasıyla suç duyurusunda bulunması üzerine, Cumhuriyet savcısı tarafından 1 Kasım 2017’de tutuklandı.

    Osman Kavala tutuklandığında, ortada bir soruşturma veya iddianame yoktu. Hakkında bir iddianame yazılması ve Kavala’nın mahkemede yargılanmaya başlamas için aradan 16 ay geçecekti. Tam 16 ay sonra yazılan 600 sayfalık iddianamede, savcılık Kavala hakkında AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET cezası talep ediyordu.

    16 ay sonra yazılmış iddianame ile nihayet başlamış olan dava duruşmaları 11 ay sürdü. Hakimler, 600 sayfalık iddianamede delil sayabilecekleri bir şeyler bulamadılar. Ve, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkmesi, 18 Şubat 2020 tarihinde, 2020/34 no.lu karar numarası ile aldığı karada, “Gezi olaylarını organize ve finanse etmek” suçundan açılan davada Osman Kavala’nın üzerine atılı suç iddalarından beraatine karar verdi. Mahkeme heyeti, Erdoğan hükümetinin Maliye Bakanlığı’na bir yazı yazmış, bu bakanlığın Mali Suçlar Araştırma dairesine, Kavala’nın Gezi olaylarını finanse ettiğine dair ellerinde bir belge veya bulgu olup olmadığını da sormuştu. Bakanlık, elinde böyle bir bulgu veya belge olmadığını bildirdi makhemeye.

    Kavala, beraat karanın verildiği 18 Şubat 2020 tarihinde serbest bırakılmadı. Beraat kararının alınmasından sadece saatler sonra, bu kez, savcılık, “15 Temmuz darbe girişimine destek” suçlaması ile Kavala hakkında yeni bir tutuklama kararı talep etti. Savcılığın elinde, bu talepte bulunmasına gerekçe olacak tek bir yeni delil yoktu. Tutuklama talebi, Kavala’nın beraat etmiş olduğu dava klasöründeki aynı ‘delil’ iddiaları idi.

    Erdoğan ve Bahçeli, ve bütün bir havuz medyası, Osman Kavala’dan bir suçlu gibi söz ediyorlar ve linç edilmesi için önünüze atıyorlar.

    Oysa, Kavala hakkında, içinde bulunduğumuz şu güne kadar, verilmiş tek bir mahkeme kararı var: beraat.

    Şimdi, İslam adaleti ve Müslüman ahlakı ve vicdanı adına çıkın, liderinizi savunun.

  11. Daha önce de yazdım, bir hata yaptığınızda farkeder özür diler devam edersiniz, doğrusu budur. Yada ilk hatayı örtmek için hata üstüne hata, yalan üstüne yalan devam eder. Arkanızda her dediğinize inanan bir kitle de olunca uzaya 4 şeritli yola bile ikna edersiniz. Bu hale getirilişimiz hatadan ziyade bilerek isteyerek yapılan bir icraattır. Bu yüzden ABD de olduğu gibi bizde “pardon, buyurun bu işi siz daha iyi yapıyorsunuz” olmaz. Kaçış rampası da olmayan bir yolda freni patlamış kamyon misaliyiz…

  12. Biz biraz fazla kendi dünyasında oyalanan insanlardanız. Kafayı kaldırıp etrafa bi baksak, ya da sosyal medyanın- tvdeki kim kimi neytmiş merakı yerine, biraz şu F.K. sayfası yorumcuları kadar okuma araştırma yapsak çok şeyi bastan halledecez.
    İkide bir silbaştan başlamak gerekmeyecek belki de.
    Abd’ye baksak orda olan bizde de mi olacak sorusunu sorsak yetecek aslında. Birşeyler oluyormuş gibi birşeyler yapılmazsa bizde de mutlaka..
    Eskiye rağbet olsa.. yerine, bizi yöneteni biraz tanımış olsak, yolu yarılamış bile oluruz.
    Eski yeni değil, sakallı kepli değil, zengin fakir yada şu dinden bu etnik kökenden hiç değil,
    Herkese fikrini sorarım, herkes fikrini söylemekte sonuna kadar tam özgürdür (dava açarsam iki oliim) lakin,
    Son sözü hep ve sadece ben söylerim (nokta).

  13. Sayın yazarın dostunu bilemem ama kendisinin “deneysel işler önce türkiyede uygulanır sonra abd ye veya başka ülkelere de sıçrar” gibisinden bir tezi vardı; bakıyorum şimdi de tam tersini söylüyor.

    • N’oldu ya… bir panik haliyle elindeki cihazı ters tutarak mı okudun yazıyı? her zamanki gibi ters anlamışsın da.

      hani sen çorak topraklara su olacak yeni nesil fikir arayışına girmiştin, bu arayışını şöyle dile getirmiştin:

      H.Gayret
      25 Kasım 2020 At 18:18
      Sn.bernar arkadaş, gündelik siyasetten bağımsız olarak bize eskinin tekerlemelerinden farklıca dış dünyanın düşün aleminden yeni kesitler yeni tavırlar, yeni bakışlar ve yeni ufuklar taşıyan paylaşımlar yaparsanız istifade ederiz. Tercüme de olsa gavur malı da olsa yeni nesil düşüncelerin zerresi bile çorak toprakta yağmur kokusu gibidir.
      Atalarımız ettekrarü ehsen, velevkene yüzseksen demiş ama eskilerin sakızlarını artık önceki yüzyılda bıraksak daha iyi olacak sanki…
      Ne dersin?

      hemen de atalarına sırt çeviriverdin, kök tengri, bilge kağanların pabucunu dama atıverdin, türklüğün engin düş dünyasından sıtkını sıyırıp da dış dünyadan yeni nesil fikir getirip çorak toprakları sulamaya niyet ettin.

      iyi etmişsin iyi etmişsin de bari bunu da bernar hocaya havale etmeseydin, kendin yapsaydın daha sahici olmaz mıydı. ama olsun bu da bir gelişme. bu da iyi bir şey.

      sen şimdi badem bıyık da bırakırsın…. evrensel değerlerden de bahsedersin…:))))

      • Sn.bernar, baran beni sıkıştırıyor hani nooldu “yeni nesil fikirler” gelecekti diye soruyor, sen hala gitmişsin; t.akyol, a.altan, mahçupyan, y.oğur, m.türköne, şundan bundan bahsediyorsun!
        Umarım geçerli bir açıklaman vardır?

        • Eski ulemadan Tekçizgicillerden Atarlı Hamza Bey üzerine bir okuma süreci içindeyim. “Yeni nesil fikirler” acık bekleycek.

  14. dün bernar bey AK Parti Şirketi ifadesini kullanmış, ben müsade ederse akp holding diyeceğim. bu gelinen noktada pek çok şeyi anlatmak için veciz bir ifade bana kalırsa. neden ortada bir dava kalmadığı, dava yoksa neden dava arkadaşlığı kalmadığına da ışık tutuyor. neredeyse her şey büyük bir çıkar ilişkisine dönmüş durumda ve bu çarkı çeviren enerji oy olduğu için iş, ne pahasına olursa olsun oy devşirmek.
    elimden geldiğince basit bir dille, mümkün mertebe aynı şeyleri çok tekrarla ben de pek çokları gibi anlatmaya çalışıyorum. ne yazık ki bazıları yazılanları erdoğan düşmanlığı, akp karşıtlığı olarak niteliyor. bu her şeyden önce insanın kendi izanına bir hakaret.
    ve keşke bu kadar basit olsa.
    keşke bu kadarla kalsa.
    oysa burada yazdığımız her şeyin bir rakam karşılığı var. ve rakamlar önümüze bir tablo koyuyorlar. korkunç bir tablo.
    bir kaç gündür hatta bir süredir pandemi de görev alan isimler medyadaki açıklamalarında verilen rakamların doğru olmadığını rakamlar doğruyu yansıtmazsa mücadeleye zarar vereceğini karşı karşıya olduğumuz tehlikenin ne denli büyük olduğunun anlaşılmasını engellediğini anlatmaya çalışıyorlardı. nihayet rakamlar saklanamaz hale gelince dün akşam f. koca artık gerçek rakamları açıklayacağız dedi. ortaya bana kalırsa yine gerçeği yansıtmamakla beraber yakın olması babında ciddi
    bir rakam çıktı. her ne kadar hastanelerin % 70 i dolu dense de hiç bir yerde yatak bulmanın kolay olmadığı biliniyor. şimdi elimizde rakamlar var, bunlar bir tablo oluşturuyor , bu tablo korkunç bir tablo ve bize neyle karşı karşıya olduğumuz hakkında fikir vermekle beraber nasıl bir mücadeleye ihtiyacımız olduğu hakkında da bilgi veriyor. iktidarın gösterdiği yetersizlik ve bilim kurulunun önerilerine kulak tıkamak işi bilen insanların bilgisine ve desteğine kapalı olmak, halkın bu pandemi karşısında gösterdiği duyarsızlık, gerçeklikten kopuş, inanmamazlık sonuçları itibarıyle ciddi can kaybının yanı sıra büyük bir maddi kaybı da beraberinde getirdi. saklamak ötelemek görmezden gelmek iki taraf için de sadece zararın artmasına neden oldu. kapanmamanın ekonomik maliyeti kapanmanın ekonomik maliyetinin çok ötesine geçti. pek çoğumuz vurdumduymazlığın bedelini hayatını kaybederek ödedi ve bu artarak çağalacak. sonuçta, gerçeklerden nereye kadar kaçabilirsiniz.
    işte ekonomi de yargıda eğitimde tarımda hayvancılıkta büyük hatalar yapılıyor, yoksulluk, yolsuzluk, rüşvet batağı inanılmaz boyutlarda büyüyor ve derinleşiyor denildiği zaman bunu görmezden gelmenin, gerçeklerden kaçmanın hangimize ne yararı var ve nereye kadar kaçabiliriz???
    kamuoyu oluşturmanın tek yolu gerçeklerle yüzleşmektir.
    önümüzde dünya çapında büyük bir resesyon, kuraklık, kıtlık, toplumsal dönüşüm, teknolojik devrim var, transhümanizm meselesi var,
    kış geliyor derken kara kış geldi kapıya dayandı gerçeği var.

    • Didem hanım siz de adlı adınca bir holdingimizin adıyla parti kuran deva partisini görmüyorsunuz da hala veciz ifade mi arıyorsunuz?

      • ”ak” partinin
        isim-fiil uymadı,
        adı-sanı kalmadı diye,
        ifade sıkıntısı mı yaşayalım?

    • osman kavalanın durumu böyleyken,
      adam, eşini şiddetli dövmüş, kemiklerini kırmış, kadın komada…
      öldürmeyi başaramadığı için serbest bırakılıp, tutuksuz yargılanıyor.
      bugün mahkemede en ufak işi olanın davası üç ile beş yıldan önce sonuçlanmıyor.
      ama, bir tanıdığınız varsa ya da başka imkanlarınız, bir yıl içinde 4 kez ilgili bakanlıklardan izin çıkartıp kadim zeytin ağaçlarının olduğu yerin sit alanı, tarım alanı olan statüsünü değiştirip, o canım ağaçları kesip şantiye kurabiliyorsunuz.
      işlerinizi tıkır tıkır yürütebiliyorsunuz…

      • Didem hanım şimdi baranın size yaptığı gibi ben de başkalarının kirli çamaşırlarını araştıracak değilim:
        “Baran
        25 Kasım 2020 At 01:07
        siz şahsen nasıl bir kirli işe maruz kaldınız, şahsınıza yönelik yapılan kirli işi bize anlatarak beni de aydınlatın efendim.”
        Sn.bernar da aynı amaçla geçen gün bizlere soruyordu:
        “Bu güne kadar A. Gül’den, Babacan’dan, F. Koru’dan, M. Yeneroğlu’ndan ne zarar gördün? Bir gün olsun küçücük bir mahçubiyet yaşattılar mı sana?” diye…
        Adıgeçen zevat velev ki sütten çıkmış ak kaşık olsun, bir erdem midir bu, ya da onlara kendimizi borçlu mu hissetmeliyiz?
        Bu kişilerin kirli çamaşırları varsa bulup ortaya saçmanın kime ne yararı vardır?
        Bugün de bakıyorum karşılıklı, 11milyonu aşkın üyesi olan legal bir partimizin a.ş. mi yoksa holding mi olduğuna karar vermeye çalışıyorsunuz!
        Eğer burdan kasdettiğiniz akparti döneminde kurulan “varlık fonu”ysa buyrun mal meydanda; onu tartışalım…
        Yukarda
        “neredeyse her şey büyük bir çıkar ilişkisine dönmüş durumda ve bu çarkı çeviren enerji oy olduğu için iş, ne pahasına olursa olsun oy devşirmek.”
        demişsiniz;
        iyi de demokrasilerde “çarkı çeviren enerji oy” değil de ya ne olmalıydı?
        “elimden geldiğince basit bir dille, mümkün mertebe aynı şeyleri çok tekrarla ben de pek çokları gibi anlatmaya çalışıyorum.” diyerek zaten “pek çoklarının” yaptığından farklı bir şey yapmadığınızı kendiniz söylüyorsunuz: “…erdoğan düşmanlığı, akp karşıtlığı…
        bu her şeyden önce insanın kendi izanına bir hakaret.”
        Doğru söze ne denir…

        • konuyu güzelce derleyip toplamışsın, daha ne olsun.
          yanlız baran bana ne yapmış, tam anlamadım, biraz açar mısın?

          varlık fonu mal meydanda derken,
          parasızlık meydanda demek istedin zannedersem, parasızlıktan borsanın % 10unu katara devrettiler, varlığını satmış oluyorsun değil mi? kaç paraya gitti henüz bakamadım, bilen varsa yazabilir mi?
          diğer anlaşmalara henüz bakamadım, neler devredildi bilgin varsa onları da bir derle, topla.
          umarım bu devir işleri THY kadar gitmez, yoksa gider mi? öngörülerini de bir derle topla.

          • Hayır açamam, her şeyden önce başkalarının zor durumundan faydalanmaya çalışmak bana uymaz; hem baranın murdarlıklarını niye ben açıklıyormuşum ki? Yani sizinkisi de biraz it ite buyurur it kuyruğuna buyurur durumu olmuş ama neyse…
            Mal varlığı demişken evet; akpartiden önce varlık fonu mu vardı?

          • er meydanına çıkan her yiğitle kapışmaya ne oldu?
            yok açamam, kaçamam,
            yok kirli çamaşırlar, zor zamanlar
            sen in ordan bence,
            muhatap almam böyle…

    • İnanmamak hastalığı nı, 15 tmmz a giden süreci hazırlayanların “gözünle görmüyorsan inanma diyeceksin” kafasına bağlıyorum ben. Çünkü bana hep bu cevabı verenlere rastladım, sonra çıktı oyunu.
      Sonrasında yapılan herşeyin belli bir kesime yarayacağı üfürmesi (kimse itiraz etmedi biz bir milletiz ayrı gayrımız yok diye).
      Sözleşmelerin gizli olması bir yere kadar doğru olabilir, lakin halkın çıkarları sözkonusuysa muhalefet de var mecliste.
      Bu giz, bu sırlanma, döndü pandemide vurdu: yatak kalmadı ya gitmemesi tuzlu hastaneler sayesinde olacak (hep bu hastanelerin gerekliliğini savundum şimdi anlaşılıyor aslında faydası).
      Oysaki hep uyarıldı, şu kadar yatak, bu kadar makina var,
      98 doldu iki boş kaldı! Deseydiler, birileri belki bundan anlar.
      Öteki tarafa bile vekil torpiliyle.. (Adam maske takmaktan bile aciz, arsız).
      Allah saklasın bizi, merhamet et ya Rab bizlere.

      • Mehmet bey, ermiş değil belki ama kendisinin bir derinliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz; en azından bence öyle…
        Yalnız yorumculardan sebilürreşad pek sizin gibi düşünmüyor; ona göre didem hanım hala “kafası karışık troliçe!”
        Bugün eski yorumculardan musa bey de teşrif buyurmuşlar;
        “…Bazı arkadaşlardaki düşünce değişiklikleri olduğunu müşahade ettim…” diyerek sizin ermiş mi acaba diyerek keramet aradığınız hususa işaret etmiş ve ardından da eklemiş: “…Ama yine en önemlisi , buranın tatsız bir yer olduğunu teyit etmek durumundayım. Tat verniyor arkadaşlar . Uzun yazılar , bilgiçlik taslayarak yazılan yorumlar hiç bir şey ifade etmiyor. Hİç bir şeyi çözmüyor. Ara sıra uğrarım ne var diye ancak kayda değer birşey bulamadım. Kalın sağlıcakla dostlar.”
        Belki doğru da söylüyor ve kendisine hoşgeldiniz/uğurlar olsun diyorum; ama şunu da belirtmeden geçmiyelim; buraların tadını kaçıranlar yok değil ama didem hanım güzel bir tat veriyor:)

  15. Dostunuz çok iyimser!.. Şunu atlıyor; ABD’de ikinci dönemini kazanmış olsaydı Trump ve dostunuzun dilediği şekilde Trump, başarılı eski elit yöneticileri kadrosuna dahil ediyor olsaydı belki bu, bugün bizim ülkemize de uyarlanabilirdi Sn. Koru… Ama ABD’de Trump’a karşı Biden seçildi, yani iktidar değişikliği gerçekleşti.

    ABD’de gerçekleşenin aynısı bizde de olsun temennisi varsa, bu, anacak iktidar değişikliği ile gerçekleşmeli ki, -bu teze en uygun siyasi partiler de Babacan ile Davutoğlu’nun partileridir- CHS buna izin vermiyor henüz ve mezkur partiler iktidarı ilk seçimde elde edebileceği halk desteğine de sahip değiller.

    Evet; siz de görüyorsunuz, Erdoğan’la beraber Bahçeli’de (CHS) zorda ve bu zorluğu aşmanın yolları aranıyor.. buna daha çok Erdoğan muhtaç, çünkü; Bahçeli’nin kaybedeceği bir şey yok. Erdoğan’ın ise kaybetmediği bir tek iktidarı kaldı ve onu elde tutmanın arayışı içerisinde.

    Yola beraber çıktıkları, yollarda beraber ıslandıkları ve trenden itilerek atılan biraderler, ağabeyler bu teklife sıcak bakarlar mı ki? (belki Arınç istisna tutulabilir).

    Erimeye yüz tutan tabanı ve halk desteği yüzde 30’larda seyreden Erdoğan için çıkış yolu -daha önce de sizin teziniz aksine ifade etmiştim Sn. Koru- yeniden Parlamenter Sisteme dönmektir ki, Bahçeli’ye rağmen bunu yapabilecek midir Erdoğan? Muhalefet partilerinin de talebi bu yönde ve bunu ısrarla istiyorlar. Bu, bir nevi Erdoğan’a el uzatmaktır ve benim gördüğüm, Erdoğan’ın Bahçeli’ye rest çekmesi ve ondan kurtulmasına bundan başka yol gözükmüyor.

    Başka ne yapmalı, ne yapabilir Erdoğan?

    Bahçeli, CHS’den zinhar vazgeçmez, vazgeçmiyor. Yakın dava arkadaşlarından ayrılalı da çok oldu, üstüne ailesi içinde de huzursuzluklar baş gösterdi Erdoğan’ın…

    Cumhur İttifakın oy oranı da yeni bir seçimde iktidarı yeniden elde etmesine yetmiyor anketlere göre… HDP zayıflamaya yüz tutmuş gibi… Akşener henüz inadından vaz geçmiş gibi değilse de son kertede ben onun, 2018’de Cumhur ittifakın lehine davranarak Millet ittifakına attığı golü tekrarlayacağına inananlardanım… Dış işlerinde durum iyi değil ve ABD ile AB’deki son gelişmeler de Erdoğan’ın lehine değil.

    Bu durumda siz Erdoğan’ın yerinde olsanız ne yapardınız?

    Tahlil: Devletimizin ulusal ve bölgesel çıkarları, ABD’de Trump yönetimine ve bölgemizde meydana gelen gelişmelere karşılık ülkemizde hızlı karar alınması ve ani müdahale gerektirmesi açısından CHS gibi bir sisteme gerek duyuldu ve devletimizin bekası gereği kuruldu. Belki ulusal devlet politikaları açısından, özellikle Suriye, Libya ve Azerbaycan gibi sınır ötesi ön alma operasyonları açısında başarılı bulunabilir de CHS.

    ABD’de meydana gelen gelişmeler tüm dünyayı özellikle de ülkemizi ilgilendiriyor.

    Biden’nin seçimi kazanması ve anlaşılan, Obama döneminde başarılı zevatı yönetime getirmesi dünya için Trump yönetimine göre çok iyi bir gelişme. Erdoğan’ın -şahsi veya parti politikası olarak değil ve fakat devlet politikası gereği- yeniden AB ve ABD’ye doğru dümen kırması ABD’deki değişimin bize yansıması olarak okunabilir kanısındayım.

    ABD’de Demokratlar yönetime geldi ve popülist bir liderden kurtulmuş oldu ABD. Bunun demokrasi açısından dünyaya yansımaları olacaktır ve bir çok devletin yöneticileri Biden’e göre pozisyon almaya başladı bile.. Erdoğan’da…

    Dünyada, ABD’nin çıkarları daha demokratik bir ABD ile gerçekleşir ve Biden’in oluşturmaya başladığı ekip bu yönlü bir demokratik davranışı salık veriyor. Diğer devletler de buna göre pozisyon almaya başladığına ve ABD yeni yönetimi İran ile yeniden nükleer anlaşmaya niyet gösterdiğine göre en azında popülist politikaların terk edilmesi bölgemizi ve bölgemiz devletleri arası dengeyi yeniden tanımlamak gibi bir fırsat oluşturuyor ve bunu sağlamaya niyetli yeni ABD yönetimi.

    Putin’in hala Biden’i tebrik etmemiş olması bir fikir verir mi acaba bölgemizde meydana gelebilecek gelişmeler açısından?

    Erdoğan Biden’i iki gün sonra tebrik edebildi ve birlikte çalışma niyetini sundu.

    ABD hala siyasi, askeri ve ekonomik lider bir güç. Politikaları ve devlet çıkarları popülist lider ve politikalarla yürümüyor. Çıkarlarını elde etme ve politikalarını uygulamada değişik coğrafyalarda partneri olan yönetimler ile hareket eder. Çeşitli uluslararası kuruluşlarla da.. Türkiye de bunlardan biri.

    Yeni ABD yönetimi daha demokratik bir Türkiye ile çalışmak isteyecektir. Trump’a karşılık daha demokratik bir yönetim olacak olan ABD yeni yönetimi ile de Türkiye…

    Ülkemizde ilk elde Parlamenter Sisteme dönüleceğine kanaatim daha da pekişiyor.

  16. “Türkler” yok o listede ama Trump’ın rahip Brunson krizi sırasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a gönderdiği mektuptaki hakaretamiz ifadeler bizleri de derinden yaralamıştı.”

    Fehmi bey!
    TÜRKİYE o listede tabiiki olmaz.
    ABD liler Trumpın akıl almaz çıkışlarını gördükleri zaman ” Trump’a bu akılı Erdoğan veriyor diyiyorlar. Şu an ABD’de Trupin dostlari arasında en popiler olan Erdoğan.
    Sağ olsun bu konuda erdoğan, Putini, Kim Joni ve diğerlerini çoktan solladí.

    Brunson konusuna gelince.
    Erdoğan, Putin ve Trump’ın önceden seneryoları’nı yazip zamanı gelince teker teker sahneye aktardıklarí danışıklı dövüşlerin’den biriside Brunson oyunu olduğunu siz herkesten daha iyi biliyorsunuz.
    O zaman bunun bir oyun olduğunu ben hep yaziyordum burdaki Erdoğn’ın avukatlığını soyunmuş yorumcular hep birden bana saldıriyordular hatta bahse bile girdiler ve sonunda bahsi kayıp eden onlar olmuştu.

    “Pek çok yorumcu ‘Amerika’da da olmaz’ deyip durmuyor muydu, oldu işte” diyebilir.”
    Bunu diyebilen Pek çok yorumcu o zaman ABD Halkı’nı tanımamış olurlar ve onlaride Türkiyedeki Arınçın oğlu gibi zannetmış olurlar…

    Trump Annasi sağ iken “ben ABD başkanı olcam” dediği zaman çok endişeleniyormüş ve “bu başkan olsa ABD yi bõler ve batırır” diyiyormüş
    Ablasi ve yiynide ayni laflari sõyleyip duruyorladı.

    “Derse haklı olur mu?
    Çok emin değilim.”

    Fehmi bey buna Emin olabilisiniz! Çünkü Kesinlike haklı olamazlar.

    Trumpa oy veren kesim irkçı, meshepci ve cahilerden oluşuyor.
    Kendisi geçen seçimlerde ABD lilerin oyu ile değil Rusyanın oyunu ile kazandı, Hilleri ondan 3 miliyon fazla oy almıştı.

    Bu arada; Brunson úzerine yazílmíş seneryonun baş rol oyuncusu rolunu neden yerine getirmediğini Ahmet Nesinin bu Cumartesi yazisinda anlatacak isteyen okuyabilir.

  17. Kızılay, özel bir pizza zinciriyle anlaşıp, “Askıda Pizza’’ kampanyası başlatmış. Binali Yıldırım abinin kardeşi İlhami Yıldırım, hem homur homur olmuş hem de meraklanmış, sosyal medya hesabında merakını paylaşmış:

    “Acaba daha ne saçmalıklar göreceğiz ve duyacağız merak ediyorum.”

    Yorum sayfasında, İlhami Yıldırım Bey’in merakını giderecek bir yiğit arıyorum. 🙂

    • Askıda değil de “çadırda pizza keyfi” kampanyası başlatılsaydı aynı elemanlar büyük ihtimal “mesajı aldık” veya “sandık her şey değildir” ya da “yarasın çiçek çocuklara” gibi laflar ederlerdi…
      Belki de şöyle demek istemiştir:
      “Küflenmiş somun ekmek göbeğini kaşıyan kıllı ayının nesine yetmiyor; pizzayı da yemeyiversinler canım!”
      Haksız myım didem hanım.

    • F.K.T. bey merhaba! Aslında Çakicíyı bırakıp esas Mafyayi irdelersek iyi olur, nedenine gelince; Alaattin Çakıcıdan sıradan vatandaşlara zarar gelmez en azíndan ikili oyunu beceremiyor. Herkes onun kim olduğunu biliyor. Onun için onun içerde veya dişarda olması pek õnemli değıl.

      Esas! Mafya liderleri aktapot gibi Türkiye ve dünyaya yayılmış kolları ile hayatlarari yok ederken derin bir uykuya dalmış halk “UYKUDAN” uyanmaz ise fazla uzun sürmez yakında TÜRKİYE CUMHURİYETİ Arap Cumhuriyeti olur.

      Trump ile oynadıkları oyunu tam başaramadílar fakat Suriye, ve Rusya ile oynadıklarí oyunu başarmak úzere iken Bahçeli Devreye girdi.
      Bahçeli’nin bu atağı nerdeyse hayatına mal oluyordu, ve aylarca hasstahanede ve evde yattí.

      Aslında Türkiye şu an % 80 Arap yarım adasí olmuş durumda.
      Rus uçağı düşürlmesi, uçaktan sağ kurtaran pilotların öldürülmesi vb, vb,vb çok sorular var ama, çevaplari bilenler şu an susturulmuş’lar
      Peki bunlar konuşmaya korkuyor’mi?
      Tabiiki hayır; nede’ni ise síradan halk seçmen kitleleri. Abdullatif Şenere inanmadı. Şener bugün geldiğimi noktayí 12 sene önce den başlayarak Türkiyenin bu duruma dúşeceğini avazí çíktíğí kadar bağırmasına rağmen kimselere inandıramadí, ve halende % 40 seçmen inanmiyor. Burdaki yorumculardan’de belli oliyor.
      Çok bilmişler ya
      Fehmi Koruyu elestiriyorlar. Oysaki Yazarín yazdığı tek kelimeyi dahi anlayacak kapasite’ye sahip değiler.

      Şu an son 9/5 yıldır Türkiyede dõnen dolaplar internet ortamında dünyaya servis edilmiş ve Brunson gibi kurbanları’n ülkelerinin gizli servisleri didik didik ediyorlar ve buda Túrkiye için hiç de iç açıcı değil

      Türkiye, 2011’e kadar Dünya ile barşık’iken ne olduda 2011den sonra
      Herkesle kavga etmeye başladılar ve Türk ordusunu ordan oraya savaşa süriyorlar, ve úlke gündemini durmadan saptíriyorlar.

      Ne diyelim İnşAllah millet Doğu Perinçek ve Arap diktatörlerine hızmet ettiklerinin farkına vardıklar zaman çok geç olmaz.

      Hadi halk uyuyorda bu Muhalefete ne demeli? Sizi bu Millet sırtında taşímak içinmi seçti? Sizin görevlerinizden biride ihtidarín yalnışlarını millete anlatmak halkın sorunlar ile ilgilenip yapílan yolsuzluklari, hırsızlık’lari ve díşariya yapılan yatırımlırin o úlkelere nereden ve nasıl sokulduğunu araştıríp ortaya çıkarmak değilmi?

      Ne diyelim Muhalefet ve millete iyi uykular.

      Esenlikle kalin.

  18. Serbestiyet.com yazarlarından Alper Görmüş, son yazısında, “Erdoğan ve AK Parti, partinin eski reformcu karakterine dönmesi konusunda bir irade ortaya koysa bile bunun gerçekleşme ihtimalinin olmadığını düşünüyorum.” dedikten sonra gerekçelerini ara başlıklar halinde sıralamış, her bir gerekçesine açıklık getirmişti:

    “’Dava siyaseti’ni değiştirmenin güçlükleri”
    “Denenip vazgeçilene dönmenin güçlükleri”
    “Değişimin mevcut liderlikle gerçekleştirilmesi mecburiyetinden kaynaklanan güçlükler”

    Sonuncu alt başlık, “Her yerde aynı kural: Büyük değişimler yeni liderlerle olur” şeklindeydi ve A. Görmüş Türkiye siyasal tarihinde büyük değişmlere karşılık gelen geçişlerin örneklerini sıralıyordu:

    “Ortanın solu, İnönü-Ecevit: İsmet İnönü, Türkiye’de bir devlet partisinin seçim yoluyla iktidar olamayacağını anladığında, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) artık “ortanın solunda” olduğunu ilan etti. Ne var ki bu büyük değişimin ikna edici olabilmesi, kuvveden fiile geçebilmesi için yeni bir liderin çıkıp onu sahiplenmesi gerekti: Bülent Ecevit. Türkiye siyasetindeki en büyük çizgi değişikliklerinden biri böyle gerçekleşti.

    Merkez sağ, Demirel-Özal: Merkez sağın lideri Süleyman Demirel, görevi ondan devralacak olan Özal’ın izlediği çizgiyi benimsiyor, merkez sağın tıkanıklığının ancak böyle aşılabileceğine inanıyordu. Zaten 12 Eylül darbesinden önce Özal’ı göreve getiren de kendisiydi. Fakat bu kadar köklü bir değişim ancak liderliğin değişimiyle mümkün olabildi. Aynı çizgiyi Demirel izlemeye kalksaydı hiç şüphesiz ikna edici ve inandırıcı olamayacaktı.

    Laik siyaset, Baykal-Kılıçdaroğlu: Sert ve dışlayıcı bir laik siyasi çizgiyle iktidarın mümkün olmadığı anlaşıldıktan sonra CHP içinde yeni arayışlar belirmeye başladı. Hatta, bu çizginin asıl aktörü Deniz Baykal döneminde “çarşaf açılımı” vb birtakım girişimlerde de bulunuldu. Ne var ki, geçilmek istenen yeni çizgi yönünde küçük fakat kararlı ve sürekli adımlar ancak yeni bir siyasi liderle mümkün olabildi: Kemal Kılıçdaroğlu.

    İslami siyaset, Erbakan-Erdoğan: 2000’lerin başında Refah Partisi (RP) içinde, sonradan yepyeni bir siyasi çizgi oluşturmak üzere ortaya çıkan Yenilikçileri düşünelim… Şöyle bir varsayımda bulunalım: Onların temsil ettiği çizgiyi Necmettin Erbakan ilan etseydi inandırıcı ve ikna edici olabilir miydi?”

    Ekomomiden genel olarak anlayanlar, siyaseten taraf olsalar bile, siyasetin seyrine ve muhtemel sonuçlarına ilişkin öngörülerde bulunurken taraftarlık şapkasını bir kenara bırakarak siyasal gelişmeleri ekonomik trendlerle birleştirerek okumaya çalışanlar, seçmen davranışları üzerine yapılan araştırmaları (ki partilerin oy desteğini ilan eden anketlerden çok daha fazla bir şeydir seçmen davranışları araştırma ve analizleri) takip edenler, Cumhur İttifakı’nın tıkanmasının kaçınılmazlığını öngörebiliyorlardı.

    Türkiye ve Türkiye siyaseti, bir başka tarhisel dönüm noktasının eşiğinde.

    O dönüşümü AK Parti’nin ana ya da ikinci aktör olduğu bir siyasal birleşim içinde yaşaması bana muhtemel görünmüyor.

    Sadece bu da değil: Dönüşüm, CHP ve İyi Parti’nin kalıcı roller üstlenmiş oldukları bir siyaset sahnesinde yaşanacak gibi de görünmüyor. Bu iki parti, özellikle de ikincisi, ancak, Cumhur İttifakı’nın çöküşünden dönüşmün gerçek anlamda başlayacağı zamana kadar olan görece kısa “geçiş dönemi”nde dikkate değer bir rol oynayabilirler. Fakat, dönüşümün kendisini omuzlayacak parti ne CHP, ne İyi Parti, ne de bu ikisinin birlikteliği.

    Dönüşümü sırtlayıp götürecek olan parti, bugün seçmenlerden alabildiği oy oranı yüzde 3’lerde görünen yeni bir parti olacak.

    Dönüşüm bu partinin liderliğinde, gücünden ve kritik öneminden çok bir şey yitirmememiş ve kendi içsel dönüşümünü yaşamaya devam edecek olan HDP’nin ikincil ve kalıcı bir rol üstlendiği bir siyasal süreç olarak yaşanacak. Liderinin çok yakında siyaseti bırakıp emekliye ayrıldığını kamuoyuna duyurduktan sonra koltuğunu yeni ve genç bir isme teslim edeceği CHP’ye düşen rol ise, geçiş sürecini kolaylaştırmak ve dönüşümün sancısız yaşanmasını sağlamak.

    Yaklaşan geçiş sürecini ve bunu takip edecek dönüşümü göremeyenler, muhalif siyasetçiler de dahil olmak üzere, Erdoğan’la birlikte kaybedip gidenler arasında olacaklar.

    Geçiş süreci 2021 yaz aylarında başlıyor. . .

    (*) Not: Alper Görmüş’ün gündemi belirleyen ‘reform’ muhabbetlerinin sıcağında 6 gün önce Serbestiyet sitesinde okuduğumuz ve benim yukarıda alıntılar yaptığım yazısı, aslında yeni ve şimdilerde yazılmış bir yazı değil. Yazarın kendisinin de belirttiği üzere, daha Haziran 2019’da, yani bir yıldan uzun zaman önce kalme aldığı yazsının alıntılarla tekrarı. Erdoğan’ın ve partisinin ‘reform muhabbetleri’ni daha bir yıl öncesinden öngörmüş A. Görmüş 🙂

    (**) Not:

    Bernar 4 Kasım 2020 At 18:39
    “Önümüzdeki iki hafta içinde, daha önceki pandemi yasakları ve kısıtlamaları geri gelecek, çünkü ikitdar yalan söylüyor, salgında kontrolü kaybettiler.”
    Bernar 3 Kasım 2020 At 15:24
    “Döviz kurlarında olduğu gibi, pandemide de kontrolü kaybettiler. Bunun böyle olduğunu, iki hafta kadar sonra ilan etmek zorunda kalacakları yasaklardan görüp anlayacak tüm Türkiye. (. . .) En geç iki hafta sonra sokağa çıkma yasakları geri gelecek.”

    Karar Gazetesi Manşet Haber başlığı, 26 Kasım 2020
    “Vahim tablo ortaya çıktı! Dünyada ve Avrupa’da rekor kırdık: Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ilk kez açıkladığı koronavirüs verilerine göre Türkiye günlük vaka sayısında dünyada 4. sırada, Avrupa’da da ilk sırada yer aldı.”

  19. Aslına rücu, yani şimdi ki tabirle öze dönmek eğer mümkün olsaydı aynı yanlış müteaddit defa tekrar eder miydi?
    Rahmetli ne güzel söylemiş:
    ”Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
    Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
    “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
    Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
    Hayır yanlıştan dönmek yanlış yaptım diyebilenlerin erdemi olup nasuh tevbe gerektirir. En kötü hal yanlış yaptığının fark etmemek değil, yaptığı yanlışı doğru zannetmektir sanılırdı. Halbuki bu büyük bir hatadır. Gaflette mertebe çoktur, belki gafletin en ağır hali yaptığının yanlış olmadığı zannı ile bu yaptığım en güzeldir diyerek etraftakileri bu en doğru ve müstakim sırata davet etmektir ki örneği bugünlerde çoktur.
    Artık ”eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal !” diyerek yeni ve yepyeni bir istikamete ihtiyaç var. Sakın yeni dememle yeni kurulan eski tornistan partileri kast ettiğim farzı ile bu yazıyı bir yere koymayın.
    Vakit, Ankara için yeni bir şeyler söyleme zamanı !
    ”Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
    Her gün bir yere konmak ne güzel
    Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş!
    Dünle beraber gitti cancağazım,
    Ne kadar söz varsa düne ait,
    Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Mevlana Celaleddin Rumi (r.h.)

  20. “Zor değil, imkansız.” cümlesini görünce duygularım başlığı bile görmeden önceki haline döndü. gerçekten de imkansız çünkü.

    birincisi bizdeki travmalar amerikada yaşanmadı.

    ikincisi, Erdoğan düşman gördükleriyle ittifak kurdu, aralarında güven problemi var.

    üçüncüsü de Erdoğan kadim dostlarının da güvenini kaybetti. Artık Erdoğanla kimse çeşmeye bile gitmez.

    yani nereden bakarsak bakalım imkansız.

    • Baran tabii gönül amerikadaki travmaları yaşamış olmak ister ama neyse; hele şu salgın günlerinde newyorkta olmak vardı ya, artık yusuf bey bizim yerimize katılsın zenci sevme mitinglerine…

Yoruma kapalı.