Okula, kitaba, öğretmene ihtiyaç var mı? Yoksa korona bize farklı bir yol mu gösteriyor?

36
Reklam

Gününün hiç değilse bir bölümünü okuyarak ve okudukları üzerinde düşünerek geçiren her insanda olduğunu sandığım bir durum bende de var: Okurken aklıma gelen bir şeyi çoğu kez unutuveriyorum.

Evet, elimin altında genellikle not alabileceğim bir defterim oluyor ve not alıyorum, hatta aklıma o düşünceyi getirmemi sağlayan haber veya yazıyı arşivime katma alışkanlığım da var. Aklıma gelen düşünceyi aldığım notlar arasında sonradan ya bulamıyorum ya da aldığım not bana o ilk düşünceyi anımsatmıyor; arşivdeki yığınla malzeme de fazla işe yaramıyor.

Benim kabahatim, ne yapalım.

Çoğu kez, düşüncenin zihnimde canlı durduğu oluyor, hatta her yeni bilgi kırıntısı ona daha bir canlılık da katıyor; ancak düşünceyi bir tez haline dönüştürecek keskinliğe bir türlü kavuşturamıyorum. Bazen ‘tez’ haline dönüştürdüğüm düşüncemi henüz olgunlaşmadığı için açıklamaktan çekindiğim de oluyor.

Korona salgınının ilk gününden beri zihnimde filizlenen bir düşünce ise unutulmazlar arasında.

O da şu: Acaba korona ile ortaya çıkan yeni durumu algılamada bir yanlışlık yapıyor olabilir miyiz?

Sadece biz değil, hatta böyle ortamlarda en farklı düşüncelerin dile getirilebildiği, o düşünceler etrafında tartışmaların serbestçe yürütüldüğü ve sonunda politikalara da dönüştürüldüğü ülkeler de yanlış yolda mı? 

Örnek mi?

Reklam

Urfa’da Oxford var 

Türkiye’de korona yüzünden her düzeyde eğitim durdu. Yeni öğretim yılı 23 Eylül’de başlayacak. Yüz yüze mi olacak, yoksa geçen öğretim yılının koronalı döneminde olduğu gibi TV ve bilgisayar üzerinden uzaktan mı yapılacak eğitim?

Konuya aynı boyutta bizden önce yaklaşan ve ders yılını başlatan ülkeler oldu. Kimi okulları fiziki olarak kullanıyor, kimi uzaktan eğitimi tercih ediyor. Yüz yüze eğitim kararı verilen ülkelerde velilerin bazısının çocuklarını okula göndermediği görülüyor.

Bizde de hükümet çocuğunu okula gönderme konusunu velilerin kararına bıraktı.

Görünen şu: Korona ile ara verilen eğitime konunun esasına yönelik herhangi bir değişiklik yapılmadan bırakıldığı yerden devam edilmek isteniyor.

Eğitimin kendisi ve geleneksel yapısı üzerinde herhangi bir değişiklik düşünülmüyor.

Oysa korona bize tam da bu noktada “Acaba eğitim konusunu yeniden ele alsak ve geleneksel eğitimin yerini tutacak farklı bir yaklaşım üzerinde çalışsak daha doğru olmaz mı?” düşüncesi etrafında farklı çözümler üretme fırsatı sağlıyor.

Dünyamız son 20 yılda teknoloji alanında büyük bir atılım içerisinde; herkesin kullanımına giren çeşitli cihazlar sayesinde bilgiye erişim kolaylaştı. Eskiden öğrenmek için okula, öğretmene, kitaba mutlak ihtiyaç vardı, bugün acaba bunlara ihtiyaç eskisi kadar vazgeçilmez, eskisi kadar mutlak mı?

Reklam

İtiraz etmeden önce sorumun üzerinde biraz olsun düşünmenizi tavsiye ederim.

Kitabın, öğretmenin, hatta okulun bütünüyle gereksiz olduğunu ileri sürüyor değilim, haşa, ancak bunların lüzumunun azaldığına ve ihtiyaçların mahiyetlerinin değişmesi gerektiğine işaret etmek istiyorum.

Bir ara İbrahim Tatlıses’in meşhur ettiği “Urfa’da Oxford vardı da, biz mi gitmedik?” takılmasını hatırlayalım. Urfa’da veya dünyanın bütün yüksek öğretim kurumlarını kalitesine göre sıralayan muteber kaynaklara göre Türkiye’nin hiç bir kentinde Oxford ayarında bir üniversite yok; ancak bu, Oxford düzeyinde bir eğitimin Urfa’da alınamayacağı anlamına gelmiyor.

Dünyanın en itibarlı eğitim kurumlarının bünyesinde bulundurduğu bilim insanlarının verdikleri dersler artık bir tık ötede. Oturduğunuz yerden ilgi alanınıza giren konularda o insanların bilgisini kendi bilginiz haline getirebilirsiniz.

Eskiden dünyanın bir yerlerinde çıkmış önemli bir bilimsel eserden yararlanabilmek için haftalar çoğu kez aylarca çaba göstermek gerekirdi; bugün öyle mi ya… Hangi kitabı, dergilerin hangi sayısını isterseniz, ona fazla zorlanmadan erişebilirsiniz.

Bizde sözgelimi dini ağırlıklı dergiler için de, sosyal konularda çıkan veya sol ağırlıklı dergiler için de erişilmeyi kolaylaştıran çalışmalar var ve çok eski tarihlere kadar kaynak taramasını kolayca yapabiliyorsunuz.

Yabancı kitapları parasız elde etmenin yolları bile var; tabii öyle bir yola başvurmayı uygun görüyorsanız. 

İlk akla gelenler

Sözün kısası eğitim konusu yeniden ele alınmayı hak ediyor:

İlk öğretim çocuklara bilginin gerekliliğini aşılamak ve kabiliyetleri tespit edip öğrenciyi o yolda teşvik etmek için vazgeçilmez derecede önemli. 

[Ancak, ilköğretim için bu görevi hakkıyla ifa edecek çapta öğretmenler yetiştirilmesi gerekiyor. Belki üniversite hocası seviyesinde ilkokul öğretmenlerine ihtiyaç duyulabilir.

Urfa’da veya herhangi bir başka ilde kendisine çizilen / kendi çizdiği yolda sağlam bir eğitim almak isteyen gençlerin anadilleri yanında bir -hatta birden fazla- yabancı dili öğrenmelerini de sağlamak gerek. 

Öğretmenleri bilgi aktaran kişiler olarak değil yol gösteren insanlar olarak düşünmek ve bu düşünceye uygun bir birikime kavuşturmak daha doğru olabilir.

Elbette okullar, öğretmenler, kitaplar-kütüphaneler olacaktır, ancak bunların hepsinin görev tanımlarını yeni duruma göre yeniden belirlemeyi ihmal etmeden… En önemlisi de, müfredatı içinde yer aldığımız çağın gereklerine uyacak biçimde baştan sona elden geçirerek…

Yabancı dil ve matematik ağırlıklı bir müfredat ile anadil, yabancı dil ve edebiyat-sanat ağırlıklı bir ikinci müfredat seçenekleri gerekebilir.

Salgın etkisini yitirse, aşı bulunsa ve hayat normale dönüyor olsa bile, yeni normali eski normal olarak düşünmek ve hiçbir şey yaşanmamış gibi yola devam etmek kadar yanlış bir davranış tarzı olamaz.

Üzerinde düşünülmesi gereken tek konu eğitim değil elbette. Korona günleri bizlere hemen her konuda farklı davranış kodları öğretti durdu. Keşfedilmeyi bekleyen davranış kodları…

Bence hiç vakit kaybetmeden o kodları keşfetmeye başlamalıyız.

Not defterimizi el altında tutmayı ihmal etmeden…

ΩΩΩΩ 

Reklam

36 YORUMLAR

  1. Okullarda enbaşta iyi bir insan nasıl olunur,iyi insanların özellikleri nelerdir,olaylar karşısında hangi davranışı gösterip nasıl tutum alırlar bunlar öğretilmeli.Yaşantılarıyla toplumlara örnek olmuş iyi insanların biyografileri tanıtılmalı.

  2. Kamuoyunda ‘Uşşaki Tarikatı Lideri’ olarak gündeme gelen ve 12 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismarda bulunan Fatih Nurullah takma adlı Eyüp Fatih Şağban’ın,

    “Hele İslami devlet olsun, en güzel sarığı biz saracağız, en güzel cübbeleri biz giyeceğiz. Ayasofya açıldı. Sarık ve cübbe de… Vakti gelir. Devletin kontrol mekanizmalarında olalım. Ne idüğü belirsizler karar mekanizmalarına geçince Müslümanlar sıkıntı çekiyor”

    sözleri sosyal medyaya yansımış ve büyük tepki çekmişti.

    Biyolojik virüslere karşı aşı ve ilaç bulunamasa bile sosyal mesafe, sabunla el yıkama, kimyasal ilaçlama gibi çareler var. Dinbaz virüslere karşı da dindar insanların sosyal mesafeyi koruması gerekir. Hükümetin de kanuni ilaçlama ile gereğini yapması gerekir. Tabi ki yaparsa, yapmak isterse!

    Dindar seçmenden bir istirhamım olacak. Hamdolsun, Elhamdülillah, İnşallah, Yaa Alaaah Bismillah gibi sözleri duyunca hemen ruhunuz yumuşamasın. Bu sözlere ruhsal bir virüs de bulaşmış olabilir. Kuran’ın yarısında ruhsal zafiyetlerden bahsediliyor ve müminleri uyarıp ‘aklınızı kullanın’ tavsiyesinde bulunuluyor.

    • Mim arkadaş, hassaten himmet, zekat ve cihat türünden kavramları sıkça kullananlara en fazla dikkat edilmelidir; bu türler her görüldüğü yerde hemen imha edilmelidir ya da güvenlik güçlerimize ihbar edilmelidir.
      Akıl verirken terazin hep yamuk duruyor, farkındasındır heralde…

      • Cihat diyeni ayıklamak kolay. Esas benim verdiğim örnekler önemli. Zira bunları kullanarak şifalıdır deyip damardan girmek mümkün oluyor!

  3. “Yabancı kitapları parasız elde etmenin yolları bile var; tabii öyle bir yola başvurmayı uygun görüyorsanız.”
    Sayın yazarın bu yabancı hayranlığını anlamak mümkün değil; türkiyede yıllardır derskitapları ücretsiz dağıtılıyor, kendisi bilmem hangi dolambaçlı yollara başvurarak yabancı yayınları elde etmekten bahsediyor hala?
    Akparti döneminde başlamış bu uygulamayı değersizleştirebilmek için çok daha iyisini örnek göstermelisiniz! Tablet mi? Zaten bedava veriliyor çocuklara…

  4. Türkiye eğitim sisteminin ‘görünür en büyük sorunu’ %70 düz lise, %30 meslek lisesi olmasıdır. Oysa gelişmiş ülkelerde tam tersidir yani %30 düz lise, %70 meslek lisesi ve doğrusu da budur.

    Düz lise okumaktan amaç, karmaşık sorunları teorik olarak çözebilmek onları kavramsallaştırarak açıklayabilmek gibi akla dayalı zihinsel faaliyetlerdir. Türkiye’de ise üniversite mezunlarının enaz üçte ikisinde bu yetenekler yoktur ama bir şekilde diplomalarını almaktadırlar. Bunun başlıca nedeni düz lise / meslek lisesi oranının ters olması ise diğer nedeni de üniversite eğitiminin fazla zorlayıcı olmayıp vasat kalmasıdır. Her ile üniversite! açılması ile sayıları çok İmam Hatip Okullarının düz lise mezunu muamelesi görmesi de bu sorunların üzerine tüy dikmiştir.

    Doğuştan yüksek akla ve yeteneğe sahip az sayıdaki insanımız, şansı da varsa, hangi şartlarda okursa okusun sonunda başarılı ve kaliteli bir yüksek eğitim yapabilmektedir. Fakat bu istisnai bir durumdur ve geneli bağlamaz.

    Türkiye’de az sayıda köklü devlet üniversitesi ile birkaç vakıf üniversitesi dışında, üniversite sıfatını hak edecek yüksek okul yoktur. Diplomalı işsizlerin asıl nedeni de budur. Nicel olarak iki yarım bir bütün ederken, nitel olarak iki yarım yine bir yarım etmektedir. Bu vesile ile, savunma sanayiinde yerli ve milli oranının %70’lere çıktığı palavralarına da itibar etmeyin derim.

    Meraklısına not : Oxford Univ. 1096, Cambridge Univ. 1209 yılında kurulmuştur.

  5. Eğitim, aile’de başlar..
    Okuma,yazma ve meslek edin me eğitimi ve öğretimi’ne biz tahsil dediğimiz için, halk arasında tahsili,kültürlü okumuş, olarak sadece 3. Dünya ülkelerinin halkları bundan gururla bahs ederler.. oysaki genelde bu ülkelerde ezberciliğe dayanan eğitim sistemi
    nedeni ile gerçek meslek erbabini tesbit edilmesi zor.
    Kağıt üzerinde ezberde başarılı Pratikte beceriksizlerin rağbette olduğu bizim gibi ülkeler bir ileri on geri giderler.(ekonomide Albayrak ve Babacan õrneği)

    Ben Amerka’nın (aile değil) eğitim ve öğretim sistemini iyi bir sistem olduğuna inaniyorum.
    Her mahalle kendi okullarını idarecilerini seçerler bu seçimler genelde millet vekile ve başkan seçimleri ile beraber aynen önseçim usulü ile yapılır.
    Ön seçime yüzlerce aday adayı katılır millet onların en iyilerinden aday adayi belirler ve esas seçimde istedıkleri adaylardan başakan ve yardımcilarini seçerler.
    Okulun bütcesi gene mahalle halki tarafından ev, vergisi yanı sıra alım satım, vb gibi vergilerın
    gelirleri ile karşılanır.
    Ilk,orta,lise eğitim masraflarını okul servislerine kadar öğrenci aileleri değil o okul kurumu karşılar. Fakir ailelerin çocuklarına öğlen yemekleri bedava diğer öğrencilerden istiyen ucuz fiata okulda yiyebiliyorlar.

    Her bölgenin kendi okul idare heyeti öğretmenlerini kendisi seçer; bir örnek: tarih öğretmeni açığı varsa onlarca öğretmen adayı ile görüşürler ve en iyisini işe alırlar.
    Öğle bizdeki gibi İstanbulda doğmuş büyümüş bir öğretmeini doğuda bir dağ köyüne atamazlar.
    Burada polis,itfayeci gibi ortak hizmet verenlerde ayni durumda.
    Her mahallenin polisi itfayecisi o mahalle halkının seçtiğı idareciler tarafından işe alınır. Onların masraflaride gene vergiler ile karşılanır
    Buralarda bizdeki gibi öğle doğu hizmeti batı hizmeti diye ucube bir kanun yok.

    Burada lise öğrencileri lisede isterseler en fazla iki yilik üniversite derstleride alabiliyorlar.
    Açıkcası bizdeki gibi şu mahallenin okulu iyi oraya torpille çocuğumu gõnderim diğe bir torpilde yok çünkü herkes kendi bölgesine gitmek zorunda. Bu konuda Çartır okullari biraz değişik.
    Her sene yil sonunda 0 dan liseye kadar bütün eyalatlerde okulların başarı dereğelendirme sinavları yapılır… başarısız olan okulların sorumlularından veliler hesap sorar.
    Ev vergilerinde en yüksek vergi okulun.
    Önek: İtfaye, yol, polis, vb gibi vergiler 100 dolarise okul vergisi en az 1,100 dolar.

  6. “Öğretmenleri bilgi aktaran kişiler olarak değil yol gösteren insanlar olarak düşünmek ve bu düşünceye uygun bir birikime kavuşturmak daha doğru olabilir.”
    Sayın koru böyle diyor ama keşke öğretmenler sadece “bilgi aktaran” kişiler olsalar ve asla kimseye yol falan göstermeseler; aslında mevcut durum tam da yazarın özlediği gibidir.
    Öğretmen okulları, enstitüleri ya da pedagoji üniversiteleri açmak suretiyle öğretmenliğin mesleki nitelikleri arttırılmalıdır; öğretmen adayları da harbokulu öğrencilerinden istenen özelliklere sahip olmalıdır.
    Ayrıca açıköğretim ve interaktif eğitimin mezuniyet belgeleri normalde alınan diplomalarla eşit tutulmalıdır.

  7. Korona ekonomik-sosyal önlemlerini genellikle tutarsız ve yetersiz buluyorum. Yarı-sosyalist uygulamalar dışında etkili bir çözüm üretilemez. Bunu da yapsa yapsa en iyi Erdoğan yapar. Daha önce ümmetçiydi sonra takkeli bozkurt oldu şimdi de koronacı sosyalist neden olmasın. 🙂

    Şaka bir yana yarı-sosyalist önlemler şart zira korona pandemisi bizi pek sevdi daha uzun süre kalıcı gibi duruyor. Erdoğan’dan pek umudum yok da Sn.Bahçeli’den o meşhur demeçlerinden birisini verip Cumhurbaşkanlığı Başkanlık Sistemini yönlendirmesini rica ediyoruz. Merak etmesinler korona gittikten sonra “yahu bu sosyalizmin yarısı güzelmiş, buna devam edelim” falan demeyiz. Fakat rantiye-şantiye, müteahhit, tarikat düzenine bir de korona eklenince sabrımız kalmadı, “Korona patlıcan değildir” Sayın Bahçeli bilesiniz.

  8. Korona pandemisi ile ortaya çıkan yeni durumu algılamada yanlış öngörüler dışında hiç dile getirilmeyen eksikler de var. Örneğin;

    “Nüfus yoğunluğunun mikrop salgınları ile olan ilişkisi”. Kimse çıkıp da açık açık “korona pandemisinin önlemeyişinin baş nedeni büyük şehirlerde sıkış tepiş yaşıyor oluşumuzdur” demedi.

    Her ülkede sosyal mesafe kuralına uyulması isteniyor. Fakat büyük şehirlerde sosyal mesafe kuralına uymak ‘matematiksel olarak’ mümkün değildir. Büyük şehirlerde toplu ulaşım araçları, pazarlar, alışveriş merkezleri, okullar v.b. yerler aşırı insan yoğunluğuna sahip. Bu durum çeşitli semtlere veya mekanlara göre değişse de ortalama bir ölçüt, o şehirdeki kilometrekare başına düşen insan sayısıdır.

    1850’de 1 milyardan az olan dünya nüfusu 1950’de 3 katına çıkarak 2,5 milyar oldu. Günümüzde ise 7,5 milyar civarında.

    1927 Türkiye nüfusu 13 milyon 650 bin, İstanbul nüfusu 807 bin (%5,9). 2019 yılında ise Türkiye nüfusunun %18,7’si İstanbul’da yaşıyor.

    Bill Gates 2015 yılında virüs salgınları konusunda dünyayı uyarmıştı. Kafası çok çalışan insanların uyarılarını ciddiye almak gerekir. Hayat, sadece siyasetçilerin insafına bırakılamayacak kadar değerlidir.

    • Bazı insanları cadı diye suçlayan batı kahinleri,
      Şimdide virüs olacak diye kendileri ni pazarlama yoluna gitmişler.
      Yıllarca GDO lu vb ürünlerin neyi eksik bilmeden yedirdiler. Birde d vitamini ana kaynağı güneş bir türlü değmeyince tene,
      Sorun balım gecen yıllarda en çok hangi vitamin eksik çikmis?
      En çok hangi vitamin hapı yazılıp satılmıştır?
      Dün bir bilen d vitamini covit 19 ilişkisini açıkladı. Bunlar sıradan bir Dr ‘ a sorulsa bile uyarırdı.
      Bildiğimiz hıfsizsihha veya eski sağlık ocakları tarama, araştırma vb şeyleri yapmaya devam ediyormu ona bakmak gerek.
      Yoksa elin keferesinin som ağzına maraş biberi yaraşır.

    • Madem sıkış tepiş yaşamak kötü, kanalistanbula niye karşı çıkıyorsunuz sayın fkt?

      • Kanal projesi uygulanırsa İstanbul’un nüfusunu enaz 1 milyon artıracaktır. Yaratacağı diğer sorunlar da cabası. Fakat Kanal İstanbul yapılamayacaktır.

  9. Sanayi devrimleri sürecinde büyük şehirlerde toplanıp üretim yapmak daha verimli bir yöntem imiş. Fakat 1950’den sonra başlayan ileri teknoloji 2000’li yıllarda iyice olgunlaştı ve gelişmiş ülkeler dünyanın öbür tarafında (Çin, Uzakdoğu) üretim yaptırmasına rağmen daha ucuza mal oluyor. Buna göre artık büyük şehirlerde aşırı toplanmaya gerek yok. Megapollerdeki bu aşırı nüfus yoğunluğu birçok olumsuz sonuca yol açıyor:
    i) Aşırı nüfusun yarattığı trafik sorunları ve bunu çözmek için yapılan devasa yatırımlar. Halbuki buraya harcanan paralar ile başka uygun şehirlerde yeni sanayi bölgeleri kurulabilir.
    ii) Büyük şehirlerde insani değerler zayıflıyor. Her yer aşırı insan dolu, apartmanlarda insanlar karşı komşusu dışındakini tanımaz hale geldi.
    iii) Salgın hastalıklar aşırı nüfus yoğunluğu nedeniyle kolayca yayılıyor. Korona pandemisi bu konuda iyi! bir ders verdi.

    Genel ve yerel siyaset ile rantiye-şantiye işleri arasındaki çıkar ilişkileri herkesin malumudur. Yeri gelmişken deprem fay hatları ve sel yatakları üzerine yapılan şehirleşmeleri de hatırlatmak gerekir. Artık bu konuda ahlaki ve akılcı davranarak devrimci bir kararlılık ile harekete geçme zamanı gelmiştir. Şehir planlaması, zayıf ahlaklı ve/veya kafası çalışmayan siyasetçilerin! elinden kurtarılmalıdır.

    İstanbul, Bursa, Ankara ve İzmir başta olmak üzere büyük şehirlere olan göçü gereksiz kılacak hatta tersine göçü başlatacak politikalar uygulanmalıdır. Tarım kıyamete kadar değerli bir uğraşıdır, kırsal alana bilim-teknoloji ve devlet desteği sağlanarak kırsal nüfus tekrar artırılmalıdır. Köy-kent modeli gelişmiş yaşam alanları yaratılmalıdır.

  10. Bu gün Hocamız ,biraz Abbas Güçlünün ilgi alanına dalmış gibi görünüyor ! Şaka bir yana bana göre ülkemizde en çok bozulan alanlardan birisi eğitim/öğretimdir . Buna rağmen ilgi alanım olmadığı için ve de elle tutulur hiç bir tarafı kalmadığı için bir şey söylemeyeceğim . Aslında mahallemizdeki ilköğretim okulunun yönetici ve öğretmenleriyle uzun yıllar içli dışlı olduk ancak yine de konuya girmek istemiyorum .Yalnız bir şeye değineceğim; bizim eğitim sisteminde çeşitli konularda yetenekli olan çocuklar , maalesef ve maalesef hiç bir şekilde tespit edilip değerlendirilmiyor , bunlar heba olup gidiyorlar ,yazık ,günahtır ; ne değerler körelip yokoluyor ! Koronaya gelince ; evet ‘her şerde bir hayır olduğu ‘ gibi bütün dünyayı kasıp kavuran bu musibetin elbette bir çok alanda ve bir çok şekilde değişikliklere yol açtığı ve açacağı bir gerçektir ; Allahü Teala sonumuzu hayretsin ! Selam ve saygılarımla .

  11. EĞİTİMİMİZ KÖTÜ YA BASINIMIZ !!!!
    Fazıl Say, Sözcü gazetesine verdiği röportaj ve sözlerinin manşete taşınma şekliyle ilgili gazeteye sert tepki gösterdi.

    Gazetenin ‘çarpıcı manşet tutkusu’ nedeniyle kendisini hedef tahtasına koyduğunu belirten Say, “Ben de bir dönem Türkiye’den kaçmayı düşündüm ama sonra doğru bildiklerimin mücadelesini vermek için kaldım” cümlesinin “Türkiye’den kaçmayı düşündüm” şeklinde manşete taşındığını aktararak “Bu manşeti okuyan biri bana küfürü basar” ifadelerini kullandı.
    YILLARCA BÖYLE ALDATILDIK , KANDIRILDIK VE YANLIŞ YÖNLENDİRİLDİK .
    SEVGİLİ KORU BİRAZ DA BUNLARDAN BAHSEDELİM

    • Verdiğiniz örnek güzel. Fakat havuz medyasında bunun kralı var. Üstelik karşı görüştekilere yapılıyor yani daha vahim.

  12. Sn yazar ne mutlu size okurken aklınıza birşey geliyor. Ya birde bazıları gibi 24 saat aklınıza fikirler gelseydi mazallah. Sürekli değişiklik sürekli bir önceki söylediğini inkar eden tam tersi cümleler!..
    Siz yine halinize sükredin bazıları bu durumda kendini özel gönderilmiş bile zannediyor.
    İnternetten, uzaktan eğitim hızla daha verimli hale getirilerek eğitim çalışması,
    Belki de eskisinden daha fazla eğitime ayrılan zaman
    (EGİTİM – yol, yemek, teneffüs, sosyal faaliyetler = muasır medeniyet seviyesi)
    ve çağı yakalamanın formülü.
    Birde eğitimle ilgili seçeneklere dikkatlerini çekecek bir önermeden bulunayım:
    Her öğretmene bir bilgisayar verirsin, programları zaten mevcut. Mesai saatleri içinde öğretmen birşey anlatmadan sadece rehber öğretmen! lik yapabilir. Özel okullar da, devlet okulları da havada kaparlar. Değerlendirilir.
    Maaslarda aidatlar da (-yol, yemek ) yatar böylece.
    Elde var 360 gün EĞİTİM.
    Ama derseniz ki boşver bize okuyan lazım değil, okuyupta ne olacak? Kafası hakim olursa,
    Boşluğu birileri önce hurafeler maskesiyle, sonra da baş belası olarak doldurur, ülkenin başına bela açar açar dururlar.

  13. Nisan 2020’de; ‘Suriye’de Mart ayında, iç savaşın başladığı 2011’den bu yana bir aydaki en düşük sivil can kaybı gerçekleşti.

    Neden acaba?

    Demek korona virüs devletlerin savaş kabiliyetini de sınırladı.

    Bu, korona virüsün bir faydasıdır denebilir mi?’ diye bir sosyal medya platformunda paylaşmıştım…

    Bir önceki paylaşımım da şu olmuştu: ‘Korona virüs için ülkeler ve dünya bazında alınan tedbirler, insanlığın karşı karşıya bulunduğu bu küresel felaketten en az hasarla kurtulmasını sağlamak ve insan ölümlerinin önüne geçmek üzere kurgulu.(?..)

    Bu tedbirler arasında ulusal-uluslararası ekonomi (adil gelir dağılımı) düzenlemesi, terörizm ve finansmanı ile savaşlar için ayrılan bütçelere de bir kısıtlama getirilecek mi?

    Bu bir samimiyet testidir aslında.

    İnsanlığın karşı karşıya kaldığı bu küresel afette gösterilen irade, savaş ve terör kaynaklı insan ölümlerinde, insanların yerlerinden-yurtlarından edilmesinde, varlıklarının ellerinden alınmasında, ailelerin dağılmasında/yıkılmasında da gösterilir mi acaba?

    Gösterilmeyecekse eğer; bu, korona virüs felaketinin! insanlığı “teknolojik çağa” hazırlamakla ilgili olduğu varsayımlarını güçlendirecektir.

    Nedir “Teknolojik çağ”?.. Kısaca: İnsanların gelişen bilgi teknolojileri ortamında yaşamlarını küçük hücrelerde (evlerde), sosyal hayattan arındırılmış olarak eğitim, alışveriş, sağlık ve diğer temel ihtiyaçlarını sistem üzerinden karşılayarak yaşamlarını “dünya ağababalarının” istediği doğrultuda devam ettirme çağı…

    Dedim ya; bu bir samimiyet testidir.’ Diye…

    Şimdi de Sn. Koru’nun değindiği üzere, eğitim konusunda bu korona virüs vak’ası bizlere ne gibi fırsatlar sunuyor, ya da eğitim konusu da dahil ülkelerin “yeni dünya yaşam düzeni/şekli” üzerindeki projeleri nelerdir; global düzeyde hazırlanan projeler ülkelere dayatılıyor mu? gibi sorular eşliğinde “yeni normal” nasıl yaşanacak/şekillenecek? sorusu cevaplanmayı hak ediyor.

    Ülkemizde, koronalı günlerde, milli eğitimdeki hükumetin/MEB’in kafa karışıklığı hala devam ediyor. Bu, virüsün nasıl bir seyir izleyeceği ya da virüsle ilgili verilerin henüz netleşmediği ile ilgili olabilir. Ancak; uzun zamandan beridir -yaklaşık 7 ay oldu- bütün konularda olduğu gibi eğitim-öğretim konusunda da uygulanabilir alternatif eğitim sistemi geliştirilebilmiş değil. Kurumsal olduğu kadar sosyal -veliler ile öğrencilerdeki- kafa karışıklığı devam ediyor.

    Buna rağmen uygulanagelen yeni programlar ise, az da olsa yeni eğitim-öğretim sisteminin nasıl oluşturulması gerektiği konusunda bir fikir verebiliyor: Dünyamızın bu çağında iletişim noktasında elde edilen, hemen hemen her ülkenin kolayca sahip olabildiği sistem, araç ve gereçleri ile pekala “yerinde eğitim-öğretim” verilebilir/alınabilir…

    Bunu, çok önceden beridir ülkemizde bazı köklü üniversitelerce uygulanagelen “Açık Öğretim” programları ile görmüş olduk ki; bu programlardan mezun olan bir çok kişi kamuda, özel sektörde veya kendi işini kurarak başarılı çalışmalara imza atan kişiler olmuştur. Bu program başka üniversitelerce de uygulanmaya başlanılmış ve binlerce mezun vermiştir.

    Benzer ve seviyesine göre çeşitlendirilmiş eğitim programları daha etkin hocalar ve iletişim materyalleri ile pekala da oluşturulabilir.

    Kim bilir; belki de devletler, maliyet ve yönetimi ağır olan, hantal yapı ve bürokrasi/kırtasiyeden kurtulmak; büyük eğitim-öğretim giderlerinin bütçeye olan yükünü üzerinden atmak için -umarım bütçeden açığa çıkabilecek bu pay silahlanma için kullanılmaz- buna benzer eğitim-öğretim sistemleri üzerinde çalışıyorlardır.

  14. Aynı değişimi gereksiz bir camileşme ve imam, müezzin kadrolaşmasında da düşünülebilir.

    Hatta belki eğitimden de önce.

      • Mim bey!
        Türkiyede Satliklari Dinde, en iyi ranti elde edenler
        Minareler’in bu konuda beş yıldızlı rantlara imza attıkları’nı bildikleri için olmasınmı?

    • Eskiden kültürbakanlığının baleye ayırdığı bütçeyi dillerine dolayanlar şimdilerde camilere ayrılan müezzin kayyım kadrolarına gözü dikmişler anlaşılan…

  15. Yazinin basini okuyunca cok sevindim, anlatamam. Kisinin yanliz olmadigini bilmesi guzel oluyor. Her ay yaklasik 30-40 A4 sayfasini bulan dusunce, tasarim calismalarim oluyor, bunlari bir ara her ay scan edip, anahtar sozcukler ile beraber database de sakladim. Ama ustadin dedigi gibi, bulmak, bulunca da yazilan ayni ruh halini vermiyor. Yazinin diger yarisini okuyunca kendimi Vizyontele deki Emin gibi hissettim, “Valla benim aklima gelmisdi” diyi verdim. Tabii sadece aklima gelmesi ile kalmamisti, bir is plani ve bunu nasil uygulamaya geciririzi dusunmusduk. Yil 1994 idi. SImdilerde egitimi daha radikal sekilde irdelememiz gerekdigine inaniyorum. Neden ve nicin egitimi sorgulayarak. O yillarda baska hatirladigim birsey askerlik hizmetini yaparken, Ankaradan bir kurmay subayin geldigini soyledi boluk komutani fikri olan gelsin soylesin dedi, benim var dedim, bolukde cok degerli bilgili insanlar vardi, askerlik gorevini yapmak icin ordaydilar ve bitince donecekler, bunlari internet uzerinde bir platformda bulusturalim ve proje uretim demisdim, internet yeniydi o zamanlar. Gelen kurmay subayin ilgilndigi konu degildi. O zamanlar genctik, Turkiye sevdalisiydik, okullarda oyle programlanmistik.

  16. Eğitim konusu; dünya da ve tarihte her zaman önemli olmuş bir konudur.Eğitimi iyi olan topluluklar her zaman başarılı olmuştur.
    Bizim eğitim sorununa gelince gerçekten sorunlu.Eğitim deyince;üretimin arttığı,bilimin ilimin arttığı,suç oranlarının düştüğü bir topluluk olmalıydık.Ama şimdi bizde işler böyle mi?
    %95’in üzerinde okuryazar ve eğitimli olduk ama bir duruma bakalım: Hapishanelerimiz ful dolu,mahkemelerimiz ful dolu,dünyada güvenlik görevlisi çok olan ülkeler sıralamasında ilk sıralardayız,televizyonlar cinayet haberleriyle dolu…Bunların en büyük sebebi eğitimsizlik.
    Bizim eğitim sistemi neyi öğretiyor?Diye soracak olursanız;tatil yapmayı,bol tüketmeyi,verilen emirlere riayet etmeyi…
    Bu eğitim sistemini öyle bir değiştirmeliyiz ki soran,sorgulayan, çocukların öğretmene hesap sorabildiği bir ortam,çocukların fikirlerini açık açık söyleyebildiği eğitim ortamı oluşturmalıyız.Bugün ki gibi baskıcı,ben ne diyorsam o,birbirini sorup sorgulamayan,yılın üçde ikisini tatille geçiren,üretimi yönelik hiçbir şey vermeyen bir sistemle varabileceğimiz pek bir yer yok.

    • Biz çok uzun yıllardır egitmiyoruz sadece öğretiyoruz .Oda zamanla unutuluyor.Egitmek bambaşka birşey.Yuzde 90 okullarda savaş nerede oldu kaç kişi öldü vs vs ancak neden yapıldı diye yorum yapan hoca gördünüz mü ? Sorgulayan yorumlayan bir eğitim yok .tek hedef yüksek not alıp çok soru çözüp bir yere girmek.tek hedef bu sonra bilinçsiz nesiller maalesef çok uzun yıllar böyle geçti.

  17. Uzaktan eğitim ne kadar verimli olabilir ki coronalı yıllar öğrenciler için kayıp yıllardır yani artık bir kayıp neslimiz olabilir. Okullara ara verildiğinde eğitimin dondurulması uygulansa daha mantıklı olabilir gibi geliyor bana…..

    • Ahmet ve Ahmed adlı yorumcular farklı kişiler mi? Hani cevap vermek zorunda değilsiniz de bilmemizde fayda olabilir. Karıştırmayalım.

    • Bu iddia doğrulanmamış. Belki de Ayasofya cami olsun diye açılan dava sürecinde CB tarafının görüşünün ‘müze olarak kalması’ olduğuyla ilgili olabilir. Yani Erdoğan aklınca kurnazlık yapıp Ayasofyayı ben müze yapmadım Danıştay yaptı ayağına yatmıştır. Fakat sonra tepe tepe kullanıp Ayasofyayı siyasete açmıştır.

      • Mim bey! Sizce bu haberi doğrulayacakkk bir babyiyit çakarmi?
        Ancak tetkik hakimi tarafından
        , Uyap sistemi üzerinden yapılan herkese açık ama bizde kimsenin uğramadığ , sitede yayınlanmış olmazmı?

        “Dosyanın Son Aşaması” bölümünde, dosyanın 19 Ağustos tarihinden itibaren tetkik hakimi tarafından ilk inceleme yapılmak üzere sıraya alındığı görünyor.

  18. Ülkemizin enbüyük sorunlarından birtanesi de eğitim sorunudur.Bugune kadar olaya hep öğretim olayı olarak baktık ve eğitmek üzerinde hiç durmadık. Çocuklarımız kaç soru çözecek hangi okulu kazanacak hep bunlarla uğraştık.İlkokuldan itibaren kurslara göndermeye başladık.
    Sonuçta makina gibi yaşayan ezberlediğini unutan bir nesil çıktı karşımıza .Geçmişte en düşük üniversite giriş puanları ile seçtiğimiz öğretmenler bugunun yetersiz öğretimini verdi eğitimini ise asla veremedi. Ayrıca 28 şubat gibi birbirimizi yediğimiz günlerde yapılan hatalarla mesleki ve teknik eğitimi bitirdik.
    Peki ne yapmalıyız ? Artık bilgiye erişim çok kolay girin internete herşeyi bulabilirsiniz. 50 li yaşlarda olan bendeniz üniversitenin yayınladığı tüm teknik kitapları satın alarak bir kütüphane oluşturdum . Bugün bunlara gerek yok.
    Öncelikle eiğitim fakültelerine puan barajı getirilmesi gerekiyor.
    Öğretmenlik mesleğinin cazibesini artırmak için özel maaş düzenlemelerinin yapılması gerekiyor.
    Dersane dediğimiz olayın artık ortadan kaldırılması gerekiyor.
    Bilgileri heryerden öğrenebilirsiniz fakat hocaların yüzyüze vereceği eğitimi kültürü davranışı hiçbir yerde bulamayız.
    Yapacağımız köklü değişikliklerle zamana ayak uydurup teknolojiyi kullanarak eğitimi 2 parçada değerlendirmeliyiz. Öğretim ve eğitim. Öğretimi bilgisayar tv gibi yerlerden eğitimi ise okullardan almalıyız. Böylelikle okulların yükü azalır ve daha nitelikli bireyler yetiştirebiliriz.

Yoruma kapalı.