Kem gözle bakanların bile gıpta edeceği bir ülke olmak o kadar da zor değil

5
Reklam

Demek ki neymiş? Türkiye’de ‘yargı’ alanı sorunlu bir alanmış…

Bunu, yeni adli yılın açılışı vesilesiyle yapılan konuşmalara kulak veren herkes öğrenmiş oldu.

Sadece alternatif törenler düzenleyen hukuk kurumlarının yetkilileri değil bu görüşü öne sürenler; yüksek yargı kurumları adına konuşabilecek durumdaki isimler de aynı görüşteler.

Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit kürsüden şunu söyledi: “Bizim görevimiz, duyguyla, coşkuyla, önyargı ile davranmak değil, insan haklarına ilişkin standartlardan taviz vermeden objektif delillere göre karar vermektir.” 

Evet öyle olmalıdır: Yargıçlar, önyargılarıyla değil, objektif delillere bakarak karar verirler; bu arada insan haklarına ilişkin standartları da gözeterek…

Hatırlatmaya en fazla kulak vermesi gerekenler yargı kurumu içerisinde yer alanlardır.

Adaleti yerine getirme görevinin sahibi onlardır çünkü.

Peygamber ne demişti, Fatih ne yapmıştı?

‘Hukuk’ söz konusu olduğunda hem İslâm Tarihi’nden hem de Türk Tarihi’nden çok güzel örnekler olduğunu biliriz.

Reklam

“Berlin’de hakimler var” sözünden çok daha çarpıcı örnekler…

Hz. Peygamber’in “Kızım Fatma bile olsa…” diye başlayan ve gözbebeği kızının da suç işlemesi durumunda alması mukadder cezaya sesini çıkarmayacağını ilân eden sözü gibi…

Ya da, Fatih Sultan Mehmed’in kendisine haksızlık yapıldığını iddia eden bir gayrımüslime hakkını teslim eden yargıcı kutlarken kullandığı ifadeler gibi…

Toplumumuz bu sayede asırlar boyunca hukuka ve yargı kurumu içerisinde yer alanlara en samimi saygıyı göstermiştir.

“Şeriatın (hukukun) kestiği parmak acımaz” sözü bunu ifade eder.

İsmail Rüştü Cirit ise, Yargıtay’ın başına seçildiğinden beri, toplumda yargıya güvenin yüzde 30’lara düştüğünü özellikle belirtme ihtiyacı duyuyor. Son yeni adli yıl açılış töreninde de bu tespitini paylaştı ve yargının bağımsızlığı için yürütmeyle ayrı olması gerektiğini söyledi Yargıtay Başkanı.

[Üstelik önceden hazırladığı 36 sayfalık konuşma metnindeki yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını sakatlayan yanlışlıklara ilişkin daha keskin tespitlerini kürsüde okumamış Yargıtay Başkanı Cirit.]

Demek ki neymiş?

Reklam

Yargı ile yürütme kuvvetleri arasında olması gereken o duvar bugün yokmuş…

Bunu hatırlatması yerinde.

Hatırlatması yerinde, çünkü şu sıralarda devam eden ‘15 Temmuz hain darbe girişimi’ ile ilgili davalar sebebiyle, yargı, medyada birinci haber olma özelliğini sürdürüyor.

Cirit’in önyargı ve insan hakları standartları eksenli uyarıcı cümlesi de zaten o davalarla ilgili.

Tabii hukuk ve devrim mahkemeleri

Roma Hukuku ile başlayıp günümüze kadar ulaşmış bazı temel kurallar var; ‘tabii hukuk ilkesi’ çerçevesinde günümüzde de varlığına önem verilen o temel kuralların neredeyse bütününün İslâm Hukuku’nda da izdüşümleri bulunuyor.

Mahkeme tarafından yargılanıp hüküm giyene kadar herkesin ‘masum’ sayılması (‘masumiyet ilkesi’) sözgelimi… Ya da, hakkında iddialar ortaya atılmış ve yargı konusu olmuş kişilerin hakim önüne çıkarılma hakkı… Âdil yargılanma ve bu arada savunulma hakkı…

Ülkemizin geçmişinde hukuk alanında eleştirilere muhatap bazı yanlış uygulamalar yok mu? Var. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra asker kaçaklarıyla ilgili olarak kurulmuş, fakat hemen ardından kurucu iradeye ters düşmüş kişileri ve bu arada gazetecileri de yargılamış olan İstiklal Mahkemeleri ile 27 Mayıs (1960) darbesi sonrasında siyasileri yargılamak için oluşturulmuş Yassıada Mahkemeleri en bilinen örnekler…

Ancak her iki oluşum da hukuk sistemi dışında faaliyet göstermiş özel yetkili mahkemelerdi.

Hukukun doğal akışı dışında kurulmuş bir tür devrim mahkemeleriydi onlar; İstiklal Mahkemeleri’nde kendilerine görev verilenler siyasi kimlikli kişilerdi, hukukçu bile değildiler…

Oysa bugün 15 Temmuz’la ilgili yargılamalar bildiğimiz mahkemelerde yapılıyor; genel hukuk kurallarına, anayasa ve yasalara riayet etmesi beklenen mahkemelerde…

Mahkemelerde yaşananlar yalnızca yargılananları ve yakın çevrelerini değil, herkesi ilgilendiriyor.

Siyasi davalar bunlar, ancak hukukun bilinen sınırları içerisinde yapılması beklenen yargılamalar…

Hukuk herkese lâzım

Yargıtay Başkanı Cirit, yargı alanında görev yapanların üçte birinin kurumla ilişkilerinin kesildiğini de hatırlattı. Yakın geçmişte cüppeleriyle kürsüde savcı ve hakim olarak görev yapmış binlerce kişi, vaktiyle kendilerinin oturduğu kürsülerde şimdilerde oturan eski mesai arkadaşları tarafından yargılanıyor.

Binlerce savcı ve hakim; bunların önemli bir bölümü de tutuklu yargılanıyor.

“Hukuk herkese lâzım” sözünü elle tutulur biçimde hatırlatan bir durum onlarınki…

Vaktiyle yargılayanlar şimdi kendileri yargılanıyor…

Üzerinde herkesin düşünmesi gereken bir durum bu.

Ne yapılması gerektiği belli aslında: Yargıya güveni artıracak tedbirler alınması, tabii hukuk anlayışına dönülmesi, anayasada da yerini almış bir kural olan uluslararası hukukun bir parçası olduğumuzun unutulmaması ve hukukun temel ilkelerinden hiç taviz verilmemesi gerekiyor.

Her şeyden önce de, yargı alanının, ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesi gereği, tarafsız ve bağımsız hale getirilmesi…

Bize ne yakışır, biliyor musunuz?

Söyleyeyim: Bize, eksik bulmak üzere dışarıdan bakanların bile, “Türkiye’de hakimler var” diyeceği bir ülke olmak yakışır.

ΩΩΩΩ

Reklam

5 YORUMLAR

  1. F.Koru KUVVETLER AYRILIĞI – palavrası gereği – tarafsız-bağımsız yargıyı getirirsek, mesele culpadak çözülür sanıyor.
    Bizlere Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğünde vazife verilmezden önce, bugünkü Batılı dostlar DPT’ye 27 Mayıs’ın “beyin takımı”na, Ağrıda-Iğdırda SALÇA Fabrikası kurmamızı önermişlerdi.
    F.Koru’nunki de onun gibi birşey. Suç, nakısa hakimlerden, savcılardan ziyade, Yas’alarda, insanlarda, (yani, avukatlarda, şahitlerde, bilir-kişilerde). Bilhassa OKUMUŞ insanlarda. Yasalarda da elbette büyük YANLIŞLAR yapılıyor. Bir tasarı Meclisten YAZILI METİN olarak çıkmakla HUKUK olmaz, sağlanmaz ki,
    Yazılı Metinler (yas alar) insanları aslanlara teslim eden Romada ve HİTLER Almanyası’nda da vardı. İstiklal MAHKEMELERİ de yazılı metinlere dayanıyordu, hem de Meclis Kararı ile.
    HAK-HUKUK ayrı şeydir. Geniş bir kalb, vicdan ve derin bir ariflik, bilgi birikimi ister. Torpille, kopya ile yarım-yamalk (4,5 üzeri 5, hadi belle 7) bilgi ile okul bitirip, HAKİM OLUNAMAZ. (Batı ülkelerinde böyle midir, acaba ?).
    Tarafsız-bağımsızmış; süslü, palavradan ibaret kelimeler. Bu memleket nice tarafsız, bağımsız ! başbakanlar, hükumetler gördü. Yargıya güven yokmuş, ne zaman oldu ki… Bu memlekette İNSANA güven Kalmamiş, dürüst -bilgili avukat ara, çık pazara, dön ticarete… her yerde hep aynı tas, aynı hamam. (İstisnalar her daim kaideyi bozmaz)
    Önemli olan yargı ile yürütmenin ayrı olması değil. iyi kanunlar ve hakimler, İNSAN yetiştirmektir. Emevi hükümdarı Ömer İbnül Abdülaziz, Sultan Fatih Mehmet, Kanuni Süleyman …. dönemlerinde yargı yürütme ile beraberdi. Fakat, HAK sahibi, o HAKİMler eliyle hakkını, kolaylıkla, kısa sürede alıyordu
    Bugünkü zamanda YEMİN ettirmek de fazla bir anlam taşımıyor. Cumhuriyet demekle de iş bitmiyor. Cumhuriyet kurulduğundan beri – hukuki Metinlere rağmen bile – sayısız hak-hukuk ihlalleri ADALET’ten uzaklaşmalar olmuş ki, bunların bir kısmına Koru işaret etmektedir. Günümüz davalarında da o seri’nin uzantılarına raslamak mümkündür. F:Koru’nun gözden kaçırdığı, bugün de akim kalmış bir ihtilalden çıkmış dönemi ve envai türlü terör olaylarını yaşıyoruz.
    Koru, “tabii hukukun temel kuralları İslam hukukunda da mevcut ve cari hukukta da bulunduğunu
    söylüyor. Fakat, ne yazık ki, İslam hukukunun “can alıcı” “hayat verici kuralları” CARİ HUKUK SİSTEMATİĞİNDE yer almıyor. Çünkü, bazı “cehl-i mürekkepler” ve “SAHTEKARLAR” ın işine gelmiyor, bu kurallar. O yüzden “boğa”dan kaçar gibi kaçıyorlar. İSLAM HUKUKUNda “yalancı-sahtekar”
    ŞAHİTLİK YA-PA-MAZ. (Evet, Savunma hakkı kutsaldır, sahtecilik asla !) YED’in EMİN MALI GÖTUREMEZ. Hele,hele cezasız hiç BIRAKıLAMAZ. Meri Kanunda 1000-TL cezayı göze alan Yed-i emin MALI Götürüyor, başkalarına da yed-i emin olmıya devam ediyor. Kadın bir emanettir, hakkı korunmuştur. Padişah çocuğu da olsa, ALİME, hakime saygı duymak zorundadır. T.Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, kazandığı davaya ilişkin her türlü tahsilatı dava avukatı tahsil edebilir,diye -Yaş’aya dayanarak- genelge yayınladı. Gelsin de, dava konusu tahsil ettiği PARAMIZI bizim AVUKATIMIZdan tahsil etsin. Çünkü kefil durumuna düştü. Aksi takdirde tükürdüğünü yalamalıdır. Hukuk avukatlar eliyle de ayakta durur. Bir anket yapılsa avukatlara GÜVEN % 30’u geçmez. Hukuk nerde kalmış… yalan, aldatma, cehalet başını almış gidiyor. Kimi kime şikayet edeceksin.
    Eski yargıçları yeni yar gıçlar yargılıyor, diyor, Koru. Demekki, hem insan yetiştiremiyor, bu düzen, hem HAKİM. Çünkü, rejimin, Devletin eteğinden tutan her kişi, rejimi kendine yontmuya çalışıyor, vicdan ne gezer. Oysa, hukukun müjdecisi VİCDANIN sesidir. Demokrasinin, hukukun temel taşı dürst, arif insandır.
    Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) nin ADALET kelimesini ağzına almıya hakkı da, yüzü de YOKTUR. Sadece, M.Kemal Paşa ve İsmet aşa -anormal – dönemlerinde değil, ECEVİT, BAYKAL ve KILIÇDAROĞLU’nun
    icraatlarını hatırlayıp, ADALET ve DÜRÜSTLÜK derecelerini tekrar su yüzüne çıkartın, bakın. İstanbul Belediyesini, SSK İdaresini… Adalet Bakanları açıktan söylüyordu, başka partilileri mi alacaktım, diye. Kazan kazana kara demiş…. Profesör KURTOĞLUNUN dediği gibi, sistem temelden değişmeli. berikinin ötekine söyliyecek dili olmalı, yok ki.

  2. Türkiye”de elbette hakimler var,onbeşbin civarında Hakim ve Savcı..
    Hem de,benzeri olmayan bir biçimde:Binlercesi hakim kürsüsünde değil,sanık sandalyesinde oturuyor.
    Evet,”sanık ayağa kalk! hitabının sahibi değil,muhatabı olarak mahkeme salonundalar.
    Adalet,çocuklarını yiyor denilse yeridir.
    Adaletin güven endeksinin gerividese taktığı,aşağılara düştüğünü bizzat yargı mensupları itiraf ediyor.
    Tabiri caizse,bu,”günah çıkarma”sayılamaz mı?
    Ah ,mülkün temeli ADALET,sen,bu hallere mi düşecektin?
    Kendini düşünmüyorsan mülke ve millete acı!..

  3. Adli Yıl açılışında resmen siyaset yapan,hem de Arakandan girip,Avrupa ülkelerine posta koymaya varana kadar siyaset yapan, henüz yargılanan ,şüpheli konumundaki eski hakim savcıları açıkça terörist ilan eden yani yargısız infaz yapan (kendi sözleri; “Terör örgütüne üye olan hakim ve savcıların meslekten uzaklaştırılmaları son derece önemli bir başarı olmasına karşın tamamen bir güven mesleği olan hakimlik ve savcılık mesleğini icra edenlerin yaklaşık üçte birinin terörist faaliyetlerinin odağında yer alması, halkın gözünde yargıya olan güveni elbette sarsacak bir durumdur.”)Yargıtay başkanının konuşmasından Adalet ve Hukukun üstünlüğü cikarmak bir yana umidine kapılmak bile mümkün değildir.
    Danıştay başkanı çok mu farklı,daha yeni okuduk, “CHP, Adalet Kurultayı’ndan sonra yayınladığı bildirgeyle ne yapmaya çalışıyor? Aslında ben biliyorum. Tek başlarına güçlü siyaset yapamadıkları için eskiden onların imdadına yargı yetişiyordu. Şimdi artık yargı bunu yapmıyor. O nedenle rahatsızlar”(Güneş Gazetesi) dediğini ve yalanlanmadi.
    Ya Aym Başkanı,Hazırol vaziyetinde verdiği selama hepimiz şahit olduk.
    Bunların hiçbiri bize Adalet ve Hukukun Üstünlüğünun,aslını geçtim, ümidini bile vermiyor.
    Peki ya,Adli yıl açılış resepsiyonunda Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek’in soyledigi; “50’den fazla cezaevi yapılıyor FETÖcüler için. Her biri bin kişilik. Sincan yerleşkesine 5 yeni duruşma salonu yapılıyor. Çok amaçlı salon olacak. Davalar için kullanılacak.”(odatv) lafına ne denir.

    Ne Yargi bağımsızdır ne de hukukun gereği yapiliyor.Hukuk gündemde bile değil.İnfaz aşamasına gecilmis,duruşmalarla falan kırtasiye işleri hallediliyor.

    Esasında, Adalet Bak.Mustesarinin yaptigi şu son açıklama bile yeterlidir,ne Adalet ne Hukuk gibi bir meselenin,Yargının gundeminde olmadigina.Bu aciklama başlı başına bir suç itirafidir.Devlet , kuvvetler ayrımının da ortadan kalktığı böyle bir ortamda,bir topluluğu ya da belli bir grubu hedef alıp cezaevi yapıyor ve bunu ilan etmekten de cekinmiyorsa,bu, cezalandırmadan da öte,tipik bir toplu infaz amacı oldugunu gösterir.Bunun adına, Adalet,Hukuk,Adil Yargılama degil, insanliga karşı suç,nefret suçu denir ve soykirima kadar giden yolu vardir.Uluslararasi hukukta da,hatta bizim hukukumuzda da-hala- buna böyle derler.Hitlerin yaptığının da mantık ve yaklaşım olarak bu yapilandan hiçbir farkı yoktu.
    Yani Adalet, Hukuk,Yargı Güvencesi falan yok,ümidi de yok.Coktan karar verilip infaz aşamasına gecilmis,ama bu zamanda gaz odaları yapamayacaklari için de,yerine cezaevi yaptırdiklari açık.
    Bütün bunları ustuste koyunca,hiç de öyle, “dışarıdan bakanların bile, “Türkiye’de hakimler var” diyeceği bir ülke”olabilme ümidi bile tasiyamiyorum.
    Yargıtay Baskaninin mitingvari konuşmasından sizin bu ümide kapilabilmis olmanıza imrendim doğrusu.

  4. Yanlış yöne giden geminin içinde doğru hedefe yürümek, kişiyi umutlandirir ama sonucu değiştirmez.
    Bugun Trukiye malesef böyle bir talihsizligi yasiyor. …
    Bunun sorumluları da, Kaptan koskunde oturanlar kadar bu Köşkü onlara birakanlardir da…

Yoruma kapalı.