İktidarın ‘Aşil topuğu’ yargı olabilir mi? Başbuğ’un çıkışına verilen tepki iktidar surunda gedik açabilir…

42
Reklam

Partilerin iktidara erişmeleri kolay olmaz; siyaset dik yokuşu çıkmak gibi bir şeydir ve yorar. İktidara erişen her parti oradan hiç inmeyeceği hissiyle hareket eder; ancak her ülkede her iktidarın mutlaka sonu gelir. Sonu gelen iktidarların durumu yokuş aşağı inişe benzer; başlamasıyla bitmesi arasındaki mesafe kısadır.

AK Parti ülkemiz siyasi hayatında daha önce hiçbir partinin gerçekleştiremediği pek çok rekora imza attı. Bunlardan mutlaka kayda geçirilmesi gerekeni, en uzun süreyle iktidarda kalma rekorudur. Kendisine özel şartları bulunan tek parti dönemini (1923-1950) saymazsak, çok partili dönemde (1950 ve sonrası) en uzun süreli iktidar AK Parti’ye nasip olmuş bulunuyor.

En uzun süreli başbakanlık rekoru da Tayyip Erdoğan’a ait.

Bu yüzden olmalı, iktidarı hiç kaybetmeyeceği hissi, AK Parti’de, ülkemizde daha önce iktidar olmuş başka partilerden çok daha güçlü.

Tabii, o güçlü hissin arkasında uzun iktidar yıllarında kurduğu sistem-içi ittifakların, hazır bulduğu veya yetiştirdiği bürokratik kadroların, yanına almayı başardığı medya desteğinin de büyük payı var.

En önemlisi unsur da, 2017 referandumuyla gerçekleşmiş olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi. O sistem sayesinde, devletin bütün erkleri üzerinde hiçbir partinin daha önce sahip olmadığı bir güç, iktidarın emrinde.

Yukarıda genel esaslarını verdiğim iktidarın günü geldiğinde mutlaka değiştiğine dair siyasetin genel doğasına aykırı olduğu halde, bugün ülkemizi yöneten siyasiler, iktidarlarının kolayca sona ermeyeceğini düşünüyorlar.

Oyları azalsa bile kurdukları ittifak içerisinde yer alan ortakları -MHP- iktidarın devamını sağlamaya hazır bekliyor.

Reklam

İktidar mensupları böyle düşündüklerini tavırlarıyla belli ediyorlar.

Haklı da olabilirler.

Aşil topuğu ve iktidar

Peki de, AK Parti iktidarının gücüne güç katan özellikler, onun aynı zamanda yumuşak karnını, Aşil topuğunu teşkil ediyor olmasın?

‘Aşil topuğu’nun ne olduğu bilinir bilinmesine de yeniden hatırlatmakta bir beis yok.

Homeros, İlyada adlı eserinde (yazılma tarihi MÖ 720) Aşil adlı olağanüstü bir kahramandan da söz eder. Aşil’e hiçbir silah etki etmez; oklar, kılıçlar onda ölümcül etki bırakmaz. Çünkü, annesi çelikleştiren kutsal ırmakta onu bebekken yıkamış ve böylece kendisine dokunulmazlık kazandırmıştır. Ancak Aşil’in de bir zayıf noktası vardır. Annesi bebeği ırmağa sokarken topuğundan tuttuğu için Aşil’in vücudunun orası -yani topuğu- çeliklenmemiştir. Nitekim, Aşil’in sonunu topuğundan aldığı bir yara getirir.

İktidar partisine güç veren bazı özellikleri aynı zamanda onun zayıf noktası olmasın?

Aşil’in topuğu gibi…

Reklam

Bana bu konuyu düşündüren, bir süreden beri konuşulduğu halde fazla etkili olamamış “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmasının son günlerde aldığı biçim. Ergenekon süreci içerisinde tutuklu yargılanmış eski Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un çıkışıyla, ilk kez, bazı AK Partililer “FETÖ’nün siyasi ayağı” olmakla isimleri verilerek itham edildi.

Kendisinin sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlayan bir yasa değişikliğini hazırlayan, Meclis’e sunan ve görüşmeler sırasında savunan isimleri “FETÖ’nün siyasi ayağı” olmakla suçlamakta eski Genelkurmay başkanı. 

AK Parti bu çıkışa çok sert karşılık verdi.

Parti sözcüsünün açıklamasıyla yetinilmedi, AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, kendisini iyi tanıdığını özellikle vurgulayarak, eski Genelkurmay başkanının suçlamalarının partisi ve partilileri tarafından yargıya taşınacağını ilan etti.

En az bunun kadar önemli bir başka gelişme de, azalan oyları yüzünden meydana gelmekte olan eksiğini kapatma imkanını AK Parti’ye sağlayan iktidar ortağı MHP’nin anamuhalefeti teşkil eden CHP lideri hakkında “FETÖ irtibatı” suçlaması yapması… Bunun araştırılması için suç duyurusunda bulundu MHP.

İşte ben de, bu tabloya ve medyadaki yeminli AK Parti karşıtlarının “Keşke bu davalar açılsa” temennilerine bakarak, kendisini en güçlü hissettiği bir zamanda, en güvendiği yerden AK Parti’yi vurmanın ön hazırlığının yapıldığını düşünüyorum.

Yargı FETÖ davalarındaki ölçülerini siyasilere uygularsa…

AK Parti’nin en güvendiği yer yargı.

En güvenilen yer aslında en zayıf noktaysa ne olacak?

Yargıda üçte ikisi sonuçlansa da üçte biri halen devam etmekte olan FETÖ ile ilintili davalarda, Türk hukuk sisteminde daha önce bulunmadığı halde bu hükümet tarafından devreye sokulan bazı yenilikler sayesinde, yargılananlara bayağı ağır cezalar verilmekte. 

Hükümetin çıkardığı Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK’lar) ve Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile pek çok insan işinden oldu, çoğu tutuklu olarak yargılandı ve bazısı cezalandırıldı da.  

Aynı ölçüler siyasilere de uygulanırsa ne olacak?

Meclis’ten çıkan bir yasayı ‘FETÖ’ ile irtibatlandıran eski Genelkurmay başkanının çıkışı bunun ne kadar kolay olabildiğini gösteriyor aslında.

Şimdiye kadar sağda-solda dillendirilen ve fazla ses getirmeyen iddialar konu yargıya intikal ettiğinde, mahkeme safhası sırasında, FETÖ davalarında önüne getirilenleri cezalandırmada yargının kullandığı türden kanıtlar ve gizli tanıklıklarla konu iktidar için yıpratıcı bir hal alabilir.

İktidarın zayıfladığını ve ömrünün kısaldığını en önce bürokrasi anlar, bunu da unutmayalım.

Dışarıda yürüttüğü dış politika tercihleri sonucu dört bir taraftan sarılmış görüntüsü veren iktidar, içeride de kendi eliyle açtığı yargı süreci yüzünden zora düşerse, bunun sonu nereye varır?

Bu sorunun cevabı bu yazının girişinde var.

ΩΩΩΩ 

Reklam

42 YORUMLAR

  1. Darbe gecesine gelindiğinde, Kurmay subayların yüzde 72’si, 84 il istihbarat şube müdürünün yüzde 74’ü, 7 bin personelin 6 bin 500’ü, 13 bin hakim ve savcının 4 bin 500’ü FETÖ’cüydü. Bu ülkede devlet, FETÖ’ydü….Erdoğan, FETÖ’cülerin yönettiği devlete sızdı ve onları devirdi… Bu kadar net…FETÖ’cüler ellerinde içki, kollarında başı açık eşleri ilker Başbuğ ve ekibini ayakta uyuturken utanmadan birde kalkmış en üst askerî düzeye gelmiş eski bir Genelkurmay Başkanı’nın ellerini yıkayıp suçu AK Parti’ye yükleyebilmesi ya gerizekalı olduğunu hiç zannetmiyorum ya da fırsatlardan istifade edip sinsi planlarını devreye soktuklarının bir göstergesidir…Vesayet takımının esas dertlerinin ne olduğu gayet açık ve net..Fetöcülerde fırsat kolluyor… Perinçek ekibi de fırsat kolluyor… Bizim taraf da bölünmekle meşgul…Birbirimizi yiyip duruyoruz…

    • “Erdoğan, FETÖ’cülerin yönettiği devlete sızdı ve onları devirdi” tezinizin yanlış olduğu aşikar. Cemaate sızıp onları oyuna getiren derin devlettir. Şimdi de Erdoğan’a sızıp (ittifak yapıp) onu devirmeye çalışıyor. Siz Erdoğan karşıtı yorumlar yazmaya başladığınız zaman da devirdiğini anlamış olacağız.

    • Türkeş bey eğer bu düşünceniz MHP nin genel düşüncesini yansıtıyorsa Erdoğan harici muhafazakar siyasetçilerin vay haline!

  2. İlker Başbuğ’un çıkışının gerçekte kim(ler)e yönelik olduğu henüz tam açıklığa kavuşmuş değil. Devlet Bahçeli’de ara sıra “fetö’nün siyasi ayağını” gündeme getiriyor malum. Bahçeli bu silahı sanki A.Gül/A.Babacan’a karşı kullanmak istiyor gibi gözüküyor. Başbuğ da A.Gül’ün ismini anmıştı.

    Yani ‘vesayet’ Cumhur İttifakı’nı sürdürmek isterse fetö ayağı muhalefete karşı kullanılacak, ittifakı bitirmek isterse de AKP=Erdoğan’a karşı kullanılacak. Fakat şöyle bir tarihi gerçek var:

    Vesayet dahil hiçbir kişi/zümre, M.K.Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriye’tini tamamen ele geçiremez. Gülen Cemaati bu gerçeği acı bir tecrübe yaşayarak öğrenmişti. Şu anda devlet gemisinin dümeninde oturan Avrasyacı vesayetçiler haddini bilmez ise onların da başına gelecek şey aynıdır. Zira “Devlet” bir kurumdur, dümenin başına geçmez ama rotayı o belirler.

    Erken seçim mutlaka olacaktır ve bunun için zorlamaya gerek yoktur. Cumhur İttifakı zamanı gelince 1 hafta içinde dağılacaktır. Erdoğan arkasında kendisini destekleyen bürokrasi, yargı, asker, üniversite … hiçbirisini bulamayacaktır. Hatta Diyanet, İmam Hatip dernekleri ve dini cemaatlerin çoğu da buna dahil olacaktır. Buradaki üç yorumcu da buna dahildir.

    Türkiye Cumhuriyeti 2023 yılına temiz ve arınmış bir şekilde girecektir, bundan en küçük bir şüphem yok.

  3. Bence bernar arkadas cok uzun yaziyor hemde kafa sisiriyor acik ca søyleyim tek okunmasi gereken yaziyi nurdan hanim yaziyor bu gun yazmamis diger yorumcular eski turkiye kafasi dunyadan bir haber

    • Baki bey, siz sn.bernarın kusuruna bakmayın, bikaç güne kalmaz sıvışır gider yine kediciklerinin inlerine, nurdan abla devam ettiği fitness kulübünde şopar oğlanlarıyla çene çalıyordur yine, çıkar gelir birazdan kucağında bi tomar gazete eskisi ve kupürleriyle..!

    • “Kullanışlı muhalif” olamayıp can sıktığım için özür, Baki Bey. İsveç’te hayat nasıl gidiyor?

  4. İmamoğlu’nun İBB’nin yüzde 35’lik ulaşım zammı ile bu kentimiz ve kent sakinleri güzelleşmeye başladılar. Artık burada bol bol sürekli artan akaryakıt giderlerinin zammı kaçnılmaz kıldığını, aslında İmamoğlu’nun zam oranını olması gerekenden düşük tutmak için çabaladığını ve bunu başardığını vs. okuruz burada. Damat Albayrak’ın, “Aslında doğal gaz ve elektrik faturalarını olması gerekenden düşük tutuyoruz” lafının üstünde tepinenler, şimdi gelip bize aynı şeyleri anlatacaklar. . .

    • İki yılı aşkın bir süredir İstanbul’da toplu ulaşıma zam yapılmamış. Bu arada benzin-mazot fiyatı bundan daha fazla artmış. CB Hükümeti İBB’ye zırnık koklatmıyor tam aksine tırpanlıyor. Ne yapılmasını önerirdiniz? Hükümet CHP’nin elinde olsa o zaman bu dedikleriniz doğru olurdu.

  5. İ. Başbuğ’un meydan okumasıyla başlayan gerilim, birbirinden çok farklı noktalardan hareket edip söz konusu gerilimin iktidar koalisyonunda bir krize yol açmadan zamanla sönümleneceği çıkarsamasına varan Fatih Kurnaz ile Hakan Çakan isimli yorumcuların öngürdükleri gibi mi nihayet bulur? Yoksa, ben dahil bazılarımızın kuşkulandığı gibi, askeri vesayetçilerin AK Parti’ye yüklenecekleri bir hamle midir?

    İddialı şeyler söylemek mümkün değil. Hem Erdoğan iktidarından yararlandıkları için bir arada duran, hem de birbiriyle rekabet içindeki odakların kendi aralarındaki uzlaşma ve çatışma noktalarını dışarıdan bilmemiz çok zor, hatta olanaksız.

    Ne var ki, gerilimin derinleşerek sürmesi ve bir krize yol açması durumunda kimlerin ne tür bir tavır takınacaklarına yönelik fikir verici gelişmeler yaşanıyor.

    CHP bildiğimiz gibi. Dün ne idiyse bugün de o.

    Medyascope TV’nin başındaki Ruşen Çakır gibi tatlı su demokratları şimdiden olmuş armut gibi önümüze düşmeye başladılar. Ruşen Çakır’ın bugün söyledikleri tam bir “çevir kazı yanmasın” hali idi. Lafızında kaz çevirici, pratiğinde utangaç Başbuğ’cu -ve ibretlik- bir tavır.

    Bütün derdi ve davası Gülen ve yönetici kliği her konuda aklamak olan Gülencilerin devletle, vesayetle bir dertlerinin olmadığını öteden beri ileri sürüyorum. Bunlar, zamanı geldiğinde devletle yeniden konuşabilir hale gelebilmek için her belanın müsebbibi olarak Erdoğan’ı göstermek istiyorlar, bu yolla devlete dolaylı yoldan selam üstüne selam gönderiyorlar. Es kaza devlete kem küm ettiklerinde de, zaten ancak ortalık karıştığında ve o da geçici süreliğine rol kapabilen Perinçek’e şarlamakla yetiniyorlar. Vesayetin ana ve kökleşmiş gövdesine, güvenlik bürokrasisi ile orduya tek söz söyleyemez bunlar. Devletçi milliyetçiler de buna dahil.

    Bütün dertleri, Erdoğan’ın gitmesi. Kartlar yeniden karıldığında bugün olduğundan görece daha iyi bir noktaya gelebilecekleri hesabındalar. Sivllik, meşru iktidar aktörlerinden yana olmak vb. ilkeler yok bunların kitabında. Nasıl Gülen geçmişte 12 Eylül generalleri ile, Ecevit ve Toktamış Ateş ile, Tansu Çiller’den Özal’a, oradan Mehmet Ağar’a kadar herkesle ve çok kolayca kol kola girebilmişse ve biricik desturu devletle iyi geçinip bürokrasideki uzun vadeli kadrolaşma stratejisini sabırla sürdürmek ise, bugün de aynı şeyi yapıyorlar. Dertleri devlet, askeri bürokrasi, devlet içinde ve yargıda yuvalanmış seküler-vesayetçi gayrı-meşru güç odakları değil, dertleri sadece Erdoğan. Bize, vesayetin Erdoğan’ı kendisine memur kılmadığını, aksine, Erdoğan’ın Perinçekgilleri kendisine memur kıldığını söylüyordu Baran isimli yorumcu önceki gün.

    Bu, kurnazca bir tutum. “Bizim devletimizle, ordumuzla, Türk milliyetçiliğinin geleneksel partisi MHP ve lideri D. Bahçeli ile bir sorunumuz yok. Derdimiz Erdoğan. Devletimiz mutlaka yaptığı yanlıştan döner, meydanı Perinçek’e bırakmaz.” mesajını verebilmenin zorunlu ve kaçınılmaz önkoşulu. Hem samimiyetle böyle düşünüyorlar, hem de devlete mesaj üstüne mesaj gönderiyorlar. Çünkü, devletin kendilerini bqğışlamaması durumunda, Erdoğan gitse bile, Türkiye coğrafyasında bellerini doğrultmalarının mümkün olmayacağını görüyorlar.

    Gelecek Partisi ile Babacan’ın suskunluğu bana ilginç ve tuhaf geliyor. Bir hasızlık yapmış olmayayım temkinliliği ile, bu ikisinin Başbuğ çıkışı ile ilgili kamuoyuna yansımış olan bir bildirimleri olup olmadığı merakıyla, göz atmadığım gazete ve haber sitesi kalmadı gibi. Gözden kaçırdığım beyanatlar varsa diğer yorumcuların hatırlatmasını memnuniyetle karşılayacağım.

    “Bir kaç güne kalmaz mesele yatışır. . .” diye düşünüp sessiz kalmayı yeğler ve Erdoğan’ı yalnız bırakırlarsa, hem yanlış yapmış olurlar, hem de -en azından benim gibi insanlarda ve AK Parti seçmenlerinde- haklı kuşkulara yol açarlar.

    Mesele vesayet ve vesayetçilerden gelen bir hamle ise, Erdoğan ve AK Parti dışında her şey teferruattır. Olabilecek en net ve cesur tavırla, Erdoğan ve AK Parti’nin yanında yer almak gerekir.

    • Bernar Hocam! beni çağırmışsınız diye geldim.
      Benim derdim kimin ne dediğini ne yapmaya çalıştığını anlamak, bundan maksadım da nasıl bir dünyada hangi şartlarda yaşadığımı öğrenmek, buna çalışırken birileri de beni anlasın diye bir beklentim hiç olmadı olamaz da çünkü ben bir Cin Ali’yim, herkes tarafından çokça bilinen biriyim yani. Bu durumda benim sizin ne dediğinizi neden dediğinizi anlamam birinci vazifem. Bana ancak ne anladığını anlat diyebilirsiniz. Benim anladığım da anlattığım da sadece beni bağlar, hiç kimse benim dediklerimden sorumlu değildir. Hiçbir sosyal yapı, grup da benim üzerimden algılanamaz çünkü ben hiçbir grubun içinde olmadım bu güne kadar.

      Şimdi size bir cevap yazabilirim ama beklemelisiniz.

    • Kavga eden iki kişiden birisini ille de tutmak mı gerekir? İlker Başbuğ’a karşı olmanızı anlarım da bu nedenle R.T.Erdoğan’dan yana olmamız gerekir demenizi anlayamadım. Neden yanlışları ayyuka çıkmış birinden yana olalım. İkisine de karşı olunamaz mı? Zira böyle bir mantığa göre vaktiyle Gülen de haklıydı!

      • Hangi mantığa göre neyin haklısıymış o sayın fkt..? “Ölüler de kalkıp gelsinler, oy kullansınlar” falansa geçelim…

        • O yasa doğruysa Erdoğan neden şimdi o yasa ile yargılananlarla ittifak halinde?
          O yasa yanlışsa neden İlker Başbuğ’u suçluyorlar?

      • Hayır, sn. FKT: Karşımızdaki resimde kavga eden iki kişi değil, ordunun bürokratik özerkliğni törpüleyen, dolayısıyla vesayetin alanını sınırlandıran bir yasayı geçirmiş parlamenter, demokratik, sivil irade ile o iradeyi cezalndırmaya kalkışan had bilmez bir eski genelkurmay başkanı var. FETÖ bahanesiyle bu generalin hangi yasayı ağzına doladığına önce bir bakın derim. Ülkü ve hedef olan çağdaş mediniyet seviyesine ulaşmak böyle mümkün oluyorsa, dükkanı kapatım eve gidelim. Hep örnek gösterilen Avrupa’da bu tür had bilmezlikler ve kepazelikler olmaz. Disiplin suçları dışında askerleri yargılayacak merci özerk askeri mahkemeler değil, sivil mahkemelerdir ve o yasa vesayet karşıtı mücadelenin ürünüdür. Çok haklı olarak, iktidar taraftarı ya da muhalif, tüm muhafazakarların Erdoğan ile dayanışması gerekir ve benim çağrım da bu.

        Her seferinde askerin talepleri doğrultusunda sıraya geçenler, daha sonra, bu halk niye bize oy vermiyor diye yakınmasın.

        O yasa maddesinden hareketle AK Parti milletvekillerinin başına bela gelmesini mi istiyorsunuz? Peki hangi parlamernto cesaret edebilecek gelecekte vesayeti sınırlandıran düzenlemeler yapmaya?

        Ya askerden yanayız, ya sivil siyasetten yana. Erdoğan’ın yanlışlarına, FETÖ cızırtılarına sığınarak belki devletçi-vesayetçi sekülerler birbirlerini ikna ederler, ama halk bu kokuşmuş numaraları yemez. Başbuğ’a haddi bildirilip yerine oturtulmalı, sivil siyasetin işine burununu sokmamalıdır. Nokta.

        • O yasa teklifi gece yarısı oylamadan önce son anda bir madde eklenerek geçirilmiş. Yani dürüst davranılmamış. Buna rağmen ben o yasayı desteklemiştim. Fakat şimdi pişmanım zira Erdoğan savcısıyım dediği o davaların suçlananları ile ittifak halinde. Erdoğan ile Başbuğ arasında bir tercih yapmak zorunda kalsam Başbuğ’u tercih ederim. Fakat diyorum ki böyle bir tercih yapmayalım, ikisine de karşı çıkalım.
          Not : İlker Başbuğ’un söyledikleri de tamamen karşı çıkılacak cinsten değildir. Ortalığı şimdi fetö diye inletenlere bir gerçeği hatırlatıyor.

          • Fatih Bey, mesele, biri Başbuğ diğeri Erdoğan olan iki adam arasındaki atışma ya da kavga değil. Mesele, bir tutarlılık ile askerin sivil siyaset üzerindeki tahakküm ya da yönlendiriciliği konusunda nerede durduğumuz meselesi. Size üç basit sorum var:

            (1) Emekli olmuş bir Genel Kurmay Başkanı, ortaya çıkıp, o yasa teklifini veren 39 AK Parti milletvelini, devletin resmi ağzının yasalar nezdinde bir terör örgütü olarak tanımaladığı bir yapılanmaya destek vermişlikle itham edebilir, “İşte o terör örgütünün parlamentodaki siyasi ayağı” diyerek o milletvekillerine işaret edebilir mi?

            (2) Söz konusu milletvekilleri böylesi bir suçlamaya muhattap olduğunnda ve bu ithamlara karşı çıkılmadığında, siyasetçiler, “Devran döner, kelleniz gider!” mesajı ve korkutmacası ile karşı karşıya bırakıldıklarında, parlamentolar askeri vesayetin alanını daraltan yasal düzenlemeler yapma cesareti gösterebilirler mi?

            (3) Bugün söz konusu milletvekilleri üzerinde bir kılıç gibi sallanmak istenen o yasal düzenlemenin Avrupa Birliği ile yürütülen müzakerelerin de konusu olduğundan haberdar mısınız?

            Mesele Başbuğ ya da Erdoğan’dan birisini seçmek, ya da ikisine birden karşı çıkma meselesi değil. . .

          • O yasa teklifini verenler o tarihte “Muhterem Fetullah Gülen Hocaefendi” diyordu. Sonra Cemaat yolsuzluklarını ortaya çıkartınca düşman oldular. Yani amaçları demokrasi falan değilmiş nitekim şimdi pekala vesayet ile iş tutuyorlar. Ayrıca İlker Başbuğ emekli asker diye neden konuşamasın ki? Konuşsun bizler de değerlendirelim.

          • O yasanın yerindeliğini ya da yersizliğini, o yasa telkifini verenlerin kiminle ne zaman ne türden iş tuttukları, dertlerinin demokrasi olup olmadığına ilişkin kanaatlerimiz temelinde mi değerlendirip tartışacağız, Fatih Bey?

            Sivil iktidarı, bürokraside var olamamışlığı ve liderinin kolayca teslim alınabilir türden bir siyaset esnafı olması sayesinde köşeye sıkıştırıp kontrolü yeniden ele geçirmiş aktörler, bürokratik devlet aygıtındaki rakiplerini devlet adına “terör örgütü” olarak damgalayacak, bir asker çıkıp “Ve işte o terör örgütünün parlamentodaki terörist milletvekilleri!” diyecek ve onun hedefe koyduğu yasayı sizin önerdiğiniz yoldan tartışacağız:

            Vesayet dediğimiz şey ne peki?

          • Bernar bey. Tartışmanın kaynağı İ.Başbuğ’a karşı R.T.Erdoğan’ı desteklemek gerekir demenizdi. Vaktiyle vesayete karşı Cemaati ve AKP’yi tedbirsizce ve şartsız destekleme hatasını yaptık, sonuç ortada. En iyisi hiç kimseye/gruba açık çek vermemek olsa gerek.

          • Geçmişe dönük olarak, “Cemaat’i ve AKP’yi tedbirsizce ve şartsız destekleme hatası yaptık” tespitinize katılıyorum. Bu, en azından benim için geçerli. Çünkü, benim kişisel tutumum, işin gelip Cemaat ile AK Parti mücadelesine dayanmasından önceki döneme karşılık düşen vesayetle mücadelenin ilk döneminde, bu iki oluşuma koşulsuz ve eleştirellikten uzak, coşkusal bir destek vermek biçiminde oldu.

            Cemaat’in yargı ve güvenlik bürokrasisi içindeki elemanları vasıtasıyla yürüttüğü operasyonları salt “askeri vesayete ve vesayetçilere karşı mücadele” olarak yorumladım ve o operasyonel yönetmelerin sorunlu yanlarını ya göremedim, ya da görmezden gelmeyi yeğledim.

            Askeri bürokrasi içindeki darbe planlarının bir gerçek olduğuna ilişkin güçlü kanaatim (bugün de aynı kanaati taşıyorum), Ergenekon davalarındaki hukusuzluklara, Cemaat’in bu davaları nasıl kendisine yer açmak için kullandığına kör kalmama neden oldu. Bu körlük halinde, o sıralar çevrmdeki Cemaat’den arkadaşlarımın entelektüel kalitesi, tutarlı ve güvenilir kişilikleri de neden oldu.

            Ne var ki, Gülen ve Cemaat’in yönetici kliğinin ve Erdoğan’ın günahları dolayısıyla, doğru ilkesel tutumlardan geri adım atmak durumunda olmadığımızı düşünüyorum, Fatih Bey. Her ne olursa olsun, bütün otoriter eğilimlerine karşın, çeşitli bürokratik güç odaklarının elinde işlevsel bir manivela haline gelmiş olmasına karşın, Erdoğan ve iktidarı bugün sivil siyaseti temsil ediyor.

            Emekli bir generalin çıkıp her tutarlı demokratın savunması gereken bir yasal düzenlemeden yola çıkarak o yasa tasarısına imza koyan 39 milletvekilini terörist ilan etmesinin kabul edilir yanı yok ve bu yaşadığımız vesayetin su katılmamış yeni bir örneği.

            Erdoğan ve iktidarının hem ülkeyi hem de ülke insanlarını doğrudan vuran düzinelerce yanlışı (bilerek yapılan ve bilerek de ısrar edilen yanlışlar bunlar) var. Ama, bu gerçek, bir başka gerçeği gölgede bırakmamalı: Bugün hala üç seçmenden birisi Erdoğan ve partisinin destekçisi, bugün hala AK Parti Türküye’nin açık ara en çok oy alan partisi. Hepsniden önemlisi, biricik meşru siyasal aktör.

            Böyle bir tablo karşısında, demokratik bir ülke bağlamında görevi sadece ülke savunmasından ibaret olan askeri bürokrasisinin bir generali çıkıp sivil siyaset üzerinde onun alanını daraltan bir siyasi hamlede bulunamaz.

            Türkeş adlı yorumcu, son yorumunda, Cemmat yapılanmasının ordu içinde erişmiş olduğu gücü dramatik rakamlar vererek dile getiriyordu. O rakamlar doğrudur, abartılıdır, bilemem. Bildiğimiz, Gülen Cemaat’inin emniyet, yargı ve güvenlik bürokrasisinde muazzam bir güç devşirmiş olduğu. Bunu söyleyenler arasında İ. Başbuğ da var.

            Önce, Cemaat’in, Genel Kurmay Başkanı sıfatıyla askeri bürokrasinin en tepesinde iken, kendi döneminde ve kendinden önceki dönemlerde nasıl olup da bu kadar güç devşirebildiğinin hesabını versin.

            Demirel’inden Tansu Çillerine, Ecevit’inden Özal’ına, generalinden bilmem necisine kadar TÜM DEVLETİN oluru ve kapı açmasıyla geldi Gülen o konuma. Kimse, “FETÖ” yaygarasıyla günahı birbirinin omuzuna yükleyip aradan sıyrılmasın.

            Gülen Cemaati, devletin şimdi iddia ettiği üzere bir terör örgütü ise (ki değil), o yasa tasarısına imza veren 39 AK Parti milletvekili ve o yasayı kabul eden Meclis terör örgütüne yardım ve yataklık etmiş ise o yasal düzenleme ile (ki öyle değil), bunların yanına İ. Başbuğ dahil bütün G. Kurmay Başkanları’nı ekleyip hepsini birden yargılayalım.

  6. 27.01.2020 tarihinde yazdığım ve bernar beye yönelik eleştirinin olduğu ikinci bölüm (Galiba bu bölümü de ikiye bölmem gerekiyor. çünkü burası da çok uzun):
    – Burdan, çok bilmiş bernar bey ile olan ve benim şartlarım uygun olmadığı için yarım kalan tartışmamıza da değinmek istiyorum.
    – O gün yazdıklarımdan birşey anlamayan bernar beyin bugün yazdıklarımdan da birşey anlayacağını zannetmiyorum.
    – Çünkü, bernar bey, kafasında bir dünya, bir durum, bir olgu tasarlıyor sonra da onun üzerine de analiz yapmaya uğraşıyor. tasarladığı dünyanın, olgunun, durumun gerçeklikle bağını ise, ya sorgulamıyor ya da sorgulasa göre, gerçek durumu göremiyor.
    – Daha önceki stalin ve atatürk resimlerini bir duvara asan solcu hayali gibi…
    – seküler olup, hem de sol bir örgütten cezaevinde yatmış olup, sonra da gelip burda genelde sol ve özelde ise chpyi eleştirmek ve islamcı kesime methiyeler düzmek, okur kitlesi islamcı olan bir sitede epey puan topluyor. Puan toplamasının da ötesinde, söylediklerinin doğru kabul edilme durumunu olumlu yönde etkiliyor.
    – Tıpkı yusuf islamın, 12 yaşından beridir namaz kılan, islamın herşeyini yıllardır yerine getirmeye çalışan, müslüman bir toplumda doğmuş, sıradan bir müslümandan daha fazla taktir ve değer görmesi, söylediklerinin daha bir kabul görmesi gibi…
    – Tıpkı, kaptan Cousteau”nun müslüman olduğunun söylenmesinin (ya da müslüman olmasının. gerçekte müslüman mı bilmiyorum), müslümanlar arasında, islamın doğrulanması olarak algılanması ve imanlarını tazelemesi gibi.
    – Bernar beyin de marifetinin önemli bölümü bundan ibaret. Yani, yusuf islam sendromu ya da kaptan cousteau sendromu denilebilir.”

    • Sn.bernar, en sonunda yusuf islama da benzetilmişsin ya; geçmiş olsun ne diim? Allahın sopası yok derler bir de..:)

  7. fehmi beyin 23 ve 26 ocak tarihlerindeki yazılarını değerlendirdiğim ve fehmi beye eleştiri içeren bir yazıyı 27 ocak tarihinde yazmış, ancak sistemin engellemesi nedeniyle gönderememiştim. Yazımda, bernar beye yönelik ifadelerim de vardı.
    – herhalde yazı çok uzun olduğu için sistem reddetti.
    – Okurlardan özür dileyerek, 27.01.2020 tarihindeki yorumumu, 2 parça halinde bugün yayınlamak istiyorum.
    Öncelikle fehmi beye yönelik eleştirim olan bölümü, sonra da, belli ölçülerde chp değerlendirmesi de içeren, bernar beye yönelik yazdıklarımı yayınlamak istiyorum.
    “fehmi bey merhaba!
    – son zamanlarda yorum yazacak durumum olmuyor. Ancak yorum yazamasam bile, hem yazınızı hem de yorumları okuma fırsatım oluyor. Yazsam bile kısa yorumlar yazıyorum ki bir tanesi dün, haklı olarak, sansüre takıldı. Aslında dünkü yazınız uzun bir yorumu ve büyük bir övgüyü hakediyordu. tabii ondan önceki yazınızın ve dünkü yazınızdaki o yıllar önceki tavrınızdaki eksikliğin eleştirisi ile birlikte.
    – Öncelikle, deprem hakkında çeşitli ifadelerin soruşturulmasını eleştiren ve özgürlüklerin önemini vurgulayan yazınız, son zamanlardaki en önemli, en değerli, en doğru yazılarınızdan bir tanesi.
    – Dün, fırsat bulup da, yazınızın değerlendirmesini yapamadığım için üzüldüm. Ama gerçekten de, ayrıntılı bir değerlendirmeyi ve övgüyü hakeden bir yazıydı.
    – Dünkü yazınızda eleştirebileceğim, daha doğrusu eleştireceğim ve eleştirilmesi gerektiğini düşündüğüm bölümü ise, sizin dünkü yazınızda bahsettiğiniz yıllar önceki tutumunuz.
    – Yanlış anlamayın: Yıllar önce, depreme yönelik ifadeleri nedeniyle birisinin soruşturmaya uğramasına yönelik eleştirinizi eleştirmiyorum.
    – Özgürlükleri sadece kendinize yakın birileri gündemde olduğunda savunmanızı eleştiriyorum. Sadece kendi tarafınızdakilerin özgürlüğünü değil de, karşı taraftakilerin de özgürlüğünü savunmuş olsaydınız, bu memleketin bu noktaya gelmesinde payınız olmazdı.
    – Daha önce birkaç kez bahsettim. Kendisine sol diyenler, demokrat diyenler, gerçekten de demokratça davranmış olsaydı ülke bu durumda olmazdı.
    – Durumu, birbaşka şekilde de izah etmiştim: bu ülkede 5 tane mevlana olsa, bu ülke bu durumda olmazdı. Yani, bu ülkenin kanaat önderleri, bu ülkenin gazetecileri, bu ülkenin siyasileri gerçekten de tutarlı olsalardı, iyi olsalardı, doğru analizler yapan, doğru düşünen, ahlaklı, adil olsalardı bu ülke bu duruma gelmezdi.
    – Bunları sizi yargılamak için değil, bu ülkenin gelişebilmesi için nelerin, nasıl yapılması ya da nelerin, nasıl yapılmamasının iyice anlaşılması için yazıyorum.
    – Dünkü,yazınızdan birgün önceki, “Yakın geçmişte birileri “Bırakalım birbirlerini yesinler” diyordu, galiba temennileri yerine geliyor…” başlıklı yazınız ise, tam bir felaket.
    – Yazınızın, “biz” temeli üzerine oturması, “bak bizi bölmek istiyorlardı. bölünmeyelim” mantığı üzerine oturması, hukuk, adalet, özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi kavramları kavramaktan fersah fersah uzak olduğunuzu düşündürdü. Siz, bu kavramlardan bu kadar uzakken, sizden etkilenen, sizi takip eden insanların durumunu düşünemiyorum.
    – Yazınızı, “birbirlerini yesinler diyorlardı. birbirimizi yemeyelim” mantalitesi üzerine değil, hukuk, özgürlük, insan hakları gibi değerler üzerine otutturmanızı beklerdim. Öyle olmalıydı.
    – Batı kültürüne bu kadar yakın olan bir islamcının (ya da dindarın) bile gelebileceği noktanın “bizim birbirimizi yememizi istiyorlardı. birbirimizi yemeyelim” mantığı ile vakıflara el konulmasına karşı çıkmanız, bu ülkenin “adam” olmayacağı hissini derinden duymama neden oldu.
    – Ve tabii, önceki günkü “vakıflara dokunmak hayırlı değildir” başlıklı yazınıza yazdığım “vakıflara dokunmak hayırlıdır” yorumumu aklıma getirdi. Ülkenin adam olabilmesi için daha çok vakfa dokunulması gerekir diye düşündüm.
    – Henüz, adalet, insanlık, hukuk, insan hakları, özgürlük vb. kavramları anlayabilmemiz için epey yolumuz var. Bu ülkenin pekçoğunun daha epey şey yaşamasına ihtiyaç var.
    – Kuşkusuz ki, zulümlere uğranılması, insanları, toplumları otomatik olarak adil yapmıyor.
    – Ancak, acı çekmeden birşeyler öğrenebilen insan sayısı da bir elin parmaklarını geçmiyor.
    – Bu durum, sadece hukukun, insanlığın, insan haklarının, özgürlüklerin, bilginin, bilimin, laikliğin, demokrasinin vb. kavranması konusunda değil, en basitinden sağlık konusunun önemi, gençlik günlerinin önemi, varlığın önemi gibi konular için de geçerli bir kuraldır. “

    • Hamza bey bakıyorum artık parça başı değil toptan yazıyorsunuz yorumları..? Ne güzel, keşke bizimkiler de aynı düzene geçse; cuma günü daya sütunu, haftaboyu yangel yat, valla iyi iş..:)

  8. Fehmi Bey’in bugünkü tahminlerine katılmıyorum. Erdoğan’ı ve ortaklarını (Perinçekgiller/Ergenekon vd.) tanıyorsak bunu daha iyi tahlil edebiliriz. Elbette bu ortaklık kıyamete kadar sürmeyecek, ancak şu anki verili durum bu ortaklığın hemen biteceğine işaret etmiyor. Ben uzun zaman önce (2016 güzü) Erdoğan’ın geleceği ile ilgili tahminlerimi yazmıştım. Erdoğan’ın en önemsediği şey iktidarda kalmaktır ve iktidarını sürdürmek için her zaman alternatifler bulacaktır. Ergenekon ekibi ise şu anda Erdoğan’dan daha verimli bir partner ve icracı bulabilmiş değiller. Halkın yarısına yakınını (bunlar dindar ve muhafazakar kitle) hala arkasına takıp ülkedeki bütün dindar ve özgür entelektüelleri biçen bir lideri nereden bulacaklar? Erdoğan’ın piyasadaki geçerliliği bitene kadar O’ndan faydalancaklar. Dindarlığı her alanda biçmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Şimdiki “siyasi ayak” ayağı da bunun bir parçasıdır. Bence şu ana kadar biçemedikleri muhafazakarları masaya koz olarak koydular. Erdoğan’ın tarzıdır, kamuoyu önünde rest çeker, arkadan pazarlık yapar ve istenenleri verir. Tıpkı Davos’ta kameralar önünde İsrail’e kükreyip kuliste “benim tepkim moderatöreydi” demesi gibi. Ez cümle bu ayaktan Davutoğlu ve yeni parti kurmaya girişen eski AKP’lilere piyango çıkabilir. Ama başka şey çıkmaz.
    Başbuğ’un ne kadar boş olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Önce Erdoğan’la anlaşıp kapattırdığı dosyalarının (internet andıcı gibi) hesabını versin, sonra diğer konuları konuşabiliriz.
    Bu kayıkçı kavgasında tarf mı olmalıyız? Elbette hukuktan, masumiyet karinesinden, özgürlüklerden yana olacağız ama bu kadar iki yüzlü siyasilerin arkasında yada Rusya’ya aşık vesayetçilerin arkasında değil. Birileri şayet samimi iseler, herkes için hukuku, özgürlüğü, insan haklarını savunsunlar.

  9. Aşil’in annesi, Aşil gelecekte artık çekilmez olur diye onun topuğunu kasten mi suya batırmamıştır acaba?
    Peki bizim (şimdi ki) Aşil’in annesi kim; onu tanıyor muyuz, ne yapıyor, nerededir?

    Başbuğ, sanırım bir hazırlığın sonucu olarak adına FETÖ denilen örgütün siyasi ayağını gündeme taşıyor; öyle gözüküyor ki bu artarak devam edecek; “F. Gülen’i ve AK Partiyi” bitirme planının/projesinin ikinci bölümü için sahne alınacak. Vaktiyle Ergenokon davaları da sonlandırılarak bir perde sona ermişti. Yeni bir perde açılıyor ve yine sanırım ki (askeri) vesayet yanlıları gücünün doruğunda.

    Epey zamandır dış politika karaları da yeni yönetim sistemi ile -CHS ile- TBMM’nin devre dışı kalmasından dolayı dar bir grup tarafından alınıyor ve siyasi irade, bunda ya yetersiz kalıyor ya da yanlış yönlendiriliyor veya o dar grubun etkisi altına girmiş olmalı ki, ülkemiz bu dış politika kararlarından ötürü hep zarar görüyor; izole ediliyor, zayıflıyor “değerli yalnızlığa” itiliyor.

    Ne zamanki uluslar arası sorunlarımız yoğunlaşır, bu, ya içerideki klikler arası iktidar mücadelesinin bir eseri olarak ortaya çıkar ya da siyasi irade bunda -dış politikada- yetersiz kalırsa klikler arası iç iktidar mücadeleleri hız kazanır ve en kullanışlı araç da “Aşil’in topuğu” Yargı olur. Değil mi ki, son yaşananlarda da Yargı hep baş roldedir.

    Yeni bir döneme doğru hızla yol alıyoruz!
    Görülüyor ki bu, sivil siyaset yolu ile değil hatta sivil siyasetin devre dışı bırakılarak yeni teşkil edilecek ve “vesayet odaklarının” emrine amade oluşumların vasıtası ile olacak.
    Mevcut siyasi partiler ile yeni kurulan/kurulacak partilerden hangisi vesayet odaklarına karşı dik duruş gösterir ve onu elinin tersiyle itme cesaretini gösterirse o halkta muteber olacaktır.

    Bunu AK Parti zamanında yaptı; şimdi de Başbuğ özelinde Yargıyı kullanarak yapmaya çalışıyor ama karşıya o kadar malzeme verdi ki bunu beceremeyecek!

    İş diğer siyasi partilere kalıyor.

    AK Partinin vesayet odaklarına karşı duracağı sistem içi ittifaklar ile yetişmiş bürokratik kadroları yok artık; ve uzun iktidar yıllarında makam-mansıp ve menfaat-çıkar yollu beslediği semiz(!) kadrolar, bu tabloda ancak “timsah gözyaşı” döker pozisyonda kalabilecektir.

    Bu konjonktürde vesayet odaklarına karşı dik duran ve sivil siyasetten (milli iradeden) yana tavır koyan siyasi parti veya lider kim olursa onu desteklemeli..ben öyle yapacağım.

  10. CHP’den beklenen (ve kolayca kestirilebilir) net açıklama geldi Gurup Başkanvekili Özgür Özel’den. “Sivil giyisiler içindeki üniformalılar güruhu” mu demeli, yoksa H. Gayret Bey’den ilhamla “pabucumun demokratları” mı demeli, kestiremedim.

    Bu arada, vakti zamanında sivilleşme doğrultusunda atılmış bu tür adımları ‘ölüleri mezarlarından kaldırıp seferber edecek bir hararetle’ desteklemiş olanların da şu günlerde kayak tatiline çıkmamış oduklarını, sayın Koru’nun bugünkü yazısı için de bir şeyler yazıp söyleyeceklerini umalım. . .

  11. Hamaset edebiyatı ile yeni bir bir kamplaşmanın temelleri atılıyor.
    Tamamen yapay, tamamen milli.
    Türkiye’yi yönetemiyorlardı. Ancak bu ayan beyan ortaya çıkmaya başladı. Bu durum daha da netleşecek.
    Bu durumda yeni bir “cambaza bak” senaryosu acil ihtiyaç.
    Pekiyi bu temel üzerine ne inşaa edilecek?
    Kamplaşmayı sağladıktan sonra taraflara ne yaptırılırsa onlar olur.
    Bu ülkede yapılması en kolay şeylerden biri kamplaşma.Vatandaş ne söylersen ona inanıyor.İstediğin gibi yönlendir. Hatırladığım kadarıyla “gassalın elindeki meyyit”

  12. https://www.perspektif.online/tr/

    Yukarıda paylastığım linkte yayın hayatına 5 Subat tarinde başlayan Perspektif medyayı göreceksiniz. Sağlam bir kadro ile kurulmuş. Başarılar diliyorum ve takipçilerinizin dikkatini çekecek haber ve yorumları olduğunu belirtmek istiyorum.

    Ak Parti kuruluşta siyasi olarak bir kadro hareketi idi ama bunun devlette yani bürokraside karşılıgı yani taraftarı destekçisi yoktu. 18 yıllık iktidarı boyuncada kendi politikalarını benimseyen liyakatli işinin ehli bir bürokratik elit yaratamadı. Şuanda birlikte olduğu MHP’nin özellikle Yargı ve Milli Eğitim İç İşleri ve TSK’da 40 yıl öncesinden gelen bürokrat elit bir tabanı var keza Vatan Partisi’ninde yine Yargı, TSK’da ve Dış İşlerinde.

    Mesele iktidar olmakla muktedir olmak arasındaki paradoks aslında. Başbuğun çıkışı ve Bahçeli’nin FETÖ’nün siyasi ayağı konusunu her fırsatta dillendirmesi ve özellikle darbe davalarında savcıların FETÖ’nün TSK içinde tamda Ergenekon Balyoz süreçlerini kapsayan bir şekilde 2008-2014 yılları arasında güçlendi iddiası artık körün gözüne gibi oldu.

    Aşil topuğumu bilmem ama Siyasi Ayakla ilgili hazırlanan bir çalışma olduğu aşikar hatta bunun çalışmaları son noktaya geldi gibi gözüküyor. Ruşen ÇAKIR’ında “Erdoğan’ın ittifak yaptıkları dönemlerde bile kendilerine karşı mesafeli olması Fethullahçıları çok rahatsız etti” https://medyascope.tv/2020/02/06/rusen-cakir-erdoganin-ittifak-yaptiklari-donemlerde-bile-kendilerine-karsi-mesafeli-olmasi-fethullahcilari-cok-rahatsiz-etti/ ” haberi Erdoğan hariç tutulmak üzere AK Partili çoğu siyasetçinin bu yargılamalara maruz kalacağı belli olmuştur. Yeni dönem hayırlı olsun.

    • Hem bizleri Perspektif Medya’dan haberdar kıldığınız, hem de bunu yaparkenki incelikli ve özenli tutumunuz dolayısıyla teşekkürler, Ali Rıza Bey -sadece erişim linkini verip “Gidin bakın” demeğe getiren sevimsiz yollardan site önerilerinde bulunanlar da olmuştu.

      Bir izlenim edinmek için söz konusu siteyi ziyaret ettim. Militanca bir tarafgirlikten hep uzak kalmış gerçek bir entelektüel-akademisyen olan Mesut Yeğen ismi gözüme iliştiğinde merakım daha da arttı. Fuat Keyman da aşinası olduğum akademisyenlerden biriydi. Galip Dalay, Medyascope TV’den tanıdığım bir isimdi. Tanel Demirel ve Serap Yazıcı’nın yazılarını okuduğumda, katkı veren isimlerin hepsinin akademisyenler olduğunun farkına vardım. Yazıların kalitesindeki ve Türkçe’nin artık pek sık rastlamadığımız etkili kullanımının bende yaratmış olduğu memnuniyet verici şaşkınlığımın kaynağı kendiliğinden açıklık kazanmış oldu.

      Sitenin sade tasarımı da memnuniyet verici.

      Adeta çölleşmiş entelektüel yaşantımıza olumlu bir katkı vereceklerini umuyor, başarılar diliyorum.

  13. Sen eline mızrak alırsan, karşındaki de mızraklanır, ok -yaya karşı ok yay, silaha karşı silah alır eline. bir kitabı (açmadan, sadece göstererek) yada bir aparatı gösterip yıllarca sürüklemektir peşinden marifet..
    yargıyı kullandınsa orayı ele geçirmeye uğraşır.
    şu madde yanlıştır, insanların yıllarca haksızlığa uğramasına neden olur diyeni dinlemediysen; gün gelir o maddeden sen madur olabilirsin.
    onun için doğru ve ülkene faydalı olanı öncelemeli insan.
    ya kanunlara uyar-uygularsın, yada illegal yapıların kuklası olursun (şeyhin şıhın önünde diz çökersin, eşkiyanın tehdidinden korkarsın, yatak odana dahi girebilen güçlerin emrine girersin).
    ya güçlü, inançlı, içi bile okunabilen birini seçer kararlarına güvenirsin,
    ya da filan ülke gelsin beni kurtarsın! dersin.
    ya da onun bunun adamını seçer, o yer sen seyredersin.
    yabancı senin eyaletine, hırlına hırsızına bakmaz; kim kendisiyle uyumlu onu ister. sen yanlış adamı seçtiysen gavurun ekmeğine ballı kaymak sürersin.
    yabancı için değil kendin için yönetici seçmek gerek. seni suriyelinin ıraklının durumuna düşürecek değil, batılı zengin ülkelerin seviyesine getirmeyi taahhüt edeni seçeceksin.
    bunları eline kırmızı boya ile fırçayı, kalem yerine silahı verdiklerinde,
    Kur’an yerine telefonuna gönderilen mesaçh a baktırdıklarında,
    okulda çocuğuna şu dersi bellet, öteki dersi sakın ha görsettirme!
    disco haram gel ben sana elantrik verem titre! titre! (şu saatlerde bir tv kanalında acaip titreme gösterisi var) ve falan filan.. kandırmacalara inanmayacaksın.
    işte o zaman uyanık olacaksın, sonrası nafile..

  14. Çocuğun okula gitmiş. Bir de kalkmış yolsuzlukları eleştirmişsin sosyal medyada. İşgüzar ve insanlıktan nasipsiz meslektaşların da ispiyonlamış. Al sana FETÖ üyeliğinden 6 yıl 3 ay hapis.
    İktidarın, müslümanların, milliyetçilerin ve elbette sosyal demokratların da insanlığı bitmiş. Yeter ki günah keçisi göster.

  15. Can havliyle saldırmak diye bir söz vardır ya… İşte bunun örneği bütün iktidarlar sonunun geldiğini bütün kesimlerden daha çok kendisi bilir….

  16. Bugün Cumhuriyet Gazetesi’nde, “Siyasi ayak iddianamede” başlığıyla verilen ilginç bir haber var ve doğrudan sayın Koru’nun yazısıyla ilintili. Ben sadece bir paragrafını aktarmakla yetiniyorum.

    İddianameyi hazırlayan ve Başbuğ’un sözünü ettiği yasal düzenleme teklifinin altında imzası bulunan 37 AK Parti milletvekilini topun ağzına yerleştiren savcıların daha sonra görevden alınmış olmaları da, iktidar blokunun kendi içindeki güç savaşlarını ima etmesi açısından bana hayli ilginç göründü:

    “Ankara Başsavcılığı, FETÖ’nün iktidara Meclis’te yasa değişikliği yaptırdığını, “Son olarak kendisine müzahir elemanların en az bulunduğu 1988 ve daha önceki yıllarda mezun olmuş subayları Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) tasfiye etmek için üç devreyi birden toplu olarak emekli edecek ve hizmet süresini 28 yıla indirecek kanuni düzenlemeleri siyasi otoriteye yaptırabilmiştir” ifadeleriyle iddianameye geçirdi. Ancak bu tespiti yapan savcılar, daha sonra görevden alındı.”

  17. Fehmi bey hayal aleminde yaşıyorsunuz.başbuğ haddini aşan bir konuşma yaptı kendisine cevap verildi oda ifadesini düzeltti yumuşattı ve kastını izah etti.akp MHP ittifakı PKK/pyd ve fetö ile mücadele bu şekilde devam ettiği sürece bitmez.

  18. Sayın Koru’nun yazısının girişini yeniden ziyaret ettiğimizde, benim anladığım, ancak Bahçeli’nin siyasi desteği ve Perinçek’in ruhani vaftizliği ile ayakta durabilen Erdoğan ve partisinin iktidarı yitiriş sürecinin beklenebilecek olandan da süratli bir süreçte gerçekleşebilecek olması ihtimali.

    İlker Başbuğ’un fitilini ateşlemiş göründüğü yeni kapışmada benim safım açıkça ve “ama”sız Erdoğan ve AK Parti.

    Böyle bir tutum takınıp saf seçmenin, eğer Başbuğ’un ortaya elde FETÖ silahı ile çıkışının arkası gelecek ve hesaplı ve kurgulanmış bir operasyonun parçası olarak derinleşen bir gerilim süreci içinde yöneleceği hedef gerçekten Erdoğan ve AK Parti olacak ise, bir kıymet-i harbiyesinin olmayacağının farkındayım -Erdoğan’ı yemek istiyorlarsa yiyecekler.

    Ama, bu gerilimde kimin nerede durduğu, vesayet karşıtlığı ve sivil siyaset yandaşlığı konusunda dikkate değer bir turnusol kağıdı işlevi görecek. Erdoğan ve partisine yönelik böyle bir hamlenin gelmesi halinde, “Bunların yeniden kanlanıp palazlanmasını kendisi sağladı. Herkes ettiğinin karşılığını bulsun” türü bir yaklaşımla meseleye yaklaşanlar ve kenra çekilmeyi yeğleyenler, vesayetçilerin ateşine odun taşıyanlar olacak.

    Olay, aynı zamanda, iktidar bloku bileşenlerinin otoriterliğe yaslanan koalisyonunun sanıldığınca sağlam olmadığının da bir işareti gibi. Bu koalsiyon ortaklarından güç kantarı topuzunun kendilerine yakın durduğu vesayetçiler ve vesayetçi devletçi milliyetçiler, kafaya koymuşlarsa, Erdoğan’ı bulunduğu yerden indirebilirler kolaylıkla: darbesiz, silahsız -bizzat Erdoğan’ın direktif vermek için oluşturduğu ve bugüne kadar direktiflerine uymalarından ziyadesiyle memnun kaldığı yargı eliyle.

    Türkeş, H. Gayret ve Bekir Beyler’in Başbuğ’un ateşlediği gerilim karşısında ne düşündüklerini merak ediyorum doğrusu. Umarım CHP, HDP, İmamoğlu dışında görünen böyle bir konuda da söylemek istedikleri bir şeyler vardır ve umarım bizlerle paylaşma teveccühünü de gösterirler.

    Bu arkadaşların Borucu Başbuğ’un hamlesi konusunda ne düşündüklerini önemsiyorum ben. . .

    • Terör örgütü üyeliğinden yargılanmış ve yine terör örgütünün yargısı eliyle tasması gevşetilmiş ve bugün de yine aynı terör örgütü saflarında görevine devam eden bir general parçasının ağzına bakacak değiliz heralde..? Önce kendi oğlunun pkk nın iki numaralı yöneticisinin oğluyla kucak kucağa çekilen ve basında çıkan fotoğrafın bi açıklamasını yapsın, gerisine tekrar bakarız sn.bernar.

    • Bernar bey merhabalar!
      – İşin doğrusu, vesayet-sivil toplum çatışmasına geliş hızınız beni ziyadesi ile memnun etti. Kendimi F1 yarışı izliyor gibi hissettim. keyifle yazınızı okudum.
      – Hele bir de, turnusol kağıdı benzetmeniz var ki, hani şu erdoğanı sivil toplum temsilcisi yaptığınız. analiz yeteneği diye ben buna derim.
      – Önce şu “sivil siyaset” analizinize şapka çıkaracağım! Hakikaten de, akp dediğinizde sivilin sivili bir siyasi parti görüyorum. Erdoğan birşey söylediğinde, hemen söylenileni yapan hakimler, savcılar, avukatlar, gazeteciler, valiler, kaymakamlar, muhtarlar, daha aklıma gelmeyen biryığın görevli ve görevsiz akpnin ne kadar sivil olduğunun en güzel delili olsa gerek.
      – Erdoğan istediğinde AYM’nin kararına bile “sen kimsin be!” diyen mahkemeler varya. ülkemizdeki “sivil siyaset”in en güzide örneklerinden bir tanesi.
      – Bunlara kızılayı, ensar vakfını, sadatını, sosyal yardımlaşma vakfını, belediye başkanlarını, vergi dairelerini, sanayi-ticaret örgütlerini ve hatta ve hatta cengiz inşaat gibi büyük medarı iftiharımız işadamlarını da eklemezseniz “sivil siyaset”in hatırı kalır.
      – Bu “sivil siyaset”in karşısında, sizin büyük analiziniz olan “vesayet” ve “vesayetçiler” var.
      – Şimdi bu “vesayet” ve “vesayetçiler”i de gözümün önüne getirdiğimde de size hak vermemek mümkün değil.
      – AKP gibi, yapacağımız çocuk sayısı konusunda bile “sivil siyaset” yürütmeseler de, bazı istemedikleri konuları engellemek konusunda gerektiğinde emirlerini yerine getiren, (çoğu olmasa da bazı) savcıları, mahkemeleri, hakimleri, gazetecileri, siyasi partileri vb. ve siyasi partiler içinde ve sivil başka birimlerde adamları var.
      – Gerçi bunlar aracılığı ile, kendilerini her eleştireni hapse attırmayı becerecek güçleri yoktu ya da o kadar “sivil siyaset” taraftarı değillerdi bilemiyorum ama akp kadar “sivil siyaset” olmadıkları kesin. Yani en azından, “cumhurbaşkanına hakaret” o zamanlar biraz serbestti. Yani cumhurbaşkanına “seni istemiyorum” diyebiliyorlardı. hatta başbakana “mason” bile diyebiliyorlardı.
      – Senin “özel imalat” şu turnusol kağıdın varya. beni bitirdi. bütün yazdıklarımı çöpe attım. Ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyim, abesle iştigal. Ya “akpli” ya da “vesayetçi” oluyorum.
      – Müthiş adamsın. öylesine bir turnusol kağıdı imal ettin ki, ne yapsam işe yaramıyor. Ya akpli ya da vesayetçi oluyorum.
      – Fakat senin, turnusol kağıdın ile beni zorlaman ters etki yapıyor. onu da belirteyim. Ben, “vesayetçi” olmaya gönüllüyüm. Yani, senin tabirinle söyleyecek olursam, “vesayetçi”ler ile akpliler arasındaki boks maçında, “oh ne ala” diyerek, vesayetçilerden yana olacağım. Tıpkı, gülencilerle akpliler arasındaki çatışmaya, tıpkı davutoğlu ile erdoğan arasındaki çekişmeye, tıpkı babacan ile erdoğanın ayrı düşmesine sevindiğim gibi.
      – Bu sevincimin nedenlerinden bir tanesi, hayatımı karartanların birbirleri ile yaptıkları maç sonucunda, biraz daha zayıflayacaklarını düşünmemin yanısıra.
      – Hayatımı karartanların bir kısmının, yaptıkları neticesinde hayatların karardığını, ancak kendi hayatları da kararınca farkedecek olmaları gerçeği var.
      – Bu arada, geçenlerde davutoğlunun şehir üniversitesi olayında yeterince ses çıkmamasından yakındığını okumuştum.
      – Davutoğlunun mantığı da akp döneminden kalmış. pekçok islamcının da öyle.
      – Benden (daha doğrusu benim gibilerden) ısrarla, şehir üniversitesine yapılanlara ses çıkarmamı bekliyorlar, istiyorlar.
      – Siz benden zorla aldığınız mülkü, sizden bir başkası zorla alınca, sizden zorla alınmasına karşı çıkmadım diye beni (bernarın deyimi ile) “vesayetçi” ilan ediyorsunuz. İnsaf be!
      – Benden çaldığın parayı, bir başkası senden çalınca, benim, “bu adamın parasını niye çalıyorsun” dememi beklemen nasıl bir mantık anlıyamıyorum.

      • Yaw tamam Hamza Bey. Siz kazandınız! Bütün argümanlarınız gayet açıklayıcı, gayet yerinde, gayet zihin açıcı, gayet de güçlü. Bana da susmak düşüyor. Haddimi biliyor ve işte susuyorum 🙂

  19. AK Parti sonunu kendi elleriyle hazırladı. Zaten AK Parti diye bir şey de kalmadı. Bir kişiye indirgendi parti. Etrafındakiler de (MHP, Numan, Soylu, Perinçek, vb) düne kadar küfür edenler. İktidarı değiştirmeyerek ona en büyük kötülüğü halk yaptı aslında. Hem korkak hem de kötü olan 🙂

Yoruma kapalı.