Sahip değiştiren gazetelerde yayın politikası değişir mi? Sorunun cevabı Hürriyet’te…

29
Reklam

Bir ara fırsat düştüğünde yazmıştım, ama yeniden anlatmakta hiçbir mahzur yok.

Olay bir gazete idarehanesinde geçiyor. Ben de o sırada “Hayırlı olsun” demeye giden misafir olarak oradayım. Sadece kısıtlı bir alanda yayın yapan ve meslek jargonunda ‘ilan gazetesi’ olarak anılan mevkuteyi satın almış olan patronun yanına gençten biri geliyor. Kendisini gazetenin birinci sayfasını ve siyasi haberleri hazırlayan kişi olarak tanıtıyor.

Patron ile o gazeteci arasında şöyle bir konuşma geçiyor:

“Efendim hayırlı olsun. Bundan sonra gazeteyi nasıl çıkarmamı istersiniz? Hangi haberleri nasıl göreceğimiz konusunda talimatlarınızı almaya geldim.”

Şaşıran yeni patron bir süre ne diyeceğini bilemiyor; sonra “Bugüne kadar ne yapıyor idiyseniz öyle yapmaya devam edin” diyerek çalışana teşekkür ediyor…

Ertesi günden başlayarak gazetenin manşetleri ve haberleri yeni patronun kimliğine uygun bir değişikliğe uğruyor.

Talimat almaksızın…

Hürriyet’te durum ne?

Olayı bu kez hatırlamamın sebebi yakınlarda sahibi değişen Hürriyet gazetesi… Herkes yayın politikasında köklü bir değişiklik olup olmayacağını, okurların bu gelişmeden etkilenip etkilenmeyeceğini merak ediyor.

Reklam

Konuyu gazete köşelerinde ele alan bazıları gazetenin kadrosunda ciddi değişikliklere gidileceğini, yazarlarıyla yolların ayrılacağını ısrarla yazıp duruyor.

İşi, ‘Hala ayrılmadılar, ne kadar yüzsüzler’ gibi hakaretamiz yönlere çekenler bile oldu.

Ben ise meraklananlara bakıp gülümsemekle yetiniyorum.

Meraklananlara bir tavsiyem olacak: Gazetenin yayın yönetmeni her Pazartesi günü bir önceki hafta boyunca gazeteye giren haberlerin özetini okurlara sunuyor; yalnızca Hürriyet’in de değil, grup içerisinde yer alan Kanal-D ve CNN-Türk televizyonları ile İngilizce gazetenin de…

O özette meraklananların merakını giderecek ipuçları fazlasıyla var.

İsterseniz bugünkü özeti sizlerle paylaşayım.

Biraz uzunca bir sunum olacak, baştan uyarayım da, canınız sıkılıp kaçmayasınız. Gazetenin internet sitesinden fotoğraf tekniğiyle sunumun ilgili bölümünü buraya taşırarak o kolaylığı da ben sağlamış olayım:

Fikret Bila imzalı yazının ilgili bölümü aynen şu:

 

Özet bu.

Reklam
Başarı ortada

Keşke yazarlarının hangi konulara nasıl girdiğine dair de bir özet sunsaydı yayın yönetmeni.

Gelecek hafta o kolaylığı da sağlarsa karar vericilerin karara varmasında yararlı olabilir.

ΩΩΩΩ

Reklam

29 YORUMLAR

  1. RÜzgar Eken fırtına biçer, demişler. 28 Şubat ve daha önceki dönemlerde, taraflı ve dine karşı insafsız yayın yürüten Medya, elbette, bugün fırtına biçecektir. Bedava kağıt ve zorbalıkla reklam ve yalakalıkla destek almıya alışmış bir Medya, elbette bugünleri görecekti. Tıpkı, hiç yere, “28 Şubat”ı yapan ve hazırlıyanlar gibi. O tarihlerde, dilimin döndüğünce askerlik yapmıya giden çocuklarımın Paşalarının YÜZÜNE açık açık söyledim. Yapmayın, etmeyin, bu kışlalar, Halk tarafından “Peygamber Ocağı” olarak bilinir. “İslam ile Devletin, Millet ile askerin arasını AÇMAYIN”, daha üst Makamlarınıza da bu sözlerimi İLETİN, diye hep söyledim. ” 28 Şubatçılar” için de; çok geçmez, ” ettikleri karşılarına çıkar” dedim.
    Herkes, hatırlamalı, bilmeli : ZULM ile ABAD OLUNMAZ.
    Rahmetli, N.ERBAKAN hoca, “eğri üzerinde doğru aranmaz” demişti. Devletin dizaynı keyfilik ve zulüm üzerine kurulu. Hakiki İslamın merhamet ve selamet anlayışı semtlere hiç uğramıyor. Karagülle’nin dediği gibi, işler, münasebetler hep YALAN ve SAHTEKARLIK üstüne yürüyor. Bu Millet Müslüman gibi inanıyor, gavur gibi yaşıyor. Eskiler, ” Ülema ve ÜMERA bozulmadıkça Halk BOZULMAZ” derdi.
    Hz. Peygamber de, ” Sözüm ona yarım Alim çoğalınca, hem kendilerini, hem halkı sapıtırlar, din ve ahlak KALMAZ” buyurmuşlardır. Dünya, bildiğini, söylediğini YAPAN mert ve dürüst insanlara muhtaç. Söylemek kolay, yapmak ZOR.

  2. Aslında uzun uzun epey şey anlatacaktım ama vazgeçtim. sadece her ikinizi bir soru soracağım: Hemen uyarayım, burda vereceğiniz cevabı, bundan sonraki yazılarınızda aleyhinize kullanacağım.
    Murat yetkine kötü insan diyorsunuz. burayı anladım. Siz “Murat Yetkin kötü insan, fakat ben iyi insanım” diyor musunuz? diyebiliyor musunuz?

    • Uzun uzun bişeyler yazıştırsan daha iyi olurmuş sanki… Çünkü şimdi ne desek de aleyhte kullanmaya kararlı olduğunuz gibi bi anlam çıkıyor ortaya! Üslubu beyan ayniyle insan.

    • Bizim iyiligimiz tartışılmiyor zaten. Sadece H.Gayret in sözünden ne anladığımı söyledim. İyidir kötüdür demedim. Okuduğum bir yazarın tarzını begenmemek gibi bir hakkımız var. Dahası bir yazar karargahtan haber aldım diye bir cümle ile başlıyorsa ortayaş biri hele ki yirmisekiz Şubat’ı yaşamışsa ve biraz farkindaligi varsa bundan ne anlam çıkarır sizce? Madem okumadiniz okuyun ona göre yargilayin. Murat yetkin kötü de siz iyimisiniz sanki demenin bir mantığı yok. Nasıl böyle bir bağlantı kurdunuz anlamadım doğrusu. Aslında söylemek istediğiniz şeyi direk söyleseniz daha iyi olurdu. Soru biraz belirsiz (affiniza sığınarak söylüyorum )biraz da mantıksız olunca ne yönden cevaplayalim şaşırdım doğrusu.
      Ha bu arada tartışmaya konu olan yönden bakınca ben iyiyim diyebilirim.

      • Ayteacher, öncelikle murat yetkinin darbe destekçiliği yapıp yapmadığını bilmiyorum. Ancak alıntı yapılan bölüm hiçbir gazeteciyi darbe destekçisi yapmaz. O bir haberdir ve yetkin görevini yapmış. Yetkinin yazısında darbeyi desteklediğine yönelik başka ifadeler varsa onu bilemem. H.gayret darbe destekçiliği olarak o bölümü aldığına göre başka ifadeler yok diye kabul etme durumundayım. Çünkü yetkine yönelik suçlama ordaki alıntı üzerine.
        Yukardaki paraftan bağımsız olarak, herkes istediği yazarı ve istediği yazıyı eleştirme hakkına kuşkusuz sahip. Ben de kimseye “yetkini eleştiremezsiniz” demiyorum.
        Ancak müsaade edin de, eleştirenler de eleştirilebilsin veya başkalarına kötülemede cömert olanların iyilik durumları sorgulansın. Özellikle de yaşanılan uzun süreç içinde bu kesim (islamcı kesimi kastediyorum), ahlaki anlamda iyi bir sınav vermemiş ise, söylenilen ile yapılan nerdeyse birbirinin zıddı ise, bu sorgulamanın gündeme gelmesi gayet normal. Yani insanlar birilerini suçlamadan önce kendisine bakacak.
        Ayrıca da (yetkinin darbe şakşakcılığı yaptığını kabul etsek bile), bir kişinin bir yanlışının eleştirisi ile bir kişinin bir yanlışının gündeme getirilerek yok edilmeye çalışılması arasındaki ayrımı, en azından davranış size yönelik olduğunda, anlıyacağınızdan eminim. “X kişisi yazı yazmasın” diyen, aynı davranışı hak eder. Zaten ülkemizdeki fiili durum da, aslında hiçkimsenin istemediğinin olmasının nedeni de davranışlarımızın sonucudur. Hiçkimsenin bir başkasının haklarını belirleme yetkisi yoktur.
        Yetkinin darbe şakşakcılığı yaptığını kabul ederek konunun bir başka yönünü tartışalım (yetkinin darbe şakşakcılığı yaptığı iddiasının bir gerçeklik değil sizlerin yorumu olduğunu da unutmadan).
        Darbe şakşakcılığı ahlaki olarak kötüdür. Bunda hemfikiriz galiba.
        Darbe şakşakcılığının ahlaki olarak kötü olmasının nedenlerini ise, ben kendimce, şu şekilde ifade edebilirim: 1: darbe öncelikle bir hak gaspıdır. Hak gaspı ise kötü birşeydir, bu nedenle gayri ahlakidir. Darbeyi desteklemek de hak gaspını desteklemek anlamına geldiği için gayri ahlakidir. (burda müslümanlar için şunu ayrıca belirtmem gerekir, hakkın savunulması müslüman için Allah’ın savunulması ile eşdeğer olduğu için ya da olması gerektiği için (ya da ben böyle düşünüyorum) de önem taşıyor). 2: Darbe güç gerektirir. bunun karşısında ise güçsüzler vardır. konumunu güc odağına tarafında belirlemek (not: güç odağının çok güçlü ya da az güçlü olması öenemli değil), ayıptır. ayrıca konumunu darbe yapacak kadar güçlü olanların yanında belirlemek ise güçlünün yanında olmak babında daha fazla ayıptır. 3: (bence bu aslında ahlakın temelidir) Davranışlarını, konumunu, konuşmalarını, yazmasını iyi, doğru, adil, gibi ahlaki kavramlara göre değil de, birilerine ya da birşeylere göre belirleyen insanlar, en temelde ahlaksızdır. Darbe şakşakçılığı bu yönüyle en temelde kötüdür.
        Yukarda benim çizdiğim ahlaki kriterleri tahmin ediyorum pekçok kişi kabul edecektir. Yani işin özü, ahlaksızlık: üniformalılar ve onların desteklenmesi değil, haksızlık ve haksızlığın desteklenmesidir.
        Oturup düşündüğünüzde; “ben haksızlıkların karşısındayım. ben adaletsizliğin karşısındayım. ben sınav sorularının çalınmasının karşısındayım. Ben ihalelerin yandaşlara verilmesinin karşısındayım. Ben birilerinin haksız para kazanmasının karşısındayım. Ben duruşumu, tavrımı, birilerine taraf olarak değil, doğrulardan yana belirliyorum” diyebiliyor musunuz? daha da önemlisi diyor musunuz? Bunlara cevabınız olumlu “evet” ise, gönül rahatlığı ile “ben iyi insanım” diyebilirsiniz. Onun için öncelikle sizin kendinizi nasıl bir insan olarak tanımladığınızı sordum. Aynı sorumu tekrar ediyorum. bu sefer yazmanız gerekmiyor. kendinize cevap verin.

        • Tabiki bu söyledikleriniz aynen birini iyi yada kötü bulmam için geçerli kriterler. Bende tıpkı söylediklerinizin aynisini benimsemiş bir insanım. Hiçbir ideolojik saplantim yok. Birileri için asla kesin her yaptığı iyidir ya da öteki için her yaptığı kötüdür demem. Öncelikle İslamî ve insani kriterler(ki sizde yukarıda gayet net izah etmişsiniz )ölçümdür. Bu açıdan her zaman ahlâklinin ve dogrunun yanındayım.
          Siz biraz niyet okuyarak bize taraf biçtiniz sanırım. Problem bu aslında. Aynı şeyleri düşünüyoruz farklı ifadeler kullanıyoruz. Aynı şeye bakıp, önyargılarimizdan dolayi farklı şeyler görüyoruz. Söz konusu yazarın böyle bir alintisi eminim sizide aynı düşüncelere sevkeder.
          Temelde amacımız iyiyse sorun yok. Siz birdenbire, kendinize iyi diyebiliyor musunuz deyince olay bu noktaya geldi. Umarım Allah indinde iyiyimdir.

    • ben mi hata yaptım editör mü bilmiyorum. ama yorumum yanlış yerde yayınlanmış. eğer hata benimse özür dilerim. yorumum h.gayret ve ayteacher adlı yorumcuların yorumlarının altında olması gerekiyordu. soruma cevap yazarlarsa, umut ediyorum, (bence tabii ki) yararlı ve zevkli bir tartışma olacak. ayteacher ve h.gayret isimli arkadaşların cevaplarını bekliyorum. Sizer iyi insanlar mısınız?

  3. Sayin Koru Hürriyetin bir haftalık yazı başlıklarını yayınlayınca ben de onu gerçek bir gazete olarak okudum ve zannettim ki Türkiye’nin önemli sorunlarına dikkat çekmişler.
    Mesala Hükümet vatandaşín bankalardaki dövüzlerini TL ye çevirmek için kanun çıkarmak istediğine dair haberlerin doğruluğu hakkinda, ve 20 senelik devletlerden “Et, Saman, ve çeşitli gıda malzemelerını “ithal edilmenın ne demek olduğunu, yazıp getiri ve götürülerını, analızini yapmışlar.
    Türkiyede Çiftçilik de hayvancılıkda tıpkı teknoloji gibi bundan böyle batıya bağımlı olmuş yani artık onlar da rahmetli olmuşlar.
    Hadi diyelim, onlardan haberleri yok, peki katledilen ağaçlardanda mi haberleri yok.
    Türkiye’nin bu kadar sorunu varken 1100 kúsür odalı saray yetmemiş bir de ağaçları katledip yazlık saraylar yapılması çok acil sorunlardan biri mi, bu kadar önemli mi? Neden havuz Kílıçdaroğlunun kızının 100,000 dolarlık dairesini haber yapip birbirlerini alkışlayan yazarları peki milletın vergileri ile lúks hayat yaşayanları niye hıç görmezler?
    Millete ne eti yedirdiklerini haber yapmazlar?
    Evet onlar Türkiyenin beton yığınına haline gelmesıne alkış tutarlar.
    Gelelim şekere ABD ve Canada’da şekerde tad yok örnek Türkiyedeki bir kilo şekerle yaptığın tatlıyı burada iki kilo şekerle yapamazsın.
    Şimdi bizimkiler fabrikaları satıp şeker fiyatlarını düşürdük diyerek milleti kandírma peşindeler.
    Oysakı o zaman millet bir kilo şeker yerine iki buçuk kilo şeker kullanmak zorunda kalacaklar, yani daha fazla kemik tozu ve boya tüketecekler.
    Akşam o yazıları okuyunca Türkiye’yi bu hale getirenlere alkış tutanlar ile batılı halklari mukayese ettim ve bizim insanlarımız nasıl sağır ve dílsız hale getırıldiklerini düşündüm.
    Atatürk ne demişti ” milletin efendisi köylüdür” Onun kurduğu parti ne yaptı köylüleri şehire gittikleri zaman vergi vermeye tabii tuttu! Köylüler, doğu ve güneydoğu halkı aşağılandı, iki jandarma gelip bútün köylüleri koyun gibi önüne katıp kara kola götürdü.
    Din yasaklanınca halkin kolayca sahte din tacirlerinin tuzağína düşmelerine sebep oldu.
    Tıpkı şu anda olduğu gibi Múslümanım deyip zülme alkış tutanların sayıları az da olsa o kadar çılgınca hareket ediyorlar ki biz insan olarak kendi kendimizi sorgulamak zorunluğu hiseder olduk acaba biz insan miyiz diye.
    Doğan grubu havuzun kenarında geziniyordu içine girmemek için mucadele etmelerine rağmen başaramadılar kurtuluşu değerinin altında satmakta buldular.
    Bir de bunu yapanlar Allah adına yaptıklarını sõyledikleri zaman insan kendinden utaniyor.
    Küfúr, iftıra, sahtekarlık,İsraf,gösteriş ,adam kayırma, ve buna benzer birçokları.
    Bütün bunları yapacaksınız daha sonra Elhamdülillah biz müslumanız…….

  4. Hürriyet, bütçesi büyuk bir gazetedir, cok fazla sayida yazarı olması buna işarettir. Büyüklük aynı zamanda haber kalitesiyle orantılı olmalıdır. Hürriyet devlet gazetesi ise, yazarlariyla devleti yöneten Hukumetleri/Bakan/Milletvekillerini de gerektiginde elestirebilmeli. Siyaset devlet imkanlarinin ülkeye hizmet icin teslim edildigi mekanizmadir. Siyasi yöneticiler/bürokratlar bunlari kendilerine hizmet olarak kullanma zafiyetine düştuklerinde medya bunlari eleştirmiyorsa bu suça, bu haksızlıga ortaktır.

    Devletin öngördüğu maaş haktır bunun dışında direkt veya dolaylı olarak kendilerine veya hısım ve akrabalarına, partizanlarına birer avantaj sağlayan, çıkar temin edenler eleştirilmelidir. Parti parti, siyasi olsun olmasın nufuz sahiplerinin özel çıkarları demek, milletin/toplumun çıkmazları demektir. Çünku nihai analizde özel çıkarlar hakkın adaletsiz dağılımına hizmet eder. Dolayısıyla, matematiksel olarak, bu özel çıkarlar kul hakkının ihlali demektir. Bunun sorumlulugundan ahirette de kaçış yoktur ve bedeli çok ağırdır. Müslümanlar yaşadıkları toplumda hayatı ilgilendiren her konuda iman ve akıl yoluyla yararlı olmakla mukelleftirler. Bunun en önemli şekillerinden biri zararlı şeylerle, yanlışlıklarla/mevcut kötülüklerle mücadeledir. Zaten bunlar Devletin asli vazifeleri arasındadır. Ancak, sorun devleti/ülkeyi yönetenler arasındadır, sorun kaynağı itibariyle cehaletten veya kasten olabilir. Bunlarla mücadelenin çeşitli seviyeleri vardır. Konuyla ilgili ayetler ve hadisler vardır:

    “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.”

    Buğz etmemin en düşük iman seviyesine eşdeğer oldugunu bi yerlerde okumuştum. Bizim memlekette, müslümanların ömrü statüko marka kötülüklere karşı çoğunlukla buğz etmekle geçmiştir. Bir hadis daha var:

    “Kişi değiştirmeye güç yetiremiyeceği bir münkeri (sakıncalı eylemi) görünce, Allah’a o eylemi münkir olduğunu, yani asla hoşlanmadığını bildirmesi, onu kurtarmaya yeter.”

    Medyanın bu temel degerler üzerinden eleştirmeğe hakkı oldugu barizdir. Haktan ayrılmadan yapılan eleştiri dini bir görevdir. Çünkü bu insanları “Allah’ın İpi”nin hizasına getirmeye, yani toplumun tekrardan kalibrasyonuna yardımcı olur. Toplumun kalibrasyonunu teşvik eden ne anlamlı ayetler var! Bir tanesinin şöyle bir şey oldugunu hatırlıyorum:

    “Tek bir insanı içinde oldugu kötü inanç/amellerden (cehennem yolundan cevirmek) kurtarmak, bütün insanlıgı kurtarmak gibidir”. Tek bir can da olsa kurtarmanın ne kadar kıymetli oldugunu gosteren ne muazzam bir ayet!

    • Eskisine göre müsbet bi gidişat varsa ona destek olalım, kötüye doğru bi gidişat olursa ona da karşı duralım.

      • Maaşı yeten, “Allah Rızası”ndan bihaberler,
        “Öncekiler yemişti, biz de yiyeceğiz” derler

        Eskiyle mukayese önemli, ortaya konur,
        Daha iyiye gidişat varsa, destek olunur !

        İnsan geriye bıraktığınla iyi örnek olur,
        Müslümanım diyebilen zaten buna mecburdur!

        Maaş ve “Allah Rızası”yla tertemiz yönetim,
        Hem dünyaya yeter ve hem de ahirete beyim!

        *******

  5. Yalancı Dönem
    Çağımızda her şey yalan üzerinde oturur. Bir inşaat yapılır. İnşaatı yapan başka, kayıtlarda görünen başka. Fatura kesilir. Satılan başka, yazılan başka. Birisi parti başkanı olur. Başkan başka, görünen başka. Gazetenin patronu başka, gazetenin sahibi görünen başka. Yalan üzerine kurulmuş bir düzen. Yalanın sermaye olduğu bir düzen. Telefon çalar, orada bulunan patron “ben burada değilim” der. Şimdi doğru konuşanlar sefalette. Yarın bu yalancıların tümü azapta olacaklar. Bunu değiştirme çabasıdır, Adil Düzen. Yazar patronun istediğini değil, kendi içtihatlarını yazsın istiyoruz.

    • Yalancılık demişken dünkü yorumunuzun altına bi yorum da ben koymuştum: yalan yanlış iddialarla neden bilgi kirliliği yaratıyorsunuz diye, cevap alamadık henüz? .. Bi de yalancıktan şikayetçisiniz bu dönemden! La havle…

  6. Bazıları Hürriyet bir Akit gazetesine dönüşmedikçe içleri rahat etmez. Halbuki bir tane akit yeter. Ama onlar her gazete Akit olsun ıster. Ben hiç Hürriyet almazdım. Sadece bir kaç yazar ne yazmış diye bakmak için internet sitesine bir bakardım. Eğer o yazarlar yazdırılmazsa sitesine de hiç girmem. Çoğu insan da öyledir herhalde. Tirajı 350-400 binlerden 50-60 binlere düşer. Akitte yazanları Hürriyete taşısan Hürriyet kaç satar?

    • Hürriyet akit’in akredite olanıydı:) Al birini vur ötekine! Karargah hep aynıydı…

  7. Ünlü “Çi” kitabından şu satırları okuyalım:
    “Kalabalıktan iyice uzaklaşmıştı ama ‘Satılmış medya!’ haykırışları hâlâ duyuluyordu. (…) Dergiyi kurtarmak için kime gidebilirdi? Para bulması artık yeterli değildi, bu ülkede paranın değeri, yanında güç varsa ölçülürdü, yoksa elinizden kolayca alabilecekleri bir kağıt parçasından başka bir şey değildi. Güce ihtiyacı vardı. Satılmamış bir medyaya sahip olabilmek için tüm halkın gücüne ihtiyacı olduğunu henüz bilemeyecek kadar tecrübesizdi.”
    Satılmış Medya… Bir zamanlar şimdilerde kendilerinden Ak-trol, Ak-it veya yalaka diye söz edilen şahısların dillerinden düşmeyen bir lâftı bu.
    Devran döndü. Medyadaki eski çok seslilik bitmek üzere. Neredeyse bütün basılı medya satılmış durumda.
    Aydın Doğan, medyasını “yerli ve milli” birine satmamalıydı. Yabancı ve gayrı milli birine, mesela Amerikalı veya Avrupalı birine satmalıydı. Böylesi doğru ve saygıdeğer bir hareket olurdu. Ama Aydın Doğan’a şantaj yapanlar bu ihtimali düşünmüş olmalılar. “Malına mülküne el koyarız, sana Türkiye’yi dar ederiz” filan demiş olmalılar.
    Türkiye’de medyanın hâli Amerika ve Avrupa’dan nasıl görünüyor? ABD’nin ilgi alanına giriyor mu? Ben bir okur ve vatandaş olarak Doğan medyasının yabancı ve gayrı milli sermaye tarafından alınmasını isterdim.
    Yerli ve milli pek çok gazete var. Yani isteyen bol bol, doya doya yerli ve milli yorum ve haber okuyabiliyor. Her akşam televizyonda aksırıncıya, tıksırıncaya kadar Erdoğan’ı izleyebiliyor. Ama yetmiyor illa medyayı tamamen bitirecekler.
    Eğer ABD dost ve müttefik ise Türkiye’nin medyasına bir el atmalı. Demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi değerlerden hareketle bunu yapmalı.
    Eğer ABD düşman ise yâni “Türkiye’yi bölmek, Kürdistan’ı kurmak, Fetö’yü Türkiye’nin başına geçirip ABD’ye bağımlı bir şeriat devleti kurmak” gibi niyetleri varsa yine medyaya el atmalı.
    ABD pek ilgilenmiyor galiba Türk medyası ile.
    Eskiden internet gazeteciliği bu kadar yoğun ve etkin değildi. Sosyal medyayı satın almak mümkün olmadığına göre geriye tek seçenek olarak sansür ve müdahale kalıyor. Bunu yapmak zorundalar. Aksi takdirde saltanatları için risk ve sıkıntı devam eder. İktidar ve saltanatın devam etmesi için hiçbir şeyin hesabının sorulmaması gerekir. Sosyal medya buna engel oluyor.
    Engel mi mesafeler aşk yoluna, meşk yoluna…
    Garantiye ihtiyaçları var. Bu da sosyal medyanın kontrol altına alınması ile mümkün.
    Yani bu ülkenin haysiyetli insanları konuştuğu zaman bu sözlerin kitlelere yayılmaması gerekiyor. Haysiyetli, onurlu, namuslu insanlar güç karşısında eğilmezler çünkü.
    Mesela Hanefi Avcı… Fetö’ye boyun eğmedi, Fetö ile mücadele etti. Ama makbûl bir adam değil. Çünkü yalaka değil. Davet edildiği Habertürk’te “Ahmet Altan’ın hapiste ne işi var!” dedi. Gazetecilerin hapiste olmalarının Fetö ile mücadele olmadığını, Fetö ile olan mücadeleyi sulandırdığını söyledi. Demek ki Hanefi Avcı sesi kısılması gereken bir adam. Bize oy verecek cahil kul yığınları istiyorsak fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür sesleri mutlaka kısmamız gerekir.
    Yandaş medyada yazan yazarlar hâllerinden gayet memnun görünüyorlar. Bütün sermayeleri bir kızarmaz yüz.
    Medya tamamen bitirildiği, haysiyetli sesler tamamen kısıldığı zaman sataşacak kimse bulamayacaklar. Yazı malzemesi kalmayacak ellerinde.
    Sorun şurada: Haysiyetli ve nitelikli okurlar yandaş yazarları okuyamıyorlar. Zorla güzellik olmuyor.

  8. Aynı temenniyi Koru için de besliyorsunuz,

    Basın, medya bu; herkes düşüncesini özgürce dile getirmeli, cevabı da aynı yolla verilmeli..saygıyla, sınırlarını bilerek…Hoşlanmadıklarına “yok oool, yıkıııl” naraları atarak değil..değil mi? Basın var olacaksa özgür de olmalı, ebediyen…hı.

      • Hadi yine iyisin..burada yayınlanmayan bir kaç yorumum olmuştu ama ilk defa birine verdiğim cevabım makaslanmış oldu H.Gayret.

        En azından verecek bir cevabın oldu!

        Koru’nun -zaten bildiğimiz- “karargah gazetecisi” olmadığını söylemekle de farkında olmadığın bir iyilik de yapmış oldun, ha gayret…

    • Tuvalet kağıdı olarak bile kullanamicaamız mevkutelerin her yanı amiral gemisi olsa ne yazar savarona yatı olsa ne yazar? Bırakın türk karasularına girmeyi evlerden ırak olsunlar:)

  9. Koru, Hürriyet’in satışıyla ilgili ilk yazısında ”satıldı mı, el mi değiştirdi..Devlet gazetesi mi, o da ne demek?” sorularını sorduğu bir yazı kaleme almıştı. Belki okuyucuyla beraber aslında benim de, Hürriyet’in bir devlet gazetesi olduğuna dair kanaatim pekişmiş oldu..bir Pravda gibi…

    Aslında Abdülkadir Selvi’nin Hürriyet’e transferiyle başlamıştı ”başkalaşım”. Ardından, Mehmet Y. Yılmaz ve Ertuğrul Özkök’ün önceden olduğunun aksine suya sabuna dokunmayan ve magazinel yazıları ile sürdü bu başkalaşım. Direnmiş olacak ki Murat Yetkin -gerçekten etkileyici ve ufuk açıcı yazılarıyla- Hürriyet’en sessiz sedasız ayrılıp, önceden de yazdığı, grubun İngilizce yayın yapan gazetesinde yazmaya devam ediyor. Deniz Zeyrek’in uçuşları seyrekleşti! ve irtifa kaybederek devam ediyor. Ahmet Hakan? Bildiğiniz gibi…

    Koru’nun, Hürriyet’in yayın yönetmeninden ”Keşke yazarlarının hangi konulara nasıl girdiğine dair de bir özet sunsaydı yayın yönetmeni.” sorulu talebine bir cevap verilir mi bilmem, bir okuyucu olarak benim bakışım böyle işte.

    Yani, Hürriyet satılmadan (el değiştirmeden) önce ”tava gelmeye” başladı şimdi de istenilen! yayın politikasını devam ettiriyor..en az zayiatla…

    • Murat yetkin gibi gazetecilik dehası yazarların “dün gece karargahtan önemli bi general beni telefonla aradı ama ismini vermedi” diye başlayan yazıları inşallah ebediyen bi daha görmeyiz artık!!!

      • H.Gayret!
        okumazsan görmezsin. ben yetkini okumuyorum senin yukarda bahsettiğin cümlesini görmedim mesela. Fakat galiba senin sıkıntın görüp görmemekten ziyade yetkinin yazı yazmasını istemiyorsun.
        Öncelikle yukardaki alıntında karşı çıktığın noktayı anlıyamadım. izah edebilir misin? Bir de murat yetkin yazı yazınca senin zararını ve yazmayınca senin yararını da anlıyamadım. galiba birden fazla açıklama istiyorum ama hakikaten kafayın nasıl çalıştığını anlamaya çalışıyorum.

        • Aslında açık ne dediği H.Gayret in. Darbe şakşakcıliği kokan yazıları görmek istemiyorum demiş. Ben öyle anladım.

          • Evet, doğrudur! Akredite ve iliştirilmiş gazeteciler devri bitmiş gitmiş olsun inşallah! Sayın koru mesleğini hakkıyla yapmıştır ve işte hala da yapıyor…

Yoruma kapalı.