Gazeteciye kızabilirsiniz, ama öldürmek, hapsetmek olacak iş değil. Cumhuriyet davası…

28
Reklam
Trump’ın attığı son Twit… “New York Times için ‘halkın gerçek düşmanıdır’ diyor..

Bugün yazıya ABD başkanı Donald Trump‘ın yukarıdaki Twiti ile giriyorum. İlk gördüğümde sahte bir hesaptan atılmış olabileceğini düşündüm. Sonra aklıma hedef seçtiği gazetenin son günlerde sürdürdüğü, Trump‘ın hakkında devam eden adli soruşturmayı sonlandırmak, onu yapamıyorsa hedefinden saptırmak için birbiri ardına gerçekleştirdiği hamleleri sergileyen ısrarlı yayınları geldi. Emin olmak için yine de araştırdım.

Doğruymuş. Twit Trump‘ın resmi hesabından atılmış. ABD başkanı, ülkesinin en önemli gazetesi için, ”Bunlar halkın gerçek düşmanları” kanaatini herkesle paylaşmış

Dünyada yeni beliren politikacı tipi basından hoşlanmıyor. Trump daha yola çıktığı ilk günden başlayarak, kendisine şartsız destek veren bir TV kanalını ayırıp medyanın geri kalanına ağzına gelen en ağır sözleri sarf ederek bugünlere geldi.

‘Halkın düşmanı’ sıfatını da ilk kez kullanmıyor Trump; daha önce başka gazeteler, CNN gibi kanallar ve pek çok gazeteci için de kullandı.

Avrupa’da da yükselen çizgi Trump türü politikacılar. Onların en göze çarpan örneği Macaristan başbakanı Viktor Orban. Onun da medyayla ve basın mensuplarıyla başı hoş değil. Seçim kampanyası sırasında kendisine boyun eğmemiş az sayıdaki gazete ve gazeteci için galiz ifadeleri o da bolca kullandı.

Başka ülkeler de var Avrupa’da; Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu’da da gazetecilere ve gazetelere zor günler yaşatan yeni tip politikacılar olduğu biliniyor.

Elbette gazeteciler ‘halkın düşmanı’ değiller, en sert muhalifler bile o tavrı görevlerini öyle bildikleri ve tanımladıkları için takınıyorlar. Genelde gazeteci, kendini halk namına yönetenleri denetleyen bir konumda görür, yanlış işlerle karşılaştığında da bunu en çarpıcı biçimde okurlarıyla paylaşmayı görev bilir.

Sonucuna katlanmayı da göze alarak…

Reklam
Suudi Arabistan’da da gazeteciler var. Bu kadın gazeteci bir terör eylemini fotoğraflıyor..

2018’de 53 gazeteci hayatını kaybetti

Dünyada en fazla mensubunu intikam cinayetlerinde kaybeden mesleklerin ilk sırasında basın mesleği geliyorsa bundandır.

[Geçen yıl (2018), biri ülkemizde Suudlu bir infaz timi tarafından öldürülen Cemal Kaşıkçı olmak üzere tam 53 gazeteci suikastlar ve cinayetlere maruz kaldı; bunlardan 34’ü intikam cinayetiydi. Diğerleri takip etmeye gittikleri savaşlarda ve tehlikeli görevlerde hayatlarını kaybettiler. En tehlikeli ülke de, ‘Reporters Without Borders’ meslek örgütü tarafından, silahlı bir kişinin Maryland eyaletinde çıkan Capital Gazette ofisine girip önüne gelene ateş açarak 6 gazeteciyi öldürdüğü ABD olarak ilan edildi.]

Popülist de denilen yeni tür politikacıların da sevenleri, onlara ölümüne bağlılık duyanları var. Trump‘ın “Bunlar halkın gerçek düşmanları” kanaatinde olduğunu öğrenen sevenleri arasından bir-ikisi NYT için de bir iyilik düşünebilir.

Herhalde NYT yönetimi tedbirleri artırmıştır.

[NYT patronu A. G. Sulzberger, Trump’ın Twiti ardından şu mesajı yayınladı: “Kullanılan ‘halkın düşmanı’ sıfatı yalnızca hatalı değil, tehlikeli de. Halka ulaşacak bilgiyi kontrol peşinde olan diktatörler ve tiranlar tarafından tedavüle sokulduğunun çirkin bir tarihi de var bunun. Bu sıfatın, konumu kendisine ülkenin düşmanları ile mücadele etmek ve hapsetmek gibi geniş yetkiler de veren biri tarafından kullanılması ise çok yanlıştır.”]

Bir de gazetecilerin üzerine yargıyı salan rejimler var. Bunlar daha çok Avrupa ülkeleri ve ABD dışında yer alıyor. Meslek örgütleri onların da çetelesini tutup her yılın sonunda hiç de iç açıcı olmayan rakamları açıklıyor.

Durum, gazeteciler açısından, her geçen gün daha da kötüye gidiyor. 2017 yılında dünya çapında 47 gazeteci suikastlar, cinayetler ve tehlikeli görevler yüzünden hayatını kaybetmişti ve bunların 18’i intikam cinayetiydi. Son iki yıl arasında bile tabloda önemli bir fark var.

Reklam
TIME, 2018 ‘yılın kişisi’ kapağı..

Yukarıda görüyorsunuz, TIME dergisi 2018’in ‘yılın kişisi’ kapağını Kaşıkçı‘nın da içinde yer aldığı öldürülen ve hapsedilen gazeteciler olarak belirledi.

Türkiye’nin ismi yalnızca topraklarında bir yabancı gazetecinin infaz edildiği ülke olarak geçmiyor. Maalesef ‘en fazla gazetecinin hapiste tutulduğu ülkeler’ sıralamasında da ilk sıralarda yer alıyoruz. Kaşıkçı cinayetinin dünya medyasında gündem teşkil ettiği haftalar boyunca, Türkiye’nin mecburen isminin geçtiği her haberde bu durum mutlaka zikredildi.

Cumhuriyet’ten yargılananlar..

Cumhuriyet davası

Dün, haklarında verilmiş kararın temyizinin lehte gerçekleşmesi beklenen Cumhuriyet gazetesinin eski yazar ve yöneticileri, cezalarının İstinaf Mahkemesi tarafından onaylandığını öğrendiler. Bazıları -cezası 5 yıldan az olanlar- bu yüzden yeniden cezaevinin yolunu tutacaklar. Daha ağır ceza almış olanların Yargıtay’a gitme hakları var.

Hoş bir görüntü değil bu.

Aynı hoş olmayan görüntü, 15 Temmuz hain darbe girişimin herkesi sarıp sarmaladığı infial ortamında mahkemelerce tutuklu yargılanan ve bazısı mahkum da edilen gazeteciler için de söz konusu.

Darbe ve darbeci ile gazeteci sözcüklerinin aynı cümle içerisinde kullanılması bile mahzurludur, içeriye de dışarıya da yanlış mesaj olarak ulaşır.

Türkiye’yi gazetecilik faaliyeti yüzünden insanların cezalandırıldığı ülkeler arasında yer almaktan uzaklaştırmak gerekir.

Beğenilmeyen haberler yapan, yorumlarda bulunan gazetecilerin ağzının payını verecek başka gazeteciler mutlaka olur; bizim ülkemizde bunu görev olarak üstlenmeye hazır çok sayıda gazeteci var. Onların işini yargıya yüklemek gereksiz.

Trump gazeteci sevmiyor, Macaristan’da Orban da sevmiyor. İsrail’de Netanyahu da gazetecilere iyi gözle bakmıyor. Filipinler’de Duterte de öyle. Suud’un güçlü adamı MbS‘nin gazetecilerle ilgili duygularını da Kaşıkçı cinayeti ile öğrendik.

Gazetecileri sevmek zorunda değil siyasiler, ama gazetecilere tahammül etmek zorundalar.

Basın demokrasinin olmazsa olmaz bir unsurudur çünkü.

ΩΩΩΩ

Reklam

28 YORUMLAR

  1. Bir köşe yazısının başlığı dikkatimi çektiğinde hangi gazetede ya da sitede çıkmış diye bakıyorum; muhalif bir başlık muhalif bir gazete de ise pas geçiyorum, çünki köşe yazarlarının büyük bölümü kalem işçisi olmuş fikir işçisi değil. Ne düşündüğü önemli değil ne yazması gerektiği önemli ve ben onların ne yazdıklarına değil inanmak okunmaya bile değer görmüyorum. Kralın soytarısı gibiler, karşı taraftakiler de muhalif kralın soytarısı. Mesela Yıılmaz Özdil ne ekonomi, ne gelişmişlik ne savaş ne memleket adamın umrunda değildir, onun önceliği önce cebi sonra hayat standardı, sonra ideolojisi. 1881 atatürk kitabı bastır, 2500 liraya sat. Kitabı alanlar samimiler, Atatürkçülüğün ölmediğini Erdoğan’a karşı puntolu bir şekilde bildirdiler. Atatürkçülük ne kazandı, Erdoğan ne kaybetti. Kıvrak zekasıyla Özdil gerilimden nemalanmayı başardı. Dincierin safı neyse bu Özdilin de safı bu. Gazeteci mi diyecez şimdi buna. Wikileaks belgeleri üstün bir gazetecilik başarısımıdır. Can Dündar mit tırları haberini gazetecilik kapsamına alabilirmiyiz?! Taha Akyol Mehmet Altan ne kadar da haksızlığa uğrasa arzu ettikleri algıyı oluşturmak için mesnetsiz ve inanmadıkları cümleleri kurmazlar diye düşünüyorum. Ahmet Altan’ın suçunu kavrayabilmiş değilim. Hasılı demem o ki bir kaç istisna dışında bir soytarı ordusu demokrasi açısından olsa ne olur olmasa ne olur. Çoğuna güvenemiyorsun ki zaten, fb da bir paylaşım vardı, terkedilmiş bir okul, Atatük büstü tozlanmış vb.. her köye imam atayan AKP öğretmen atamamış eğitime değer verilmeliymiş. Burda din adamı atanması eleştiriliyorken eğitime önem verilmesi konusu kullanılmış oluyor, insanlar üzerinde kendi işlerine yarayacak bir algı oluşturmaya çalışıyorlar, TR deki gaztecilerin yaptığı bu değil, buna aracılık etmek.

  2. Popular istek uzerine… Moderator müsade ederse, Man City sonucuna da deginivereyim:
    Gecen pazar, FA kupasınin 5. turunda, ucuncu lig takimi ve “giant-killer” olarak bilenen New Port Ilce takimini 1-4 yendikten sonra…. Dun de, UEFA Sampiyonlar Lig’inin son-16’lar turunun ilk maçında, Schalke 04’u, aleyhlerine verilen iki penaltı ve bir kirmizi kart’ta ragmen, normal surenin bitimine 5 dakika kala attıklari iki golle, 2-3 yendi. Boylece, MC, yaristigi 4 değişik kulvarda varligini sürdürüyor – masallah.
    (Bir de uzucu bir haber: Bir MC taraftari, mac sonu stad’da çıkan bir kavgada hayati olarak yaralandı – acil şifalar!)

  3. Belki yazilmis olabilir. Oyle ise tekrarında bir sakınca yok. Basin özgürlüğü konusunda, AKP donemi, ülkemizin yüz aki olmustur. ‘Dogru oturup, egri konuşmalı.’

    • Şarap gurmesi gene işten yeni döndün galiba; nasıl oturursan otur yine eğri konuşuyorsun:)

  4. Basın bir terör üretme aygıtıdır. Reklam ve pazarlamaya yarar. Bilumum pisliğin; kumar, uyuşturucu, alkolizm, sigara, satanizm/budizm, moda, fuhuş vb. hastalıkların bulaştırıcısı bir terör aracıdır. Gasteci dediğimiz canlı da bu işlerden hangisine kendisini yakın görüyorsa o alandan gelen siparişlere cevap verir; tabi ücreti karşılığında:) yıllık ramazan imsakiyesi hazırlayarak geçimini sağlayan muhabir var mıdır bilmiyorum? Namaz vakitlerine bile morbeyinli bylock yüklendiğine göre o işlerin de zaten cılkı çıkmış demektir:) o yüzden para karşılığı köşesinden sipariş röportaj yayınlayan gasteciler benim için daha makbul; gerçekten ekmek parası… Bilmem kimin projelerine basamak olabilmek için eline tutuşturulan mikrofon veya kalemle milli iradenin tercihlerine ve temsilcilerine operasyon çekmeye kalkışanlar da olursa türk yargısı hesabını sorar! Otoriteye herkes saygılı olsun!

  5. Onlar gazeteci değil ki….!
    Terörist…..
    Bizim Terörist dediğimiz teröristtir tamam mı…?
    Asarız boynuna yaftasını, bitiririz işini.
    Burası Türkiye….Bizden sorulur bu işler.
    İşler böyle yürüyor artık.
    12 Eylül’ün , 28 Şubat ın mağdurları şimdi mağrur.
    Yaşadıklarından ders çıkarıp adaletle iş yapmak yerine Adaletsizlikleriyle övünüyorlar.
    Anlaşılan o ki bu ülkede gücü ele geçirenler muhaliflerini sinek gibi eziyor.
    Bu kafayla bu ülkeye ne adalet ne de demokrasi gelmez.
    Kalkınma mı? Güldürmeyin adamı.
    Birbirimizi yemekten kalkınmaya fırsat mı kalır?

  6. bazı konularda sayın korunun meseleleri fazla tek yanlı işlediğini düşünsem de bu siyasetçi-gazeteci polemiğinde değil. siyasetçilerin gazetecilere olan nobran tavrını işlediği kadar gazetecilerinde gazetecilikten başka her işi yaptığına, mesleğin ne denli çarpık kullanıldığına, meslek haysiyetinin çoğunluk tarafından ne kadar çok kirletildiğine dair basını ve medyayı yerden yere vuran pek çok yazısı var. dolayısıyla taraf tutmak, haklıyı haksızı ayırmak mümkün gözükmüyor. hinzir politikacılar ve hınzır gazeteciler arasında kaldık ne yazık ki.
    genellikle yorum okumadan yazarım ama bugün okuyunca çokça katıldığım yorumlardan bazısının altını çizmek istedim.
    mesela sayın AVAM der ki
    Basın her zaman patronunun avukatı olmuştur.
    Sorun yok.
    Her medya her yerde patronunun sesi olması çok güzel bir şey değil ama tehlikeli de değil.
    Önemli olan patronların çok ve çeşitli olmasıdır.
    kesinlikle doğru bir tespit. zira gazeteci dediğin yok denecek kadar az rastlanır bir şeydir. var olan gazeteler ve patronlarıdır. patronların çok ve çeşitli olması gerektiği gerçekten çok doğru ve yerinde bir tespit lakin basın ve medya hem az çeşitliliğe sahiptir hem de bu görünürdedir zira patronlar dahi çalışanlardır. daha büyük patronların yanında. sayın Karagülle Patronu finanse eden de sömürü sermayesi diyor bu duruma, adı her neyse patronları da yaşatan, finanse eden bir tekel düzen de var. bu hem ülkemizde böyledir hem de tüm dünyada. belki küçük yerel basın işletmeleri gerçek gazeteciliğin olduğu yerlerdir onlar da ülkemizde yok olmuş, dünyada da nesli tükenmekteler.
    bana kalırsa bunu takip eden en önemli mesele sayın Karagüllenin Yazarın hayatı patronun iki dudağı arasında olmamalıdır tespitidir. nitekim gazeteci de hepimiz gibi , evi ailesi, çocukları ve ödenecek faturaları olan birisidir. özgür düşünmek, yazmak, okumak, anlamak için bunu sağlayacak sistemler inşa edilmeli zira mevcut sistemlerin buna cevap vermekten çok uzak olduğu gerçeği var karşımızda.
    politika ve basın…siyasiler ve gazeteciler…
    tencere dibin kara, seninki benden kara….

    • konunun bir de bozuk düzenin bu temsilcilerinin hapiste olma durumu var. malum batı ortadan kaldırmayı yeğliyor, doğuda da pek çok çarpık örnekleri murderer-ları var. biz genelde içeri atıyoruz. katıldığım yorumlarda arkadaşlar gazetecilerin sadece gazeteci oldukları için mi içerde olduğunu sorguluyorlar, değil tabii. içlerinde kuşkusuz masum olanlar olabilir ama her türlü darbenin icra edilmeye çalışıldığı bu ülke de gazetecilerin sadece gazetecilik yaptığına kimse inanmıyor değil mi?
      mesela sayın turhan soruyor
      Ekrem Dumanlı FETÖ darbesinde habersiz mi idi.
      sayın semih te benzer soruları can dündar için soruyor.
      haksız sorular mı şimdi bunlar.
      sonra batıya gidip kucaktan kucağa ülkelerini gazetecilik adı altında kötülemiyorlar mı yani??? eleştirmek başka şey, ince hesaplar başka şeyler değil mi?
      sonuçta iş gelip dolaşıp herkesin hemfikir olduğu adalette düğümleniyor.
      başta aydınlar, topluma yön verenlerin meselelere adil yaklaşmaları gereklr, doğruyu eğip bükmeden, meseleyi laf cambazlığı ile derdine derman etmeden.
      adamın biri,bir bilgenin yanına gider ve aralarında şöyle bir diyalog geçer:
      -Efendim söyleyin bana, hayatta özgürlük var mıdır?
      -Elbette, kaç bacağın var senin?
      -İki.
      -Pekala, tek bacağının üstünde durabilir misin?
      -Elbette.
      -O halde hangi bacağının üstünde duracağına karar ver.
      Adam biraz düşünür ve sol bacağının üstünde durmaya karar verir.
      ‘Tamam” der bilge , “Şimdi öteki bacağını da kaldır.”
      Adam şaşırır: “’Bu imkansız üstadım”
      “Gördün mü?” der bilge adam “Özgürlük işte budur. Sen sadece ilk kararı almakta özgürsün. Ondan sonrasında değil.”
      ilk karar niyetimizden kinayedir.
      niyetten ibaretiz…
      niyetler adalet, iyilik, doğruluk yerine çıkar, menfaat, fayda, adamcılık olunca kaçınılmaz olarak tencerelerin dibi kararıyor maalesef. niyet bozuk oldu mu düzen de bozuk oluyor, ucu hepimize dokunuyor…

  7. Bir çok şeyin zamanla evrim değiştirdiği iddia edildiği gibi sanırım sayın Fehmi Koru’nun fikirleri de evrim değiştirmiş. Bir zamanların gözünü budaktan sakınmayan(!) Bağımsız(!) Köşe yazarı günümüzde mahkum ya da yargı süreci bitmemiş gazeteci(!)lerin sadece gazetecilikten tutuklu olduğunu bariz bir şekilde ifade ediyor. Acaba bu zevat gerçekten sadece gazetecilikten mi başları dertte? Bunların terör örgütleriyle hiç bağlantıları olmamış mı? Olsa da sadece haber mahiyetinde bir faaliyetmiş mi bunlar? Misal verecek olursak bir gazetenin imtiyaz sahibi Can Dündar ve emsalleri için de geçerli mi bu saydığın hususiyetler? Sayın Koru sizin yazılarınızı seksenli yııllarda ve 28 şubat dönemlerinde beğeni ile okuyanlardandım. Ama bu gün için yazar aynı yazar olmasına rağmen o günün hakperest yazılarını bulmak imkansız hale geldi. Bu tutumunuz acaba huzur-u mahşerde nasıl bir ücretle karşılık bulacak? Hiç düşündünüz mü?

  8. Karikatürde bir asker postalı çizili. Postalın üzerinde bağcığa asılıp yukarı doğru tırmanmaya çalışan biri var: Fetullah Gülen…
    Musa Kart “Gülen’in ordudaki tırmanma sürecini daha o günlerden sezip bu duruma dikkat çekmek istemiştim. Şimdi aklımda değil ama 2000’li yılların başlarında çizmiş olmalıyım” dedi bu karikatüründen söz ederken.
    Uzun yıllar Cumhuriyet’in birinci sayfasına çizen karikatürist Kart, Fetullah Gülen’i bugüne dek çizimlerine ne kadar konu ettiğini hatırlamıyor, “Gülen’i bildim bileli hep çizdim” diye konuşuyor. Muhtemeldir ki, çizdiği Gülen karikatürlerini toplasa bu seçki rahatlıkla kitaba dönüşecek bir hacmi bulur.
    Gelin görün ki, İstanbul Bölge Adliye (istinaf) Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin ‘onama’ kararı sonucu hakkındaki “PKK, DHKP-C ve FETÖ/PDY terör örgütlerine bilerek ve isteyerek yardım ettiği” yolundaki hüküm kesinleştiği için Musa Kart önümüzdeki günlerde yeniden cezaevine girecektir….
    Bu yargı mekanizması kime çalışıyor…. Bence hükümete değil….ortalık karışsın diye uğraşıyorlar bence….

  9. Fehmi Bey,bir başbakan ve iki bakanın asılarak idam edilmesi ile sonuçlanan 27 Mayıs darbesinin basının eseri olduğunu çok iyi bilir.Keza 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin de.Kenan Evren’in hatıralarında da bu durum görülür.
    En son 15 Temmuz’da darbeye yeltenen Fetö de gazete ve televizyonları olmasaydı darbe girişiminde bulunacak bir güce erişmesi mümkün değildi.
    İmdi,darbe yapmak bir suç mudur?Evet suçtur.Hem de çok adi bir suçtur. Memleketin geleceğine,gelişmesine
    yönelik çok kapsamlı bir suçtur.İşte Türkiye’de medyanın bir kısmı bu adi suçun ortağıdır.Bana göre Türkiye’de
    yapılan darbelerde medyanın suçu
    darbeye fiilen katılan,tankları yürüten
    askerlerden biraz daha fazladır.Çünkü
    askerin kafasına darbe fikrini sokan,teşvik
    eden,ortamı hazırlayan medyadır.Medya bu denli ağır bir suçu alenen işlemiş olmasına rağmen bir cezaya da çarptırılmamıştır 15 Temmuz darbe kalkışmasına gelene kadar.
    Medya şunu da yapmıştır,1970’li,1990’lı,
    kısmen 1980’li yıllarda:Zayıf hükümetlerin üzerine gitmiş,hükümetleri tehdit etmiş,
    bunun sonucunda maddi çıkarlar sağlamıştır.Alacağını aldıktan,kasasını doldurduktan sonra hükümetlerin yakasını
    bırakmıştır.
    Pekiyi medya olmasın mı?Medya elbette
    olacak.Memlekette olandan bitenden vatandaşı haberdar edecek.Yani kısaca
    kendi vazifesini yapacak.Yolsuzluk varsa
    ortaya çıkaracak;kendisi yolsuzluğun bir
    parçası olmayacak.
    Günümüzde medya geçmişte yaptığını yapamaz.Hem çeşitlendi,hem de sosyal
    medya var artık.

  10. Denge
    Bir olayı veya kişiyi eleştirirken kendinizi onun yerine koyacaksınız, “Ben olsaydım ne yapardım?” diyeceksiniz. Ondan sonra kararınızı verirsiniz. Başkansınız, devlet sorumluluğu sizde. Yazar özgür değil. Patronların iki dudağı arasına bağlı işi. Başka meslek de yok. Fehmi Koru gibi baştan yaşayacak, servet de intikal etmemiş. Onun gibi kanaatkâr da yaşamıyor. Bu yazar ister istemez patronun istediği gibi yazacaktır. Patronu finanse eden de sömürü sermayesi. İktidarları emrine almak için basını araç olarak kullanıyor.
    Başkansınız, basın yalan yazıyor, iftira ediyor, hakaret ediyor. Derin Sermaye bunu yaptırıyor. Yalnız iktidarınız elden gitmiyor, sorumlu olduğunuz devlet de elden gidiyor. Basının görevi ilim adamlarının ürettiği çözümleri halka ve siyasilere ulaştırmaktır.
    Zulmün merkezinde olmamış kimseler hapishanelerdedir. Bu, yanlıştır. Kimse kesinleşmemiş yargı kararı olmadan hapse girmemelidir. Yalnız yazarlar değil herkes için böyle olmalıdır. Hakaret ve iftira suçları dışında hiçbir fikir ve görüş suçlanamaz. Kimse için suç olamaz.
    Bütçeden yazarlara maaş bağlanmalı ve basın özgür hale getirilmeli. Hakemlerden oluşan yargının dışında yazarlara bir uygulama yapılmamalı. Yazarın hayatı patronun iki dudağı arasında olmamalıdır.

  11. MEDYADA ÇOK SESLİLİK AZALDIĞINDA OTORİTER YÖNETİMLER;ÇOK SESLİLİK YOK EDİLDİĞİNDE DE TOTALİTER SİSTEM HAKİM OLMUŞ DEMEKTİR.
    Basın her zaman patronunun avukatı olmuştur.
    Sorun yok.
    Her medya her yerde patronunun sesi olması çok güzel bir şey değil ama tehlikeli de değil.
    Önemli olan patronların çok ve çeşitli olmasıdır.
    Biz hepsini okuyarak karşıt fikirlerden, olduğu kadar analitik zekamızla olayları doğruya yakın çözebiliriz.
    Medyada karşıt görüşlerin çarpışmasından gerçekler ortada daha çıplak halde görülür.
    Medyada çok seslilik olmazsa olmazlardandır.
    Yoksa eski SSCB deki yazılı basında PRAVDA sözlü olanı da TASS ajansı olur.
    Sonunda SSCB nin sonunu gördük.
    Almanya da basın kontrol altında iken;Almanlar Moskova ya girdiklerine inandırılır ken,Bir sabah Berlin de Rus tanklarını görünce uykularından o zaman uyanabildiler.
    K.Korede A.B.D. yı dize getirdiğine inanılıyor.
    Ama halk dışarıya çıkarılmıyor.
    Medya insanları suç işlemeye (terör gibi)teşvik etmediği sürece her türlü görüşü savunabilmelidir.
    Yoksa dün muktedirlerin düşmanı görülüp cezalandırılan gazeteciler.
    Bugün muktedirlerin düşmanı görülüp cezalandırılan gazeteciler.
    Yarın başka muktedirlerin düşmanı görülüp cezalandırılacak yine başka gazeteciler olacaktır.
    Her dönem cezalandırılanlar yine o dönem ödüllendirilen meslektaşları tarafından ilk önce linç edilir.
    Medyanın en büyük düşmanı en başta yine medya mensuplarıdır.
    Gazetecinin gerçek gazeteci olduğunu anlamak için ,o gazetecinin hiç sevmediği bir gazetecinin haksızlığa uğraması durumunda en çok itiraz edenlerin olduğuna inanırım.
    Yöneticilerin gazetecileri sevmemesi doğaldır.
    Ama yönetim yetkisini isteyip ,yaptıklarımı kimse sorgulamasın veya herkes alkışlamak zorunda olsun ,isteği
    Halkın faydasına bir durum değildir.
    Halk seçtiği liderinin sorgulanmasını istemediği zaman başına gelecek felaketlere de bilmeyerek razı olmuş demektir.
    Halk (çoğunluğu) ne isterse karşılığını alır.
    Ne ekerse. onu biçecektir.

    • Pravda gibi bir gazeteyi beğenmemek için ondan daha iyisine sahip olmak gerekir! pravda hakikat demektir:) öyle bir gazeteyi bulsam 10tl çalışır benden…

  12. Herşeye rağmen, yine de şükretmek gerek. Gazeteci olsun olmasın haksızlığa kurban gitmişler olabilir. Ancak, Turkiye, yönetimin gereğinden fazla otorileştiği bu dönemde bile gazetecilerin katledildiği bir ülke değildir. Net olrak, işin gerçeği bu değil mi? Her meslek grubu gibi gazeteciler de ülkenin içinde bulunduğu hassas dönemlerde daha dikkatli olmak zorunda. “Kurunun arasında yaşların yanması” olayları konusunda, parti politikaları, yöneticiler, hukukçular veya hükümet yanlısı gazeteciler eleştirilebilir. Bu ayrı bir olay, ancak Kaşıkçı olayı ile, Türkiye’nin gazetecilere kötü muamele yapan bir ülke olarak anılması kasti bir harekettir.
    Cemal Kaşıkçı’nin katledileceğine karar verildiyse bu iş için Suudi’lerin neden Türkiye’deki İstanbul konsolosluğunu seçtiği konusunda buradaki yorumcu arkadaşlar arasında da spekülasyonlar yapılmadı değil. İstanbul’un seçilmesinin bir sebebi nişanlısının Türkiyeli olması ve doğal olarak evlenmeyle ilgili resmi evrakların buradan alınmasının makul bir tercih oluşu (Kaşıkçı tarafından bir sebep). İkinci nokta: muhtemelen Türkiye’nin nasıl olsa gazetecilere dünyada her türlü kötülüğün yapıldığı bir ülke olarak lanse edilmiş olması ve bununla birlikte rüşvet ile yolsuzlukla, olayın örtbas etme şansının Türkiye’de nispeten daha kolay olabileceği. Bu da Kaşıkçı değil de onun ölümünü planlayan, ve MBS (ki bence en yakışan bizzat kendinin tescil ettirdiği isim “Murderer Bin Selman”)’ı bu iş için gaza getirenler veya azmettirenlerin (ki bunlar, misal, Trump’un damadı Kushner veya uluslararası bir başka şebeke olabilir) planı gereğince İstanbul seçilmiş olabilir. Türkiye’nin, olayı örtbas etme gibi bir algıya fırsat vermeden bu konuda alnının akıyla çıkmış olmasının kredisi “doğru neyse, o” ısrarıyla Sn. Erdoğan’a aittir. Ve ülke adına sevinilecek bir durumdur. Şayet Türkiye’de bu cinayet olayını örtbas etme gibi haller olsaydı, Sn. Erdoğan’ın ve Türkiye’nin başına çok daha büyük çoraplar örüleceği kesindi. Dolayısıyla, Kaşıkçı olayı ile Türkiye’nin gazetecilere kötü muamele yapılan bir ülke olarak anılmasını ciddiye alınacak bir ilişkilendirme olarak görmemeliyiz.
    Trump, Kaşıkçı cinayetiyle “Murderer Bin Selman”a resmen arka çıkmakla Dünya kamuoyunda bütün kredisini kendi kendine daha da aşağılara çekmiştir, iyice iki paralık etmiştir. Şimdilerde NY Times gazeteciler zümresini Amerikan halkının gerçek düşmanı ilan etmiş olmakla, Trump’un kaale alınacak bir tarafı da kalmamıştır. ABD ve Dünya’da normal düşünebilen vicdan sahibi herkesin gözünde Trump vicdansız, yalancı ve fırsatçının tekidir. Amerikan tarihinde gelmiş geçmiş Başkanlar arasında kayıtsız şartsız en fazla İsrail uşağı olan Başkan sanırım Trump’tır. Bu haliyle, Amerika’yı eski ihtişamlı günlerine getirebileceği konusunda bir iddia sahibi olsa n’olur, olmasa n’olur. Allah fırsat vermesin!

    • Sayın h.k. galiba ikinci kez doğru dürüst bir yorum paylaşıyorsun, katılıyorum size. Tabii rumuzda bi karışıklık yoksa yine:)

      • Rumuzda karışıklık falan yok. Bunu genellikle sen yapıyorsun. H.K. dedik ismini yazsana diyenler oldu. İsim uzunca dedik, rumuz da olur dedik. Sonradan, haydi ilk ismi yazalım dedik yine olmadı. Besbelli ki sorun isim-rumuz değil, yorum içeriği… Yorumu beğenmediğinde isme veya rumuza bir kulp buluyorsuni.
        Doğru dürüstlük konusuna gelince: Ne yani,
        1) “Damadın Bakan yapılmış olması iş ahlakına uymayan-DiNi adalete zaten hiç sığmayan çok yanlış bir ameldir” demiş olmakla doğru dürüst yorum yapmamış mı olduk?
        2) “Karşılıklı güven tesis edilmeli, siyaseten yapılan herşey titizlikle şeffaf bir şekilde yapılmalı” dediğimizde doğru dürüst yorum yapmamış mı olduk?
        3) “Ülke ekonomisinin tahmmülü yok, israftan kaçınılmalı, üretim yoluyla ve işsizliğin giderilmesine direkt olarak katkıda bulunacak şekilde temel yatırım konularına öncelik verilmeli” dediğimizde doğru dürüst yorum yapmamış mı olduk?
        4) “İstanbul’da iki tane havaalanı varken bir üçüncüsünün milyarlarca dolar yatırımla yapılmasını sorgulayıp eleştirdiğimizde” yaptığımız yorumlar doğru-dürüst yorumlar değil miydi?
        5) “Önceliksiz yapılan ve büyük paralar gerektiren yatırımlar mevcut ekonomik şartlarda milli İSRAFtır” dediğimizde doğru dürüst yorum yapmamış mı olduk?
        …..
        Yani, o kadar eleştirilecek konular var ki….. at gözlükleriye sözde ileriye bakarak günü kurtarma politikalarıyla günler, haftalar, yıllar geçiyor.
        “Devleti ele geçirme, ehil olsun olmasın kendi adamlarınla yönetimi tekeline alma” her şeyden daha önemli. Bencilliklere odaklanmışlıklar o derece ki ülke ihtiyacının öncelikle neler olduğu konusu gürültüye gidiyor. Akıl*İman Sentezi zafiyetinde, ezbere müslümanlıkla ancak bu kadar olabiliyor……

          • Diktatörce bir ifade olabilir ama bu yanlış! Öncelikli olmadan carcur edilen o paralarla ülke adına ihtiyacın olan üretim tesisleri açılmasına öncelik verilseydi fena mı olurdu yani? Nüfusunla artan işsizliğe ilaç gibi gelirken üretimin artardı. İç piyasayı doyurur artanı da ihraç ederdin. Hali hazırda kullanabilecek iki havaalanı varken, büyük olan 2.yi, 3. havaalanı maliyetinden çok daha az maliyete optimizasyonla genişletebilirdin. İlerde gerekirse 3. havaalanı yine yapılabilirdı. Üstünde durulan konu öncelikli olması veya olmaması. Türkiye şartlarında çırpınan bir ülke için bu israftan başka bir şey değil. Ben yaptım oldu anlayışıyla alel acele kalkışılan bir çok proje israfa kaçıyor. Bugün için israf lüksümüz yok. Ne diyelim, inşallah, bundan sonraki yatırımları üretime yönelik konulara kaydırırlar. Bundan gayrısı, göz boyamak için, belli çevrelere rant şansı için yapılan her yatırım HARAMdır. Yönetici dediğin, milletin adamı dediğin muhteremlerde bu hassasiyet olmayacak ta kimde olacak? Göktanrından torpil bekleme, aksine gökten taş yağdırabilir kafana!…..

  13. Yazar her nedense Türkiye deki olayları direk anlatmak yerine dünyadan kötü örneği alıp Türkiye ile özdeşleşerek anlatıyor.Direk söylee ya Şimid bizde yazara bir iki soru soralım.
    1-Bu Ortadoğuda yaşayıp avrupdan örnek vermeler nedir arkadasaş Avrupda da hiç DARBE oluyor mu darbeye canla başla çalışan gazeteci,yazar tayfası var mı?
    2-Bizde yok değil mi size Hasan cemal in “hasan cemal kimse kızmasın kendimi yazdım” kitabını öneririm nasıl da darbelere zemin hazırlamak için koşturduklarını birer birer anlatıyor.Eskiden vardı şimdi yok mu diyorsunuz.Güldürmeyin Allah aşkona Ekrem Dumanlı FETÖ darbesinde habersiz mi idi.
    3-Ergenok davalarında Sayın yazar “İçerde olanlar gazetecilik faliyetlerinde içerde değil” i savunup durdu o zaman onlar gazateci mi değildi.
    4-Yazının arasında “Aynı hoş olmayan görüntü, 15 Temmuz hain darbe girişimin herkesi sarıp sarmaladığı infial ortamında mahkemelerce tutuklu yargılanan ve bazısı mahkum da edilen gazeteciler için de söz konusu.”
    diyorki kısaca FETÖ ye yardım eden gazeteceileri aklayıp pakladı.
    Peki Taraf denen gazetenin artık operasyon gazetesi olduğunu bilmeyen yokken orayı yönetecnlerin hiç suçu yok değil mi?
    Kısaca ABD ve Avrupda da darbe olmuyor.Bizde darbe oluyor ama suçlusu yok elinde silahla kameralar önünde ateş eden bile benim suçum yok diyor ne diyeyim ben size

  14. Yazıyı okuyunca; anladım ki Türkiye ABD’ye özeniyor. Türkiye basın ve gazetecilik önemini yitirdi. Yandaş medya aldı başını gidiyor. Eskiden halk 5 6 gazete birden alırken şimdi bütün gazeteler aynı gündemle basılıyor. Kağıt israfından başka bir şey değildir. Gazeteciler cesur olmalı: Ya gerçekleri olduğu yazmalı ya da o kalemi kirmalidir. Türkiye’de sadece medya değil; bazı insanlar da kraldan çok kralcı olmuşlardır. A haber spikeri: sırayla kılıçtan geçirelim diyor; kimsede çıt yok ama Fatih portakal bir şey söylüyor hemen vatan haini ilan ediliyor. Objektif olan Fehmi Koru gibi nadir gazeteciler ve yazarlar kaldı. Allah onları başımızdan eksik etmesin inşallah.

  15. Her Meslekte işini seven,layıkıyla yapan Kişiler vardır.Ne hepsi çok iyi ,nede çok kötü olmaz işini yaptığı işin ilkelerine uyarak yapanada o mesleğin erbabı denir,tabiiki hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü olamaz ama bu kural,herkes için geçerli olmalı ,hakim savcı, siyasetçi(Başkan,Bakan,Milletvekili)Bürokratlar hiç kimsenin suç işleme hakkı olmamalı ama Dünyadada ,Ülkemizdede görüyoruzki ,Güçlünün,Zenginin Siyasetçinin ,zorbanın ,suç işleme özgürlüğü var onlara kimse dokunamaz dokunursa onları koruyan Hakimler,Savcılar var ,daha olmadı , onları koruyan ,cezaevinde ve dışarıda , Cumhurbaşkanını,Başbakanı bile ,tehdit edebilecek cüreti gösteren MAFYA Babaları var.Peki Özgür basının olmadığı yerde insanlar gerçekleri nasıl öğrenecek Hiç Kimsenin Suç işleme özgürlüğü olmamalı Basınında onları susturanlarında işte her şeyde iş dönüp dolaşıp aynı yere geliyor Hak Hukuk Adalet

  16. Gazeteciler basın ilkeleri ve ahlakına bağlı kalarak ve gerçekten belirli grup ve çıkar odaklarına hizmet etmeden halkın haber alma hakkını esas alıp doğru ve gerçek haber yapmayı göze almışlarsa, mesleğin risklerinede katlanmaya razı olmuşlardır demektir. Ölüm-öldürülme bu risk listesinin içerisinde varmı dır, yerine göre evet, vardır..savaş ve afetler gibi.
    Ama kendi ülkesinde halkın tercihiyle iş başına gelen yöneticiler, hukukun dışına çıkıp ne bir gazeteciyi ne de başka birini kendi başına buyruk tahkir edemez, tehdit edemez, hedef gösteremez.
    Gazeteci kadar, meslek ilke ve adabına-ahlakına uygun görev yapması gereken ve bir denge- denetleme unsuru olan yargı mensupları da görev riskini üstlenmiş olarak vazifelerini ifa etmeliler.
    Malesef gazetecilere reva gördüğü ahvali, lktidarın yanlışlarına, kanun dışılığına karşı “dut yemiş bülbül” kesilen yandaş gazeteci ve bazı yargı mensubu zevatın tavrı hukukun işlemesinin önündeki en büyük engeldir.
    Demek neymiş? Devlet yönetiminde olsun, mesleki olsun; iktidarın-gücün kontrolünü sağlayacak, onu dengeleyip denetleyecek mekanizmalara ihtiyaç var.
    Peki bu mekanizmalar mevcut değil mi? Elbette her devlette varlar ve işinin başındalar, lakin içini dolduracak ahlâk ve meslek etiği açısından arızalılar..maalesef!

  17. Gazeteci olmak hiç kimseye suç işleme hakkı vermez.Bir insan Hem gazeteci hem terörist ise yada bir gazeteci terör örgütünü destekliyorsa napacağız?Gazeteciler dokunulmaz olmaya alışmışlardı ama o günler geçti.Hiç kimse yazdığı yazıdan dolayı ceza almıyor.Öyle olsaydı Bekir Coşkun,Özdil,Uğur Dündar,Ruşen Çakır vb hapiste olur ve ceza alırdı.Batıda uşaklarının cezasız kalmasına alışmıştı artık böyle olmayacak.

  18. Basın demokrasinin olmazsa olmaz üç maymunudur:) sapla samanı birbirine karıştırınca gerçekler görünmez değildir; sadece komik olursunuz! Gasteci dediğimiz canlı; sahibinin sesidir ve o nereye sürerse o yöne gider; sahibi ne yedirirse o renk süt verir! Evet, bir yılanın verebileceği tek şey zehiridir… Eh tıbben belki faydalı olabilecektir (kadavra olarak:) fakat kesinlikle halk düşmanıdırlar!

Yoruma kapalı.