Ellere V.A.R. da bize yoksa ve bu itiraf ediliyorsa.. Yeni medya düzenine ihtiyaç var demektir…

16
Reklam

OcakMedya sitemizin devamlı yazarlarından Veysi Dündar kimsenin tam fark edemediği ayrıntıları mercek altına alıp çok dikkate değer tespitlerde bulunmakta mahir. Dünkü “Futbolda V.A.R.’da Siyasette Niye Yok?” başlıklı yazısı da yine önemli bir sorunumuza ışık tutmakta.
‘V.A.R.’ ilk kez son Dünya Kupası‘nda uygulanan bir sistem. Hakemlerin maçlarda verdikleri kritik ve hayati önemdeki kararlarda hata payını sıfırlamayı amaçlıyor. Gollerin nizami olduğu, oyuncuyu oyundan atmayı getiren kırmızı kartın yerinde verildiği gibi konulardaki tereddütleri ortadan kaldırmak için devreye giren bir sistem bu. Maçı birkaç değişik açıdan kameralarla izleyen uzaktaki bir grup hakemin yardımıyla hatalar asgariye indiriliyor.
Yeni futbol sezonunda bizim ligde de V.A.R. sistemi uygulamasına geçildi.
Geçildi ve gerçekten hakemlerin gözünden kaçan, hatalı karar vermelerine yol açan durumlar büyük çapta ortadan kalktı.
Futbol yorumcuları -hiç değilse bazısı- bu yenilikten mutlu görünüyor. Bir izleyici olarak ben de mutluyum. Her şey bir yana, “Hakemler taraf tutuyor, kimin şampiyon olacağına, hangi takımın küme düşeceğine hakemler karar veriyor” türü iddiaları ortadan kaldıracağı için hakemlerin de mutlu olması lazım.

Demokrasi kurallar ve kurumlar sistemidir

Veysi Dündar haklı olarak “Siyasette de V.A.R. türü bir mekanizmaya ihtiyaç var” görüşünde. Gerekçeleri de sağlam.
Aslına bakarsanız demokrasilerde siyaset kurallıdır; kural dışılıkları gözeten ve düzeltilmesini sağlayan mekanizmalar ile gözden kaçıranların dikkatlerini yanlışlıklar üzerine çeken bir kurum da vardır.
Denge ve denetleme denilen mekanizmalar sistemin içinde mevcuttur. Her şeyden önce muhalefet partilerinin görevi budur. Ayrıca parlamentolarda hükümetlerin hesaba çekildiği platformlar bulunur; yürütme ile yasama arasındaki duvarlar sayesinde birindeki yanlışlığı öteki önler ve önlenemeyen yanlışlar ‘hakem’ konumundaki yargının önüne gider. Daha da önemlisi, önceleri ‘basın’ şimdilerde ‘medya’ denilen ve ‘4. kuvvet’ diye anılan kurum da ‘V.A.R. görevini yerine getirmek üzere gözünü dört açmış her türlü yanlışlığı ortaya çıkarmak için hazır bekler.
Trump‘ın ABD’de başına gelenlere baktığınızda bütün denge ve denetleme mekanizmalarının şu sıralarda fazla mesai yaptıklarını görürsünüz. Medya da kendi üzerine düşeni yerine getiriyor ABD’de.
Önceki hafta, ABD’nin öndegelen 350 gazetesi Trump‘ın “Amerikan basını Amerikan halkının 1 numaralı düşmanıdır” söylemini reddeden ortak bir başyazıyla çıktı. O başyazıyı taşıyan gazeteler arasında Trump‘ın partisi olan Cumhuriyetçi Parti‘yi koruyup kollamasıyla tanınanlar da vardı.
Trump‘ı ölümüne savunduğu görüntüsünü veren FOX-TV‘den bile ara sıra homurtular yükselebiliyor. Ülkenin dört ana kanalıyla CNN gibi haber kanalları ‘yanlışı’ gördüklerinde sergilemek için bir an bile tereddüt etmiyorlar.
ABD’ye bakınca futboldaki V.A.R. sistemini siyasette medyanın karşıladığı hemen fark ediliyor. Demokratik sistemin içerisindeki ‘hakemlik’ kurumlarının da dikkatinden kaçan yanlışlıklar medyanın radarına takılıyor.

Bizde durum ne?

Galiba sorun yukarıdaki soruya verilecek cevapta yatıyor.
Medyanın durumunda…
Eski Türkiye medyası genel hatlarıyla taraflı ve kural tanımaz bir haldeydi, güçten yana tavır alırdı; bunun sayısız örnekleri var. Bugünün medya düzeni eskinin yanlışlarına güçlü bir tepkiyi içinde barındırıyor; ancak yeni düzen de demokrasilerin medyadan beklediği görevi ifa etmekten hayli uzak.
Medyanın tarafı değişti, ancak medyaya ‘tarafsızlık’ gelmedi. Bunun en ciddi sıkıntılarını da medya ve medya mensupları çekiyor.
İktidarda 16 yılı aşkın süredir AK Parti bulunuyor ve bugünkü medya düzeni de AK Parti’nin eseri. Süreç içerisinde pek çok medya grubu sahip değiştirdi; pek çok yazar gazetelerdeki köşelerini yitirdi, yorumcu üretmede yarışan haber kanalları daha önce konuk etmeye iknada zorlandığı isimleri şimdilerde kanalın yanından bile geçirmiyor.
Gazetelerde yeni imzalar, ekranlarda yeni yüzler var.
Eskiler için ‘medeni ölü’ sıfatı kullanılıyor.
Bu gelişmeyi alkışlayan AK Parti’nin en fazla itibar ettiği yeni yazarlardan biri, bugün şaşırtıcı bir şey yaptı: Bizim medyada köşe yazarlığının ve yorumculuğun sonuna gelindiğini yazdı.
Ne dediğini kendisinden okuyalım:

“Açık konuşalım. Artık hemen hemen hiçbir köşe yazarı ya da diyelim köşe yazanların yüzde 99’u yankı oluşturmuyor. Ne söylediklerini halktan hiç kimsenin taktığı yok. Sözlerinin bir değeri kalmadı. Zaten çoğu köşe yazarının ismini toplumun yüzde 99,9’u tanımıyor. Köşe yazarları genelde “Benim halkta karşılığım var” diyerek kendi kendini kandırıyor. İster hükûmetin yanında ister hükûmetin muhalifi olsun bu fotoğraf değişmiyor.”

Yazarlar böyle, ya TV yorumcuları? Onlar için de söyleyecekleri var:

“Sadece köşe yazarı değil TV’lerde yorum yapan konuk havuzu da ölü ve bitik durumda. 250 kere anaakım ekrana çıktığı ve köşe de yazdığı hâlde toplumun hiç tanımadığı adam dolu ortalık. Eskiden bazı kişiler ilk TV’ye çıkışında bile olay oluştururlardı. Hem bizim taraftan hem karşı taraftan vardı böyle yıldız isimler. Şimdi bu dönemin sonuna gelindi. 250 kere prime time’da anaakım ekrana çıkıp ve bir de köşe yazıp tanınmamak ve bilinmemek. Bu gerçekten akıl almaz bir başarı. Bu kadar silik ve buhar şahıs olabilmek.”

Pek çok yazarın hiç okunmadığını, çoğu TV programının sıfır reyting aldığını belirttikten sonra şu teşhisi de AK Parti’nin itibar ettiği aynı yazarın kaleminden okuyoruz:

“Okunmak ve izlenmek değil ilişki ve yalakalık ağları kriter olmuşsa orada iş biter. Hatta çok okunan ve çok izlenen yani toplumun merak ettiği biriyseniz başınıza bela gelme olasılığı daha fazla. Nitekim medya tarihinde böyle olaylar da yaşadık.”

Reklam

Yazının bütününü okumanızı tavsiye ederim. [OcakMedya sitemizin ‘seçilmiş yazılar’ köşesinde yer alıyor o yazı.]
Başka ülkelerde V.A.R. olan sistem bizde yok ise ve bunu artık ‘en yandaş’ bilinenler bile kabul ediyorsa çareyi medya mensupları olarak yine kendimizde aramamız gerekiyor.
Medya mensupları, gazeteciler… sıfırlandığı itiraf ve ilan edilen bugünkü medya sisteminin yenisini oluşturmakla mükellef olduklarını artık anlamalı.
ΩΩΩΩ

Reklam

16 YORUMLAR

  1. V.A.R. “olmak veya olmamak işte bütün mesele”. Hakemin hızlı geçen bir olay hakkında son kararını vermeden işin doğrusunu objektif ve net olarak ayrıntılı bir şekilde gözden geçirmesini temin eden bilimdir-teknolojidir [bunun siyasi alana tatbiki açısından da medya tam anlamıyla objektif değildir, keşke olabilse(ydi)]. Futbolda bu aşamaya geleseye kadar hakemlerin kararları izafi açılardan hep farklı görülür tartışma konusu yaratırdi ve hakemler zor durumda kalırdı. Hatta arada bir dayak yedikleri de olurdu.
    Haksızlık, işinin ehli olmadığı zannıyla, büyük hayal kırıklıkları içersinde, bu ülkede doktorlar, öğretmenler ve patronlar dayak yemişlerdir. Siyasetçilerin zanna dayalı olarak değil, alenen yalan söyledikleri halde meydanlarda dayak yedikleri görülmüş bir olay mıdır bilemem. Bizde siyasetin doğru-dürüst V.A.R. olabilmesi için belki de bu süreçten geçilmesi gerekiyor. Seçmen kendi siyasetçisine ciddi ciddi hesap sorabildiği ve hatta meydanlarda dayak atma seviyesini yakaladığı anda işler düzelmeğe başlar. Bu mümkün olduğu taktirde, lider çıkarmak gibi büyük bir sıkıntı kalmamıştır. Hesap sorabilecek seviyeye gelen seçmenler bir değil, birçok lider çıkarabilecek duruma gelmişlerdir. İşlerin ciddi olduğunu anlayan siyasetçiler, işte o zaman şahsi ve/veya partizan nefsleri için “yalan”dan vazgeçerler. Yapamayacakları işleri vaadetmezler. Vaadettikleri işleri de yaparlar. Böylesine seçmenlerin varlığı veya yokluğu açısından da “olmak veya olmamak işte bütün mesele” geçerli bir ifadedir! Neticede haksızlık gören, kandırılan seçmenlerdir, ülkedir….

  2. Fehmi bey, ZÜLFÜ YARE DOKUNUNCA, her ne kadarda Erdoğan ismi geçmesede,
    bazi yorumcular hemen savunmaya geçerler. Savunduklarinin. yalnişliklarıni (eğer gazeteci yazmişsa) o gazeteciyi nansıl yalanlama gayretine girenler le birlikte yalnisliklarina doğru kalıp uydurmaya kalkinca kendileri için yaptiklari hatalarin da farkina dahi varmiyorlar…
    Yazinin Konusu TÜRKIYE’NIN sorunlari olunca o yorumcular kayiplara karışiyorlar.
    İngilizce (toplama bir lisan olduğundanmi nedense) çok zengin bir dil ve her zaman yeni kelimelerde ekleniyor.
    Post-Truth nu 3 anlamda kullinir olmasina rağmen günümuzün popiler olan poliyikacilarinin nasil söylediklrrinin tam tersini yapmalari, örneklerdede Turkiyede var.
    Bunlarda en tehlikelisi herhalde Trump olmaliki 2 ciltlik bir kitP yazildi
    Trump and a Post-Truth World:
    by Ken Wilber
    Post-Truth un anlaminin Ingilizcesi ve tarifin bir kisminin kopisi.
    defining trait of post-truth politics is that campaigners continue to repeat their talking points, even if these are found to be untrue by the media or independent experts.[23] For example, during campaigning for the British EU referendum campaign, Vote Leave made repeated use of the claim that EU membership cost £350 million a week, although later began to use the figure as a net amount of money sent directly to the EU. This figure, which ignored the UK rebate and other factors, was described as “potentially misleading” by the UK Statistics Authority, as

  3. Geç de olsa MEDYANIN NE OLDUĞUNU kavrayabilecek ve itiraf edebilecek duruma geldiği için F.Koruyu kutluyorum.
    Bugün Memlekette ahlaksızlık DİZ BOYU başını almış gidiyorsa, kadına şiddet, rüşvet başını almış gidiyorsa, adaletten ne kadar uzaklaşılıyor ve sapılmışsa, vatan haini ne kadar çok artmışsa, hepsinin temelinde namustan, edepten, ahlaktan, dürüstlükten, insanlıktan ve bilhassa İlahi terbiyeden NASİPSİZ, RAB’bı tanımıyan, külliyen menfaat, bencillik, nefsaniyet peşinde koşan – bir şey olmadığını unutup – kalemini ve silahını NE OLDUM DELİSİ olarak kullanan “KAN DÖKÜCÜ ve FESAT ÇIKARICI” ” MEDYA”da aramak lazımdır. Yoksa, o kadar yüksek maaş, ücret ve RÜŞVET niye verilsin ki…
    Bu meyanda şunu da ifade edeyim : Uzun vadeli müşahede ve murakabede bulunanlar kesin olarak görüyorlar ki, yapılan ihanetler, iftiralar, haksızlıklar ve zulümler bu dünyada da müstehakını (HAK
    ETTİĞİNİ) buluyor. Derin vicdanı ve değerleme kabiliyeti olanlar bunu her hadise ve şahıs üzerinde rahatlıkla görebiliyor. Yeter ki, o göz ve o vicdan ve uzun periyotlu murakabe kabiliyeti olsun.
    Teslimiyetçi bir N.Erbakan yanlısı olmamakla beraber, o kanıya vardım ki ; bugün, haklı-haksız HAPİSHANE MİSAFİRİ 0LAN ne kadar hakim, asker, devlet adamı ve politikacı var ise – kusuru olsa bile – MASUM bir DEVLET adamı olan ve kimse için KAN ve GÖZYAŞI döktürmiyen ALLAME – NAdir ele geçer bir DEVLET ADAMI olan, kibar insan, İstanbul efendisi, düşmanı için bile iyilik meleği olan PROF.DR. Necmettin ERBAKAN’a yapılan iftira ve ihanetin İLAHİ KARŞILIĞINI GÖRMÜŞDÜR, hepsi de. Şurası da iyi bilinmeli ve yorumlanmalı ki, “kul zulmeder, KADER ADALET eder”. Bu dünyada EZA çekenler yükü hafifletmiştir. İNANANLAR için ÖTE Dünyanın hesabı ise, insan olanı şimdiden titretecektir.
    Gönül ister ki, düzene çekenler gelmeden, cemiyeti ifsad eden (bozan) ÜLEMA; ÜMERA VE MEDYA şimdiden kendine çeki-düzen versin.

  4. [OcakMedya sitemizin ‘seçilmiş yazılar’ köşesinde yer alıyor o yazı.] cümlesindeki linki farkedince tıkladım ve S.Koru nun bahsettiği yazının sahibinin kim olduğunu gördüm.
    Hiç şaşırmadım desem yeridir.
    Meşhur ekran tetikçisi…
    Uzun süredir ekranlarda yer bulamıyor oluşundan böyle bir yazı kaleme almış.
    Malum şahsın AKP ye getirisinden çok götürüsünün olduğu görülünce ipini çekmişlerdi.
    İğne kendisine batınca hoplamış sadece…
    Bence bahsetmeye bile değmezdi.

  5. Sayın Koru,
    Aslında bizde de V.A.R. sistemi var.
    Ama başında tek bir kişi var ve o ne derse o…
    Faul derse faul, penaltı derse penaltı,oyundan attım derse işin bitiyor.
    Ben artık uzun bir süreden beri TV lerdeki adı tartışma olan programları izlemiyorum.
    Gazete almıyorum. Eskisi kadar çok köşe yazarı da takip etmiyorum.
    İnternetten Bundle adlı program sayesinde bazı köşe yazarlarını okuyorum, gündemdeki haberlerin başlıklarını şöyle bir gözden geçiriyorum.
    Köşesini okuduğum yazarlar arasında siz de varsınız.
    Karar dan Yıldıray Oğur, İbrahim Kahveci,Akif Beki
    Sözcü den Saygı Öztürk,Yılmaz Özdil.
    Hürriyetten Taha Akyol u okurdum, bu aralar okumuyorum.
    Yeniçağ dan Ahmet Takan
    Cumhuriyet ten Aslı Aydıntaşbaş, Özgür Mumcu.

  6. demekki durum gerçekten çok kötü. cem küçükün tehdit edebileceği bir gazeteci bile kalmamış ülkede.
    Tehdit edebileceği kimse kalmayınca, doğal olarak cem küçüğün bütün numarası da bitmiş.
    bütün numarası birilerini tehdit etmekten ibaret olan bir adamın hazin sonu. üzüldüm valla.
    -Yanlış anlaşılmasın, bu ülkede gazeteci kalmadığı için üzülmedim. h.gayret, necip güven gibilerinden oluşan bir topluma havuz medyası bile çok.
    – cem küçüğe üzüldüm. şimdi hiçkimse cem küçüğün proğramlarını izlemiyor demek ki. artık yaşayan bir ölüden farksız.
    – küçüğün yazısının şöyle bir yönünü de atlamamak lazım: cem küçük, kimseyi tehdit edemediği ve bu nedenle kimsenin dikkatini çekemediği için, dikkat çekmek için şimdi kendi cenahından birilerini tehdit etme yöntemine yönelmiş görünüyor. tıpkı barlas, dilipak gibi. bu konuda dilipak ile barlastan daha geç kalmış ama onlara yetişebileceğini tahmin ediyorum.

  7. Basın Özgürlüğü
    ‘Yargı bağımsızdır!’, ‘Basın özgürdür!’ sözleri Sermaye’nin uydurmacasıdır. Basın özgürdür deyip istediği gibi kullanıyor. Yargı bağımsızdır deyip müfteri ile halkını baskı altına alıyor. Ben İngilizce öğrenmemek için doktora yapmadım. Avrupa’ya gittim, Sovyetler’e gittim ama Amerika’ya da İngiltere’ye de ayak basmadım. Baş örtülü bir hanım beni daha ilk yıllarımda İngiltere’ye gönderdi, Kraliçe ile istihbarat odasında buluşturdu. Sıkılmadan bunları yazdı. Bu sistemde yargı bağımsız olamaz. Basın özgür olamaz. Bu dünyada böyledir. ABD’de, Rusya’da, Türkiye’de. Yargının bağımsız olması için hakemlik sistemi gelmelidir. Basının özgür olması için Medya Kooperatifleri oluşturulmalıdır. Dağıtımı devlet karşılıksız yapmalıdır. Yazarlara okuyucusu varsa maaş bağlanmalıdır.
    Yargı bağımsızlığı değil yargıç bağımsızlığı, Basın özgürlüğü değil yazar özgürlüğü olmalıdır. Bu kadar. Ondan sonra o ülkede her yerde V.A.R olur.

  8. Fehmi Koruyu farklı kılan, özgün kılan bir yazı. Veysi Dündar da benzer bir konuyu işlemişti dün bahse konu olduğu gibi ve bende o yazıyı okudum. Herkesin futbol tutkunu olduğu varsayımıyla kaleme alınan Veysi Dündarın yazısı mürekkebinin son demlerini yaşayan bir fotokopi cihazıyla çoğaltılmış ders notlarını okumak gibiydi:) Bakın Fehmi Koru burda bir paragrafı VAR sistemine ayırmış. İyide etmiş.
    Diğer taraftan VAR sisteminin siyasi pratikte karşılığının medya olması konusuna katılmıyorum. Suçluların cezalarını çekmelerini vicdanlarına bırakmak gibi bir durumu çağrıştırıyor. Tabiiki objektif bir medya olsa ve toplumu bilinçlendirme şuuruyla hareket etse dediği doğru, ama bu görevi medyaya atfetmeden siyasetçilerin vicdanına da havale etmiyormuyuz zaten. Demem o ki Medyaya nasıl güveneceğiz. Medya da siyasetin nerdeyse birebir yansıması, TR de asla bahsettiğiniz gibi bir medya düzeni oluşmadı, ha gönlümüzden geçen oluşması ama bunun nasıl mümkün olabileceğine dair bir fikriniz varmı? Ulusal bir medya şirketinin bir patronu olucak doğal olarak ki oda zengin bir patron olmak zorunda yani iş adamı, iş adamı çıkarını kovalıycak, diycekki objektif yazılar yazan yazarına “sen yazma biz sana maaşını verelim yine de” napcak köşe yazarı? Bir diğer taraftan bu medya patronları daha organize güdümlü bir dini ideoloji ya da bir mezhebin üyesiyse, örneğin Alman medyasının nerdeyse tamamının yahudi siyonist medya patronlarının elinde olduğu konuşuluyor hep, avrupadaki ırkcı hareketlerin medyadan bağımsız olduğu düşünülebilirmi, aksine medyanın bunu körüklediğini düşünüyorum ben.
    Hasılı VAR sistemiyle muhalefet ve medya teşbihi bence örtüşmemiş, uluslararası derecelendirme kuruluşları gibi ulusal bir kurum olucak, Tuik verilerini işliycek, hatta dış kaynaklı bu derecelendirme kuruluşlarının kararlarını dahi yorumlayıp kısa, orta ve uzun vadeye ışık tutacak veriler sunacak, icabında hükümete not vericek. Bunun gibi bir yaklaşım ilk aklıma gelen geliştirilebilir.
    Medya 3 defa satmaz, 5 defa satmaz irtifayıalırız, alırız sonra burnumuz üzerine çakar:) Burası TR. Herkes çıkarını kovalar. İdealde dediğiniz doğru tabii, ama – 273 dereceye ulaşmak pratikte mümkün değil. Ama vardır evrende bir yerde o şartlar..

  9. Sayın Koru,
    Tabi hergün yazacak bir şeyler bulmanın zorluğu ve bunun yanısıra politik değerlendirmelerde gerçek üstü yanılğıya yenilme . https://bulentyilmazblog.wordpress.com/2017/01/03/yilin-sozcugu-gercek-otesi/
    Degişik zamanlar da yaşıyoruz. Deccal fitnesi çıktı. Bir gözü patlak akıllı telefonlar elimizde günde ortalama 180 defa bakılıyormuş. Ondan önce dabbetül arz mı gelecekti ? O da silikon entegre ! Hakikat aranmıyor. Hakikat ile buluşmuş idrak sahibi yani akıllı diye gösterebileceğimiz insanlar kalabalıklarda kayboluyor.
    https://aklinizikesfedin.com/gercek-otesi-post-truth-nedir/ burda da metodolojisi anlatılıyor.

    • iki linke de baktım. ilk linkteki derlitoplu bir yazı. fakat ikinci linkteki yazı biraz dağınık.
      ikinci yazıda yalandan kaçınmak için eleştirel düşünce ve yazara bakılması gerektiği bilgisi var.
      – Bilgiler eksik verilmiş.
      -Öncelikle eleştirel düşünce, yıllardır, temcit pilavı gibi tekrarlanan bir deyim ama ne olduğu konusunda şu ana kadar hiçbir bilgi görmedim.
      -yalanla ilgili öneride ise, yalan haberde, haberi yapanın isminin olması kıstaslardan sadece bir tanesi. haber kaynağının olması, haberde 5n+1k kuralına uygun olması ve tabi mantıklı olması gibi ölçütler var.
      – kanımca, yalanla doğruyu ayırdedebilmek için eleştirel düşünce değil, mantıklı düşünce olması lazım. mantıklı düşünce ise herşeyden önce, bu yeteneğin gelişimi ile alakalı. yani mantıklı düşünme yeteneğinin gelişmesi ile alakalı.
      – Mantıklı düşünmeyi bilmeyen birisine, “mantıklı düşün” demek, bir insana “haydi uç” demek gibi birşey.
      herşeyden önce bilimsel ve mantıklı düşünmeyi bilmek gerekiyor. Onun için de en önce temel bilimlerin bilinmesi gerekiyor.
      -temel bilgiler olmadan mantıklı düşünmek de olamıyor. mesela ağırlık kavramını bilmezseniz, insanın limitini bilmezseniz, bir kişinin, “ben 100 kiloyu 100 metre ileriye attım” demesine inanmamanız için hiçbir neden yoktur.
      – Mantık bilgiler üzerine oturur. bilgilerinizde (temel bilgiler) sıkıntı varsa mantığınızda da sıkıntı olur.
      Kuşkusuz ki bilgi tek başına birşey ifade etmez. o bilgiler arasında nasıl ilişki kuracağınızı da öğrenmeniz lazım. yani mantıklı düşünmeyi. Ağırlık kavramını bilebilirsiniz, insanın limitini de bilebilirsiniz, sorduklarında bu sorulara cevap verebilirsiniz ama diğer taraftan da, mantıklı düşünmeyi bilmezseniz, bir insanın 100 kiloluk bir kayayı 100 metre ileri atabileceğine inanırsınız. bizdeki profların, bilmem kaç kilometre hızla, x derecelik açıdaki kavşağa girince arabanın devrileceğini derste anlatırken, diğer taraftan benzer bir kavşağa 120 km hızla girip kaza yapmalarının nedeni de mantıklı düşünme melekelerinin gelişmemiş olmasındandır.
      – sonuç olarak; hem demokrasi için, hem dinin doğru anlaşılması için, hem ahlak için, hem yüksek teknoloji ürünler üretebilmek için, yaptığımız tren yolunun 24 kişiye mezar olmaması için, en ufak yağmurda sellerde insanların boğulmaması için, hukuk için, adalet için, özgürlük için, yani insan gibi yaşayabilmek için, temel bilimlerin ve mantıklı düşüncenin öğrenilmesi, öğretilmesi gerekiyor.
      -bu arada yazının mana ve önemine binaen de bir slogan uydurdum:
      – akp varsa bilgi ve düşünce yoktur, bilgi ve düşünce varsa akp yoktur.

      • Merhaba Hamza bey! Bende o yazilarin ikisinide okudum ve akabine İngilizcesinide okudum.
        Yaziyi kaleme alan Profösor, kendi fikri sanki ona verilmiş koruma ve kollama gorevini yerine getirmeye gayret ediyor.
        T Akyolun yazısini aktarmiş fakat hepisinimi yoksa yarisinimi yalniz son pragrafi da ismi yazdiği icin anladimki mantikli olan T Akyoldan alinti yapilan kisimlar diğer kisimlar Post-Truth sözcuğunun dogmasina neden olan ÇİN,RUSYA,TÜRKIYE,ABD ve diyerlerinin bas pehlivanlari için özel olarak icat edilen bir kelime.
        Ikili oyniyanlar milleti kandiranlar vb,vb.
        İngilizcesinde anlami cok acik ve yerinde.
        Prf beyefendi o işi için özel olarak görevlendirilmiş.
        Yaziyi okurken tam bir akp kalitesi olduğunu hemen anladim.
        Sizi uydurduğunuz şü slogan dan dolayida tebrik ediyorum çok yerinde bir slogan.
        “akp varsa bilgi ve düşünce yoktur, bilgi ve düşünce varsa akp yoktur”☺
        Esenlikle kalın.

        • post-truth denilen olgu, aslında yaşanılan internet dönemin toplumdaki zuhur edişinden, yaşanmasından başka birşey değil.
          – post truth sadece politikacıların yalanlarına indirgenemez. Hem kontrgerilla, hem cia hem de diğer unsurların (politikacılar, gazeteciler, işadamları, hatta sıradan insanlar vb.), toplumu yönlendirmek için yalanlara başvuruyorlardı. yani politikacıların yalan söylemesi ve bu yalanların da toplumun inançlarına ve psikolojisini hedef alması yeni bir olgu değil. bu nedenle post truth birilerinin algı operasyonu ya da yalanlarının ötesinde bir olgu.
          – Yeni olan bölüm, post truth kavramının ortaya çıkmasına neden olan bölüm, internet denilen olgunun ortaya çıkması ve bunun toplumdaki yansımasıdır. nitekim arap baharı denilen olayların temelinde de internet olgusu var. Eğer yanlış hatırlamıyorsam mısırdaki hareketlerin facebook etkisinden sözediliyordu. Facebook devrimi gibi kavramların konuşulduğunu hatırlıyorum o dönem.
          – toplum henüz, internetli yaşama tam uyum sağlayamadı. internetli yaşamın olumlu yönlerinin yanında olumsuz yönleri de var (herşeyde olduğu gibi). Ancak toplum bu olumsuz yanlara (hatta olumlu yanlara da) nasıl yaklaşacağını bilemiyor. bu konuda normlar, kriterler, ölçütler, yaklaşımlar, düşünceler ve duygular geliştiremedi.
          – Eskiden bilgiler (ve yalanlar), birkaç kaynaktan gelirken, ve bilgilerin güvenilirliği de yine birkaç kaynaktan sağlanabiliyordu.
          – Günümüzde ise bilgiler milyonlarca hatta milyarlarca kaynaktan geliyor. ayrıca da milyonlarca, milyarlarca farklı veri alıyorsun, bilgi alıyorsun. bu bilgiler bazen birbirleri ile de çelişebiliyor. milyonlarca, milyarlarca bilgi karşısında, sana referans olabilecek nerdeyse hiçbir güvenilir kaynak yok. o bilgilerin değerlendirmesini, analizini kendi başına veya çevrendeki birkaç kişi ile yapmak durumundasın.
          – Eğer yeterli temelin yoksa, (ki çoğunlukla yok), sana gelen verileri değerlendirirken çok subjektif, çok afaki davranıyorsun. bu nedenle de internet senin etkileşiminde çok önemli rol oynayabiliyor.
          – Burda bir başka önemli, atlanmaması gereken nokta var: Eskiden veriyi aldığın kişiler, çoğunlukla belli ölçülerde yetkin kişilerken, internetten aldığın verileri oluşturanların bilgi düzeylerini bile bilmiyorsun. yani konu hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir insan bile olabiliyor.
          – işte bu durum, doğru ile yanlışı ayırabilecek temeli olmayan toplumun, genellikle yanlış, yalan bilgiler tarafından yönlendirilmesinin nedenini oluşturuyor.
          Durumun mekanizmasını bir örnek ile anlatmaya çalışacağım (somut bir örnek):
          – Türkiyede birisi, kanserin karbonat, gümüş suyu ve d vitamini ile tedavi edilebileceğini iddia ediyor.
          – Bu gerçeğin halktan gizlendiğini çünkü ilaç firmalarının tatlı karlar nedeniyle bu bilgiyi gizlediğini iddia ediyor. (aynı tedavi yöntemi ve aynı argüman, yani ilaç firmalarının gerçeği halktan gizlediği argümanı milyonlarca yabancı sitede de aynen mevcut)
          – böyle bir veri ile karşılaşan, kanser hastası veya yakını kanser hastası olan birisi, eğer bunu değerlendirebilecek yeterlilikte değilse, bir sırrı elde etmenin ve herşeyi öğrenmiş olmanın da psikolojisi ile, buna kolaylıkla inanıyor ve kolaylıkla bu kişi veya buna benzer kişiler tarafından yönetilebiliyor. (not: burda kastedilen yeterlilik konunun uzmanı olmaktan ziyade, internet olgusunu bilme, yanlış olabileceğini düşünme ve durum üzerinde değerlendirme yapabilme noktasında yeterliliktir. konu çok uzayacak ama yeniden gündeme gelirse daha ayrıntılı olarak açıklayabilirim “örnekleri ile”)
          – Aynı kişi, sonraki bir yazısında, israilde kanser vakalarının az olduğuna ilişkin yazılar yayınladı ve bazı bilgiler verdi. geçtiğimiz günlerde konuştuğum aktardan da aynı doğrultuda bilgiler duydum. aktar da, konuyu araştırdığını ve israilde kanser vakalarının az olduğunu söyledi. internetteki kişiden bahsetmeden. ve aktar israilden gelen tohumlardan bahsetti.
          – yukardaki ve benzeri pekçok kaynaktan alınan yanlış veri (çünkü yanlış veriyi almaya daha çok müsaitiz. psikolojimize daha uygun ve o verileri yazanlar da zaten bizimle aynı psikolojide çoğunlukla, bilgi düzeyleri de bizden çok fazla değil. ancak internette okuduğumuzda o kişiyi otorite gibi görüyoruz) kolaylıkla israilin kanskeri müslüman ülkelere yaydığı sonucuna götürüyor ki, bunu siz düşünmeseniz bile, birileri bilgi sahibi gibi bunu size söylüyor.
          – oysa gerçek şu şekilde: israil kanserle mücadelede en başarılı 7-8 ülkeden birisi ve bu nedenle de, bir dönem, fehmikoru.com sitesi de dahil pekçok sitede reklamları da yayınlandı. yani, “gelin sizi tedavi edelim” diyorlar.
          – Örnekten de görüleceği gibi, öcü yahudiler duygusu kolaylıkla toplumda oluşturulabiliyor.
          – Bu bir süreç ve bu süreç yaşanıp geçecek. toplum internetli yaşamı öğrenecek. internetteki verileri nasıl değerlendirmesi gerektiğini öğrenecek. işte o zoman post truth kavramı da sona erecek. ermek zorunda.
          (uzun yazı nedeniyle okurlardan özür dilerim ama daha kısa anlatamadım. daha uzun olabilirdi)

      • “AKP varsa bilgi düşünce” vardır da çoğu ezbere, takım tutar gibi bir anlayışa dayanır. Bu da sorgulayarak, özeleştiri yaparak ezberlerini bozmaya ve kendi kendine yeni ayar vermeğe yetmez. “Bizim doğrularımız bize yeter” şeklinde bir inat vardır. İsraf vardır. Nefsine yontma vardır. Etik kıttır. İşi ehline vermek yoktur. Kendi dar çevrelerinin dışındakilere güven yoktur. Kronik ezbercilik sorunu vardır. Bu bağlamda çokçası zanna dayalı iman vardır….
        Özetle, AKIL-İMAN SENTEZİ yoktur.
        Ancak ve ancak, bütün bu durumların ortaya çıkmasına sebep ve vesile olan eski dönemlerde bunun simetrisi tersine bir durum vardı. Çokçası zanna dayalı ezbere bir akılcılık vardı, ezbere de olsa iman oldukça kıttı…..

Yoruma kapalı.