‘Dış düşman’ her yerden başını gösteriyor da, kim dost kim düşman anlayan beri gelsin…

29
El-Sisi zafer kutlamasında..
Reklam

“Savaşın yeni bir türüne muhatabız. Devletimiz istikrarını ve kuvvetini zedelemeyi hedefleyen saldırılara muhatap bugün. Halkımız da bu durumun farkında. Milletimiz dışarıdan gelen tehditlere boyun eğmeyecek. Bugün yeni tür bir savaş söz konusu. Kamuoyu devleti tahrip etmek için kullanılıyor. Ülkeye yönelik tehdit büyük, ama biz birlik ve beraberliğimizi koruyarak  bunların üstesinden geleceğiz. Memlekete zarar vermek, vatandaşlara zarar vermek isteyenlere göz açtırmayacağız.”

İçinde ‘beka’ sözcüğü geçmediği için yukarıda alıntıladığım sözlerin yerli ve milli bir konuşmadan olmadığını anlamışsınızdır. Ana hatlarıyla bize yabancı gelmese bile konuşma Mısır’da yapıldı. Konuşan da Mısır devlet başkanı Abdulfettah el-Sisi.

El-Sisi’nin önceki gün yapılan Mısır silahlı kuvvetlerinin 32. kültür sempozyumundaki konuşmasından bu sözler…

Sisi, bir hafta önce de, Mısır tarihine ‘Ekim savaşı’ adıyla geçen, İsrail’in ise ‘Yom Kippur savaşı’ adını verdiği, Arap-İsrail arasındaki savaşların dördüncünün (1973) 47. yıldönümünde konuşmuştu.

Orada da şunları söyledi:

“Yakın onyıllarda savaşın biçimi ve yöntemi değişmeye, çağdaş iletişim araçları ve medya aracılığıyla vatandaşların evlerine kadar ulaşıp halkın moralini bozmayı hedeflemeye başladı. Bu yeni savaşla kuşkular ve belirsizlikler arttırılıyor, korku ve korkutma yaygınlaştırılıyor. Amacı, devleti düşman olarak gösterip halk ile milli kurumlar arasındaki güveni yok etmek. Arkasında dış güçler var bu savaşın.”

Tahmin edebileceğiniz üzere aktardıklarım çok uzun konuşmalardan kısa alıntılar. Mısır’ın darbeyle iş başına gelmiş ve daha sonra yapılan seçimlerde rekor oranda oy alarak makamını korumuş Cumhurbaşkanı el-Sisi 47 yıl önce meydana gelmiş bir savaşı halkı ‘dış düşman’ konusunda uyanık olmaya çağırmak için vesile olarak kullanıyor.

Dış düşman kim ola?

Reklam

O zaman İsrail ile savaşmıştı Mısırlılar, şimdi Mısır ile İsrail arasında sıcak ilişkiler var; ancak yine de dış güçlerin, düşmanların tehditlerine muhatap ilan ediliyor Mısır ve el-Sisi devlet-millet kaynaşmasıyla onun da üstesinden gelineceği güvencesini veriyor bu konuşmalarla.

Camp David’te, Sedat (solda), Begin (sağda), Carter da ortada..

İsrail ile dört kez savaştı Araplar, üçünde yenildiler; dördüncü savaş iki tarafın da ‘zafer’ ilan edebileceği bir biçimde geçti. Ekim savaşı ‘zafer’ olarak tanıtılabildiği için, dönemin Mısır cumhurbaşkanı, Enver Sedat, sonunda (1978), ABD başkanı Jimmy Carter tarafından Camp David’te Menahem Begin’le el sıkıştırılabildi ve Arap-İsrail savaşları o sayede tarihe kavuştu.

Anlaşma oldu diye Sedat ve Begin o yıl Nobel barış ödülüne de layık görüldüler.

Anlaşmanın ve Nobel armağanının üzerinden tam 42 yıl geçti; arada Ürdün de Mısır’a katıldı. Şu yakınlarda diğer Arap ülkeleri liderleri de Netanyahu ile el sıkışmak için kuyruğa girdiklerinden İsrail’in sorunu sona erdi. 

Kendisini ‘düşmanlık denizi’ ile çevrili ilan edegelen İsrail artık güvende.

Ancak, dört savaşın da sebebi olan ve dünya gündemini çok uzun yıllar işgal etmiş bulunan ‘Filistin sorunu’ yerli yerinde duruyor.

Filistinlilerin durumu 1973’ten daha iyi değil.

Daha iyi olabilecekken değil.

Reklam

ABD başkentinde yıllarca büyükelçi olarak ülkesini temsil etmiş, daha sonra Suudi Arabistan istihbarat örgütünün başkanlığını, ulusal güvenlik komitesinin genel sekreterliğini yapmış Bandar bin Sultan’ın al-Arabia kanalında üç ayrı bölüm halinde yayımlanmış mülakatıyla Filistin’in içine düştüğü bu durumun müsebbibi olarak yine Filistinliler gösteriliyor.

Yasir Arafat, el-Fetih’in diğer liderleri, Mahmud Abbas ve tabii Hamas

Filistinlilerin kendilerine temsil yetkisi verdiği bütün siyasi kadro…

Doğru mu bu tespit?

Tespitin doğruluk derecesini öğrenmek için Filistin’den gelecek tepkileri bekledim; ya sessiz kalmayı yeğlediler ya da verdikleri tepki bizlere kadar ulaşmadı.

El-Sisi ise Mısır’da ülkesinin tarihini yeniden yazmakla meşgul. Kendisini darbeyle de olsa iktidara taşıyacak halk hareketlerinin lanetlediği şahsiyetler arasında bulunan Enver Sedat’ı, Ekim savaşını kutlama vesilesiyle akladı.

Zaferle sonuçlanan savaşla birlikte Sedat da kutlananlar arasında anıldı.

Düşman dost, dost da düşman oldu

Gazetelerde haberleri bölük pörçük yer aldığı için insanlarımızın büyük çoğunluğu son zamanlarda meydana gelen bölgedeki sarsıntıların ne anlama taşıdığınıanlamakta zorlanıyor, bunu biliyorum. Ne oldu da İsrail ‘düşman’ olmaktan çıktı da birden bire yakınlaşılacak, ortak hareket edilecek bir ‘dost’ haline gelebildi?

Bu sorunun makul bir cevabı yok.

İsrail bildiğimiz İsrail. Başbakanı Benjamin Netanyahu daha düne kadar Batı Şeria’yı İsrail topraklarına resmen de ilhak etmekten söz ediyordu. Yakınlaşmayı sağlayan ABD Kudüs’ü İsrail’in başkenti saydığını büyükelçiliğini de oraya taşıyarak duyurdu. Filistin toprakları hala işgal altında ve Gazze hala açık cezaevi görüntüsünde.

 Değişen Mısır’ın da dahil olduğu Arap ülkelerinin konuya yaklaşımları…

Türkiye ‘düşman’ oldu, İsrail ise ‘dost’

Köklü sayılabilecek bu değişimde Türkiye’nin tavrının da bir etkisi var mıdır?

Düzenlediği toplantılarda el-Sisi’nin ‘dış düşman’ diye andığı herhalde İsrail değildir. Donald Trump’ın “En sevdiğim diktatör” övgüsünü yüzüne karşı yapmasından hareketle, el-Sisi’nin ‘dış düşman’ ilan ettiği ülkenin ABD olmadığı da belli. Fransa ile ortak askeri tatbikatlar sürdürüyor ve Avrupa Birliği ile de iyi ilişkiler içerisinde Mısır. Katar dışındaki Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan liderleriyle de çok samimiler. Rusya ile ise 2018’de imzaladıkları ‘stratejik ortaklık’ anlaşması sonrasında gelişen, Libya’da işbirliğiyle daha da somutlaşan ‘ittifak’ derecesinde yakın ilişkileri var.

Geriye bir tek Türkiye kalıyor.

Bu durum da bana çok garip geliyor.

‘Ülke içini karıştırmaya çalışan dış düşmanlar’ söyleminin iki ülkede ortak kullanımı bu denli belirgin iken…

Yazımda adlarını andığım ülkelerin her biriyle ilişkilerimiz ‘soğuk’ olmak zorunda mı?

“Her benzer ortamda dile getirilen ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’ deyişi sonunda gerçekleşti” diyeceğim, ama görüyorsunuz, ‘kardeş’ Azerbaycan da sonunda Putin’in kurduğu ve Türkiye’nin bulunmadığı bir masaya oturarak o deyişin akla getirdiği anlamı bir nevi tekzip  etmiş oldu.

En iyisi, bizim kendi ayarlarımızı gözden geçirmemiz…

ΩΩΩΩ 

Reklam

29 YORUMLAR

  1. İnsanlar evlerine hapsedilmişler. Üretim durmuş. Şirketler batıyor. Hatta ülkeler batıyor. İşin içinde WHO denen, cinayet şebekesi varsa, bu işte kesin bir film var. Olayın ilk günlerinde, kimse olaya “küresel komplo” gözüyle bakmazken, bugün herkes, bu işte bir komplo olduğunu kabul ediyor. Buraya kadar tamam. Yani işin küresel komplo kısmı tamam, bunda asla şüphe yok. Ancak ortada bir virüs yok. Bu daha da acı… Yani olmayan bir virüs ve de olmayan bir salgınla, korkutuluyoruz. Yani küresel düzenciler bir virüsle dünyayı korkutsalar tamam ama ortada virüs yok. Ne var? Küresel komplo ve yalan var. Özellikle ABD, virüs konusunda çok yalan söylüyor. Salgını abarttıkça abartıyor. ABD, halkını savaşa ikna etmek için kendi ikiz kulelerini vurmuş, bir ülkedir.Belli ki, virüs olayından sonra başka hesaplar var. “Gelelim olmayan virüs” ve “olmayan salgın” konusuna; Ünlü Alman hekim, Dr.med Claus Köhnlein öyle açıklamalarda bulundu ki, dinlemenizi tavsiye ederim. Özet olarak, söyledikleri şu: “Dünya Sağlık Örgütü isteği ve yönlendirmesi sonucunda, 24 saat yalan haberler yapılmakta. Boğaz ağrısı, nefes darlğı ve öksürük şikayeti ile gelene test yaparsanız, pozitif çıkması normal. Ve asla test sonuçları gerçek değil. Test olayı, düşülen tuzağın birinci aşaması… Test sonucunda yapılan tedavi ise tuzağın ikinci aşaması… Testin pozitif çıkmasıyla, yüksek miktarda kortizon ve ağır antibiyotikler devreye giriyor. ‘Korona tedavisi’ diye uygulanan şema, başka rahatsızlığı olan insanların ölümüne neden oluyor. Korona değil, ‘korona tedavisi’ öldürüyor. Ölüm arttıkça ve hastanaler test tuzağına düştüğü için, hasta sayısı artıyor ve panik her geçen gün büyüyor. Eğer, dünyaya verilmiş olan panik havası ve test mecburiyeti olmasaydı, boğaz ağrısı ve öksürük şikayetleriyle gelmiş olan insanlara eskisi gibi ilaçlarını verip dinlenmelerini isteyecektik. Her şey seyrinde gidecekti ama bu artık mümkün değil. Doktorlar, önüne konan tedavi şemasına, uymaya mecbur ediliyor. Eskisi gibi insiyatif kullanmaları mümkün değil. Ayrıca hekimler üzerinde büyük bir baskı ve panik var. Olmayan bir salgından, insanlar ölüyor. Ülke liderleri, koltuklarını korumak için, bu “kumpasta”, bilerek veya bilmeyerek rol almışlardır. Dünyada oluşan panik havası, haklarda liderlere karşı “önlem almadı” baskısı doğurmakta. Liderler de oluşan baskıdan kurtulmak için, ‘küresel kumpasa’ boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Aslında panik ve korku dışında, hiç bir şey yok. Her şey normal seyrinde, ölümler virüsten değil. Korku ve panik, tedavi adı altında hekimlerin uygulamaya mecbur bırakıldıkları süreç, ölümlerin asıl nedeni…” Sizlerde Youtube’tan dinleyebilirsiniz, bu hekimin açıklamalarını. Şu gerçek ki dünya bir kumpasla karşı karşıya… Dünya olmayan bir virüse “aşı” diye başka bir tuzağa düşmemeli. Olmayan kimyasal ve nükleer silahla, dünya kandırılmadı mı, Irak ve Afganistan işgal edilmedi mi? ABD virüsle büyük darbe aldı sananlar, kendini kandırıyor. Dünyayı bir de virüsten sonra görün!..

  2. Erdoğan’ın dış politikada sarfettiği kaba ve hakaretamiz sözlerin iki nedeni olabilir :
    a) Cehalet , b) Bilinçli tercih

    R.T.Erdoğan her nekadar diplomasını gösteremiyorsa da en azından MYO mezunu olması yanında, hasbelkader İBB Başkanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yaptığı düşünülürse, dış politikadaki kaba-saba söz ve davranışlarını ‘sadece’ cehalet ile açıklamak mümkün görünmemektedir. Buna göre bunun bilinçli bir tercih olduğunu kabul etmek gerekir ve onu da üç ayrı kısımda değerlendirebiliriz.

    b.1- Dış politikayı iç politikada kullanmak : Bunu fazlasıyla yaptığı açıkça görülüyor. Fakat bunun sonucunda Türkiye giderek yalnızlaştığından bunu telafi edecek bir şeyler yapması gerekirdi. Sıkışınca AB ve ilgili ülkelere yakınlaşarak bunu yapmaya çalışıyor. Fakat samimiyetsiz ve tutarsız davranışları nedeniyle bu çark edişleri kabul görmüyor. Muhtemelen uluslararası ilişkiler böyle yürütülüyor sanıyor ve bu ulusal ölçekte değilse de küresel ölçekte cahil kalmasıyla açıklanabilir.

    b.2- İdeolojik tavır : R.T.Erdoğan Siyasal İslam’ın (İhvan) Türkiye’deki önde gelen temsilcilerinden birisidir. Dünya 5’ten büyüktür derken samimi olarak söylüyor ve Japonya, Almanya, Hindistan başta olmak üzere birçok ülkenin peşine takılacağını sanıyor. İsrail Cumhurbaşkanı’na 2009 Davos’ta “One minute-Siz sadece öldürmeyi bilirsiniz, Hamas’la da görüşmelisiniz” diyebiliyor. Fakat İhvancı ideolojik takıntısı nedeniyle Hamas’ın tüzüğünde “Amacımız İsrail’i yok etmek” yazdığını görmezden gelebiliyor. Mısır’da açıkça geleneksel şeriat devleti kurmak isteyen Mursi’yi destekliyordu. Açıkça ilan etmese de İslam dünyasının Halifesi olmak için uğraş veriyor ve bunun olabileceğine inanıyor(du).

    b.3- Türkiye’yi yalnızlaştırmak : Bu konuyu iki aşamalı ele almak gerekir. Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı iken R.T.Erdoğan ile birlikte “şerefli yalnızlık” politikasını savunabilmişlerdi, yani bu konuda sabıkaları var. İkinci aşama ise 15 Temmuz sonrası devlette Avrasyacıların hakim olmasıdır. Avrasyacıların nihai hedefi zaten Batı’dan kopup NATO’dan çıkmak ve sözde ‘tam bağımsız Türkiye’ yaratmaktı. Dolayısıyla 2016’dan sonra Avrasyacıların Batı karşıtlığı ve şerefli yalnızlıkçı İhvancıların Halifeliğini kabul etmeyen Araplarla dalaşması ile Türkiye herkesle düşman olmaya başladı. (Görülen o ki A.Davutoğlu hidayete ermiş, yalnızlık iyi değil demeye başlamış!)

  3. Hırsızın hiç mi kabahati yok denir ya.. Sahi hırsızın hiç mi kabahati yok ? Mısırdan dem vuruyorsunuz ya… Muhammed Mursi çok mu kötü yönetici olduğu için birileri darbe yaptı birileri de arkasında durdu darbecilerin. Doğru işte bizim ezeli söylemimiz. Mursi birilerinin emrinde hareket etmediği için ona darbe yaptılar. Türkiye ile birlikte batı ve İsrail çıkarlarına karşı olduğu için. Yerine bunu getirdiler herkeste bir Mısır sevgisi peydah oldu ertesi gün. Suudlar para yağdırdı birileri hep yaptıkları gibi para vermeyip sevgi sözcükleri sundular.. (bizdekiler gibi mısırda da varmış demek kompleksli insanlar ki batının bir aferini için bin maymunluk yapıyorlar) Namussuz suudiler zaten üstüne para veriyor batıya ki sırtlarına daha iyi binsinler.. Siz de her zaman olduğu gibi bunu da getirip hükümetin(elbette Tayyip Erdoğan’ın) beceriksizliğine bağladınız ya işi. -ülkesinde icad edilen bir cihazı denemek üzere ayağına takıp su üstünde yürüyen başbakan için gazeteciler ertesi gün “yüzme bilmeyen başbakan için özel suda yürüme cihazı yapıldı” demiş gazeteciler- o hesap.. ülkede bir olumsuzluk olursa onu yazıyorsunuz tayyip yergisi adına. Yok ele gelir bir sebep bulamadıysanız herhangi bir ülkede herhangi bir haber bile yetiyor tayyip yerginize. Yakında küresel ısınmayı da Tayyibe bağlayacağınızdan endişe ediyorum. Gerçi baya üretim artışımız var haksız da sayılmazsınız ısınma konusunda. Bu gün iyi parti kürsüsüne çıkarılan iş adamı iyi konuştu…

    • Yazdıklarınızdan şunu anladım. “Yönetimini beğenmediğimiz ülkeler ile ilişkileri keselim, gerekirse yalnız kalalım” diyorsunuz. Zaten Hükümet de öyle yapıyor ve siz bundan memnunsunuz anlaşılan. Ama biz memnun değiliz, bilesiniz. Tipini beğenmediği müşteriye mal satmayan tüccar iflas eder. Biz iflas etmek istemiyoruz!

      • Hayır öyle demiyorum. Tam olarak şunu diyorum. Hükümetin attığı her adımı yanlış bulmayın. Hangi gözlük yada kalıpla bakarsanız bakın evrensel kurallara göre bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösteriyor. Siz onu bile yakıştıramıyorsunuz. Hükümetin en doğru işinde bile yanlış bulup (arayıp demiyorum) onca yorum ve isnatlarda bulunuyorsunuz. Böylece güvenilirliğiniz zedeleniyor. Çok rahat objektif olmadığınız sonucuna varıyoruz. Chp sözcüsünün dediği gibi siz “hükümet dünyanın en doğru işini bile yapsa” siz tars taraftasınız. Böyle olunca da Tayyibe değil de Türkiyeye muhalif gibi görünüyorsunuz. Arada objektif ve adil olun. Yeminle Tayyip sizden çok daha adil. Daha bir diaspora üyesi çıkıp da Ermenistan liderliğini kötülemiş değil. Henüz bir Rus vatandaşı çıkıp Suriyedeki rus politikasını yerden yere vurmuş değil (ki zaten bu yönde kuracağı ilk cümle hayatının son cümlesi olabilirdi) Bir fransiz çıkıp Fransanın Türkiye politikasını eleştirmiş değil gür bir sesle en azından. Yahut bir Avusturya parlamento üyesi yada önde gelen gazetecisi bunu yapmış değil. (Yapmadığını şurdan biliyorum ufak bişey yapmış olsalardı bizim bazı medya göklere taşırdı). Ama ülkemizde durum farklı. Sağolası muhaliflerimiz diktatör diye yerden yere vurdukları adamı dünyada en fazla HAKARET EDİLEN, ELEŞTİRİLEN liderlerden biri haline getirdiler. Bu durumda bile diktatör diktatör çığırtılarına devam ediyorlar. Üstelik de ülke içinde bu yapılıyor. Siz muhalifler (ermeni diasporası kadar milliyetçi olun -tabi Türkiye milliyetçisi-) çıkıp da Türkiyenin en azından Azerbaycan politikasını destekleyin demiyorım hiç
        Bir şartta bunu demezssiniz. Ama en azından sessiz kalabilirsiniz. Buna isyan etmeyeyim de ne yapayım.

        • Yanılıyorsunuz. Her ülkede iktidarlar eleştiriliyor. Erdoğan’ın bu kadar çok eleştirilmesinin nedeni fazla ve önemli hatalar yapması ile ağzının fena halde bozuk olmasıdır.

  4. Bir olay karşısında kullanılan dil ve gösterilen tutum çoğu zaman büyük önem arzediyor. Öyle ki birçok durumda olayın kendisinin önüne geçebiliyor. Örneğin Obama ABD Başkanı iken El Kaide terör örgütü lideri Usame bin Ladin en sonunda ölü yakalanmıştı. Mezarının ziyaretgah ve türbe olmaması için Ladin’in cesedini uçaktan veya helikopterden okyanusa attılar. Bu hususu da bizzat ABD Başkanı Obama dünyaya duyurmuştu.

    Obama o konuşmasında asla Ladin hakkında hakaretamiz bir söz söylemedi, yarı resmi ve ölçülü konuştu, su testisi su yolunda kırılır demeye getiren saygılı bir üslupla konuştu. İslam dünyası dahil hiç kimse bu olaya tepki göstermemiş ve neredeyse ABD’ye hak verilmişti.

    Benzer bir olay günümüz Türkiye’sinde yaşansaydı ne olurdu, bunu bir hayal edin!

  5. Cumhurbaşkanlığı Stratejik İletişim Başkanlığınca, Preveze Deniz Zaferi’nin 482. yıl dönümü dolayısıyla Haliç’te sinematik ses sistemi eşliğinde üç boyutlu resim (hologram) gösterisi sunuldu. Gösterinin sunumunda “Tarihimize altın harflerle yazılan deniz zaferimiz, Türkiye’nin bugün de büyük bir deniz gücü olma geleneğini sürdürmesinin en büyük kaynağıdır. İşte bu yüzden ulusal güvenliğimizi korumak, bölgeye barış ve istikrar getirmek adına su yollarındaki haklarımız için her alanda mücadeleye devam edeceğiz. Ecdadımızın miras bıraktığı bu dik duruşu bugün de sürdürmekte kararlıyız.” ifadelerine de yer verildi. (Yenişafak internet sayfası)

    Bana kalırsa yapılan bunca masrafın parası ile (bir kısmı da dövizdir) gemilerimizden birindeki bir eksiklik giderilse daha iyi olurdu. Ancak böyle bir davranış devlet adamı siyasetçilere uygundur, yapılan gösteri ise popülist siyasetçilere.

  6. türkiyede 3 kişinin söyledikleri, yazdıklarına çok önem veririm.
    – bunlardan birisi levent gültekin.
    – gültekinin çoğu düşüncesine katılmam, yanlış bulurum. ancak, yazdıkları orjinal düşünceleri ve farklı, insanı düşünmeye sevkeden, taraftarın kulağına hoş gelen düşünceler içermediğini düşündüğüm için değer veririm. kendi açıklamalarından daha önce islamcı olduğunu biliyorum ki zaten bir grubun üyeliğini reddeden, birey olmayı başarabilmiş insanların bu ülkeye katkı yapabileceğine inanırım.
    – diğer kişi, abdüllatif şenerdir ki, sadece farklı düşüncesi değil, makam mevki ayaklarının altında iken elinin tersiyle itebilecek jadar dürüst ve “hain” denmesini göze alacak kadar da cesaret sahibi olduğunu düşünürüm.
    – yani “akp yolsuzluğa battı” cümlesini davutoğlu ya da babacan söylediğinde bende bir anlam kazanmaz ama sayın şenerin söylediğinde bir anlam kazanır.
    – bir diğer kişi ise, ertuğrul günaydır.
    – günay, alçakgönüllülüğü, insanları, solcu- sağcı diye ayırnanası, yanlışlara yine aynı kibarlığı ile yanlış diyebilmesi ile bende büyük saygı uyandırır. her bulduğumda da yazısını okurum ve bütün yazılarında akıllı, alçakgönüllü, saygılı tavrı ile birlikte, konu üzerinde iyi düşündüğüne, dersine iyi çalıştığına şahit olurum.
    (burdaki sıralamanın rastgele olduğunu dolayısıyla önce levent beyi yazmamın bir anlamı olmadığını belirtmeliyim)
    – kuşkusuz başka çok değerli olduğunu düşündüğüm insanlar da var.
    – sayın günay artıgerçekte erken seçim üzerine bir yazı yazmış. bence özellikle muhalefetin okuması gerektiğini düşünüyorum.
    – dikkate alınması gereken düşünceler ileri sürmüş.

    • Hamzabey a.latif abi bu salgına hiçbi hükümet 6ay dayanamaz demişti ama hiçbi hükümet bana mısın demedi; 6ay geçti, kendisinin başka bi öngörüsü yok mu ki?

  7. Ben iktidarın dostu kim, düşmanı kim, bunu da anlamıyorum. Karar Gazetesi’nin manşetten verdiği haberi herkes tüm gazetelerde okudu:


    Perinçek’ten bomba iddia: Öcalan televizyonlara çıkartılacak. Türk devleti kısa zaman sonra Abdullah Öcalan’ı televizyonlara çıkartacak ‘Silahları bırakın, biz yanlış yaptık’ detirtecek.”

    Ben, şu sözlerinin de en az yukarıdaki kadar manşetlik olduğunu düşünüyorum:

    “Şu an devletin, MİT’in elinde oyuncak durumunda. Onu kullanıyorlar.”

    Bence burada durmak lazım. Aynı televizyon programında Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na destek ve övgülerini sürdüren, Türkiye’ye Erdoğan liderliğinde “milli diktatörlük” önersini tekrarlayan Perinçek, görüldüğü ya da kendisinin öyle göstermek istediği gibi Erdoğan’ın destekçisi mi gerçekten?

    Ekonomi yerlerde ve Erdoğan Ayasofya dahil bütün kozlarını tüketti. Elinde gerçekten kullanabileceği bir koz kalmadı. Suriye’de operasyon, Oruç Reis, ve hatta Azerbaycan: Hem bunların getirisi yüzde 3 puanı geçmişyor, hem de gelen o yüzde 3’lük yükseliş dört günde, bilemediniz bir haftada eriyip gidiyor.

    Hem çok ciddi, hem de etkisi kalıcı bir oy artışını mümkün kılabilecek ne kaldı?

    Uçuyor olabilirim, ama, bence Doğu Perinçek bu manşetlik haberi, Erdoğan ve yanındaki ‘stratejist’lerin aklında olup deneyebilecekleri ihtimali boşa düşürmek için patlattı:

    Ne diyor Perinçek?

    Erdoğan A. Öcalan’ı televizyona çıkarıp ağlatacak. Ona Türk millerinden özür diletecek.

    Peki sadece bunu söylemekle mi yetiniyor?

    Hayır. Ekliyor:

    Öcalan “şu an devletin, MİT’in elinde oyuncak durumunda. Onu kullanıyorlar.”

    Bu bana tuhaf görünüyor.

    Zihnimin bu şekilde işlemesinin bir nedeni de, Bahçeli’nin C. İttifakı ve mevcut seçim sisteminin muhafazası konusunda kraldan çok kralcı olması. Erdoğan’dan daha cevval bir şekilde savunuyor Cumhur İttifakı’nı ve başkanlık sistemini. (Buna Ruşen Çakır da işaret etti, ama başka bir bağlamda.)

    Hatırlarsanız, yine R. Çakır’ın (yine benimkinden farklı bir bağlamda) işaret ettiği üzere, “Türkiye ittifakını da nereden çıkardın? Bizim Cumhur İttifakı neyine yetmiyor?” diye homur homur olmuş, Erdoğan’a ayar vermişti. Ama, sadece bu değil. Bundan birkaç ay önce, Erdoğan Başkanlık Sistemi’nin kusursuz olmadığını, üzerine konuşulup tartışılabileceğini söylemiş, Bahçeli hemen devreye girmiş ve yine ayar verip Erdoğan’ı susturmuştu.

    Bir saat kadar önce, iş ahlakına ve kişiliğine çok güvendiğim gerçek bir entelektüel olan KONDA’nın Bekir Ağırdır’ı, Erdoğan’ın an itibarıyla oyunun yüzde 25’e kadar gerilemiş olduğunu söyledi.

    SANKİ, Bahçeli ve D. Perinçek, Erdoğan’ın bütün kaçış yollarını tıkıyorlar.

    (1) Bu gidişle Cumhur İttifakı’nın milyonda bir şansı yok eğer bu yıl, bir iki ay içinde hemen erken seçime gitmezse. Zaten ittifakın toplam oy oranı % 40-45 bandında. Önümüzdeki cehenennemi 6 aylık kış döneminde halk hepten perişan olacak. Mart’tan çıkılrken C. İttifakı’nın oyu yüzde 35’i zor bulur.

    (2) Parlamenter sisteme dönüş Erdoğan için bir seçenek olabilir. Hala birinci parti konumunu elde bulundurken, onunla bununla koalisyon kurup görece paçayı kurtarmayı deneyebilir. Ama, “Yok” diyor Bahçeli: “Başkanlık Sistemi’ne dokundurmam. Üstelik 2023’deki adayımız yine sensin. Bu güçlendirilmiş parlamenter sistem, erken seçim lagalugalarına dönüp baktığını görürsem ağzına burnuna kırmızı biber sürerim.”

    (3) Devlet içinde birileri SANKİ ellerini çabuk tutma derdine düşmüşler gibi. Sadece bugün aralarında albay binbaşı rütbesinde olanlar da dahil 100’ü aşkın TSK’lıya operasyon çekildi. Önceki gün de 27 askere çekilmişti (bunların 11’i tutuklanmış bugün).

    (4) Laik medya yine cemaat haberleriyle çalkalanıyor. Cübbeli, sanki bir şeyleri sezip görmüş, Atatürk’e dil uzatmanın caiz değil küfür olduğunu söylemiş, kendi cemaatinden bile şarlamışlar buna. İki üç hafta önce de, “Selefi cemaatler silahlanıyor, izin verin devletime yardımcı olayım” diyordu mübalağalı ve ‘hayatın doğal akışına pek uygun olmayan’ bir cazgırlık içinde.

    Ben, belki 1453’üncü kez buraya tekrar yazarak bitiriyorum bu spekülatif metni:

    Erken seçim kesin.

    Bahçeli ve Perinçek Erdoğan’ı süpürüyor 2021’in ilk yarısı içinde.

  8. Bu günkü yazı dışarıya dönük görünsede aslında taa icimizin derinliklerine nüfuz eden bir yazı.
    Bir oyuncağa dışardan bakan ne güzel oynuyor der, pil biter ve içine yeni bir pil takmazsan oynamayan güzel olur o kadar.
    Onuncu pilden sonra şarzlısı denenenir, yine bir eksiklik var!
    Yeni yine yeniden! Yeni bir ufuk yeni bir bakış açısı yeni bir zihin yapısı.
    Ben mi onu arayıp bulmalıyım?
    Bulan varsa! Bu kendini bize nasıl duyuracak? Biz onu nasıl tanıyacağız?
    Göğsünde kırmızı karanfilmi olacak, ağzından çıkacak bir cümleyi duymak için insanlar can mı atacak?
    Yada herkes bir masa etrafında toplanıp en doğruyu mu bulacak?

  9. ali bey merhaba!
    – bahsettiğiniz araştırmayı okumuştum ana islam ülkelerinin durumunu görmek için zaten araştırmaya da gerek yok.
    – bir değer üretebiliyorsan bir meta da üretebilirsin. çekyat üretmek için çekyat üretebilecek değer yargılarıyın da olması lazım.
    – hem mitoloji de hem de dinler tarihinde bununla ilgili yığınla hikaye vardır ki bu hikayeler aslında yaşanmış olaylar üzerine oturur.
    – mesela kibre kapılan zengin bir toplumun basıl fakirleşip yok olduğuna ilişkin mitolojik bir hikaye dinlemiştim.

  10. Cihanda sulh konseyinin ülkemizdeki muhatapları birer birer gözaltına alınıp kodesi boyladıktan sonra yurtta sulh konseyi dışarıya servis veremiyor haliyle; o yüzden dost dost diye ağlaşmaya devam tabii, lakin okyanusötelerinde herkesin işi başından aşkın, salgındı seçimdi derken eski dostların da kendileri hayrı yok…

  11. “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” özdeyişi neyi kastediyor? Eğer bir millet olup aynı kaderi paylaşmak kastediliyorsa bu sosyolojik olarak malumun ilamından başka bir şey değil. O halde bu özdeyiş daha fazlasını kastediyor olmalı. Eğer tüm Türk dünyasını kastediyorsa, tarih Türklerin aralarında yaptığı savaşlarla dolu olduğundan anlamlı olmuyor. Yok eğer Türkiye’deki Türk kökenlileri kastediyorsa bunların yarısı illet-zillet denildiğine göre yine anlamlı olmuyor. O zaman geriye tek bir ihtimal kalıyor. “Ülkücü Türklerin ülkücü Türklerden başka dostu yoktur”. Fakat onlar da MHP ve IYI diye ikiye bölündü, hatta CHP’de bile ülkücü Türk denebilecekler az değildir. O halde bu da kastedilmiş olamıyor ve bu iddialı cümle bir özdeyiş değil boşdeyiş oluyor.

    Bu deyişi söyleyenler “İngilizin, Amerikalının başka dostları var fakat Türklerin yok, onu kastettik” diyorlarsa o zaman adama sen de geçimsizsin demek ki denir.

    Fakat bu tarz özdeyişler düşman yaratmak için oldukça kullanışlı olabiliyor. Bu sayede liderler heyecanlı ve kafası çalışmayan milliyetçi öncelikli kişileri itaatkar yapabiliyor. Bunun kulağa hoş gelen bir benzeri de “Kefere tek millet” boşdeyişidir. Kefere kim, bunlar nasıl tek millet olmuş, bunlar tarih boyunca kaç kere birbirleri ile savaşmış soruları hasır altı ediliyor. Bunun yerine hepsi birleşmiş, üzerimize geliyorlar. O halde ne yapmak lazım? Tek millet olmuş kefereye karşı dik duran Hükümetimizi desteklemek lazım.

  12. Tüm baskıcı yönetimlerin;
    En büyük ihtiyacı öcü, yani “düşman”.
    En önemli enstrümanı ise sopa, yani “korku”.

  13. “Yazımda adlarını andığım ülkelerin her biriyle ilişkilerimiz ‘soğuk’ olmak zorunda mı?” diye sormuş sayın koru haklı olarak; evet ama kendi vatandaşlarını sefarethaneleri içersinde elektrikli testereyle doğrayan bir ülkeye hacca gidip de ne yapacaksınız ki? Maazallah artık yabancıları kurbanlık koç gibi kıtır kıtır keserler!

  14. Bir kaç konuya da burada değinmek isterim ; dünyada hiç kimse ve hiç bir ülke bir başkasının ebedi dostu değildir ve olmamıştır .( Biraz boyumuzdan büyük bir laf oldu galiba , ama gerçek olan bu ! ) Rahmetli kayınvaldem ‘ Oğlum kapıyı kapattığın zaman içeride kalan dostundur! derdi , daha doğrusu ben o sözü ilk defa ve sık sık ondan duymuştum. Araplarla ilişkiler konusunda da Atatürk , ‘ (mealen ) Arapların işine karışmayın ama ilişkiyi de kesmeyin ‘ demiştir ; bu sözün bu gün bile ne kadar geçerli olduğu ortadadır ! Hocamız ,Arapların neden İsrail’le böyle sarmaş dolaş olduklarını anlamadığını beyan ediyor ama devamındaki paragrafta da kendisi zaten cevabını veriyor ; yani bu gün ABD , İsrailin ve onun lobisinin ; Araplar da ABD nin elinde oyuncak olmuş durumda değiller mi ! Herkese selam ve saygılar sunarım.

  15. Hamza Akyol bey çok güzel özetlemiş. Mutlu insanların dost ve arkadaşları vardır, kıskanç olmayanların, kendine güvenenlerin, yaptıklarından, ürettiklerinden gurur duyup keyif alanların, kendisine saygı duyulan, sevgi gösterilenlerin… Dünya beşten büyüktür diye celallenip kimsenin takmadığı (ne Suriye ne Libya ne de Azerbeycan konusunda uluslararası toplantılara bile çağrılmayan) adeta çirkin ördek yavrusu olmak için estetik yaptıran, kendi deyimleri ile ucube bir devlete dönüştük. Ucubeler ucubedir, dostu da olmaz, seveni de…

  16. Toplum bilimci Dr Hamza Salıları sadece yiyecek içecek vakıalarına bakıyor, sn. Gayret. Trafik vs. vakıalar için gün Perşembe.

  17. – bir ülkenin en büyük dostu iyi yöneticileridir.
    – bir ülkenin en büyük düşmanı da kötü yöneticileridir.
    – krallık da olsa bu böyledir, cumhuriyet de olsa bu böyledir.
    – bir ülkeye en büyük iyiliği de, en büyük kötülüğü de kendi yöneticileri yapabilir.

  18. sahte içkiden 34 kişi ölmüş. o da şu ana kadar.
    – bu resmen katliam ve bunun sorumlusu da akp-mhp iktidarı.
    – belki buranın müdavimlerinden “oh olsun” bile diyen olabilir. ölenler kimsenin umurunda değil.
    – islamcılardan zaten insanlık ve ahlak beklemiyorum.
    – ama bu ülkede nardan bile ölen oldu. ıspanaktan zehirlenildi, kamu kurumlarına satılan yemeklerden askerler öğrenciler zehirlendi, iş kazalarında ölenlerin sayısını bile bilmiyorum. sağlık bakanlığının önerdiği ilaçtan gözünü kaybedenler var.
    – erdoğanın çok sevdiği şehitler tepesini dolduran, ayağında lastik ayakkabı giyebilen yoksul insanlar da “şehit” diye teselli edilip ölecek yeni fakirlere yer açılıyor.
    – şehitlik çok güzelse akp ve mhpliler kendilerini niye şehitliğe layık bulmuyorlar bilemedim. kursaklarından helal lokma geçmediği için mi?

    – millet dış düşman arıyor.
    – bir seferde 301 madenci öldü.
    – kaç tane dış düşman bu ülke insanına bu zarar verebilir bilemiyorum.
    – akp-mhp iktidarı varken düşmana ihtiyaç mı var?

    • Trafik kazalarını atlamışsınız sanki hamzabey, yoksa onlar da sizin mi umrunuzda değil? Ya da bölünmüş yollar işe yaramış mı?

    • Merhaba Hamza Akyol kardeşim, ne yazık ki söylediklerinizin hepsi doğru ve gerçek , hatta çok çok daha fazlası var ! Ben geçenlerde yine temas etmiştim , tekrar olacak arkadaşlar mazur görsünler ; 2018 yılında yapılan bir araştırmada , dünyada islami endekse göre yaşayan ülkeler arasında ülkemiz maalesef ancak 95 nci sırada yerini bulabildi ! ‘ Peki ilk üç-beş- on içinde kimler var ‘ diye merak edenler olabilir , ben söylemeye utanıyorum ancak ilk 40 içinde hiç bir müslüman ülkenin olmadığını esefle belirtmek isterim ; gerisini sizler bulabilirsiniz .Netice itibarıyla çok fazla yadırganacak bir durum olduğunu zannetmiyorum ! Selam ve saygılarımla.

      • Alibey ne zamandan beri yaşam standartlarımızı islami kriterlere göre belirler olduk? Dini referanslarla yönetilen bir ülke arzusundaysanız biraz daha güneye inmelisiniz, herkeslerin sevdiği bi memleket bulunur oralarda ama Tc laik, çağdaş, demokratik, sosyal ve anayasal bir hukuk devletidir! İtirazı olan?

        • Merhaba H.Gayret kardeşim , bu konuyla ilgili olarak internet sitelerinde gayet ayrıntılı bilgiler mevcuttur ; ben burada uzun uzun
          onları tekrar etmek istemiyorum ,bahsettiğim kaynaktan okunmasının daha yararlı olacağını düşünüyorum . Ancak özet olarak şu kadarını söylemek isterim ki her ne kadar ‘islami endeks ‘ deniyorsa da sizin ima ettiğiniz gibi kastedilen asla ‘şeriat ‘ değildir , hatta namaz ve oruç gibi şahsi ibadetler bile söz konusu değildir .Genel olarak belirtmek gerekirse ; sizin de yukarıda değindiğiniz laiklik , demokrasi, sosyal ve anayasal haklar ,hukukun üstünlüğü ve bunlara benzer medeni ve insan hakları gibi çağdaş bir çok değerler kriter olarak alınıyor .Yani belki şöyle de denebilir ; medeniyetin ve insanlığın fazileti (erdemi ) ölçülmeye çalışılıyor , zaten amaç da ideal devleti ortaya koymaktır .İlginize teşekkürler ,selam ve saygılarımla .

Yoruma kapalı.