Bu bayram medyamız yine bildiğiniz medyamızdı

16
Reklam

Bayram günlerinde kendimi olumsuzluklara kapatabilmek için bizim medyayla ilişkimi asgarinin asgarisine indirdim.

Kendim okumadığım, izlemediğim gibi okuyup izleyenlerin bana iletmesine de engel oldum.

Asgarinin asgarisi dememin sebebi bu.

İlk kez bugün, bayramın dördüncü günü, gazetelere ve köşelere göz attım. Keşke atmaz olaydım. İktidar yanlısı kalemler de muhalif olanlar da, yazdıkları günün ‘bayram’ olduğunu hiçe sayan yazılarla okur karşısına çıkmış durumdaydılar.

Tevekkeli, bayramda kiminle karşılaşsam, söze ya “Çoktandır gazete okumuyorum” veya “Artık televizyonların haberlerini ve tartışma programlarını izlemiyorum” diye başladı.

Önceleri “Gazete almıyorum” denirdi, işittiğinizde muhatabınızın internet üzerinden haber ve yoruma ulaşmayı tercih ettiğini anlardınız.

Şimdi doğrudan “Gazete okumuyorum” deniliyor.

Ne kadar yazık.

Reklam

Ülkemizdeki yazılı ve görsel medyanın çok büyük bölümü hep aynı telden çalıyor. Bunun anlamı şu: Üslup ve kullanılan malzeme değişse bile, bir yazıyı okuduğunuzda diğer yazarları okumanız zaman kaybına dönüşüyor. 

Mesajlar aynı çünkü.

Durum ekranlarda da farklı değil. Programlara çağrılanların çoğu birbirlerini tasdik etmekle görevli hissini veren insanlar; azınlıktakileri de oraya çeşni olsun diye çağırdıkları o kadar belli ki… Onlar da hep çağrılmak için fazla ileri gitmemeleri gerektiğini bilecek kadar ‘akıllı’ insanlar…

“Körlerle sağırlar birbirini ağırlar” görüntüsü gizlenemiyor.

Medyaya hakim olan taraf, yatırımlarının yeteri kadar siyasi getirisi kalmadığını, etkilemeleri gereken siyasete yakın duran kitlelerin haber alma ve yorum ihtiyaçlarını başka kaynaklardan karşıladıklarını sonunda keşfetti.

İşte bu yüzden sosyal medyaya disiplin getirilmek isteniyor.

Yeni çıkan yasayla bu alanda başarılı olunabilecek mi, uygulama bütün yönleriyle başlamadan bunu bilmemiz zor.

Ben yine de teknolojinin bariyer yıkıcı gücünün engel tanımayacağını düşünüyorum.

Reklam

Değişik kanallarda uzun yıllar boyunca dörtlü siyasi yorum programı yaptım. İzleyicilerin bizlerden günün gelişen olaylarıyla ilgili kulis bilgileri aktarmamızı ve çok tartışılan konulara yorumlar getirmemizi beklediğini biliyorduk. Tek sesli olmasın istenen programlardı katıldıklarım; yine de mümkün olduğunca medeni bir tartışma üslubunu program boyunca bozmazdık.

Program tarihi bayrama denk geldiğinde ya o haftayı es geçerdik, ya da pek çok kez başvurduğumuz gibi, o haftanın programını tatlı anılar ile sesi güzel konuklara ayırırdık.

Bayram günü insanların huzurunu bozmayalım diye.

Gazeteler de bayrama özel güzelliklerle dolup taşardı. Gazeteci örgütlerinin çıkardığı, imece usulüyle hazırlanmış güne özel ‘bayram gazetesi’ konuk yazarlara “Yazılarınız fazla siyasi olmasın” tembihinin eserini üzerinde taşırdı. 

Zaten birkaç gün önceden teslim edeceğiniz yazıda nasıl siyaset yapacaktınız ki?

Bugünkü gazetelerde bayramlık tek bir yazıyla karşılaşmadım.

Varsa yoksa siyaset.

Kusura bakmayın ben bugün de iç siyasete dönük bir yazıyla karşınıza çıkamadım.

Onun için yarını ve daha sonraki günleri bekleyeceksiniz.

ΩΩΩΩ

Reklam

16 YORUMLAR

  1. AK Parti seçkinlerine bir haller olmaya başladı son zamanlarda. Bunlardan Fatih Tezcan ile yandaş gazeteci kardeşler Hadi Özışık ve S. Özışık arasında patlak veren “belediye vurgunu” kapışması, yine F. Tezcan ile Erdoğan’ın kuzeni gazeteci Cengiz Er arasındaki vuruşma (’Milletin karısına-kızına göz koyan bu manyağın deli olmadığına karar verdim. Bu meczubun kibri bir yerlerden besleniyor. Utanmadan da cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adını ağzına alıyor. Ve yazıklar olsun ki mahallede çıt çıkmıyor” demişti Cengiz Er), üzerinde durulmayı hak eden türden değiller. Bu tür egosu şişikler arasındaki dalaşmaların kıymet-i harbiyesi, “dava!” denilen uydurmacanın ardında yatan sefilliğin açığa çıkmasını sağlayan sıradan olaylar olmalarından ibaret.

    Amma ve lakin, M. Metiner ile S. Soylu, şimdi de A. Dilipak ile Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İ. Karagül arasındaki kapışma, önemli ve dikkate değer.

    Bence, Dilipak aklını başına devşirmez ise, hayli can sıkıcı ve beklemediği sıkıntılar yaşayabilir. O’nun yerinde olsam (veya ön planda duran cemaat ve tarikat liderlerinden biri olsam) şu sıralar ağzımı açmaz, ortalarda pek görünmezdim.

    Malumunuz, mıntıka temizliği dönemindeyiz!

    Mıntıka temizliğinin tutkulu temizlikçileri de çok heveslenmesinler. İş bittiğinde, kendilerine teşekkür edilecek, “Hadi bakalım, sıra sizde. Hizmetleriniz için teşekkür ederiz. Şimdi İzmir Marşı ile içinden çıktığınız keskin kılıç kınınıza geri dönün. Buhar olup ortadan kaybolun. Marş marş!” demeğe getirilecek.

    Velhasılı, Perinçekseverler, hala daha olanağı varken, paşalarını havuz medyasının ekranlarında doyasıya izlesinler, ellerini çabuk tutsunlar.

    M. İnce parti kurar mı?

    Bence, pekala kurar.

    Dahası, izlenimim o ki, son CHP kongresinde, salonun en arkalardında ve tuvaletlerin bitişiğine bir yere oturtularak, memnuniyetsizlik çızırdamalarını parti kurmaya vardırmaya kışkırtıldı.

    O da, “Hakiki Atatürkçü” partisini kurarak kendi kendisini tasfiye etmiş olur. Siyaset tarihi çöplüğünde, “Adam kazandı. . .” lafıyla anılan bir tabela partisinin başkanı olur.

    Türkiye, hayli yakında, cemaatsiz, İnce’siz, Perinçek’siz, Erdoğan’sız bir yola girecek gibi.

    Gandi Kemal de, o yola girildiğinde, halinden hoşnut, CHP otobüsünden kendi arzusuyla inip yerini “ülkenin muhafazakar değerleri ile barışık” genç bir isme bırakır.

    Ya sonrası?

    Sonrasının ne olacağının işaretlerini almak için, gözümüzü yeni siyasal aktörlerden birisiyle CHP’nin (çoktan başlamış olan) aklını başına devşirme sürecine dikmemiz gerekiyor gibi.

    Sadece Erdoğan’ın değil, İnce’lerin, Avrasyacıların da sonu hüsran.

    Diyeceğim o ki, seküler modernleşmeciler hiç korkmasınlar, ülkeye hilafet, şeriat gelmez (tıpkı İnce’nin başa gelemeyeceği gibi).

    Perinçekçi gayretsever dostlar da perdenin kendileri için de kapanacağını görsün ve bilsinler.

    Makul’de ve aklıselim’de buluşulacak, ipe sapa gelmez Hacivat-Karagöz dalaşlarından uzaklaşıp mümkün olanın en iyisini yapabilmek için hep birlikte çabalayıp dertlere deva bulmaya çalışacağız.

    Bu da iyi bir şey.

    • Bu sosyal medya alerjisini SnBernar ı okuyunca teşhis ettim. Tedavi yöntemi malum!
      Umarım coronafirus tedavisine de en hakiki ilacı bulurlar!

  2. İnsanlar sosyal-siyasi bir konuda nasıl kişisel kanaat oluşturur? Manevi olarak kişinin içinde bulunduğu sosyal-kültürel iklim ve maddi olarak menfaat ilişkileri çok iyi bilinen nedenlerdir. Fakat pekçok insan asgari bir dürüstlüğe sahiptir ve bir konuda kanaat oluştururken somut (müşahhas) gerekçelere de ihtiyaç duyar.

    İşte bu aşamada kişinin dürüst bir akılcılık ile doğruyu bulmasını engellemek gerekir!

    Her ne olursa olsun iktidar olmak ve iktidarın nimetlerinden faydalanmak isteyen hakim güçler böyle düşünür. Nadiren şahsi menfaati olmadığı halde salt ideolojik gerekçelerle böyle davranan hakim güçler de olabilir. Fakat kimse kendi kişisel menfaatleri için çaba gösterdiğini ifşa etmeyeceği için pratikte daima dini veya milli ideolojik gerekçeler öne sürülür.

    “Bir şeyi kırk kere söyleyince olurmuş” diye bir atasözü vardır. Tabi ki lafla bir iş oldurulamaz ama olmuş gibi bir algı yaratılabilir. Bu atasözü de sosyolojik ve psikolojik olarak çok etkili bu yönteme işaret ediyor. Erdoğan bu gerçeği en iyi bilen ve uygulayan siyasi liderdir. Erdoğan ve seçilmiş sözcüleri aynı konuyu defalarca tekrarlıyor, havuz medyası sürekli yazıyor ve TV tartışmaları ile kırk kere tekrarlanarak gerçeği arayan seçmene “işte gerçek budur” diye aklına ve ruhuna sokuluyor. Muhalefet ise saf ve bu sosyolojik-psikolojik gerçeğin henüz farkında değil.

    Bu vesile ile önemli bir gerçeği tekrar hatırlatayım. (Kırk kere hatırlatmaya daha çok var)

    “Suriye sorununu başımıza bela eden Erdoğan’dır”.
    “Suriye sorununu başımıza bela eden Erdoğan’dır”.
    “Suriye sorununu başımıza bela eden Erdoğan’dır”.
    . . .

    • Ben de bir katkıda bulunayım.

      Başımıza bela olan Suriye sorununun müsebbibi Erdoğandır.
      Erdoğan’ın yanlış Suriye politikası YPG/PYD’yi hortlatmıştır.

  3. Demokrasilerde 4 ncü kuvvet olan basın yayın , maalesef bizde artık sonuncu kuvvet oldu ; iktidar desteği olmasa zaten batıp gidecekler ! Bu arada şunu da belirtmek isterim ki muhalif basın da beş para etmez ; ikisi de köpürtüp köpürtüp bizi kandırmaya çalışıyorlar ! Yani şerefli, namuslu bir bası ne yazık ki kalmadı ! Her millet layık olduğu idareyi bulur derler , bu konuda da galiba aynı durumu yaşıyoruz.Selam ve saygılar tekrar herkesin bayramı mübarek olsun .

  4. https://tr.euronews.com/2020/07/28/turkiye-dogu-akdeniz-deki-dogal-gaz-arama-faaliyetlerini-ask-ya-aldi

    amiral cihat yaycı neden görevden alındı? sorusunu tartışmıştı Türkiye. Üstad Fehmi Koru da burada “neden acaba?” sorusuyla merakımıza neden olmuştu. sizler merakınızı giderebildiniz mi bilemem ama ben yukarıdaki linkte yer alan haberle merakımı gidermiş bulunuyorum. haberle doğrudan ve dolaylı ilgisi olan konu başlıklarına ait haberlere de göz atınca Cumhurbaşkanının gene Üstad Koru’nun başka bir sorusuna verdiği “kuklaları aradan çıkardık, artık doğrudan kuklacılarla muhatabız” cevabını da anlayabiliyorsunuz.

    bu bayram öncesi konusunun şimdi aklıma gelmesinin nedeni Bernar hocanın dün Perinçekle ilgili yazdıkları.

    politikacılar uzun vadeli planlar yaparlar, zaman içinde bir kısmını gerçekleştirirler. gerçekleşen plan konuşulur tartışılır. biz de bu tartışmaları takip ederek bir kanaate varırız. biz de kanaatlerimizi konuşuruz, konuştuklarımız planlayıcının kulağına gittiğinde onda alaycı bir gülümsemeye neden olur. ohooo o! bunlar hala orda mı yaa gibi. çünkü politikacı o konuyu çoktan geçmiş başka yeni planlarla meşguldür.

    perinçek görevini yapıp sessizliğe bürünmüş görünüyor. uyuyor mudur? orasını bilemem ama yiyorsa bir daha çıksın türkiye’yi biz yönetiyoruz gibi laflar etsin hadi. aydınlıktan giden gidene. en son üç yazar kalmış, onlar da eften püften yazıyorlar.

    Türkiye’de artık bir bilge var.

    • Baran, bey! Aşağıya link’ini verdiğm yazar Perinçekin şimdiye kadar yaptıklarını, bir çok yazısında yaziyor.
      Zaten siyasetçilerin arasında yapacam dediğini yapan tek politikacı.
      Yalnız A Nesin, biraz daha değişik düşünüyor.Bizde bir söz var , “SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ” diye.
      Perinçek hiç bir zaman uyumaz! Gene bir pilani vardır…!!!!

      • ben bu konuları, “derin devletin, Ergenekon’un 1 numarası kim?” başlıklı tartışmalarda hayali simülasyonlarla defalarca test ettim ve konuyu geçtim Nurdan abla. gözü kulağı açık herkes kimin ne yaptığını çok iyi biliyor. o tür derin yapılar ortadan kaybolmazlar konjöktürün kendilerine dönmesini beklerler. artık gerisini ulu bilge reyiz düşünsün.

        istihbarat kurumlarının başlarına özellikle Türkiyeyi ve türkçeyi iyi bilen kimseleri getiren ülkelerin ne yapmak istediklerini bizden iyi biliyorlardır herhalde. kendi milletini devletine küstürmeye devam etmemelerini, devlet ile milletin barışını sağlayacak adamlar atmalarını bekliyoruz.

  5. Sayın Bernar!
    Öncelikle sayın Koru’dan sonra siz de hoşgeldiniz.
    İBAN olayının aslı şuymuş.
    Riyaset makamı gerçek destekçi sayısını tespit için bu yola başvurmuş.
    Yani İBANa para yatıran kadar “çekirdek seçmen” varmış.
    Diğerleri “gri” listede imiş.

    • bizbizeyeteriz.gov.tr adresinden alınan bilgiye göre 6.616.431 adet SMS ile 10 TL bağışı olmuş. Demek ki çekirdek seçmenleri en fazla bu kadar kalmış. Bence çok bile!

  6. “Ben yine de teknolojinin bariyer yıkıcı gücünün engel tanımayacağını düşünüyorum.”
    Ben olsam bu yıkıcı güce pek bel bağlamazdım; bize milli iradeyi yok sayan dijital efendiler değil bu fırtınalı günlerde memleketin ufkunu açacak, eski türkiyeden kalma tabuları yerleyeksan edebilecek buzkıran gemileri lazımdır.

    • Eski Türkiye’den kalan tabular arasında “Yeter ki başımızda Halifemiz olsun, Sevr anlaşması mevcutlar içinde ehven-i şerdir” diyen tabu da var mıdır Sayın H.Gayret?

  7. El alem konuşur, Reis yapar! “Ben sokacağım bu ülkeyi listenin en tepesindeki bir yere!” dedi mi? Dedi! Yaptı mı? Yaptı. Üstelik de vaad ettiği sıralamaya da takla attırıp yaptı yapacağını. Türkiye adını ülkeler sıralaması listesinin en tepesine at nalı çivisi gibi çaktı:

    “Buğdayın anavatanı Türkiye ithalatta dünya birincisi oldu.” (Karar Gazetesi)

    Şimdi, “Türkiye buğdayın anavatanı, Anadolu Türkiye’nin tahıl ambarıdır. Tarımda kendi kendine yeten ender ülkelerden biri olan ülkemizde buğdayın en çok yetiştirildiği bölgelelerimz. . .” türünden ifadeleriyle hatırladığımız ortaokul kitaplarımızın sayfalarını rulo yapıp gayretli bir yorumcumuzun email adresine gönderebiliriz.

    Hala üç kuruş birikmiş parası olan, ya da henüz kredi çekilmemiş bir banka bulabilen arkadaşlarımız bir güzellik yapıp o kağıt ruloların ararsına üç beş gram kına serpiştirirlerse pek bir makbule geçer.

    Bayram nihayete ermeden, bu İBAN’sız bilmem nesiz kampanyaya katılalım. Gayertli arkadaşımızı sevindirelim derim.

  8. Türkiye de medya:Değiştirilemeyen ve değişmeyen tek şey.Yaşımın yettiği ve aklımın erdiği zamanlardan beri garip bir medya bizim ülkemizdeki.Anlaşılır gibi değil.Tartışma programlarına baktıgım zaman konuşan adamlar sanki birbirinin tamamlayıcısı.Bi 20 yıl irtica tartıştık.Geldi geliyor,bulduk buluyoz lakin bulamadık.Son 5-6 yıldır da fetö yapılanması fetöcü tartışması onunla birlikte yaşayıp gidiyoruz.Hiçbir zaman çözüm amaçlı bir tartışma olmadı.Ucu açık tartışmalar,birbirini suçlayan kelimeler…Eskiden gazete okurdum şimdi okumaz oldum.Yalnız tv de açık oturum yapan kişilere bakıyorum bundan 20 yıl öncekiler gibi aynı;birbirini suçlamadan baska bişe yok.Hepsi seçmece bunların…HERKESE İYİ BAYRAMLAR

  9. Kemalizm, Leninizm, Stalinizm, Maoizm gibi başa bela söylencelerin kalpaklı parkalı kurşun askerleri, son haftalardaki Ayasofya, İstanbul Sözleşmesi, hilafet konuları etrafında dönen tartışmalardan cesaretle, o tiksinti verici kibirle, ortaya çıkıp, “Ben vakti zamanında söylememiş miydim?” demeğe getirip, kendilerince, aklını bu tür faşizan söylencelerle bozmamış özgürlükçü solculara çakıyorlar.

    Bunlardan şair ve Birgün Gazetesi yazarı olduğu söylenen bir şaşkın (Haydar Ergülen), el artırmış. Bir “Özür Haftası” ilan edilmeliymiş, ve “Akil insanlar, açılım toplantılarına katılanlar, bildirilere imza atanlar, ülkeyi AB’ye taşıyarak demokratikleştirecekler düşüncesiyle bu iktidarı destekleyenlerin, yazı yazanların, yani bu sürece bilerek ya da bilmeyerek katkı sağlayan herkesin özür dilemesi gerekiyor”muş.

    Hazırlanacak bir özür bildirisine imza vererek nedamet getireceklerin listesini de vermiş bu huni kalpaklı fıkracı: “İkinci Cumhuriyetçi, Yetmez ama evetçi, liberal, özgürlükçü soldan insananlar.”

    Bu çevrelerden pek çok insanın özür dilemek istediğini düşünüyor ve buna inanıyormuş.

    Fehmi Bey, önceki yazsısında yerden göğe haklı: Tuhaf zamanlardan geçiyoruz!”

    Bereket, ortalıkta H. Ergülen gibi şaklabanlar var da, hakkı verilerek anlatılmış iyi bir fıkra dinlemişiz gibi, gülümseyebiliyoruz.

    Gülümsetmekle kalmayıp güldürmek de istiyorlarsa, devrimci berelerini, M. Kemal kalpaklarını kuşanıp Anıtkabir’e doluşabilir, “Yattığın yerden kalk Paşam! Cumhuriyet elden gidiyor, hilafet geliyor!” hezeyanlarıyla bağrışabilir, “Ey ordumuzun sol-Kemalist kanadındaki ulusalcı ve zinde subaylar: Ne duruyorsunuz? Bugün de değilse ne zaman?” diye sitemkarca sorup yoldaşlarını darbeye davet edebilirler. 🙂

Yoruma kapalı.