Bakana manşetten “Yalancı, yalancı, yalancı” dersen sonucuna katlanırsın.. Bakan da katlanır…

48
Reklam

Herhangi bir gazetenin 200 yıllık tarihinde övüneceği kaç manşet olabilir? 

Bizde 100 yıllık bir geçmişe bile sahip gazete bulunmuyor, ben de zaten bu soruyu bir başka ülke gazetesi için soruyorum.

İngiliz ‘The Guardian’ gazetesi için bu sorunun cevabı kısa: Yığınla…

Son birkaç yılda bile -bir bölümü benim yazılarıma da konu olan- ısrarlı davaların takipçisidir Guardian. Wikileaks belgeleri ilk onda yayımlandı. Dünya ünlülerinin paralarını meraklı gözlerden ve devletlerin gözetiminden saklamak için kullandıkları uzak ülkenin adıyla anılan (‘Panama Papers’) skandalını patlatan gazete oydu. ABD’nin binbir tedbirle kem gözlerden sakladığı gizli belgelerini ortalığa saçmaya niyetlendiğinde CIA’de çalışmış Edward Snowden’e sayfalarını ilk açan da…

Binaları polis tarafından basıldı, bilgisayarlarına el kondu…

Haklarında milyonlarca Pound talebiyle davalar açıldı.

Çalışanları 200 yıl içerisinde bir çok kez uçurumun kenarından teğet geçtiler, kapanmaktan kıl payı kurtuldular.

Kaybetselerdi gazetenin kapısına kilit vurmak zorunda kalacakları, meslek hayatlarını sona erdirecek davalardan biri, döneminin en fiyakalı bakanlarından Jonathan Aitken’in açtığıydı. Partisini (Muhafazakar Parti), hükümetinde yer aldığı başbakanı (John Major), mezun olduğu itibarlı okuldan (Eton) o zamanlar önemli görevlerde bulunan arkadaşlarını ve bu arada istihbarat örgütü MI6’yı, parti irtibatlı yandaş gazeteler ile özellikle etkili Spectator dergisini Guardian’la mücadelesinde arkasına almıştı Aitken

Reklam

MI6’nın sağladığı yalancı tanığa ek olarak eşi ve kızını da mahkemeye tanık olarak çıkarmıştı.

Bu olay İngiltere’de 1995 yılında cereyan etti. 

Manşetten Aitken hakkında yapılan haberlerin tam merkezinde yer alan bir gazeteci, yargılamanın devam ettiği sırada, bir gece yarısı uyandırdığı eşine, “Bizim bu davayı kaybedeceğimizi ve benim de işsiz kalacağımı bilmende yarar var” dediğini yıllar sonra anlatıyor.

Aitken, kameralar karşısında, “Hakkımda bu çirkin iddiayı uyduran pislik gazeteyle gerçeğin kılıcını kullanarak hesaplaşacağım” salvosunu Guardian’a yöneltiyordu o günlerde…

Yargıcın mahkemedeki tavrı da davanın bakandan yana sonuçlanacağı hissini vermekteydi.

Hükümetteki görevi gereği İngiltere’de üretilen silahların satışından sorumluydu Jonathan Aitken. Gizlice Paris’e gitmiş, dünyanın en pahalı oteli bilinen Ritz’de Suudlu bir prens ve prensin yardakçısı bir Lübnanlıyla görüşmüştü. 

Gizli silah satışı… Komisyon adıyla yüklü miktarda rüşvet…

İlgi çeken haberin merkezinde, Ritz’de konaklama ve otelin faturasını kimin ödediği ayrıntısı bulunuyordu.

Reklam

Önce parayı kendisinin ödediğini söyleyen Aitken, mahkemeye “Eşim ödedi” dedi ve Paris’te kendisiyle birlikte olduklarını bildirdiği eşi ile kızını tanık gösterdi. 

“Davayı kaybediyoruz, işsiz kalacağız” noktasına öyle gelindi.

Guardian İngiltere’de çok yüksek olan mahkeme masraflarını göze aldı ve geri adım atmadı, bu arada haberlerini de sürdürdü.

[Guardian bir yıl önce de, Londra’nın en büyük alış-veriş mağazası Harrods’un sahibi olduğu halde kendisine İngiliz pasaportu verilmeyen Mısır asıllı iş insanı Mohammed Al-Fayed’ten konuyu parlamentoda dile getirmeleri karşılığı iki milletvekilinin para aldığını yazmıştı. Guardian’a “Yalancı ve sahtekar” başlığıyla haber oldu o iki milletvekili. Milletvekillerinden biri haberden dolayı gazete aleyhine 10 milyon Poundluk dava açtı. Gazete davayı kazandı. Hükümet siyasilerin para karşılığı iş görmesini kısıtlayan yeni kurallar benimsedi.]  

Suudlu prensle Paris’te gizli görüşme haberi sonrası yargılama süreci şöyle gelişti.

Olayı izleyen muhabirlerden biri, daha sonra kapanmış İsviçre’deki bir otelin bodrumunda iz sürerken bir faturaya ulaştı.

Aitken’in Paris’te Ritz Otel’de birlikte kaldıklarını, parayı da onun ödediğini iddia ettiği eşinin, aynı günlerde Cenevre’deki o otelde kaldığını gösteren faturaya…

İşte Guardian o gün “Yalancı, yalancı, yalancı” manşetiyle çıktı.

Sonuçta, artık ‘eski bakan’ haline dönüşmüş olan Jonathan Aitken yalan ifade verip mahkemeyi aldatmaya çalışmaktan 18 ay hüküm giyip hapse girdi.    

Davanın kendileri açısından sonucunu Guardian dün verdiği ‘200 Yıl’ ekinde şöyle özetlemekte:

“Zaferle sonuçlanan o dava Guardian’ı araştırmacı gazeteciliği korkusuzca yapan bir gazete olarak bir kez daha zihinlere kazıdı. Ciddi ithamlara maruz kalan güçlü kişilerin ilk yaptıkları, yalan haber konusunda uzmanlaşmış hukuk bürolarına başvurmak olur. Eğer gazete veya TV kanalı eğilip bükülür tarzda, hemen pes edecek türden ise üzerine giderler. Aitken olayından sonra Guardian pes etmek yerine sonuna kadar direnen gazete ününe kavuştu.”  

O ün sayesinde hakkında daha az dava açıldı.

Geçmiş ve bugün

Gazetenin 200. yıldönümü için hazırlanan 64 sayfalık kapsamlı eke göz gezdirirken dikkatimi en çok çeken konu, gelmiş geçmiş bütün yönetici, yazar ve muhabirlerinin -çoktan ayrılmış, pek çoğu başka yayınlarda mesleklerini sürdürüyor olsalar bile- saygı ve sevgiyle anılmaları, hepsine sahip çıkılması oldu.

Başka ülkelerin geleneklerinden farklı olarak, İngiliz gazetelerinde yeni gelenler gidenleri kötülemeyi iş edinmiyorlar demek.

The Guardian 1821’de çıkmaya başlamış, bugünlere kadar gelmiş… Ülkesinin ilk gazetesi de değil. İngiltere’de ilk basılı yayın sonradan The London Gazette adını alan The Oxford Gazette 1665 yılında basın hayatına başlamış.

Türkiye’de ilk yayınlanan gazete olarak bilinen Takvim-i Vekayi 1836 tarihinde çıkmaya başladığına göre Guardian ondan daha kıdemli demektir.

Halen çıkan gazetelerimiz arasında bir tek Cumhuriyet, üç yıl sonra, 2024’te, 100 yıllık olacak.

ΩΩΩΩ

Reklam

48 YORUMLAR

  1. Peker’in açıklamalarına bakınca bu kadar ekonomik yıkım nasıl idare ediliyor biraz anlaşılıyor. Bu uyuşturucu ticaretinde Türkiye önemli bir kavşaktı her zaman. Anlaşılan akp döneminde ciddi bir mesafe alınmış. Pudra şekerci akpli çıkana kadar da ruhumuz duymadı. Şimdi marinalar, tonlarla yurda sokulan eroin, vs. tam bir laçka sistem ortaya faş edilmiş durumda. Bunun filmi de yapılması lazım mutlaka. Patlamış mısır kola ile seyredeceğiz. Peker yazmaya devam ediyor. Bakalım daha neler duyacağız.

  2. Didem hanım “bugün kim gelse ülkeyi daha iyi yönetir…” derken buna VP de dahil mi?
    Bir de “chp bir sosyal demokrat partidir, ideolojiktir. bir kitle partisi değildir, 80 milyonu kucaklaması beklenmez dolayısıyla akp gibi bir dönem tek başına iktidara gelmesi zordur.”
    buyurmuşsunuz; elhak öyledir ama bütün bunları sizce chp de biliyor mudur?
    Bence bu ifadelerin sahibi kimseye “üslup” filan öğretmese iyi olur ama neyse…
    Çünkü fatihin anlatım tarzı sizin ayılıp bayıldığınız uğurla kıyas bile kabul etmez ama illaki “mahalle kahvesi müdavimi gibi.” birilerini arıyorsanız:
    hamza akyol, ender, hasan günay, uğur ve kendi yozdil özentisi çiğ üslubunuza bakın!
    Fatih bey de kusura kalmasın, kendisi zaten size uygun bir cevap verecektir ama ben de fırsattan istifade birkaç küçük hesabımı görmüş oliim diye dokundurmadan edemedim:)

  3. Reyting rekorunu Sedat Peker kırdı. 24 saatte 1.7 milyon izleme. Diğer bütün kanallar kepenki kapatsın bence. Gazeteciyim diye geçinenler de kartlarını gelip ona teslim etsinler. Ülkenin akp iktidarındaki bütün pisliklerini tek tek ilan ediyor. Cinayetler, örtbas edilen suçlar, tonlarca kokain ithalatları, dövülen milletvekilleri, derin devletçiler, milyar dolarlık marinalara nasıl çöktükleri, ve diğer bütün pislikleri. İzleyin ve ibret alın. Ak pak nasıl oluyor bu işler.

  4. Babacan tek adam iktidarını paspas gibi dövüyor yine Halk TV’de. İzleyin ey millet.

    Eskiden liderler karşılıklı tartışırlardı. Ne günlerdi. Şimdi iktidarın tartışacak değil muhalefetin karşısına çıkıp merhaba diyecek cesareti bile yok. Bucak bucak kaçıyor. Saraydan eyyy diye bağırmak kolay, çıksana karşısına babayiğitin. Görelim boyunu posunu.

  5. Besleme ya da satılmış basın sadece bizde değil her yerde halkın düşmanıdır, sahibinin sesidir, parayı verenin düdüğüdür…
    Mütareke basını, patronun kredi ve ihale işlerini takipten arta kalan zamanlarında sürekli milli ve manevi değerlerimize saldırmış ve memleketimiz aleyhine tetikçilik yapmıştır…
    Dünyanın ilk gazete örnekleri göktürk anıtlarımızdır, taşbaskıların ilk dizgicisi ya da redaktörü yulluğ tigindir(bilge kağanın amcaoğlusu) türklerin çıkardığı en güzel gazete büyük entellektüelimiz gaspıralı ismail beyin tercümanıdır(türkçe/rusça)
    Atsızın ve n.fazılın yayıncılık faaliyetleri de çok değerlidir.
    Gayrısına çöp gözüyle bakmakta bir mahzur yoktur sanırım.

  6. NIhayet! Fehmi beyin’in sitesinide havuza benzetmeye başladılar…!!!! Trollar hemen sevinmeyin!
    Fehmi bey, değil çaresizlikten çırpınan gittikçe batan Ülkenin ve dünya’nın üzer’ine çöken 20 yıllık ozon gazı temizlenmeye başladığı içın iyce ejdarhalaştınız; bunlar sizlerin son çırpınışlar’ınız.

    İnternet sayesinde gerçek gazeticileri dünya tanıdı!
    Gazeteci dediğin emirle değil, mesleği gereği vijdan ve bilgisi ile çalışır.
    İnternet Gazetecileri yüceltti, çünkü yaptıkları sorumlu haberler ile anında dünyayı bilgilendiriyorlar.
    Bizde Gazetecilerden korktukları için hapise atiyorlar,sitelerini çõkertiyorlar, tehdit ediyorlar, mallarına mulklerini ellerinden aliyorlar. Bütün bunları mallarına el koydukları gazetecilerin ve sıradan vatandaşların vergileri ile değil gazeteci olmak insan bile olmayanları gazeteci kisvesi adi altinda devletden ve milleten çaldıklari ile besliyorlar. Onlar ne yapiyor. Sosyal medyada taptiklarına kaşın üzerinde gõzün var diyenleri’in listelerini çıkarıp diğer emirerleri vasıtası ile tazminat adı altında haraca bağadıkları sıradan vatandaşın canına okuyorlar.TC Havuzun suyunu kestiği an gazeteci müsvetteleri kendileri gibi müsvette gazeteleri ile birlikte tarihın çöplüğünde tıpkı õncekiler gibi yerlerini alırlar.

    200 senelik gazeteler’i dim dik ayakta tutan kandırmadįkları okurlar olan halklardır..
    O gazeteler’e abone olmadan kimse okuyamiyor. Onların Miliyonlarca aboneleri var, ve eskisinden daha fazla para kazaniyorlar.

    Ben şahsen, havuz yalvarsa dahi değil olumak komputürde ismini görsem hemen engelliyorum.
    Bence internet ortamında gerçek gazeteciler altın çağını yaşiyorlar.

  7. Kemal abim Türkiye’nin işsizlik sorunu çözdü..
    Hani rakı sofrası kuranlar içmeye süt bulamıyorlar ya.Millet aç, aç. O bakımdan yani.
    Kemal abim kendisi bir öneri getiriyor:
    “Muhtarlıklara özel kalem müdürü atansın!”
    Bu hem işsizliği azaltacakmış hem de muhtarlıklardaki iş yükünü.
    Koskoca muhtar bu, var mı öyle yanına destursuz girmek?
    Her muhtarlığa bir fen işleri müdürü, bir temizlik işleri müdürü, bir spor işleri müdürü, hatta bir de parklar ve bahçeler müdürü atanabilir.

    Örneğin spor işleri müdürü, mahalle arasında top oynayan çocuklara “kesiyym mi haa, kesiyym mi” şeklinde müdahale edip aldığı maaşı hak edebilir.

    Temizlik müdürü de “Hasene Hanım, kapının önünü süpür” şeklinde uyarılar getirir.

    Eh, parklar ve bahçeler müdürü de evlerin balkonlarında su verilmemiş sardunyalara bakar.

  8. Matrakçı arkadaşa katkım olsun.
    Günün fıkrası
    “İktidar yürüyüşünü başlatmış durumdayız.”
    Oğuz Kaan Salıcı, binlerce CHP genel başkan yardımcısından biri.

  9. İktidar, İsraili terörist devlet ilan etmiş. Yalan değil. İnsanları evlerinden atmak için alınmış anayasa mahkemesi kararı hukuk adına, insanlık adına bir facia. İsrail demokrasisi adına da büyük kayıp. Ancak bu konuda en son sözü söyleyecek olan Türkiye herhalde. Unutmayın 100 yıl önce 1.5 milyon Ermeni’yi 2.5 milyon Rum’u öyle anayasa mahkemesi kararı falan olmadan iki kişinin emriyle bin yıllardır yaşadıkları topraklardan attılar, mallarına el koydular, önemli bir kısmını da ölüme mahkum ettiler (buna soykırım diyor dünya). İttihatçıların ve bugünkü savunucularının gerekçelerine bakın aynısının tıpkısı İsraildeki kararla. Güvenlik sebebiyle. İnsanlık adına utanılması gereken kararlar, ama nerede insanlık, nerede pişmanlık, nerede utanç.

  10. Bu site iyi güzel de yorumlar çok yavaş çıkıyor. Etkin değil. Tartışmaları başka bir platforma taşısak nasıl olur. Anında cevap yazıp görebileceğimiz bir yer. FehmiKoruTartışmaGrubu gibi. Önerebileceğiniz bir platform var mı ey okurlar?

    • Ender bey iştahınıza saygı duyuyorum ama allahını seversen burdaki tartışmalarımız burda kalsın, daha da oraya buraya taşıyıp alevlendirip körüklemesek iyi olur; hatta mümkünse pek tartışmadan, belli centikmenlik kuralları çerçevesinde bikaç yuvarlak laf edip sıvışsak daha iyi olmaz mı? Ne biliim bizim ali namlı ya da bahri bey gibi, ya da yahya özal filan…
      Yani mevzuları fazla da dallandırıp budaklandırmadan, sade suya tirit bikaç laf edip kenara çekilsek bence hepimiz için daha iyi olur yani.
      Burda yaşanan kanlı bıçaklı tartışmalar yetmiyormuş gibi bir olayı daha ferah feza mecralara taşımak hepimiz için daha fazla yorgunluk demektir.
      Şöyle ki;
      hadi sizinkiler bikaç kelimelik tekerlemeler halinde drajeler veya nurdan ablanınkiler gibi kopi ya da çerçöp ama H. Gayret gibi her yazdığı orjinal bir yorumcuya taşınmak demeyin, oblomowtur pirimiz:)
      Nihayet taşınmak yerine ben önceden yaşanmış tüm tartışmalarımızı unutmaya da hazırım, gerisi allah kerim!

    • Ender bey ruh sağlığınızı kaybetmeyi göze almış görünüyorsunuz ama en önemlisi sağlık.

      bakın az önce eski iç işleri bakanı yeni Yurt Parti genel başkanı Sadettin Tantan’ın Sedat Peker’in 3. vidyosu hakkında Erdem Atay’a konuşmasını izledim. sonuna kadar sabırla izledim Sadettin bey Sazan Sarmalından çıkamadı. gasteci Erdem bey de bayıldı zater:))))

      tartışmayı tavsiye etmiyorum yani.

      • Baran bu yurt partisi dediğin “yeni” bir parti mi yoksa şu 20yıl önce filan kurulan mı?

  11. İngiliz bakan “…Suudlu bir prens ve prensin yardakçısı bir Lübnanlıyla görüşmüş…” ve rüşvet almış;
    Ee tabii normalde ingiliz, alman, fransız rüşveti filan nerden bilecek canım, haçlı dediğin elini harama sürmez; bu iş gene o bikaç pislik arabın başının altından çıkmıştır yani; suudların prensleri, mısırın kıptisi, lübnanın marabası…
    Allahın gavuru rüşvet mi alırmış; ama hepsine veren de ya humeyni rejimi ya suudi…
    Ne iş???

  12. artık gazetelerin kaç yıllık olduğunun fazla önemi yok.
    internet haberciliği bayrağı aldı gidiyor.
    biz de uzun zamandır tv de seyredilmiyor, bazı akşamlar tartışma programları eli yüzü düzgün katılımcı varsa takip ediyoruz. genelde aynı kadrolu akademisyenler, aynı gazeteciler hep aynı kişiler olduğundan nadiren diyelim.
    dün akşam muhalefet genişliyor mu temalı seçim konulu programlar vardı, ben habertürkü tercih ettim, ilgiyle de izledim, tavsiye ederim.
    https://www.youtube.com/watch?v=IKJouCOBijM
    programda metropol son anketini paylaştı, pek çoklarına göre güvenilir araştırma şirketlerinden biri, başkanı özer sancar da çok deneyimli biri. kararsızlar dağıtılmadan önce akp nin oyu % 27 bulunmuş, şimdiye kadar olan en düşük oy. iktidar oy kaybediyor ama muhalefet oy arttıramıyor diyor ama kürt oylarının chp ye, sağ oylarında iyi partiye hareketlendiğini söylüyor. kararsızların çoğunun ilk kez oy kullanacak gençler olduğu düşünülürse bu muhalefet adına sevindirici olur.
    havuz medya hani haziranda seçim var diyordunuz diye muhalefete soruyor, oysa seçime direnen iktidar değil mi? zamanında yapılacağını söylemiyor mu? lakin mümkün mü? her geçen gün oy kaybediyor, üstelik ekonominin iyi günleri, bu günleri çok arayacağız. şu anda akp nin oyu denilenin büyük kısmı da sayın erdoğanın oyu sayılır. mhp nin pek bir oyu kalmadı zaten. daha fazla oy kaybetmeyi göze alabileceklerini sanmıyorum, daha önceki tahminlerimi yineleyeyim, eylül ekim gibi alınacak bir seçim kararı bekliyorum, mart-nisan ayında da bir erken seçim olabilir diye düşünüyorum. sayın katılımcılar ekonominin belirleyici olacağını söylüyorlar, bence pek çok parametre belirleyici olacak.
    maydanoz ektiğin yerden maydanoz çıkar değil mi?

    • Dünyanın ters yüz olduğu milyonlarca insanın pandemiden öldüğü aşını işini kaybettiği bu zaman diliminde kararsızlar dağıtıldıktan sonra % 30 olması düşünülecek bir oran. Seçmenin sadakati mi ah de vefa mı yapılan hizmetlerin unutulmaması mı düşünmek lazım. Şuan türkiye dibi gördü ve buradan yukarıya çıkacak . Bu dipte bile muhalefet oyunu artıramıyorsa ileride hiç şansı yok. Sn Erdoğanın ve sistemin en büyük özelliği olaylara hızlı cevap verebilmesidir. Geçmişte Sn DEmirel seçim kararı alabilseydi 12 eylül olmaz ülke bambaşka bir düzeyde olurdu.
      Erdoğan yapılan hatalardan ders çıkarır dış politikada girdikleri doğru yol gibi iç politika ve ekonomide de tarz değiştirir ve isabetli kararlar alırsa bir dönem daha bu ülkeyi yönetebilir. En kötü yönetim yönetimsizlikten iyidir. Bunu sakın unutmayalım.

      • Dünyanın ters yüz olduğu milyonlarca insanın pandemiden öldüğü aşını işini kaybettiği bu zaman diliminde en son alınan mercedeslerin gölgesinde bir seçim daha kazanılabileceğini ben tahmin etmiyorum, ahde vefanın da bir haddi var. bugün için %30 düşünülecek bir oran ise de koruyabilecekleri bir oran olduğunu sanmıyorum. gelecek seçimde sayın erdoğan ilk turu bile geçemeyebilir diye düşünüyorum hatta bence en çok kendisi farkındadır, çünkü araştırmalara çok önem verir. Allahu alem. hangimizin haklı olduğunu zaman gösterecek. sonuçta milletin kararıdır asıl olan. hayırlı olan kazansın. kim kazanırsa elbette hem kazanana hem milletin kararına saygı göstereceğiz.

        • CHP iktidara gelmek istiyor mu?

          Hiçbir CHP adayının cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayacağı belli (Hikmet Genç, kulakların çınlasın.) En küçük bir umudu olsaydı, Kılıçdaroğlu kendisi adaylığını koyardı.

          En küçük bir umudu olsaydı, Ekmeleddin İhsanoğlu gibi “alakasız” birini aday göstermezdi.

          En küçük bir umudu olsaydı, Muharrem İnce’yi kampanyasında iyi kötü desteklerdi (adama destek değil köstek oldular.)

          En küçük bir umudu olsaydı, düne kadar “can düşmanı” gözüyle baktığı Abdullah Gül’ü aday göstermeyi düşünmezdi.

          İstemiyor, çünkü elle tutulur bir programı yok.
          Politika üretme yeteneği de yok.
          İstemiyor, çünkü iktidara gelse ne yapacağını kendisi de bilmiyor.

          Kodesteki FETÖ’cüleri ve PKK’lıları serbest bırakacak, Fetullah Türkiye’ye dönecek, bir Kürt devleti kurulabilmesi yolunda ayrılıkçılara rahatlık sağlanacak… Can Dündar da dönecek… Başka?

          Libya, Suriye ve Irak’tan Amerika ve Avrupa’nın istekleri doğrultusuna derhal çekilecek, … Başka?

          CHP bir zümre partisidir ve o zümre iktidardan yetmiş yıl önce düşmüştür.
          İşte bunun için “güçlendirilmiş” palavrasıyla sattıkları eski parlamenter sisteme dönmeyi arzuluyorlar… Bir yandan da “belediye kaymağıyla” yetiniyorlar.

          Cumhurbaşkanı “tarafsız görünümlü” bir emekli bürokrat olacak ve mecliste seçilecek!
          Hani Ahmet Necdet Sezer gibi falan.
          İktidara tam tutunamasalar bile hiç olmazsa “bir ayakları” orada olsun.

          Tam vesayet olamıyorsa yarım vesayet verelim.

          • üslubunuz biraz tuhaf, kenar mahalle kahvesi müdavimi gibi. yerinizde olsam düzeltirim. üslubunuz değişirse fikirleriniz daha çok saygı görür.

            “CHP iktidara gelmek istiyor mu?”
            istemese de gelecek.

            “Hiçbir CHP adayının cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayacağı belli ”
            anketlerde şimdiden bazı ismi geçen chp li adaylar sayın erdoğanla baş başa geliyorlar hatta bazı anketlerde geçiyorlar. yakın bir gelecekte ise arayı hayli açacaklar.
            chp bir sosyal demokrat partidir, ideolojiktir. bir kitle partisi değildir, 80 milyonu kucaklaması beklenmez dolayısıyla akp gibi bir dönem tek başına iktidara gelmesi zordur. o nedenle aday çıkarmak konusunda -toplumu kucaklayan bir aday bulmak konusunda -sıkıntı yaşıyor, bu da son derece doğaldır.

            “İstemiyor, çünkü elle tutulur bir programı yok.
            Politika üretme yeteneği de yok.
            İstemiyor, çünkü iktidara gelse ne yapacağını kendisi de bilmiyor.”
            partiyi haklı gerekçelerle eleştirmek başka tutarsız atıp tutmak bambaşka bir şey. belli bir konudaki görüşünü alıp eleştirebilirsiniz, sizin görüşünüze uygun olmadığını da düşünebilirsiniz ben de çok zaman eleştiririm ama programı yok demek bu sizin programını bilmediğiniz anlamına gelir, sizi bağlar.

            “Kodesteki FETÖ’cüleri ve PKK’lıları serbest bırakacak, Fetullah Türkiye’ye dönecek, bir Kürt devleti kurulabilmesi yolunda ayrılıkçılara rahatlık sağlanacak… Can Dündar da dönecek… Başka?”
            bunlar sizin zanlarınız ve hezeyanlarınız. herkesin hoca efendi dediği zaman da f tipi yapılanmaya dikkat çeken chp değil miydi?
            bu ülke muz cumhuriyeti değil, yüzyıllar süren bir devlet geleneği olan bir ülke. dış politikası kişilere bağlı olamaz. bu ülke her zaman imkanları nispetinde gerekli cevapları vermiştir, azdır çoktur eleştirebiliriz nitekim bugün dış politika her zamankinden daha sorunludur.

            “CHP bir zümre partisidir ve o zümre iktidardan yetmiş yıl önce düşmüştür.
            İşte bunun için “güçlendirilmiş” palavrasıyla sattıkları eski parlamenter sisteme dönmeyi arzuluyorlar… Bir yandan da “belediye kaymağıyla” yetiniyorlar.”
            bugün akp de bir zümre partisi olmuştur kendi mutlu azınlığını yaratmıştır. eski parlamenter sistem palavrasına dönmeyi bana sorarsanız akp herkesten daha çok istemektedir.
            her an tepesinde iktidarın suntası olanların kaymak yediğini düşünmek çok gerçekçi değil, bu kaymağı kimlerin yediği konusuna ben yorumlarımda geniş yer veriyorum.

            Cumhurbaşkanı “tarafsız görünümlü” bir emekli bürokrat olacak ve mecliste seçilecek!
            Hani Ahmet Necdet Sezer gibi falan.
            İktidara tam tutunamasalar bile hiç olmazsa “bir ayakları” orada olsun.
            Tam vesayet olamıyorsa yarım vesayet verelim.
            ben şahsen yönetim şekli yani sistem konusunda takıntılı değilim, iki siteminde güçlü ve zayıf yanları var, iş kontrol sisteminin iyi kurgulanmasıyla doğru bir check-balans sisteminin inşasıyla doğruya kanalize olur, adaletin sağlanmadığı yerde hiç bir şey sağlanmaz. bu sistem en çok sayın erdoğana zarar verdi, dolayısıyla hepimiz zarar gördük, memleketin hali ortada.

            öte yandan,
            nasıl ki akp mhp olmadan iktidara gelemiyorsa chp de diğer partiler olmadan gelemiyor. gerçek şu ki millet ittifakı her geçen gün güçlenirken cumhur ittifakı da zayıflıyor, esyanın bir tabiatı var, eskidi ve bozuldu. gerçeği eğip bükerek değiştiremeyiz. harika bir muhalefete sahip olmadığımız gerçeğini kabul etmekle beraber bugün kim gelse ülkeyi daha iyi yönetir, bana göre tabii.

  13. Kim diyor Chp li belediyeler çalışmıyor diye.İstanbul Belediyesi bir devrime imza attı.

    Yazılım Yarışmanın sonucunda birinci olan proje bu yaz İstanbulluların hizmetine sunuluyor.
    Sivrisinekle mücadele cep telefonuna taşınıyormuş…
    “Sivrisinek bildirim sistemi” adında bir “app” yapmışlar.Bunu cebine indireceksin.
    Bir sivrisinek gördün.
    Önce sivrisineğin fotoğrafını çekeceksin.
    İstanbul Belediyesi’ne göndereceksin.
    O arada sivrisineğin de uçup kaçmayacağını kabul ve taahhüt eylemesi şart.
    O uygulamada birtakım sinek türleri belirtilmiş, senin resmini çektiğin sinek hangisine benziyorsa onu işaretleyeceksin, yani tıklayacaksın.
    Belediye de o “aplikasyon”dan o sivrisineğin hangi “lokasyon”da olduğunu görecekmiş.
    Ekipler süratle o sahaya intikal edecekler…
    Ve çalışmalar yapılacak…
    Daire Başkanı öyle diyor, çalışmalar yapılacakmış.

    Bugün sivrisinek, yarın enflasyon, öbür gün işsizlik, Allah’ın izniyle.

  14. Chp belediyeleri sonunda icraate yönelik çalışmaya başlamış. Adalardaki 978 atın soykırıma uğramaları sonucu bunu unutturmamak için Chp li beledeyeler olan il ve ilçelere birer at heykeli yapılacakmış.

    Sorun şu ki  21 il ve 191 ilçe toplam 212 belediye ye birer tane at heykeli yapıldığinda geriye kalan at heykelinin ne olacağı hakkında tartışma çıkmış.Sonra çözümü de bulmuşlar önümüzdeki yerel seçime kadar her sene 1 at heykeli yapılırsa bu sayı tamamlanacakmış. Bu sayede ekonomik durgunluk bu sayede aşılacakmış.

    Kim diyor Chp li belediyeler çalışmıyor diye, yeter ki hökümet engellemesin.

  15. Beni bir gazetenin başyazarı, baş sorumlusu, hukuki yetkilisi ilgilendirmiyor, bir okur bir vatandaş olarak.
    isterse Atinadan bildiriyorum diye yan odadaki telefondan yayyın yapsınlar, isterse bir bavul belgeyi kapının önüne koymuşlarda kaçmışlar!dan dem vursunlar.
    128’li bir rakam ister TL olsun İster dolar. yada, bir bakan hakkında yayılan yalan dolan.
    Ben şunu sorarım: sen bu haberi kim için, ne için, hangi amaçla ypiyon?
    cevap:para için, tiraj için, nam için.
    belkide şu cevabı verir:benim asli görevim olduğu için.
    Ya şöyle olsaydı:dış güçler, hainler, emperyalistler, onlar bunlar istediği için! aslında bir gizli amaç için!
    Her ne olursa olsun benim ilgilendiğim kısım:
    -gazetede bir ailenin, bir bireyin, bir kurumun hatta bir devletin- ülkenin aleyhine yanlış yanlı kasıtlı bir haberse,
    o gazeteyi kaç saatte kanunlara göre yayını durdurup toplatabirsin?
    -internet sitesi ise kaç dk’da yayını durdurabilirsin?
    -Kaç saatte kanuni altyapısını ortaya dökerek, mahkemede hakkını arama/ arayabilmeyi temin edersin?
    Not:buradaki hızlılık ve alt yapıyı, suçluyu korumak yönünden değil de, bireyin, kurumların hakları (mülkü, borsayı, hisseleri, şirketin prestiji, kişinin hakları, devletin ali menfaatleri ve benzeri yönden düşünün).
    işte asıl mesele budur belkide. yayın yaparken 3’te yetmez düşünür beş kere 🙂
    iyi ve güzel anılıp, insanlık için yapılsın herşey.
    örnek mi:piri reis haritası (500 yıl) basılı yayın değilmi sizce?

  16. Medya; yasama, yürütme ve yargıdan sonra hukukun egemenlik sürdüğü bir ülkede yalnızca mühim bir güç degil ayrıca fırsattır.

    Maalesef hepsini tek bir iradeye bağlamış olan Türkiye’de Guardian gibi bir gazetenin çıkması imkansız.

    Tarih göstermiş tek adama bağlı yönetimler er geç yerin dibine geçecek ve cereyan ettiğinde, en çok hasarı da, onları at gözlüğü takarak destekleyen, karşı fikirsel argümanlara yalnızca hakaret ederek tepki verebilen akılsız yığınlar çekecektir.

    Sedat peker’in açıklamaları, yakalanan uyuşturucular nasıl bir pislik içerisinde olduğumuzun en sarih kanitidir. Kudüs ‘e en yüksek perdeden ses edip, doğu Türkistan’ a susanlar iki yüzlü yaratıktırlardır.

    Ortaya çıkan sadece buzdağının görünen bir kısmı, kanser olmuş bir yüzeyden çıkan ufacık bir irin. O irin bile ne kötü kokuyor, ne iğrenç?

    Eğlenin, savunun, keyfini çıkarın yolszukluklarla, yalanla, dini ve islamiyeti kullanarak elde ettiğiniz makamlari, saltanatları, sarayları…

    Er ya da geç, o saraylar, saltanatlar yıkılacak.. ağlasanız da, sızladınız da, elinizden geleni yapsanız da, yerle bir olacaksınız.. zenginlik içerisinde yüzerken, katılaşmış o kalbinizin bir yerinde o korku hep olacak.. kaybetme korkusu çünkü doğru yolda olmadığınızı en iyi siz biliyorsunuz, ve bunun en büyük şahidi sizsiniz..

    Ez cümle her geçen dakika, saat ve gunler sizin aleyhinize işliyor, zaman daralıyor…tik tak, tik tak, tik tak…

    • Ali veli sen yine de “gayretullahı” gözardı etme derim, çünkü bazen zamanın kimin aleyhine “tik tak…” yaptığı karışıveriyor yani…
      Malum beyin dediğin mercimek, kapasite dediğin kıt; aa bi bakmışsın, kafa üstü boş havuzdasın, hem de beton…
      Ondan sonra silbaştan bidaha; gelsin plastik kelepçeler, tombul paytak batem bıyıklı tosuncuk katarları…

  17. buralarda devlet kademelerinde görev yapanların otel seyahat masraflarını devletin ödediği değil de kendileri ödemişse haber olur.
    oralar da kör kuruşun hesabı halka verilir.
    buralar da milyar dolarlık ihale sözleşmelerinin hesabı devlet sırrı denir verilmez.
    buralar da kendi bakanlığına mal satan bakana yaptıkları hizmetlerden dolayı teşekkür edilir.
    muhalefet soruşturma açılsın yüce divan da hesap versin deyince hükümet sözcüsü muhalefetin söylemleri ile iş yapmayız cevabını verir.
    oralar da devlet halk için vardır.buralar da ise halk devlet için vardır.
    oralarda halk kazanır vergisini öder hesabını sorar ve hesabı verilir.
    buralar da ülkelerde halk kazanır vergisini öder ama hesabını soramaz sorsa bile kapı duvar olur cevabını alamaz.
    oralarda Pandemi gibi bir felaket olunca onlar toplumun tüm ihtiyaçlarını karşılar tam kapanma yapar.
    aşılarını stok eder.
    Buralarda cek cak cuk lu demeçler verilir.
    buralar da hasta vaka sayılarını düşürülmesi haberini turizm bakanı verir.
    buralar da turistin göreceği dokunacağı herkesin aşılanacağı bilgisi topluma verilir.
    buralar da yasak savma kabilinden açlık sınırının altında bir ödeme yapılır.
    bankalardan faizil kredi verilir.
    iban no vermek de ihmal edilmez.
    buralar da tam kapanma denir ama halkın yarısı muaftır.
    buralarda en çok kullanılan sözcük eyyyy dir.
    oraların lugatında böyle bir sözcük bulunmaz.
    oralardakiler aya gider
    buradakiler ise aya dört şeritli otoban yapacağız desek halk bize inanır derler.
    velhasıl oralarda işler yolunda ama buralarda işler pek yolunda gitmez.

  18. Amerika’nın kurucu babaları arasında sayılan Benjamin Franklin’in hikayesi de çok ilginç. Çok yönlü bir insan olan ve paratonerin mucidi olan Franklin hayata gazeteci olarak başlamıştı.

    Gazetede çalıştığı bir günde gazetenin sahibi bir metin getirdi ve onu basmasını Benjamin’den istedi. Benjamin metni okuduğunda tamamen yalan ve iftiradan oluştuğunu gördü. Bassa kendi kişiliğinden taviz vermiş olacak, basmasa işinden olacaktı.

    Cebine baktı çok az bir para vardı. Paltosunu aldı ve ona sarılarak o gece dışarıda uyudu. Sabah kalktı kuyudan çektiği suyu içti ve fırına gidip bir somun ekmek aldı. Onu yedi ve karnını doyurdu. Sonrada kendi kendine ben böyle de yaşabiliyormuşum dedi.

    Sonra gazeteye geldi. Metni basmayacağını patrona bildirdi. İşinden kovuldu. Ama sonra dünyaca ünlü Benjamin Franklin oldu.

    Ülkelerde hayat birleşik kaplar gibidir. Seviye tek bir yerde düşük veya yüksek olmaz. Hemen her alanda kalite birbirine yakındır. İyi olduğu veya çok kötü olduğu yerlerde zamanla bir dengeye gelir.

    Sorun bir yerde değil her yerde. Öncelikle de bizde. Kendimizden düzeltmeye başlamadığımız müddetçe hiçbir şey düzelmeyecek.

    • Mirzabey türkiyenin kurucu babalarından hasan tahsini de şöyle bir paylaşsanız güzel olurdu; biliyorsunuz onun da hikayesi çok ilginçtir ve kendisi de bir gazetecidir, çok yönlülük desen dudağını uçuklatır…
      Mankurtlara, mandacılara da ibret olsun hem, ha gayret!!!

  19. Fatih “Amerika Erdoğan’ı deviremez, çok iyi korunuyor” demiş. Böyle bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Güya Amerika Türkiye ve Erdoğan’a karşı, devirmeye çalışıyor vs. Böyle olmadığını biliyoruz. Bir önceki, Erdoğan’ın yakın dostu, Trump şöyle demişti yazdığı resmî mektupta: “aptal olma”, bunu Twitter’da yayınlamış, sonra da eklemişti bak ekonomini mahvederim. Buna cevap bile verilmedi. Papaz teslim edildi. İş bağlandı. Şimdiki başkan Biden Başkan olmadan önce biz Erdoğan’ı devirmeyeceğiz muhalefeti destekleyeceğiz demişti. Buna da pek cevap verildi sayılmaz. Fakat Başkan olduktan sonra telefon etmedi diye çok darıldılar ve günlerce karalar bağladılar. Amerika Erdoğan’dan memnundur, neden olmasın. Amerika otoriter ülkelerle iş tutmayı sever. Çünkü bir kişi ile işini halleder. Demokrasi olsa bir sürü tarafı memnun etmek zorunda kalır. Tek adamla muhatap olmak ne kolay. Beğenmezse o tek adamı indirir olur biter. O yüzden Erdoğan hep kalsın ister. Nitekim de öyle oluyor. Amerika Türkiye’ye ufak bir yaptırım uygulasa ekonomisi çöker. İşte İran örneği. Ülkenin petrolü var, insanlar arabalarına benzin koyamıyorlar. Bir taraftan da nükleer bomba yapacağım diye didiniyorlar enayi gibi. Amerika bu kadar düşmansa neden ülkenin her yerinde Amerikan üsleri var diye düşünmek lazım. Bir çelişki yok mu?

    • Enderman “Amerika Türkiye’ye ufak bir yaptırım uygulasa ekonomisi çöker.” buyurmuş da;
      sorsak şimdi zaten çöktü der ama neyse:)
      “İşte İran örneği.” demiş ama o da yanlış örnek;
      oraları bugünkü hale “ambargolar” değil molla rejimi getirdi…
      Haa, nükleer hevesine gelince; bizim nato üslerinde onlardan çok var, şimdilik herkese yeter de artar, öyle değil mi?

      • Türkiye’nin ekonomik çöküntüsü kendi tek adamının beceriksizliği elbette kaçınılmaz olarak. İranın öyle olduğuna inanıyorsun da Türkiye’yi neden dışarda bırakıyorsun. Tamamen iktidarın kendi beceriksizliği, dış güçler yalan elbette.

        Nükleer bomba sahibi olmak bir ülkeyi güçlü yapmaz. Kuzey Kore’nin var. Halkı sefilleri oynuyor. Türkiye’de de bazı aklıevvellerin elbette bu niyetleri var. Molla rejimi özentisi olanlar bunlar genelde. Akılsızlığın yolu bir.

    • Ender bey!
      Dünkü Bayramda otoyolların bedava olduğuna dair haberiniz işletmesi devlete ait yollar içinmiş.
      Yap-işlet-devret kapsamındakiler hariçmis.
      Yanılıp ta, çoluk-çocuğu bayram harçlıksız bırakmayın.

      • Doğrudur. Yap işlet olanlar iktidarın beşi bir yerde soygun çetesine ait. Onlardan geçenden bir, geçmeyen 10 akçe alıyorlar. Mamalarına dokunana da nasıl sövdüklerini bütün millet duydu tvlerden.

        Ama sonuçta Türkiye’yi kapattın, köprüler neden bedava. Açıklaması yok tabii. Pazarları kapattın, marketler neden açtık? İçkiyi yasakladın, oyuncak satışı neden serbest? (Pardon o da yasak). 128’i buhar ettin, sormak neden yasak? Neresi doğru ki, heryeri yamuk bu iktidarın.

  20. DREYFUS DAVASI
    İnsanlık tarihinde büyük bir dram olarak geçen davalardan birisi de Dreyfus davasıdır.
    1894-1906 yılları arasında, Fransız kamuoyunun ikiye bölünmesine neden olan, hukuka aykırı, şövenist ve bir siyasal skandal olan bu davanın genel özeti şöyledir.
    Fransız haberalma servisi, Paris’teki Alman askeri ataşesinin kâğıt sepetinde yaptığı bir araştırmada, “Fransız milli savunmasına ait gizli belgelerle ilgili imzasız bir yazı bulunduğunu” iddia eder.
    1894’te bu imzasız kâğıttaki yazının, el yazısına benzerliği öne sürülerek Fransız ordusunda subay olan Yahudi asıllı Dreyfus suçlanır. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ne gönderilen Dreyfus, kendisine gösterilmeyen belgelere dayanılarak ömür boyu hapisle cezalandırıldı ve bir adaya sürgüne gönderilir.
    Ünlü Fransız yazarı Emile Zola, konu üzerine eğildi ve 4 yıl sonra 1898’de Fransız Cumhurbaşkanı’na hitaben “Suçluyorum” başlığıyla bir mektup yayımladı. Zola, bu açık mektubunda, Dreyfus’u kanıt olmaksızın mahkûm ettiği için Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ni ağır bir dille suçluyordu. Dava kamuoyuna yansıdı. Bu suçlayıcı açıklaması nedeniyle bu kez yazar Emile Zola bir yıl hapis ve 3000 frank para cezasına mahkûm edildi. Ancak Zola’ya verilen bu hapis cezası Fransız kamuoyunu ikiye böldü. İnsan hakları, kişisel özgürlük savunucuları, solcular, demokrat aydınlar bir yanda, “vatanın yüksek menfaatlerini” düşünenler ise öte yanda yer aldılar.
    Kamuoyunun baskısı sonucu Dreyfus’u suçlayan belge bilirkişi heyetine gönderildi ve Dreyfus davasının omurgasını oluşturan, suçlayıcı, imzasız belgenin sahte olduğu ortaya çıktı. Bu sahte belgeyi düzenleyen Albay Henry ise dayanamayıp intihar etti. Yargıtay davanın yeniden bakılmasına karar verdi. 1899’da Dreyfus, Harp Divanı’nca yeniden yargılandı. Bu kez hafifletici sebeplerle, ömürboyu hapis cezası 10 yıl hapse çevrildi. Kamuoyu baskısıyla kısa bir süre sonra da serbest bırakıldı, ancak hâlâ suçlu sayılıyordu. Aydınların baskısı sürüyordu, 1904’te Dreyfus davasının yeniden bakılması kararlaştırıldı ve 1906’da Fransız Yargıtayı tarafından Dreyfus’u mahkûm eden ilk karar nihayet iptal edildi. Dreyfus aklandı, yeniden orduya alınarak “Legion D’honneur” nişanı ile ödüllendirildi.
    Tabii ki tarihte buna benzer birçok ibretlik davalar vardır ; Sokrates , Galileo , Calas ,Jeanne d’Ark , Mithat Paşa , 27 Mayıs gibi… Ancak bunların arasında en zorlu, mücadele dolu ve uzun bir hukuki süreci ihtiva eden , genellikle bilinmesine rağmen belki de en ibretlik olan bu davadır.
    Selamlar, iyi günler

    • Femdamat, bediüzzamana ve nazıma iadei itibarda bulunan, 1mayıs işçi bayramını tatil yapan, azınlık vakıflarının haram mallarını iade eden bu hükümet de sizce bir “Legion D’honneur” nişanı haketmiyor mu?

    • “at…! at…!”
      İstanbul’dan Dörtyola gönderilen 100 atın akıbeti araştırılırken en son ulaşılan belge, Dörtyol belediyesinde çalışan birinin imzası bulunan atların teslim alındığına dair ” Teslim Tesellüm Tutanağı” dır.
      Tutanakta imzası bulunan işçi şunu beyan etmiştir:
      – Ben “At mat görmedim. Bir yekilinin at.. at..demesi üzerine tarafıma teslim edilecek at görmeyi beklerken, imza attırmak için uzattığı bir tutanak gördüm, mecburen imza attım”

  21. SAYIN fEHMI kORU ÜLKEMIZDE 100 YILINI DOLDURMUS BIR GAZETE YOK DIYORSUN AMA YANILIYORSUN ADANADAKI YENI ADANA GEZETESINI ARASTIRIRSAN 100 YILI GERIDE BIRAKTIGINI GÖRÜRSÜN.Gazeteler sadece Istanbulda yayin yapmiyor, diger illerde de yayinlarini sürdürmeye devam ediyorlar, ben de 60 li yillarda Yeni Adanada calisiyordum o yüzden yaziniza cevap vermek istedim, saygilarimla.

  22. Daha Özgür ve saygın bir medya için Basın Konseyi kurulmuştur. Ülkemizde Basın şeref Divanı adıyla kurulan basının özdenetimi denemesinden sonra oluşturulan ikinci özdenetim kuruluşu faaliyetini sürdürmekte olan Basın Konseyi’dir. 1986 yılında kurulan Konseyin kuruluş çalışmaları ise 1983 yılına kadar uzanmaktadır.
    1986 yılında istanbul’da, Hasan CEMAL, Güneri CIVAOĞLU, Yalçın DOĞAN, Oktay EKŞI, Teoman EREL, Orhan ERINÇ, Yurdakul FINCANCI, Güngör MENGI ve Rauf TAMER’den oluşan dokuz gazeteci bir çalışma grubu oluşturarak, basın kuruluşları ve mensupları ile yaptıkları temaslarda “basın konseyi” kurma düşüncelerini açıklamışlar ve buna ilişkin önerileri toplamışlardı. Çalışma grubu böylece belirlenen bir taslağı 294 basın mensubunun eleştirisine sunarak, bu eleştiriler ışığında “Basın Meslek ilkeleri”ni ve “Basın Konseyi Sözleşmesi”ni saptadı.
    1975 Yılında Basın Yayın Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye’de bulunan çeşitli basın kuruluşları ve gazetecinin katılımıyla gerçekleştirilen ikinci Türk Basın Kurultayı’na “Basının Görev ve Sorumlulukları Komisyonu’nca sunulan bir raporda Basının özdenetimi ile ilgili olarak şu görüşlere yer verilmiştir:
    “Komisyon üyeleri basının kamuoyunun oluşturulmasındaki gücünü dikkate alarak, bu gücü oranında da sorumluluğunun bulunması gerektiği sonucuna varmıştır. Sorumsuz yayınların, tüm basın özgürlüğünü ve basına olan saygınlığı yok edebileceğinden endişe edilerek, basının otokontrol mekanizmasının işler hale gelmesini, bunun için de,
    a) Eski tecrübelerden de yararlanarak daha etkin ve güçlü hatta yasal bir kuruluşun oluşturulmasını,
    b) Meslekî kuruluşların dağınıklıklarının sakıncaları dikkate alınarak tek kuruluş haline getirilmesini,
    c) Gazetelerin yayın politikasından, fikir işçilerinin sorumluluğunun bulunması dolayısıyla yönetime katılmalarının sağlanmasını,
    d) Sorumsuz yayın yapan basın organlarına karşı sorumlu basın organları ve basın kuruluşlarının, zamanında kamuoyunu aydınlatmalarını,
    e) Basın özgürlüğünü zedelememek şartı ile gazete sahipliğinin bir disiplin altına alınmasını,
    f) Basın ilân rejiminin, sorumsuz basının sayısını artırıcı yönde olduğu saptanarak, bu sakıncaları önlemek için bu kuruluşun yeniden düzenlenmesini”, savunmuştur.

    Basın Konseyi Sözleşmesinin 1. maddesinde şunlar yer alır:
    Madde 1- Özgürlükçü bir demokratik sistemin temel taşı olan, “halkın gerçekleri öğrenme hakkı”nı savunmak; özgür ve sorumlu basının ve basın mensuplarının, meslek uygulamalarını, özgür ve saygın bir basından beklenecek düzeyde sürdürmelerine yardımcı olmak üzere, bu amaçları Basın Meslek İlkeleri şeklinde düzenleyip benimseyen gazetecilerin imzaladıkları bu sözleşmeyle bir Basın Konseyi kurulmuştur.Kaynak:basınkonseyi.org.tr.
    Saygılar.

    • basın konseyi acaba hangi yalan habere mudahale etmiş .basının yalan yazmaması için nasıl bir çalışma yapmıştır. Mesela birden ortaya çıkıp sonra nedense ortadan kaybolan aczimendi tarikat haberlerini neden yapmıştır ? 28 şubat öncesi sayfa sayfa irtica geliyor yalanlarında nasıl bir görev almıştır. Medya patronu başbakan ı pijama ile karşılarken nasıl bir kınama yapmıştır ?Bu ve benzeri birçok soru sorabiliriz. Unutmayın ki en güvenilmez kurumların başında basın geliyordu .Basın geçmişini temizlemeden bu toplumdan özür dilemeden bugün için yok yandaş mış yok bilmem neymiş safsatalarını kullanmasın.

    • Sayın ertav, “dün geceyarısı beni karargahtan çok önemli ama ismini de açıklamak istemeyen üstdüzey bir general parçası aradı ve dedi ki…”
      Efendim?
      Basında konsey, yurtta sulh mü?
      Yurtta sulh konseyi basının başına silah dayarsa ne yapalım?
      Otoriteye saygılı mı olunsun?
      İyi de ben zaten, güneydeki… bostan, yumurcak… korkuluk, bizimkisi…
      Neyse!!!

      • hayrettin bey, bu otorite nasıl bir şey? mesela MİT’i organize edip özel uçaklarla o uçakları dolduran ekiplerle öğretmen, öğrenci, ya da masum bir vatandaşı yurt dışında bulunduğu yerden kacırıp yurda getiren bir şey mi? gerçek suçluyu suçluları iade anlaşmaları da olduğu halde getiremeyene ne diyorsunuz?

  23. Ne güzel yazmışsınız Sn KORU.
    Ülke olarak bizim sıkıntımız: Ne Başkanlık sistemi ne parlementer sistem bunların hiçbiri değil.Tek eksiğimiz gazetecisi , hukukcusu işçisi patronu omurgasız oluşumuzdur.
    Hep şikayet ederiz basın susturuldu yandaş gazeteler vs . Peki neden satıldı bu gazeteler neden dik duramadılar neden işsiz kalmayı göze alamadı gazeteciler neden neden.Tek yaptığımız yönetimi suçlamak. Oysa onlar adam olsalardı memleketin ve meslek onurunun kendi istikballerinin üzerinde olduğunu idrak edip öyle davransalardı ne yandaş basın olurdu nede itibarsız basın olurdu .Aynı şey bugün hukuk için de geçerli değil mi ? Hukuk siyasallaştı keyfi karar veriyor , iktidarın dümen suyunda gidiyor diyoruz. Doğru da peki neden savcılarımız hakimlerimiz kararlarını vicdanlarının sesini dinleyerek , ettikleri yemine sağdık kalarak vermiyorlar. Suçlu sistem mi yoksa kendileri mi ? Bu soruyu neden sormuyoruz veya soramıyoruz ?yaptığımız tek şey başkalarını suçlamak .İğneyi kendimize batırmadan ne bugün ne de gelecek te asla bu şikayetlerden kurtulamayacağız. Yoksa hangi sistemi hangi kanunu getiriseniz getirin değişen birşey olmayacak.

    • “Peki neden satıldı bu gazeteler neden dik duramadılar neden işsiz kalmayı göze alamadı gazeteciler neden neden”

      sahip çıkmadığımız için. amaaan bize ne, yesinler birbirlerini dediğimiz için. hatta yiyicilere destek olup alkış tuttuğumuz için, başka ne için olacak.

    • Ahmet bey “satılmış basın” dışında diğer yazdıklarınızın zaten bir karşılığı, gerçekliği yok ama şu ifaden “Doğru da peki neden savcılarımız hakimlerimiz kararlarını vicdanlarının sesini dinleyerek , ettikleri yemine sağdık kalarak vermiyorlar.” yargılanmanı gerektirir bir söylem haberin olsun!
      Türk yargısına sövüp sayanlar da berlindeki hakimlere sövüp sayanlar gibi yargılandığı güne kadar” sen de haklısın” ama eli kulağındadır, ha gayret!!!

Yoruma kapalı.