“Anayasanın veya yasaların bazı maddelerini beğenmiyorum, ne olacak?” sorusunu mu sordunuz? İşte cevabım…

32
Reklam

En baştan söyleyeyim: Yönetimde yer alanların kendi görev alanlarını kısıtlayıcı yetkilere sahip kişi ve kurumlardan hoşlandığını hiçbir dönemde görmedim. Seçimle ülke yönetimine gelen siyasiler de hoşlanmazlar, onların önemli makamlara atadığı devlet memurları da…

Turgut Özal’ın, Süleyman Demirel’in ve onlarla birlikte gelmiş bakanlar ve yüksek memurların yargının kararlarına, anayasal kurumların denetimlerine karşı söylenmiş sitemleri, eleştirileri aransa arşivde mebzul miktarda bulunabilir.

Medyadan ve mensuplarından da hoşlanmaz iktidarda bulunanlar ile onlara yakın duranlar…

Bu durumun bize özel olduğunu da sanmayın. ABD’de de, Avrupa ülkelerinde de iktidarların zaman zaman benzer şikayetleri dile getirdikleri görülmüştür. 

Kendinizi siyasilerin yerine koyun sizler de hak vereceksiniz. Seçimde halktan yüksek oranda oy alarak iktidara gelmişsiniz, her türlü sorunun tek muhatabı sizsiniz ve maaşlarını sizin hazırladığınız bütçeden alan birileri engel çıkardığı için istediğiniz icraatları yerine getiremiyorsunuz.

Anladınız. Böyle bir durumla karşılaşıyor olsanız  sizler de hoşlanmazdınız.

Ne çare, çağdaş devletler hiç kimseye, hiç bir gruba ve kuruma tek başına istediğini yapma yetkisi bağışlamıyor. Devletlerin anayasaları var ve orada yazılanlara herkes uymak zorunda. Zaten siyasiler de partilerini anayasanın sağladığı bir hak olarak kuruyor ve yine anayasada çerçevesi çizilmiş seçim mekanizması ile iktidar oluyorlar.

İktidarlar anayasa sayesinde sivil siyasilere teslim ediliyor.

Reklam

Anayasayı değiştirebilir siyasiler, ama var olana uyarlar

Sivil siyaset anayasanın öngördüğü çoğunluğu Meclis’te bulabilirse gerekli gördüğünde anayasayı değiştirebiliyor. Anayasanın nasıl değiştirilebileceği yine anayasada yazılı kurallarla gerçekleşebiliyor.

Kendi yazdıkları veya değiştirdikleri anayasaya herkes gibi iktidarlar ve iktidarın iş başına getirdiği memurlar da uymak zorundalar.

Çağdaş devlet hukuk devleti demektir ve hukuk devletlerinde işler böyle yürüyor.

Geçmişte Turgut Özal, Süleyman Demirel ve devlet yönetimine gelmiş diğer siyasilerin de farklı kurumlardan -bu arada yargıdan da- şikayetleri çok oldu, ancak herbiri sonunda şikayet etmekle yetindiler.

Siyasiler için durum böyle de şikayetlere muhatap olan yargı için durum farklı mı?

Hayır, yargıçlar da, hukuk düzeninin bir parçası olarak, anayasada belirlenmiş çerçeve içerisinde yasalarda var olan maddeleri uygulamakla sorumludur.

Yargının yetki alanı da yasalarla sınırlıdır bir hukuk devletinde.

Reklam

Ben yargılanırken

DGM’de yargılanırken..

Epey yıl önce, devlet güvenlik mahkemeleri henüz varlığını sürdürürken, Türk Ceza Kanununun (TCK) 312. maddesine aykırı yayın yaptığım gerekçesiyle yargılanmıştım. Savcı mahkum edilmemi istiyor, mahkeme heyeti de, aldığım izlenim yanlış değilse, savcının talebi istikametinde ceza vermeye hazırlanıyordu.

Benim yargılandığım dönemde Türkiye TCK 312. maddenin varlığını tartışmaktaydı ve tartışmalar Meclis’i de harekete geçirmişti.

Mahkeme heyeti kararını bir sonraki duruşmada vereceğini açıkladı.

Ceza verilmesi kesin gibiydi.

‘Son’ olacağı önceden ilan edilmiş duruşmaya çıktığımda, avukatlarım, Meclis’teki havayı aktararak yargılandığım maddenin değiştirilmesi ihtimali belirdiği için Meclis kararının beklenmesi talebini dile getirdiler. 

Duruşma talep istikametinde ertelendi. Mahkeme başkanının tavrından erteleme kararını kerhen verdikleri çok belli oluyordu.

TBMM o arada TCK 312. maddeyi yumuşatan bir değişiklik yaptı. Karar duruşmasına gittiğimizde savcının değiştiğini fark ettik; yeni savcı  beraatimi talep etti. Mahkeme heyeti de savcıya uydu.

Kararı verenlerin memnuniyetsizlikleri yüzlerinden okunuyordu.

[Meraklısına not: Yıl 2000’di ve cezası 5-10 yıl olan bir ‘suçtan’ yargılanıyordum, tutuklanmadığım gibi gözaltına da alınmadım.]

Ne demek istiyorum?

Şunu: Devlet yönetimi içerisinde yer alan kişiler ve kurumlar, hangi mevkide olursa olsunlar ülkede düzeni sağlayan bir temel metin olan anayasaya uymak zorundalar. Her kişi ve kurumun yetki alanı anayasada belirlenmiştir. Siyasiler yargıdan, yargı siyasilerden, devlet yönetiminde yer alanlar ile devlet memurları medyadan şikayet edebilirler, ancak hepsi -herkes- önceden belirlenmiş kurallara uymak zorundadırlar.

Uyulmazsa ne olur?

İşin hassas noktası, geçmişte şikayetler oluyordu, ancak hiçbir dönemde böyle bir soru sorma ihtiyacı ortaya çıkmıyordu.    

Üniversitelerde başörtüsü yasağının delicesine sürdürüldüğü dönemde Anayasa Mahkemesi’nin konuya ilişkin yasakçı kararı aldığı gün bir açılış vesilesiyle Başbakan Turgut Özal’ ile Mersin’deydik. Kararın yasaktan yana çıktığı Özal’a kürsüde konuşurken bildirildi. Yüzünün karardığı ve gözlerinden iki damla yaş geldiğinin yakın tanığıyım.

Anayasa Mahkemesi, en son 2018 yılının Aralık ayında, başörtüsü yasağı yüzünden üniversiteyle ilişkisi kesilmiş bir öğrencinin aldığı bursların iadesi talebine karşı yaptığı başvuruyu değerlendirirken, yasakla öğrenim hakkı engellendiği için o öğrenciye tazminat ödenmesine karar verdi.

Yasak sonuçta yine Anayasa Mahkemesi tarafından kesin biçimde kaldırmış oldu.

Kendi soruma henüz cevap vermediğimin farkındayım.

Cevabım şu: Anayasada açıkça yazılı çerçeve dışına çıkılması, anayasaya uyulmaması uymayan açısından anayasal bir suç teşkil eder.

Hukuk devletlerinde herkes ve her kurum anayasaya uyar. 

ΩΩΩΩ

Reklam

32 YORUMLAR

  1. Gelişmiş ülkeler uzlaşmayı başardıkları için mi gelişmişler yoksa bir şekilde geliştikten sonra mı uzlaşmayı öğrenmişler? Lisede buna benzer münazara konuları ortaya atılırdı ve görüşlerden birisini savunma zorunluğu olurdu. Sanki herkes Avukat olacak!

    Bence bu sorunun doğru cevabı her iki olasılığın da birlikte gerçekleştiğidir. Bu ikili gerçekleşme interaktif olarak karşılıklı birbirlerini olumlu yönde etkilemiştir. İngilizler ise uzlaşmayı ilk başaran millettir ve Parlamento tarihleri 1295’e uzanır. (Osmanlı Beyliğinin kurulmasına daha 4 yıl var!)

  2. Az gelişmiş ülkelerde iktidarlar istediğini yapmak gibi bir eğilime sahip oluyorlar. Seçimi kazanmış olmayı bu şekilde yorumluyorlar. Hatta bundan da öte bazı kumpaslara girebiliyorlar.

    AYM geçenlerde, şehirler arası yollarda gösteri yürüyüşü yapmayı yasaklayan kanunu hak ihlali kabul ederek iptal etti. İçişleri Bakanı ‘aldığınız bu kararla güvenliği sağlamamızı zorlaştırıyorsunuz’ demek yerine, ‘madem öyle hadi bisikletle işinize gidin bakalım’ diye tehdit etti. Halbuki iptal talebi yerel mahkemeden gelmişti ve Soma’da tazminatlarını 6 yıldır alamayan maden işçilerinin Ankara’ya yürüyerek seslerini duyurmak istemeleri üzerine gündeme gelmişti. Bu durumda AYM kamu güvenliği ile işçilerin tazminat hakkını uzun süredir alamayışı arasında maden işçilerinden yana tavır koydu. Yani maden işçilerinin kıdem tazminatı ödenseydi böyle bir konu gündeme bile gelmeyecekti.

    Diğer yandan görünen o ki maden işçilerine, yüksek cezalar alan maden sahibi ve yöneticilerine karşı ‘şikayetlerinizden vazgeçerseniz tazminatlarınızı öderiz’ baskısı uygulanıyor.

    İçişleri Bakanı AYM ile dalaşarak yüksek mahkeme üzerinde bir tartışma başlatmayı amaçladı. Zira Erdoğan’ın 3. kez Cumhurbaşkanı adayı olmasına itiraz edildiğinde konunun Anayasa Mahkemesi’ne geleceği aşikar. AYM bu haksız talebi reddedecek gözüküyor ve o nedenle üzerinde kumpas kurup değiştirilmek isteniyor. Bu arada dolaylı olarak maden sahiplerinden yana da bir tavır konuluyor.

    Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra dünyada sol hareket büyük bir zafiyet içine düştü. Kaliteli olanları çevrecilik ile ilgileniyor. Çapsız olanları ise LGBTİ veya (ülkemizde) Kürt ayrılıkçıların derdiyle ilgileniyor. Bu durumda emekçilerin haklarıyla ilgilenmek, hangi siyasi görüşte olursa olsun erdemli insanlarımıza düşüyor.

    • Çok gelişmiş ülkelerde ise iktidarlar yangelip yatıyor heralde sayın fkt? Öyle seçim kazandık falan diye istediklerini yapmayı bırak ellerini bile sürmezler işe, ben de duydum öyleymiş oralarda, ondan gelişmişler zaten bu kadar…

      • İlk cümle eksik yazılmış, doğrusu “Az gelişmiş ülkelerde iktidarlar her istediğini yapmak gibi bir eğilime sahip oluyorlar.” olacak. 🙂

  3. fazla söze ve yoruma hacet yok sayın korunun makalesinin son cümlesini kopyaladım ve
    “Hukuk devletlerinde herkes ve her kurum anayasaya uyar.” yapıştırdım.

  4. Kırılır da bir gün tüm dişliler,
    döner şanlı şanlı, çarkımız bizim.”

    Suriye,
    Irak,
    Libya,
    Akdeniz,
    Karabağ,
    Kıbrıs …

    Coğrafya da Türkiye hegemonyası yükseliyor.

    • Alayının dişlerini dökeceğiz serdar bey; medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar; sihaların güdümlü füzeleri sungur ordumuza teslim ediliyor bugünlerde! Daha neler var türk yurdunda neler…

  5. İstediğiniz anayasayı yapın istediğiniz kanunları çıkarın uygulayanlar adam olmadikca hiçbir şey değişmez insan faktörü en önemli olgudur.Maalesef bizler insan a değil yazılı kural ve uygulamalara bakarız ve onları da keyfimize göre yorumlariz.
    Belki ilgisi ama insan faktörü ile ilgili bir örnek ve test .A&G arasturma sahibi Sn adil gür büyük bir iddiada bulundu ve Mustafa akincinin seçimi 60 40 kazanacağını aksi taktirde mesleği bırakacağını iddia etti.Bakalim göreceğiz.İnsanimizin testi .

  6. Bi ülkenin yönetim şeklinin parlamenter sistem, yarı başkanlık veya başkanlıkla yönetilmesinin hiç de önemi yoktur. Eğer bir ülkede KUVVETLER AYRILIGI yoksa o ülkenin neyle yonetildiginin önemi yoktur. Gerçek demokrasinin önemi kuvvetler ayrılığıdir. Yoksa bunun adına tek adam yönetimi denir.

    • Kuwetler ayrılığından kastınız nedir abdullah bey biraz açar mısınız? Bizim her kurum ve çalışanlarına farklı bir ülke tarafından mı maaş verilsin, nedir bu?

  7. Bilimde nedensellik ilkesi geçerlidir, her şeyin bir nedeni vardır. Buna göre nedensellikler sonsuz olmak zorundadır. Pozitif bilimde fizik yasaları ve matematikte doğruluğu aşikar olduğu kabul edilen aksiyomlar ile bu sonsuzluk zinciri sonlu hale getirilerek akılcı sistematik bir düzen kurulur. Felsefede ise bu sonsuz nedensellik zinciri ya nedeni olmayan Tanrı’ya bağlanarak bir sonuca vardırılır yada bilinmezlik olduğu sonucuna varılır.

    Anayasa Mahkemesi tartışmasına gelince, bu yüksek mahkeme siyasi iktidarların her işine karışmaz zaten. Mahkemelerin veya Cumhurbaşkanı, iktidar, ana muhalefet ve TBMM’nin beşte biri tarafından yapılan anayasaya aykırılık iddialarını hükme bağlar. Bu mahkemenin de bir üst mahkemesi olsa yukarıda açıklandığı gibi bunun sonu olmaz.

    Buna göre “öyle ideal bir sistem kuralım ki her şey sonunda mükemmel gerçekleşsin” düşüncesi ütopik bir hayaldir. İçinde insan olan sistemlerin makul bir seyir izlemesi ancak insanların erdemli davranması ile mümkündür.

    Muhalefet, yüksek mahkemeler, üniversiteler ve sivil toplum örgütleri sigorta görevi görür. Eğer kalın bir teli paralel bağlarsanız sigorta atmaz fakat kablolar aşırı ısınıp sonunda yangın çıkar. Buradan yola çıkarak her sigortanın standarda uygun olduğu da söylenemez. Fakat vasat kalitede bir sigorta dahi hiç olmayışından daha iyidir.

    • Sayın fkt, stö lerin neyin maşası olduğunu biliyorduk da bu üniversiteler neyin sigortası oluyormuş ki; biraz açar mısınız?

  8. On beş yaş civarındaydım.Birisi bana bir kitap hediye etti.Birkaç kez okumaya yeltenip te birkaç sayfanın ötesine geçemediğim bir kitap.Seyyid Kutup’un okumayı başaramadığım o kitabının ismi sonraki hayatım müddetince beni sürekli takip etti ve okumadığım kitaptan almam gerekeni almama fazlasıyla yetti.Kitabın ismi “Yoldaki İşaretler”di.

    Bilmediğiniz bir yolda bile -velev ki gece olsun- yoldaki işaretleri takip ederseniz,yol sizi hedefinize götürür.İşaretleri takip etmeyi terkederseniz yoldan çıkarsınız ve başınıza ne geleceği bilinmez.

    Arada bir yoldaki işaretleri değiştiren haylazlar da çıkabilir tabii.Ancak maksadı yolunu bulmak olanların tecrübeleriyle işaretler tekrar yerine oturtulur ve istikamet bulunur; yeter ki niyet doğru yol olsun.

    İşte Anayasalar ve ona bağlı yasalar da toplumların yollarıdır.Toplumsal sözleşme olmak zorunda olan anayasaların işaretleri en başta -insana/bireye hizmete odaklanarak-çok doğru konulmalıdır.O vakit toplumun da,o toplumun huzurlu, müreffeh ve düzgün işleyişiyle sorumlu toplumun hizmetçisi olma konumundaki yasamasıyla,yürütmesiyle, yargısıyla,bürokrasisiyle,kısaca tüm aygıtlarıyla devletin de doğru yolda ilerlemesi mümkün olur.İşaretler insan odaklı değil,devlet odaklı konulduğunda da yol -yaşanmış tüm tecrübeler göstermektedir ki- kendilerini devlet sayanların menfaatleri yoluna çıkmakta ve bu yol da toplumu huzurunun,düzeninin bozulmasına götürmektedir.

    Hale uyarlarsak;şu anki anayasamız bir önceki anayasamız gibi darbe döneminin bir ürünüdür.Her iki anayasa da insan odaklı değil devlet odaklı olarak darbe dönemleri etkisi altında yapılmışlardır.Böyle olunca gerçek birer toplumsal sözleşme niteliğinde oldukları söylenemez ve hemen herkesin bildiği arızaları ,çeşitli tecrübelerle de sabittir.Mevcut anayasada olumlu manada bazı ara düzenlemeler yapılmış olsa da hala problemli bir anayasadır.Ancak her şeye rağmen ben yine de,yaşadığımız problemlerin kaynağı ‘bu anayasadır’ diyemiyorum.Anayasaya ne kadar uyuluyor buna bakmak lazım.Temel haklar konusunda şu anki anayasaya uyulduğu kanaatinde de değilim.

    Yine Anayasa mahkemesinin bir yargı kurumu olarak olması gereken bir kurum olduğunu söylemeliyim.Bu mahkemenin geçmişte algılarda oluşturulan “devletin (daha doğrusu kendilerini devlet olarak kabul ettirterek toplumu şekillendirme makamında gören gücün) koruyuculuğu cübbesine bürünerek bir siyaset kurumu gibi hareket ettiği dönemler olsa da şu dönemde Anayasa mahkemesini bu özellikte görmemekteyim.Şu zaman diliminde Anayasa mahkemesi de dahil,genel olarak yargı makamlarının huzursuzluk içerisinde oldukları ve ancak korku iklimi etkisi altında davrandıkları kanaatindeyim.

    Toparlarsak;yoldaki işaretlerin epeyce sağa sola saçıldığı bir dönemdeyiz ve bu işaretleri yerlerine oturtmadan vakit,emek,huzur,refah hedeflerinde kayıplar yaşamaya devam edeceğimiz de görünüyor.

  9. AYM nin trol üyesi(kardeşi fetö den yargılanıyor) bir çuval inciri berbat etti.
    Şimdi işin yoksa günlerce üst üste yazılar yazılsın bu gölü çıkarmak için
    AYM nin ne kadar kutsal bir mekan olduğu ve herkesin ona biat etmesi ve her dediğine koşulsuz kelle uzatması gerektiği formatına sokmak için kamuoyunu
    Sanki yıllarca tahakküm odağı halinde çalışmamış partileri kapatmamış. Daha sonra gelen teknik nakavtçılarda 15 temmuz sonrası sıra sıra dizilmiş ve polis dizili halde teker teker toplamamış gibi.
    ve sanki bizim gibi ülkeler asker ile yargı ile Nato darbelerini kolayca yapmamış gibi halkın ve RTE nin her karara boynunu uzatmasını bekliyorlar.
    Tıpkı fetö cü spiker Kerim balcı gibi “Bu halk askerlikten anlamaz çabuk teslim olun karşı çıkmayın ” en güzel mottoları.

    Bu trol AYM ci işleri berbat etmese vatan hainlikleri tescillenmiş tüm erbabı (tarafsız ve özgürlükçü görünmek için yanında tabii diğer çeşnileri) şu usule uyulmadı diyerek.(usulden bozmak istersen türkiye de tüm davaları bozarsın çünkü türkiye bir ingilter değil)
    sonra birde adalet üzerinde tepinerek tüm haşhaşileri aklayıp paklayacaktı.
    sonra çıkarmaya çalışacağı tüm yasaları evrensel insan hakları bağlamında (!) değerlendirerek bir güzel Uzun adamın elini kolunu bağlayacak.
    son olarak 4-5 cephede haçlı ile savaşan bir ülkedeki ekonomik çalkantıları ,yabancı para babaları ile birleşerek krize tevhil edip erken seçime zorlayıp
    RTE bir daha aday olmak istemesi durumunda 3. kez aday oluyor dedirterek teknik nakavt etmek.
    Bu propagandayı çeşitli yorum üfürükçülerinden çok net izliyoruz .Allah tan onlarda AYM trolu kadar boşboğaz.
    Şimdi sanki gidip papazın atletini koklayarak karar verecek.kumpas kuracak kadar adil (!) hakim ve yargıçlarımız olduğunu bilmesek boynumuzu ve parmağımızı şeriatin keseceği kılıcın altına koyarız da
    ABD haşhaşilerini iyi yanıyoruz “At terli yemiyi yani”

    Not:Bazı üfürükçüler yazının içeriğine baksın imla hatalarına değil.Çünkü biz trollükten para almıyoruz 10 dakika tombul parmaklarla karalıyoruz ve yazdığımızı dönüp okumuyoruz bile o an ne gelirse içimizde

  10. Hocam, sizin de malumlarınız olduğu üzre İngiltere’de ne yazılı bir anayasa ve ne de bir AYM vardır .Buna rağmen benim bildiğim kadarıyla önemli bir anlaşmazlık , bir sürtüşme, tartışma ,hele bizdeki gibi bir kriz çıkmıyor ; ağırlıklı olarak gelenek ve göreneklere uyarak işlerini yürütüyorlar. Bizde anayasa var ,AYM var, bunca yasalar , teamüller var ama hiç biri işe yaramıyor , durmadan krizlerle boğuşuyoruz . Hatırlanacağı üzre 2007 tarihinde , cumhurbaşkanı seçiminde bir okumuş aklıevvel sözde hukukçu ortaya , şapkadan tavşan çıkarırcasına 367 sayısını icat etti ! Bu CHP de o zatı muhteremin arkasına takıldı , derken iş AYM ne kadar gitti ve ne yazık ki bizim bu anlı şanlı AYM de maalesef ‘ evet doğrudur’ demez mi ! Oysa o anayasa maddeleriyle o güne kadar tam üç CB nı seçilmişti , zaten 12 Eylülden önceki kriz nedeniyle anayasadaki o maddeler mutlaka CB nı seçimini sağlayacak şekilde bilinçli olarak düzenlenmişti .Bu arada yeri gelmişken şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki bu günkü ne idüğü belirsiz şu ucube rejim sisteminin ortaya çıkmasının ,başımıza bela olmasının dolayısıyla parlamenter demokratik rejimin yıkılmasının baş sorumlusu da bu CHP nin o zamanki ikiyüzlülüğü ve sahtekarlığıdır ! Netice olarak dürüstlük , samimiyet, iyi niyet vs. yani fazilet yoksa ne yaparsanız yapın faydası olmuyor ! Selam ve saygılarımla .

    • Alibey şimdi de aynı chp o zamanki fazilet partisi genel başkanını gelecek cb seçimleri için çatı adayı olarak pazarlıyor iyi mi?

    • Sayın namlı, ertav bir süredir dinsel ve cinsel içerikli yorumsularını buralara karalayamıyor diye beğenemiyor olduğunuz için belki hayıflanıyorsunuzdur; sayın korunun her yazdığını kıza mı söylüyor geline mi şekline tiye alarak zevzeklik eden naylon okurlardan farklıca iyi veya kötü benim yorumumla ilgili de bi tepki vermenizi beklerdim ama nafile; varsa yoksa bernar hocanın veryansın hezeyanları…

      • H.Gayret kardeşim, bana bu şekilde sitem etmenize inanın gerçekten üzüldüm , doğrusu pek de beklemiyordum .Çünkü ben bu köşede herkese karşı elimden geldiğince hep nezaketle, anlayışla , güleryüzle davranmaya , kimseyi incitmemeye gayret ediyorum ; bunu zannederim ki siz de fark etmişsinizdir. Nitekim size de zaman zaman ve gerekli yerlerde uygun cevaplar vermeye veya açıklamalar yapmaya çalıştığımı muhakkak ki hatırlarsınız . Bazen , nezaketen düşülen kısa notlara veya hafif yollu şakalaşmalara polemik olmasın diye gülümseyerek geçtiğim oluyor , bunda asla bir artniyet aramamanızı özellikle istirham ederim ! Umarım siteminizi tatlıya bağlayabilmişimdir .Selam ve saygılar sunar iyi geceler dilerim

    • İngiltere’de AYM işlevini gören bir yüksek mahkeme var. İngiltere’de bazen yargı veya siyasi krizler de çıkıyor. Fakat bu İngilizler öyle ince ve derin insanlar ki bu krizleri ya bilerek çıkartıp bir şeyleri örtüyorlar yada kriz gerçekse de bir şekilde hallediyorlar. 🙂

  11. Eleştirmenler üç türe ayrılıyormuş;
    *Kuralları bilmeyip ama keyfine göre eleştiri getirenler,
    *Kuralları bilip ve mutlaka onlara uyulmasını bekleyenler,
    *Kuralları bildiği halde onların işlenerek geliştirilmesini isteyenler
    Bunlardan sürekli aşağılanması gereken ortancasıdır…

  12. Ülkede devlet kurumlarının iç yapıları çok değişti ve değiştirilmeyede devam ediliyor.Sanki ülke bütünlüğü,kurumlar arası hiyerarşi,devlet otoritesi diye birşey kalmadı.Güç ve iktidar sahipleri yargı ve polis sopasıyla ülkeyi yönetiyor.Yarın türk tabibler birliği başkaninin başina gelenin anayasa mahkemesi başkanının başina gelmeyecegini kim garanti edebilir

    • Yorumunuzun sonunda sorduğunuz soruya (“Yarın Türk Tabipler Birliği başkanının başına gelenin anayasa mahkemesi başkanının başına gelmeyeceğini kim garanti edebilr?”) ikinci bir soru daha eklenebilir:

      Yarın, Türk Tabipler Birliği başkanının başını yemeye, Anayasa Mahkemesi üyelerine ayar vermeye yeltenmiş görünenlerin, bizzat o mahkeme tarafından ayar yemeyeceklerini kim garanti edebilir?

      Her iki soruya da “Kimse gartanti edemez” yanıtını vermek durumunda isek, bu durumda, söze, “Sınanmış, test edilmiş ve hükme bağlanmıştır” diyerek başlamak ve sözümüzü şöyle bağlamak durumundayız:

      Mevcut hükümet ve devlet halimiz, Kabile Devleti standartlarına pekala uygun olup iş bu tespiti gösteren standard sertifikası bir an önce hazırlanmalı ve kargo ile en uygun adrese gönderilmelidir.

    • vega arkadaş hangi kurumlararası hiyerarşiden sözediyorsunuz biraz açar mısınız? Aym değildir heralde devletin başı?

  13. Sn. Gayret’in zaman zaman (özellikle muhalif yorumların can sıkıcı bir biçimde arttığı zamanlarda) kopyala-yapıştır şeklindeki bir deklarasyon metni var:

    “Gün geçmiyor ki türkiye düşmanları türlü türlü fitne fesat ile memleket aleyhinde veya devlet yöneticilerimize yönelik utanmazca iftiralar ve saldırılarda bulunmamış olsunlar. Ağızlarından köpükler saçarak milletimizin maddi ve manevi tüm değerlerine hakaret ve küfürler eşliğinde dil uzatan bu ahlak fukarası asalak sürüsüne. . .”

    Karar Gazetesi’ne göz atıyordum az önce. Sayın Gayret’in “Kamuoyuna önemle duyurulur” tadındaki deklerasyonu aklıma geldi:

    “Konya’nın Beyşehir ilçesinde husumetli iki aile arasında çıkan silahlı kavgada 2 kişi öldü, 2’si ağır 5 kişi de yaralandı.”

    “Gün geçmiyor ki”(!) şiddetin giderek gündelik hayatımızı teslim aldığına işaret eden haberlere gazetelerde rast gelmeyelim. . .

    Vesayetçi devlet partisi AK Parti ile onun ittifak kurduğu MHP + Vatan Partisi koalsiyonu, ülke ekonomisini yıkıma uğrattı, insanlarımızı yoksullaştırdı.

    Toplumsal yoksullaşma, işsizlik ve yarınlara ilişkin umutsuzluk ve çaresizlik, her toplumda lumpenlik, şiddet, ülke yönetiminde yozlaşma, toplumsal ahlak ve doğru davranış kalıplarında çürüme olarak kendisini dışa vurur.

    Cumhurbaşkanı, partisinin il ve ilçe teşkilatları yöneticilerine, teşkilatları yakın akraba, eş dost ile doldurmamaları uyarısında bulunmuş.

    Bunu, söz konusu yozlaşmanın bir ima ve itirafı olarak görmek gerekir. (Özellikle de, ‘Biz hizmet ve dava partisiyiz’ iddası akılda tutulduğunda)

    Cumhurbaşkanı’nın sözü ile eylemi arasında açık bir tutarsızlık vardır.

    Bunun neyin iması olduğunu ben bilmiyorum. . .

    • Etrafa baktığımda son 15 yıl içinde devletin herhangi bir kademesinde ki ballı, kaymaklı makamların ve ihalelerin tadına bakmamış, boşta bir güneysu vatandaşı acaba kaldı mı? diye merak ediyorum.

      • Çok güzel bir soru. (Acaba Güneysu’nun cumhuriyetten önceki adı Cenupsu muydu yoksa başka mıydı?)

  14. Bu, son dört gün içinde sayın Koru’nun doğrudan Anayasa Mahkemesi’ni konu alan üçüncü yazısı. Herhalde hemen herkes hemfikirdir ki, yazının baştan ilk iki alt başlığı altındaki paragraflar, “Uyulmazsa ne olur?” şekilndeki sonuncu alt başlığın girizgahı niteliğinde ve yazının can alıcı bölümü de -bence- bu sonuncu alt başlıkta.

    Kısa ve net bir soruya, yine kısa ve net olduğunu söyleyebileceğimiz bir cevap veriyor sayın yazar:

    “Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmazsa ne olur?”
    “Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması anayasal bir suç teşkil eder.”

    “E ne var bunda? Ortada ilginç ya da matah bir tespit yok ki. Bu söylenen, “Elektrik faturanızı ödememekte ısrar etmeniz, gelen uyarılarda zikredilen tarih sınırına da aldırmayıp tanınmış mühlet içinde de fatura bedelini ödememeniz halinde elektriğiniz kesilir.” demek gibi bir şey. Bana, malumun ilanı gibi göründü o soru ve o soruya verilen cevap” diyemeyiz. Çünkü, yukarıdaki o soruya verilmiş o cevap cümlesinin yanına bir ikinci cümle de eklenebilir (ki bu da aslında malumun ilanıdır):

    “Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması anayasal bir suç teşkil eder, ve anayasal suç işlemiş olanlar yargılanırlar.”

    Ne var ki, benim zihnimi kurcalayan ve kendisinden söz edilmeyen bir başka soru var, ve o soruya bir yanıt vermiyor sayın Koru’nun yazıları:

    “Ya Anayasa Mahkemesi’nin bizatihi kendisi siyasallaşmışsa ve Anayasa hükümlerini o siyasallaşmışlık hali içinde yorumlayıp kafasına göre hükümde bulunuyorsa? Bu durumda ne oluyor acaba? Anayasa Mahkemesi hakimleri, Anayasa’nın maddelerini taraflı bir gözle yorumlayıp siyasi kararlar aldıkları suçlamasına muhattap olup yargılanıyorlar mı?”

    Ben bu soruyu da önemsiyor, bulamadığım yanıtını merak ediyorum doğrusu.

    Elbette Anayasa Mahkemesi ile Yüksek Seçim Kurulıu bir ve aynı şeyler değiller, ve ben bunu biliyorum. Ama, gelin görün ki, bunlardan ikincisi de birincisi gibi deneyimli yüksek yargıçlardan oluşuyor ve Anayasa’ya göre ve ona uygun olarak hüküm vermekle mükellefler.

    Peki, kısa bir süre önce YSK’nın vermiş olduğu iki kritik karar (mühürsüz oy pusulalarının da geçerli sayılması ile İstanbul Seçimi’nin, belediye meclisi üyelikleri için kullanılmış oyları geçerli sayarken başkanlık için verilmiş oyları geçersiz ilan ederek seçimi tekrarlatması) evrensel hukuk normlarına, Anayasa hükümlerine, mantığa ve kamu vicdanına uygun kararlar mıydı?

    Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlara baklırsa, kararların oybirliği ile değil, oy çokluğu ile alınmış oldukları görülür. Karara katılmayan mahkeme üyesi hakimler, karara kendi şerhlerini düşerler -yoksa ben mi yanlış hatırlıyor ya da yanlış biliyorum?

    Kafadan ve bir kerede söylemek gerekir:

    Anayasa Mahkemesi, siyasi bir kurumdur. Aldığı kararlar, özü itibarıyla, siyasi kararlardır.

    Meselenin bu boyutuna işaret etmeyen değerlendirmeler eksiktir.

    Sivil bir anayasamız olmalı.

    Yargıçların bağımsızlığının gerçek anlamda temin edilmeli.

    Siyasetin yargıya müdahalesi, yargının siyasete müdahalesi ancak yeni (ve sivil) bir anayasa, yeni bir zihniyet ve ozihniyete uygun siyaset düzeni, o yeni zihniyete uygun adil ve çağdaş anayasal düzenlemelerle mümkün olabilir.

    Değilse, biz daha çok konuşur tartışırız bu Anayasa Mahkemesi denilen kurumu.

    Anayasa Mahkemesi, ne hukuk devletinin kendisi, ne de bağımsız ve tarafsız bir kurumdur.

    “AM hakimleri yanlı ve siyasal kararlar verirlerse ne olur? Bunları da yargılayacak bir kurum var mı?” sorusu, abes bir soru değildir. . .

Yoruma kapalı.