AK Parti’nin övünebileceği önemli bir yasa, yine AK Parti eliyle bozuluyor

52
Guardian gazetesi muhabiri Carole Cadwalladr..
Reklam

Ne zaman fırsat düşse, Türkiye’de halen yürürlükte olan ‘basın yasası’nın gerçekten özgürlükçü bir anlayışı yansıttığını ve bunun şerefinin de AK Parti’ye ait olduğunu çekinmeden söylerim.

Geçenlerde de böyle bir fırsat düştü ve görüşümü bir TV programında yine tekrarladım.

Ancak galiba bundan sonra istesem de tekrarlayamayacağım.

Meclis’in adalet komisyonu ‘basın kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun’ teklifini görüştü ve kabul etti. Teklif Meclis genel kuruluna gelince muhtemelen iktidar cephesinin oylarıyla yasalaşacak ve böylece AK Parti iktidara geldikten kısa süre sonra kapsamlı bir çalışmayla hazırlayıp geçmesini sağladığı ‘basın yasası’nı özgürlükçü olmaktan yine kendisi uzaklaştıracak.

Uluslararası kuruluşlar Türkiye’yi özgürlükçü bir yasaya sahip olmasına rağmen basın özgürlüğü konusunda yetersiz buluyordu; ileri sürdükleri gerekçelere pek yakında yasanın yeni maddeleri de eklenecek.

Yeni yasa ile özellikle sosyal medya üzerinden görüş açıklamanın kısıtlanması amaçlanıyor. 

Örnek olması için ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ başlığı altındaki 29. maddeyi aktarayım:

“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”

Reklam

Maddeyi nereye çekersen çek: Korku ve panik yaratmak… Ülkenin iç ve dış güvenliği… Kamu düzeni… Genel sağlık… Gerçeğe aykırı bilgi… Kamu barışını bozmak… Elverişli şekil… 

Bunların hepsi sübjektif ve istenildiği gibi kullanılabilecek ifadeler…

Özgürlükçü bir yasadan bile gözaltılar, tutuklamalar ve mahkumiyetler çıkabilirken, bu madde ve benzerlerinin içinde yer aldığı metin yasalaştığı takdirde olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum.

Yasa teklifi gündeme geldiği ilk günden başlayarak eleştirilere muhatap. Yasayı Meclis içinde ve dışında savunanlar benzeri hükümleri içeren türden değişikliklerin başka ‘demokratik’ ülkelerde de söz konusu edildiğini ileri sürüyorlar.

En bilinen gerekçe “Başka ülkelerde de kısıtlamalara gidiliyor” oluyor.

Çok yanlış değil bu gerekçe; gerçekten de ‘çakma haber’ bütün dünyada kaygı konusu. Sosyal medya kullanılarak yayılan haberlerle seçimlere müdahaleler edildiği, kişiliklere hakarete yeltenildiği biliniyor. 

İngiltere böyle bir deneyimi ‘Brexit’ adı verilen Avrupa Birliği’nden ayrılmayı getiren referandum sürecinde Cambridge Analytica adlı şirketin müdahalesiyle yaşadı. 

ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle sonuçlanan süreç içerisinde de Cambridge Analytica şirketi devredeydi; ayrıca bir yabancı devletin -Rusya’nın- troller eliyle aynı sonuç için çaba gösterdiği de biliniyor.

Reklam

Sosyal medya pek çok ülkede kaygı konusu, ancak demokrasiler yanlışlıkları ortadan kaldırma amaçlı yasal düzenlemelerle basın özgürlüğünün zedelenmesi ihtimalinde dikkatli.

Demokrasinin temelinde özgür basın da yer alıyor çünkü.

Mahkemeler de bu konuda hassas.

Bu hassasiyeti en çarpıcı biçimde dışa vuran bir mahkeme kararı önceki gün İngiltere’de çıktı.

Hem de Cambridge Analytica şirketinin adının da geçtiği bir davayla ilgili olarak…

Cambridge Analytica (CA) Facebook adlı sosyal medya platformundan satın aldığı verileri kullanarak yine sosyal medya üzerinden kamuoyunu seçimde-referandumda yönlendirecek kampanyalar yürütmekteydi. ABD seçimlerinde ve Brexit’te onun bu çalışmalarının sonucu etkilediği ortaya çıktı.

Ortaya çıkmasını İngiliz Guardian ve Amerikan New York Times gazetelerinin ısrarlı ve kapsamlı yayınları sağladı.   

Guardian gazetesinin konuya ilişkin haberlerinde hep aynı araştırmacı gazetecinin adı vardı: Carole Cadwalladr’ın…

Yayınlar sonrasında açılan davalarda hem Facebook hem de CA şirketi cezalandırıldı. CA iflas ilan etti ve kapılarını kapatmak zorunda kaldı.

Bütün bunlar 2018 yılında yaşandı.

İngiliz Guardian gazetesi muhabiri Carole Cadwalladr 2019 yılında dünyanın en itibarlı gazetecilik ödülü Pulitzer’e aday gösterildi.

Cadwalladr gazetesinde yayımlanan geniş haberlerini duyurmak için kendisi de sosyal medyayı kullanmakta, ayrıca kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla Youtube üzerinden yayın yapan ‘TED Talks’ türü kanallarda da görüşlerini açıklamaktaydı.

Yayınlarda adı geçen ülkesinin en zengin iş insanlarından Arron Banks, Cadwalladr’in kendisini Brexit’i finanse etmekle ve Rus devletine yakın olmakla suçlayan bir Twitter mesajı ile TED Talk konuşmasındaki bir cümlesine karşı yüklü bir meblağ talep ederek hakaret davası açtı.

Gazeteci mahkum olsaydı, davayla ilgili masraflar da ekleneceği için, 1 milyon Sterline kadar varabilecek bir ceza ödemek -daha doğrusu ödeyememek- zorunda kalacaktı.

Banks, kendisini zor durumda bırakmak ve kişisel masraflarını ödeyemez hale getirmek amacıyla, davayı yayınların çıktığı Guardian gazetesine ve konuşmasını yaptığı TED platformuna karşı değil, doğrudan Carole Cadwalladr’ın şahsına açmıştı.

İş insanı, hakkında Yüksek Seçim Kurulu tarafından açılmış, referandumda AB’den ayrılmayı sağlamaya yönelik siyasi çalışmalara yaptığı bağışlarının yasaya aykırı olduğu iddialı soruşturmadan aklandığını, gazetecinin mesajı ve konuşmasında ileri sürdüğü kendisinin Rus devletiyle yakınlığına dair iddianın da asılsız olduğunu ileri sürerek gazeteciyi mahkum ettirmek istiyordu. 

Mahkeme yargıcı önceki gün Carole Cadwalladr’i suçsuz bularak davayı reddetti.

Kararın bizleri de ilgilendiren ilginç yönü şu: Yargıç gazetecinin iş insanına karşı iddialarını ispatlamak zorunda olmadığına, halkın haber alma hakkı kapsamı içerisinde gazetecilik faaliyeti sınırları içerisinde kaldığına hükmetti. 

Yargıcın kararında yer alan en önemli cümle şu: “Kararımda anahtar unsur, ‘Bn Cadwalladr mesajı ve konuşmasıyla iletmek istediği anlamın doğru olduğuna kendisi inanmakta mıydı?’ sorusudur; ben inandığı kanaatindeyim.”

O kadar.

Verilen mesaj -haber- tam anlamıyla doğru olmayabilir, ancak gazeteci toplumun bilmesinde yarar bulunan bir konuyu ele alır ve yayarken onun doğru olduğuna eminse, hukuk açısından bu kadarı yeterli sayılıyor.

İngiltere’de durum böyle. [Karara şu linkten ulaşılabiliyor.]

Bizde ise, yeni yasayla, ‘gerçeğe aykırı’ sayılabilecek herhangi bir iddiayı paylaşmak üç yıl hapis cezasını gerektirecek.

Meclis genel kurulunda konu görüşülürken, AK Partililere, bütün basın kuruluşlarından da görüş alınarak 2003 yılında çıkartılmış ve övünç kaynağı saymaları gereken ‘basın yasası’nı bozmalarının yanlışlığı anlatılmalı.

ΩΩΩΩ 

Reklam

52 YORUMLAR

  1. “AK Parti’nin övünebileceği önemli bir yasa, yine AK Parti eliyle bozuluyor”sa bu net olarak AKP’nin çok değişti(rildi)ğini gösteren bir başka örnektir. Büyük çoğunluk bu kanaatte. Diplomatik ve temkinli davranmak varken üst üste yap(tır)ılan hatalarla bu duruma gelindi. Bilgi girdileri ayrıntılı olsun olmasın bu ülkeye aidiyeti olan ve düşünebilen herkesin bir içgörüsü vardır. Günlük siyaseti takip eden biri değilim (gün be gün telaşeli hayatta öncelik sırası benim için çok düşük). Ancak bu doğrultuda şöyle düşünüyorum.

    Eskiden yükseliş döneminde işler gayet iyi gidiyordu. Her kesimden insanlar umutluydu. Oy oranları arttı. Muhafazakar nitelikli bu partinin başarılı olacağını kestiren derin devlet (DeDe) ve paralelindeki dış masalar (DeM) başarı değil de bu muhafazakar partinin başarılı olmamaı hatta kötüler arasında en kötü örnek olması için plan ve projelerini yürürlüğe soktular. Darbeci ekolden evrilen ETÖ – FETÖ savaşlarıyla ülke sarsıldı (bu kutuplaştırılmanın kökü aslında M. Kemal Atatürk Paşamız dönemine gider). 99 yıl önce Trabzon milletvekili Ali Şükrü beyin öldürülmesi olayı sembolik önemde bir olay olmalı. http://u0i.626.myftpupload.com/cumhurbaskani-adaylarini-karsi-ittifaklar-belirlesin-cumhurunkini-millet-milletinkini-cumhur/.

    Ali Şükrü bey belli bir dönem Sn F. Koru gibi Batı’da eğitim görmüş ancak öğrendiğim kadarıyla DiNi esaslardan uzaklaşmadan ülke gelişiminden yana biri. Kendi değerlerine aidiyetini kaybetmeden Batı’yı görmüş, biliyor olmak bir avantajdır. Böyle bir insan öldürülüyor. Bunu Karar gazetesinde bir köşe yazarından bir kaç yıl önce okuduğumda öğrendim, ilginç buldum. Nedenlerini sorguladığım daha sonraki aylarda M. Kemal Atatürk Paşamız beni rüyamda yanında iki kişiyle ziyaret etti. Gülümseyerek bir soruyla başladı söze. Son derece net ve renkli bir rüya idi. Eşkal çizme konusunda uzman birine bu fotoğrafları çizdirme fırsatı da olur inşallah. Yanındaki iki kişinin şüpheli bakışlarıyla altında karşılıklı konuştuk/sobbet ettik de denebilir. Asker değil, Devlet Başkanı statüsü ve görünümündeydi. Konuşmada sorguladığım konulardan biri de bu Ali Şükrü beyin katli konusuydu.

  2. “Ender
    18 Haziran 2022 At 20:49
    Türkiye’nin toplam sanayi üretim alanı 110 bin hektarmış. Almanya’nın 1.5 milyon hektar.”
    TÜRKİYENİN ORMANLIK ALAN VARLIĞI DA ALMANYANINKİNDEN DAHA FAZLA.

  3. Türkiyede Sosyal medyayi Garbge’a çevirenler sosyal medya kanun teklifini veren’lerin TAAA KENDİLERIDIR. uzağa gitmeye gerek yok! Bak! Fehmi Korunun Günlüğü’ne.

    Fatih Gitti M Sever geldi. Bu örnekte olduğu gibierinden Güya hükümete karşı’ imiş gibi yazılar yazıyor görüntüsü vererek 15 Temmuz darbesini “darbe girişim olarak saptırip işlerine gelmeyenleri teröristlikle yaftaladıklarnı DÜNYADA hiçbir devlete kabul ettiremedikleri gurup ve muhalif olanlanları TECU mucu gibi iftiraları ile mimliyorlar.
    meşhur 200, 000 trolle ordusu elamanları.
    Hergün aynı saatte yorum adı altında ellerine verilmiş kopileri bu site gibi sitelere yapıştıriyorlar.
    Bunların her birine nereye ne kopile yapıştırlacak konu saptırma ikili oyuncuları 200,000 troller ordusu ile S Medyada Küfür, iftira, hakaretler bunlarda üretiliyor.

    Peki buna rağmen bu kanunu bunlar niye çıkariyor?
    Cevap işlerine gelmeyen Muhaliflerin bilgilerini kullanarak onlar adına sosyal medyada bir iki yalan yazıp beşlere ve onlar gibi yandaş lafın çepler ini doldurup kendi ihtidarılarını devam ettirmek.

    • Zengin ve sadece kendi çıkarlarını koruyan bu iş insanları derneği bir zamanlar ekonomi dışında her şey hakkında açıklama yaparlardı!..

      1970’lerde istediklerini yapmadı diye Başbakan Ecevit’i gazete ilanlarıyla düşürmek istemişlerdi. Turgut Özal iktidara geldiğinde askere koşup şikâyet eden bunlardı.

      Hepsi zengin olan bu iş insanları topluluğu bu milletin sırtından milyarlar kazandılar ama zor zamanlarda hiç riske girmediler. Başarılı her askerî darbeyi desteklediler. İstediklerini aldıkları hükûmetleri kolladılar. İstedikleri olmadığında perde arkasında her türlü alavereyi çevirdiler…

      Gençlere hatırlatalım, 2001 krizinde önemli bir kısmı TÜSİAD üyesi ilk 500 büyük şirketin çoğunun faaliyet geliri faizdendi, üretimden değil. Gecelik faizlerin yüzde 7500 olduğu zamanlardı. Birkaç ayda faizle bu TÜSİAD’çılar hazineyi boşaltmışlardı. Geçenlerde öldü, dönemin Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel bunun şahidiydi.

      2002’den sonra Türkiye’nin hızlı kalkınmasıyla bu iş insanları da servetlerine servet kattılar. Sayın Erdoğan’ın liderliğinde TÜSİAD’çı iş insanları 50 kat, 100 kat büyüdü. Tam 19 sene parayı koyacak yer bulamadılar.

      Geçen seneden beri ekonomi sıkıntıda. TÜSİAD hemen hükûmete akıl vermeye başladı. İşler iyiyken bir teşekkürü bile çok görüyorlardı.

      Son 20 senede darbe girişimleri, muhtıralar oldu… 367 skandalı oldu… FETÖ belası oldu… PKK belası oldu. TÜSİAD tek açıklama yapmadı. Hendek olayları oldu PKK’yı kınamadılar bile.

      Devletimiz Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Fırat Kalkanı Harekâtı düzenledi. Tek destek açıklaması olmadı. 15 Temmuz’un yıl dönümlerinde bile bir mesaj yayınlamıyorlar. Ama PKK ve FETÖ destekçisi İsveç’e Başkan Erdoğan iki laf etti diye “aramızı bozmayalım” diyorlar. Başkan Erdoğan terör konusunda ABD’ye, Avrupa’ya, herkese çok şey söyledi.

      Mesela TÜSİAD YPG’ye binlerce tır dolusu silah veren Amerika’ya tek kelime etti mi? FETÖ’yü koruyan Avrupa’ya itirazı oldu mu? Asla!..

      TÜSİAD, AK Parti zamanında çok büyüdü. Ama ideolojik olarak Başkan Erdoğan’ı sevmezler. Çok da önemli değil. TÜSİAD sevse ne, sevmese ne? Türkiye’de AK Parti döneminde işler iyiyken de Erdoğan’a oy vermemişlerdir.

      TÜSİAD’ın eskiden gücü vardı. Şimdi sadece parası var, gücü hiç yok! Başkan Erdoğan onlara gerekeni söyledi. Ağızlarını bile açamadılar. Hepsi kafasını kuma gömdü.

      Şöyle faizler yüzde 60 olsa, bunlar da faizden büyük paralar kazansalar ağızlarını açarlar mıydı acaba? Dertleri eskiden olduğu gibi faizden para kazanmamaları. Gecelik yüzde 7500 faiz aldıkları günleri özlüyorlar. O devirler geçti.
      TÜSİAD belki öz eleştiri yapar; ama hiç sanmıyorum…

  4. KAPAKLIK:
    “H. Gayret
    18 Haziran 2022 At 10:56
    Ermeni vakıflarına mallarını kim iade ediverdi sn.ender arkadaş?

    Yorumu Cevapla
    Ender
    18 Haziran 2022 At 18:22
    Büyükada’ya git tepeye bak. Orada bir döküntü göreceksin. O ne zaman iade edilirse ha şimdi olmuş derim, belki. İktidar iyi denemeler yaptı ama hiç bir işi tamamlayamadı. Hep bir ileri iki geri, üç geri. Şimdi hepten geri vitese aldılar. Hep geri. Bunu bütün dünya görüyor ve Türkiye’nin seviyesini düşüren bir durum.

    Yorumu Cevapla
    H. Gayret
    19 Haziran 2022 At 01:22
    Endercim döküntü dediğin o ahşap binayı diyorsan orası rum yetimhanesidir ve yıllar önceye patrikhaneye iade edildi, bugün hala harabe halindeyse sorumlusu patrikliktir, ok?”

    • Demek ki iade edilmemiş. Yada iade etmekle olmuyor. Kim orayı harabeye dönüştürdüyse ödesin. Tazminat.

      • Sn.ender bey iade eden etmiş,
        işin tazminat kısmını “Kim orayı harabeye dönüştürdüyse ödesin.”
        Haksız mıyım sayın HB?

  5. İŞTE İNGİLİZ HUKUKU TAM OLARAK BUDUR:
    “Yargıcın kararında yer alan en önemli cümle şu: “Kararımda anahtar unsur, ‘Bn Cadwalladr mesajı ve konuşmasıyla iletmek istediği anlamın doğru olduğuna kendisi inanmakta mıydı?’ sorusudur; ben inandığı kanaatindeyim.”

    O kadar.

    Verilen mesaj -haber- tam anlamıyla doğru olmayabilir, ancak gazeteci toplumun bilmesinde yarar bulunan bir konuyu ele alır ve yayarken onun doğru olduğuna eminse, hukuk açısından bu kadarı yeterli sayılıyor.”
    KANUN TANIMAZLAR ÇÜNKÜ YOKTUR,
    ÇÜNKÜ KANUN YAZMAYA YETECEK KADAR GELİŞMİŞ BİR DİLLERİ DE YOKTUR…
    ÇÜNKÜ ÇALAMADIKLARI TEK ŞEY GERÇEK BİR DİLDİR:)

    • Az gelişmiş olduğu için mi tüm dünya yediden yetmişe İngilizce öğrenmeye çalışıyor. Adamlar kanun yazmıyorlar çünkü dilleri kanun. Daha önce ne demiştik diye bakıp (içtihat) aynen uyguluyorlar. Biz ise ne yazıp söylediğimizi bilmediğimiz için anayasa kanun yazıyoruz, ama ne çare yine anlayan yok, üstüne de uymayın yasaya diye diye emir veriyorlar en tepeden mahkemelere. Adaletin bu mu dünya diye şarkısı çıktı. Selda Bağcan’dan …

      • İngilizce dünya dillerinden biri olarak internasyonal bir dil haline gelme şansına sahiptir. Kanun olma iddiasında değildiir, düzenli düzensiz kelimeler ve hatta çelişkili anlama gelecek kelimeler vardır. Türkçe de gayet güzel bir dildir. Bizde “Monkey see monkey do” modunda körkütük yabancı hayranlığı tohumları ekilince bu yönde filizlenmelerle aramızdaki yaban otları çoğaldıkça Türkçe daha bir fakir fukara kalmıştır. Bu da M. Kemal Atatürk Paşamızın kurdurduğu Türk Dil Kurumu görevlilerinin/sevdalılarının samimiyeti ve becerileriyle ilgili bir durumdur. “Monkey see monkey do” modunda dil kadar DiN de ihmal edilmiştir. Atatürkçü/Kemalist marka insanlarımızı büyüteç altına alan istatistiki bir çalışma yapılsın. Büyük ekseriyetininin özellikle yurtdışına çıkanlar arasında Türkçelerinin erozyona uğradığı, konuşma güvenlerinin pek kalmadığı görülebilir. Buna kıyasla DiN’e aidiyetlerinin ise daha düşük durumda olduğu görülecektir. M. Kemal Atatürk Paşamız ya bilinçli olarak bunu öngörmüştü ve deha/ileri görüşlü olarak abartılmasına, hatta tanrılaştırılmasına rağmen bu günlere gelineceğini öngörememişti.

    • İnsanların düşünmesini engellemek mümkün değildir; engellemeye konu olan düşünceyi, duyguyu, kararı açıklamaktır.

      Şahıslara hakaret, bölücülük, kutsallara hakaret, kamu düzenini bozmaya, şiddete başvurmaya teşvik ve tahrik gibi düşünce ve kararların açıklanmasına müsamaha edilmez.

      Bunların dışında her insan, düşündüğünü açıklar, katılmayan, duruma göre ya hoş görür veya tahammül eder.

      Her ağzı olanın konuşması uygun değildir, konuşmanın sorumluluğu vardır. Bu ülkede herkes doktor gibi, din âlimi gibi veya bir başka alanda uzman gibi konuşuyor; sosyal medyada yayın yapıyor, nice çamlar deviriyor, nice sapıtmalara sebep oluyor… Bu hoş görülemez.

      Belli bir konuda sağlam ve yeterli bilgi sahibi olanlar o konuyu tartışabilirler; konu müsait ise görüş, yorum, yaklaşım farkı ortaya çıktığında farklı fikirlere saygı ve hoşgörü gerekir. Farklılığa tahammülü olan bir konuda “Bir ben bilirim”, “Bir benim görüşüm haktır”, “Benimkine aykırı düşünenler cahil, sapkın, haindir…” demek, taassuptur, ilim ahlâkına yakışmaz.

    • Ha gayret! Bu yazıyı kım Türkçeye çeviren?
      Orda geçen gazetecilerin hukukla ilgili terimlerin hepsini bilmemeleri. Konu İngiz dili değil.
      BU TAM OLARAK İNGİLİZ KANUNUDIR:
      “Hâkimin kararındaki en önemli cümle şudur: “Kararımdaki kilit unsur Ms’Cadwalladr, mesajı ve konuşmasıyla iletmek istediği anlamın doğru olduğuna kendisi inandı mı?’ sorusu; yaptığına inanıyorum.”

      Yani.

      Verilen mesaj -haber- tamamen doğru olmayabilir ama gazeteci, kamuoyunun bilmesine yarayacak bir konuyu haber yaparken ve yayınlarken bunun doğru olduğundan eminse, hukuken bu kadarı yeterli sayılır.”
      YASALARI BİLİYORLAR, ÇÜNKÜ SAHİP DEĞİLLER,
      ÇÜNKÜ HUKUK YAZMAK İÇİN GELİŞMİŞ BİR DİLLERİ YOKTUR…
      ÇÜNKÜ OYNAyamadıkları TEK ŞEY GERÇEK DİLDİR 🙂

      Live translation

  6. Basını basalım masaüstüne serelim etrafına altı madde dizelim. (5 olmasın 6 olsun).
    Eskiden eksik çok muydu çoktu.
    Basın mensuplarının köşe yazarlığı kitap yazı dizisi gibi işler haricinde hafiyelik yapma bunun bedelini canıyla ödeme gibi bir yükümlülüğü sorumluluğu var mı mesela! ( Uğur Mumcu kışlalı ipekçi … )
    Pijamalı dönemlerde eksikliği giderme şansı var mıydı? Yoktu! Şimdi var mı???
    Var kabul edersek,
    Yasama yürütme yargı yanında basının yeri!???
    İşte bütün mesele bu bence.
    Sadece bir gazete değil konu, “MEDYA”
    Örnek:
    Bir skandal yolsuzluk hukuksuzluk..
    Bir iftira şantaj tehdit..
    Bir karalama yok etme operasyonu…
    Bir vatan hainliği bölücülük..
    Ekonomik oyunlar…
    Meşhur dış güçlerin bir operasyonu..
    Vesaire vesaire..
    *Birilerinin elinde oyuncak olmalı mı!????
    *Yoksa keskin kılıç gibi tepede basın kendi başına sallanmalı mı!?????
    Demokrasi memokrasi otokrasi…
    *Belkide vardır başka bir çaresi!!!!!!!!!!!
    Ne olabilir acaba?

    • Şu bizlerde bir hastalık haline gelmiş,
      Basına bavulla delil gelsin,
      Siyasetçi eline alıp ipi.. basın göstersin,
      Bir sorun mu oldu herşeyi direk internetten malum yere cız yapalım! O çözsün!
      Güvenlik güçleri yakalasın ama… Halk basından görüp bir önce olayı çözümlesin😯.
      Hukuka ne gerek var linç edilsin,
      Siyasetçi ne söylerse doğrudur 😯.
      Sınıra harekatmı olacak? Proceyi TV’den bir görelim bakiiimm😯😠😠😠
      Teröristlere baskınnmı yapılmış vay önceden katil agababasından izin aldınız mı?😠
      Bu adam var ya bu adam, eee şurayı batırdı burayı soydu sonra??..
      Peki bu adam yargılandı mı?
      Tutuklandımı?
      Yooookk😯😠
      Tövbe tövbe eee..
      Söyletmen beni asabım bozuluyor.

  7. Dezenformasyonla mücadele kanun taslağının 29. Maddesi:
    “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis” cezasıyla cezalandırılacak.“

    Dezenformasyon kelimesi bana trolleri ҫağrıṣtırır ama burada durum farklı.

    Almanya’da 2021 yılında ҫıkarılan internet suҫlarıyla ilgili kanunun amacını hükümet ṣöyle aҫıklıyor:
    „İnternette artan bir iletişim vahşileşmesi gözlemleniyor. Saldırganlık, sindirme ve cezai suçlar artıyor. Bu durum insanların kamusal siyasi söylemden tamamen çekilmesine yol açabilir.
    Düşüncelerini özgürce, etkilenmeden ve açıkça ifade edebilmek ve fikir alışverişinde bulunabilmek, demokratik, çoğulcu bir toplumun temel taşlarından biridir. Federal Hükümet, özgürce fikir alışverişini her şekilde savunmaya kararlıdır.“
    https://www.bundesregierung.de/breg-de/suche/gesetz-gegen-hasskriminalitaet-1722896

    Almanya’da hükümet, özgürce fikir alıṣveriṣini savunmak isterken, Türkiye’deki kanun tasarısı, kamu düzeni, iҫ ve dıṣ güvenlik diyor.

    “1990’lı yıllarda Alman anayasa mahkemesi, Tucholsky’nin askerlerle ilgili yazdıklarından yaptığı alıntıyı arabasının camına yazarak dolaṣan bir öğrenciyi mahkum eden mahkeme kararlarını bozarak davayı durdurmuṣtu.

    Büyük tepki üzerine mahkeme, Tucholsky‘ den yapılan alıntının iҫeriğinin doğru veya yanlıṣ olduğuna değil, bu alıntının ifade özgürlüğü kapsamında söylenebileceğine karar verdiğini aҫıkladı.“

    Mahkemenin aҫıklamasından anladığım, ifade özgürlüğü kapsamında dile getirilen her görüṣ doğru olmayabilir. Ama buna rağmen ifade özgürlüğü kapsamındadır.
    Ayrıca Görüṣ beyanı gerҫeklerin beyanı da değildir.

    Bu nedenlerle görüṣ beyanı özgürlüğü kapsamında düṣünülmesi gereken yorumları dezenformasyon terazisi ile tartmaya kalkmak sadece gazeteciler iҫin değil görüṣ beyan eden herkes iҫin sorun olabilir.

    Tabii ki kimseye hakaret etmeden görüṣ bidirmek gerektiğinin altını ҫizmekte fayda var.

  8. https://amp.artigercek.com/haberler/kazanda-sut-banyosu-yapti-denilen-isci-beraat-etti-medyada-hala-suclu-gorunuyor

    “dezenfektan teknesine sıcak su ve biraz da süt artığı koyarak, iç çamaşırlarıyla banyo yaptığı, teknedeki maddenin süt olmadığı, videonun ardından teknede bulunan çoğunluğu sıcak su olmak üzere süt artığının imha edildiği, insan sağlığını etkileyecek bir durum olmadığı, bu yüzden beraatine…”

    Beraat kararının ardından E.S, haksız yere altı gün tutuklu kaldığı gerekçesiyle tazminat davası açtı ve 1150 lira tazminata hak kazandı. TikTok görüntüsünün “Süt kazanı”nda değil “dezenfektan teknesi”nde çekildiği, E. S.nın da “süt banyosu” değil “süt artığı ve sıcak su banyosu” yaptığı iki mahkeme kararıyla tescil edilmiş oldu. O görüntülerin TikTok’ta ilgi çekmek için yapılan bir işgüzarlık olduğu kesinleşti.

    İlginç bir olay ve bir çırpıda akla getirdiği basit sorular:
    Süt dezenfektan kazanı insanların yıkanma alanı mıdır?
    Hijyen konusunda en ufak bir kuşkunun olmaması gerektiği süt imalathanesi gibi bir iş yerinde çekilen böylesi bir görüntünün bile bile kamuoyunun alerjisini kaşıma,tahrik etme gibi bir yönü yok mudur?
    Bu olay,işçinin işgüzarlığı diye geçip gidilecek nitelikte bir olay mıdır? (Sonuçta bir tutukluluk olmamalı ama) bu olay müeyyilendirilmeyecek nitelikte bir olay niteliğinde de görülmemeli bence.
    Devam edelim; Değiştirilmesi düşünülen Basın Kanunu 29’un değişik haline göre değerlendirecek olursak buradaki dezenformasyonu yani yanıltıcı bilgiyi yayan basın mıdır,yoksa süt fabrikasında çalışan işçinin sadece süt dezenfektesiyle alakalı bir kazanın içinde süt olduğu intibaını uyandıran sıcak su ile keyfe gelmiş şekilde banyo yaparken çektirdiği görüntüyü kamuoyunun hassasiyetini kaşıyacak,tahrik edecek nitelikte sosyal medyaya vermesi midir?
    İlginç değil mi? Sonra ister istemez dilimize dolaşıyor işte: “Böylesine özgürlükçü bir kararı veren yargının aynı anlayışını keşke her davada görebilsek.” diye…

    • Müeyyide ne olabilir? Misalen,TCK 271.2. cümle,Suç uydurma suçu:”işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir. ” Süt kazanında yıkanmadı ama yıkandığı algısını oluşturacak görüntüyü üretip,sosyal medya aracılığıyla yayarak bir soruşturma yapılmasını sağladı.

  9. Napolyon’a atfen söylenen “Bana tevili kabil olmayan bir cümle getiriniz, sizi onunla idam edeyim.” yani kelmeler lastik gibi sürdürülebilir ve değerlendiren kişinin meşrep ve mesleğine göre istenen yere çekilebilir. Bu durum neyi getirir örnek ekonomi kötü gidiyor deyip arkasına “Kral cıbıldak” yazsanız kralımıza hakaretten üç yıl zindana atılabilirsiniz, benzine zam gelecek diye konuşuluyor yazsanız bunu okuyup istasyonlara koşan vatandaş kuyrukta kavga etse yalan haberlerle halkı kin ve nefrete teşvik ediyor suçu ile DGM’ de yargılanabilirsiniz, eskiden hadepeli şimdilerde akapeli olan nefere mehapenin başkanı neden takviye vitesi takıyor diye merak etseniz devlet sırlarını ifşa etmekten hakkınızda pembe bülten çıkarılabilir. Hasılı kelam trolbaşı Goebbels’ in ve hangi bakanlık olsa yaparım sadakatim sorgulanamaz adalet bakanı için yetmez ama evet bir tasarı ile taşları bağlı trolleri serbest bir sosyal medya hayal ediliyor. Bana kalsa titır, Istagram ve şürekasını kapatırım ama Z nesli world war zet II başlatır diye korkarım.

    • Sebil abi
      “…halkı kin ve nefrete teşvik ediyor suçu ile DGM’ de yargılanabilirsiniz,”
      demişsiniz de;
      bahsettiğiniz darbe mahsülü DGM’ler kalkalı yıllar oluyor, uyanın artık!
      Evet, bilin bakalım hangi iktidar tarafında kaldırıldı?
      Dün Sn.ender bey “bizim mahkemelerde yargılanacaksınız!” diye tehditler savururken yoksa bu kapatılan DGMleri filan mı kasdetmiştir?
      Efendim?
      Estek köstek…

      • Ekşiye sazan yazdım bakalım yazan neymiş? “bir laftaki hatayı hemen bulmaya kasıp aslında onun sırf ona bunları söyletmek için söylendiğini anlamayan ya da sonradan anlayan insan çeşiti.

  10. !!!Türkiye’de halen yürürlükte olan ‘basın yasası’nın gerçekten özgürlükçü bir anlayışı yansıttığını !!!Belirtiyorsunuz peki türkiye de şuan basın özgürlüğü var mı ? Var ise neden
    şikayet ediliyor karşılaştırmalarda afrikanın bile gerisinde bilmem kaçıncı yüzlü sıralarda olduğu belirtiliyor.Demek ki sorun yasada değil ? Sorun o yasayı hükmü kuralı uygulayanda .
    iddia ediyorum türkiyede en özgürlükçü yasayı getirin en iyi anayasayı yazın ama uygulamaz iseniz hiçbir hükmü olmaz. O nedenle yasalara takılmadan hukmu verenleri düzeltmek gerekir.
    Attığı twetten yazdığı yazıdan yaydığı mesajdan suçlu bulunacak kararı veren yargıç görevini tam ve bağımsız yaparsa hiçbir zaman sorun olmaz. Bakın O YARGIÇ kanaatim böyle diyor demekki onun vereceği karar çok önemli.
    Odaklanılması gereken hukuğun adaletli ( hukuki değil ) karar vermesini sağlamak .Tüm çabalar bunun üzerinde olmalı .HEp şikayet ediyoruz ama bu işlerin düzelmesi için Muhalefetin , barolar birliğinin sivil toplum kuruluşlarının bunların çözümü için birşeyler yaptığını öneri getirdiğini gördünüz mü ? Hayır Bu işe temelden yani hukukçuların yetiştirilmesinden başlamalıyız.
    Göreceğiz ki tüm sorunlarımız temelden çözülmüş olacak. Önce adalet gerisi çorap söküğü gibi gelecek.

    • Ahmet bey “Bakın O YARGIÇ kanaatim böyle diyor demekki onun vereceği karar çok önemli.” ifadenizden de anlaşılıyor ki hukuk bilginiz biraz kısıtlı sanki, ama şu
      “iddia ediyorum türkiyede en özgürlükçü yasayı getirin en iyi anayasayı yazın ama uygulamaz iseniz hiçbir hükmü olmaz. O nedenle yasalara takılmadan hukmu verenleri düzeltmek gerekir.”
      iddianızı esgeçmiş olmayalım:
      TÜRK YARGISI VE YARGIÇLARI ÖNLERİNE KONAN KANUNLARI UYGULAR,
      İYİ YA DA KÖTÜ YAZILMIŞ FARKETMEZ,
      HER KANUN HARFİYYEN UYGULANIR, BEĞENİRSİNİZ YA BEĞENMEZSİNİZ…
      ÖZGÜRLÜKÇÜ YA DA DEĞİL, DÜZGÜN YA DA EĞRİ KANUNDA NE VARSA ONA UYULUR!
      TÜRK YARGISINA KÜFRETMEK SİZİ HAKLI KILMAZ.

      • Kanunların uygulanmadığı, hatta mahkemelere kanunlara ve hafta anayasaya uymayın diye açık emir verildiğini gördük. Bunlar elbette suç. Ancak henüz yargılama zamanı gelmedi. Elbette yargılanacak hepsi. Zamanı gelince. Tek tek. DGM’ye de gerek yok elbette.

      • Siz Türkiye de yaşamıyorsunuz.
        Başta 367 gibi bir garabet verdi hatirlarmisiniz.Veya omzu kalabalıklar karşısında esas duruşa geçenler.Veya seni buraya tiktiran boyle istiyorlar.Veya surulmekten korkup vicdani ile karar veremeyenler vs vs.Tum bunlar vicdani ile …….arasında kalanların hikayesi.

  11. CEZALANDIRILMAMA GARANTİLİ
    HIRSIZLIK PROJELERİ
    Sayın KORU’nun bahsettiği sansür düzenlemesi yasalaştığında, bir gerçeğin en yalın ifadesi olan başlıkla ilgili “dezenformasyon”( breh, breh, breh ne kadar da Avrupai bir ifade, tıpkı amorf gibi) gerekçesiyle işlem yapacaklar.
    Kesemizden bir kuruş çıkmayacaktı.
    Çok çok doğru bir ifade:
    – Öncelikle miktar olarak “bir” değil, “milyar” hatta “trilyon” çıkıyor.
    – İkincisi TLnin alt birimi kuruş değil, dolar-euro çıkıyor.
    Evet bu gerçeklerin ifadesinden gocunuyorlar.
    Batağa öyle böyle saplanmadılar:
    Battıkça haksızlık yapacaklar.
    Haksızlık yaptıkça batacaklar.
    Daha çok.
    Daha çok.
    Cehennemin dibini buluncaya kadar.

  12. Gayet tabii ki hiç bir konuda başıboşluk doğru değildir ; yasal düzenlemelerin yapılması bir bakıma düzen ve intizamın , hak ve adaletin sağlanması bakımından şarttır .
    Ancak iş yasal düzenlemeyle bitmiyor, bir de bunun uygulanması vardır ; her zaman ve her yerde , yazıda sözü edilen yargıcı bulmak pek mümkün olmuyor .
    Bunun yanında eğer yargı da bağımsız ve tarafsız değilse zaten yapılan hiç bir şeyin bir anlamı kalmıyor !
    En ideal olan yasayı da yapsanız akıntıya kürek çekmekten öte gidemezsiniz .

    • Durup dururken Kemal Bey’in başına gelene bakın:
      – Aday olsa da kötü, olmasa da kötü.
      – Seçimi kazansa da kötü, kaybetse de kötü.
      Çünkü her ahvâlde, CHP Genel Başkanlığı’na veda edecek.
      Halbuki CHP Genel Başkanlık koltuğu, onun canı ciğeri… Dünyada ondan daha değerli bir mevki yok.
      Şimdi nereden çıktı bu Başkan adaylığı?
      Hay Allah.
      Tayyip Erdoğan da sıkıştırıp duruyor.
      Nereye kaçacak bu muhterem?
      Aday olmasa, bu ne biçim lider denecek.
      Aday olsa, genel başkanlıktan istifa etmesi gerekecek.
      Seçimi kazansa, partili cumhurbaşkanı olmak kendini inkâr anlamına gelecek.
      Seçimi kaybetse, genel başkanlığa dönmek, hayal olacak.
      Tarzan sahiden zor durumda.
      Bastığı yerde ot bitmeyecek.
      Peki, CHP Genel Başkanlığı, bu kadar mühim mi?
      Evet, mühim.
      – Tek başına sıfır bile olsan, seçime her girdiğinde yarışa yüzde 25 avansla başlayacaksın… Hazır oy.
      – İstediğin zaman Atatürkçü, istediğin zaman HDP’ci, istediğin zaman dindar ve muhafazakâr olacaksın.
      – İstediğin zaman devletçi, istediğin zaman devlet düşmanı kesileceksin. Batıda ortakların var, korkma.
      En mühimi de:
      – İktidara gelmek gibi bir hedefin olmadığı için siyaseti konforlu bir hayat biçimi’ne dönüştüreceksin. Ekmek elden su gölden.
      Daha ne olsun?
      Bütün bunlardan gayrı bir de devleti kuran parti unvanın var. Uçsuz bucaksız bir dokunulmazlık bu.
      Kemal Bey, tabii ki CHP Genel Başkanlığı’nı tercih eder… Cumhurbaşkanı olup da kendini niye Türkiye’ye kilitlesin?
      Dünyalar onundur.

    • Sayın mamlu “yazıda sözü edilen yargıc… gibilerle düzen ve intizamın , hak ve adaletin sağlanacağını düşünüyorsanız”
      bırakın HER KONU BAŞIBOŞ KALSIN!!!!

    • CHP bugünlerde muhafazakârlara ‘bize katılın’ diye çağrıda bulunuyor.

      CHP lideri ‘CHP eski CHP değil’ diyerek güya değiştiğini açıklıyor. Ama iktidarı yıllarında muhafazakâr kesimin değerlerine karşı yürüttüğü uygulamaların da arkasında olduğunu söylüyor.

      Hem fikri yapısında sabit kalacak hem de değişmiş olacak?

      Aklımızla alay etmenin öteki adıdır bu.

      Son grup toplantısında muhafazakâr kadınlara ‘bize katılın’ çağrısı yapan CHP lideri peşinden de muhafazakâr kadınların reddettiği İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkarak yeni bir çelişkiye daha imza attı.

      Küçük ortağı da İstanbul Sözleşmesi’ni geri getirmekten bahsedip duruyor.

      Oysa hiçbir muhafazakâr kadın, batının ahlaki değerlerine göre kaleme alınmış, toplumumuzun en güçlü kalesi olan aileyi zayıflatma formülü olan İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaz/savunamaz.

      Hemen her konuşmasında İstanbul Sözleşmesi’ni savunup sonra da muhafazakâr kadınları partisine davet eden CHP lideri ne yaman bir çelişki içinde olduğunu hâlâ kavrayabilmiş değil!

      Öte yandan muhafazakâr kesimin kutsallarına saygı göstermek bir kenara, hakaretler yağdıran, en hafif hakareti ‘İnandığınız Allahınız belanızı versin.’ olan İstanbul eski il başkanına sahip çıkıp sonra da muhafazakâr kadınlara bize katılın demenin ne denli büyük bir çelişki olduğunu göremiyor.

      Muhafazakâr kesimin kitabı olan Kuran eğitimine ortaçağ zihniyeti diye hakaret edip sonra da onları CHP’ye katılma çağrısı yapmak hakikaten şaka gibi.

      İşin en garip tarafı da CHP’yle birlikte hareket eden ve İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olan Milli Görüş davasındaki partinin güçlü tepki vermemesi.

      Mensupları AK Parti’yi İstanbul Sözleşmesi’ni kabul etti diye eleştiriyorlardı.

      Sözleşme feshedildi şimdi kendi ortakları sözleşmeyi yeniden hayata geçireceklerini açık açık ilan ediyorlar ama dün AK Parti’yi sözleşme sebebiyle eleştirenler ortaya güçlü bir tepki bile koyamıyorlar!

      Şurası bir gerçek ki, CHP’nin ve küçük ortağının milletin değerleriyle ilgili bir dertleri yok.

      Tek dertleri Başkan Erdoğan’ı alaşağı etmek!

      Küçük ortak Medeni Bilgiler kitabını parti teşkilatlarına dağıtacağını ve iktidar olduğunda okullarda ders kitabı yapacağını söylerken de bu milletin değerleriyle ilgili hassasiyetinin ne denli zayıf olduğunu göstermedi mi?

      Ne diyor o kitap? Buyrun:

      “…Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir (etkili) olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüzün önündeki Türk Milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.

      Türkler Araplar’ın dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemler’in ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilâkis Türk Milleti’nin millî rabıtalarını gevşetti, millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde (üzerinde) … bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu (Arap milliyeti siyaseti ile sonuçlanıyordu). Muhammed’in dinini kabul edenler kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdular. Bununla beraber Allah’a kendi lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacaatta bulunacaktı (yakaracaktı). Arapça öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk Milleti birçok asırlar ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin âdetâ bir kelimesinin mânâsını bilmediği halde Kuranı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler…”.

      Bunları ders kitabı olarak okutmak isteyen mi milletin değerlerine saygı gösterecek?

      Evet, CHP eski CHP değildir, eskisinden daha beter bir partidir.

      Küçük ortağı da onun peşindedir.

      Altılı masanın diğer dördü, bu ikiliyle ne zamana kadar tahammül edecekler orası belli değil.

      Ama şurası da kesin ki, masaya yedinci ortak olarak dışardan destek veren HDP bu dörtlüden daha etkin pozisyondalar.

      Ve şimdi masaya sekizinci ortak olarak TÜSİAD da eklendi!

      Masa gün geçtikçe renkleniyor!

  13. En son yayımlanan Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında ; Türkiye , 180 ülke arasında ancak 153 ncü sırada kendine yer bulabilmiş .
    Bu bakımdan endişe etmeye hiç gerek yok , daha 180 varmaya epey bir boşluk var !
    Bu boşluğu tepe tepe kullanabiliriz , yola devam !

  14. Gerçekten akıl mantık dışı bu iktidar. Babacan’ın dediğine göre daha önce arka kapıdan sattıkları 128 milyar dolar üzerine, yılbaşından beri de 50 milyar dolar satmışlar. 180 milyar dolar gitti gider yani. Ne için belli değil. Doları tutmak için diyorlar. Ama doları tutana aşkolsun. O gidiyor gideceği yere. Peki bu sattıkları dolarları neden gizli kapaklı satıyorlar. Kime sattıkları neden açıklanmıyor. Hepsi kapalı kutu. Ama bu işler öyle saklayarak gizlenemiyor. İlla bir gün çıkıyor ortaya gün yüzüne. Bugün yedikleri haltlar da çıkacak elbette. Sonra gelecek hesap zamanı. Londra falan demesinler. Burada göreceğiz hesabı. Türkiye mahkemelerinde. Allah affetsin de yok bu sefer. Ona göre yapsınlar hazırlıklarını.

    • Türkiye son 20 yılda sürekli darbe ve ekonomik kriz üreten siyasi-bürokratik vesayeti geriletti ama ekonomik vesayete dokunamadı. Ülkeyi, darbeler gibi her 10 yılda bir düşük kur, yüksek faiz ve borç sarmalına sokan bu “faiz lobisi” ne yazık ki hiç değişmedi. İşte TÜSİAD, bu lobinin sesi olarak 1971’den beri varlığını sürdürdü ve her dönem siyasete müdahale etti.
      Yeri geldi, 1979’da olduğu gibi gazetelere ilan verip Ecevit’in başında olduğu CHP hükümetini düşürdü.
      Yeri geldi, askerlere koşup “Ne bekliyorsunuz, neden darbe yapmıyorsunuz?” dedi.
      Yeri geldi, Özal’la, Erbakan’la, Tansu Çiller’le kavga etti.
      Yeri geldi, sanayici olmalarına rağmen faizleri yükseltmesi için hükümetlere operasyon çekti.
      Yıllar sonra bütün bunları geride bırakan bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıktı. Bunlar Türkiye’yi, sadece bölgesinde değil küresel düzeyde siyaset üreten, sözü dinlenen bir aktör haline getiren Başkan Erdoğan’a bile ayar vermeye kalktı.
      Oysa aynı TÜSİAD, sadece son 10 yılda Türkiye’nin yaşadığı onca saldırı karşısında kılını bile kıpırdatmadı. Batı’nın bayileri ve sesi olmalarına rağmen hiçbiri Batılılara, “Türkiye’ye haksızlık yapıyorsunuz” diyemedi.
      Hiçbiri 15 Temmuz gibi kanlı bir darbe ve işgal girişimi karşısında sesini çıkarmadı. Darbenin arkasında ABD’nin olduğunu, FETÖ elebaşı Gülen’i koruduğunu bildikleri halde, gidip orada lobi çalışması yapmadı.
      Hiçbiri ABD Başkan Biden’ın, “Muhalefete destek vermeliyiz, Türkiye’yi Suriye’de, Doğu Akdeniz’de durdurmalıyız” sözlerine tepki vermedi. Hiçbiri bir kez olsun ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Batı merkezlerinde “Türkiye’de can ve mal güvenliği yoktur” sözlerine itiraz etmedi.
      Sadece sustular…
      Ama emperyalizmin dayatmaları karşısında susan, dilsiz TÜSİAD, söz konusu içerideki siyasi iktidar olunca demediğini bırakmadı. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın son konuşmasını bulup okuyun, CHP bildirileri bile daha insaflı. O konuşmada, 20 yıllık AK Parti döneminde ticaretin önünü açan devasa ulaşım altyapısını, binlerce organize sanayi bölgesini, enerji alanında, yerli ve milli savunma sanayiinde atılan devrim niteliğindeki adımları göremezsiniz. En önemlisi de hayatı yaşanmaz kılan teröre karşı verilen mücadeleye ilişkin tek satır yok.
      Ama “Faizi artırın” talebi var. İhracata ve büyümeye karşı çıkış var.
      İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesi konusunda ısrarcı olmama “direktifi” var.
      Hatta İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesi, festival ve konser iptalleri bile var. Ama ülkede devrim niteliğindeki dönüşümlere ilişkin olumlu tek satır yok.
      Dedim ya CHP bile daha insaflı… Helalleşme diyerek bagajından kurtulmak istiyor. Ya siz?
      İşte Başkan Erdoğan bu statükoya isyan ediyor:
      “Ey TÜSİAD’ın başına gelen beyefendi, sen daha çıraksın, dün bir bugün iki. Siz kimsiniz bize ders veriyorsunuz?”
      Sahi siz kimsiniz, kimin sözcülüğünü yapıyorsunuz?
      Özde aynı olsanız da sözde CHP bile değişti ama siz hiç değişmediniz. Merak etmeyin “az kaldı”, bu ülke yerli sanayisini kurarak “Batıcı” cendereden kurtulup sizi de değiştirecek.

      • Muzaffer bey Necmettin Batırel’in dünkü yazısını ezberlercesine okumuşsunuz o da tam sizin dediklerinizi söyledikten sonra TÜSİAD’a şöyle sesleniyordu “her şeyi de devletten beklemeyin! Millet sizden pamuk ellerinizi taşın altına koymanızı bekliyor”

        O cümleyi okuyunca benim kafam karıştı Batırel eğer TÜSİAD’tan yeni yatırımlar yapmasını ve ekonomik sıkıntılara kaşı kesenin ağzını açmalarını ve enflasyonla mücadele adına ürünlerine az zam yapmalarını istiyorsa hadi beyler pamuk eller cebe demesi gerekmiyormuydu da pamuk elleri taşın altına koymalarını istiyor.

        Taşın altına giren el o taşı kaldırıp fırlatmaz mı, fırlatınca da taş hükümete değerse ya, ne olacak o zaman. Necmettin Batırel ne istediğini biliyordur herhalde ama onun ne istediğini ben bilmiyorum. Siz biliyorsunuz galiba:))

        • Önceki gün TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu (YİK) vardı. Yeni başkan Orhan Turan ile YİK Başkanı Tuncay Özilhan’ın konuşmalarını izledim. “Büyüsek de fakirleşiyoruz” diyorlar. “Eşitsiz gelir dağılımı demokratik sisteme yönelik inancı zedeler” diyorlar. “Gelirler hızla eriyor” diyorlar. “Rekabetçi kur, yüksek ihracat ve cari fazla mantığıyla kurgulanan politika kalkınmaya yetmiyor” diyorlar.
          Vay bee…
          Zenginler Kulübü’ne bak hele!
          Nasıl da halkı savunuyor öyle değil mi?
          Yahu, inandınız mı?
          Bu kulübün üyesi patronlar için önemli olan ülkenin, halkın çıkarları değildir, kendi çıkarlarıdır.
          Onlar kapitalizminin en örgütlü kulübüdür. İşçilerinin demokratik haklarından biri olan grev ve toplu sözleşme hakkından rahatsızdırlar.
          Her dönemde hele hele krizlerde kârlarını katlarken işçisine aynı oranda zam yapmazlar. Hatta daha iyi koşullarda daha yüksek bir ücretle çalışmak ve geçinebilmek için sendikaya üye olmak isteyen işçilerinin üzerine polisi salarlar. (Hatırlayın, Tuncay Özilhan eylem yapmak isteyen işçileri evinin sokağına bile aldırmamıştı.)
          Şimdi de enflasyondan şikâyet ediyorlar ya…
          O serzenişe de kanmayın.
          Onlar yükselen maliyeti sana, bana yansıtırlar. Ekonomiden aldıkları pay artar ama onu işçileriyle paylaşmazlar.

          Öyle ya…
          Madem kriz var, vatandaşın alım gücü iyice düştü, patronlar da biraz az kazansın. Mesala, bir kampanya başlatalım. İşçilerini enflasyonda ezdirmemek için yeniden zam yapsınlar.
          Sermaye düşmanı değilim.
          Ama Patronlar Kulübü’nün şirket tablolarına bakınca tuzlarının kuru olduğu ayna gibi ortaya çıkıyor. O zaman da bu ağlaşmalar timsah gözyaşı gibi geliyor insana…
          Bakın, TÜSİAD üyeleri bu dönemde servetlerine nasıl servet katmışlar?
          Koç Holding’in aktifi son 1 yılda yüzde 67 (1 trilyon 158 milyar TL), Sabancı Holding’in yüzde 69 (916.3 milyar TL), Anadolu Efes’in yüzde 78 (97.7 milyar TL), Eczacıbaşı İlaç’ın yüzde 39 (8.5 milyar TL), Coca Cola’nın yüzde 100 (43.3 milyar TL) artmış durumda… Boyner mağaza üzerine mağaza açıyor. Online alışverişte gelirlerini katlıyor. İlk çeyreğe bakın. Koç’un karı yüzde 218, Sabancı’nın 370.8, Eczacıbaşı’nın yüzde 35 artmış durumda…
          Hele yeni başkan Orhan Turan’ın şirketi Ode Yalıtım.
          Turan, ihracatla büyüme modelini eleştirse de kendi servetine bu yolla epey servet katmış… 6 kıtada 70’den fazla ülkeye ihracat yapıyorlar. Çin ile Almanya arasındaki coğrafyada teknik yalıtımdaki en büyük üretici konumuna gelmiş durumdalar. 2020’de İSO İkinci 500’de 338’inci sıradan 296’ya çıkmıştı. 2021 listesi henüz açıklanmadı. Ama eminim orada da yine sıralama atlamıştır.
          Velhasıl, TÜSİAD’çıların tuzu kuru… Onların fakir edebiyatı yapmaları ancak ve ancak işçilerinin daha fazla zam istemelerini önlemek içindir.

  15. Akp’li milletvekillerine bir şey anlatmanın faydası yok elbette. Onlar parmak kaldırma makinesine bağlı. Emir gelince hop diye kaldırıyorlar o kadar. O yüzden onu geçin. Kaldı ki söylediğiniz gibi en özgürlükçü basın yasasının olduğu zamanlarda Türkiye en çok gazeteciyi hapse tıkan en önde ülkeydi. Hala öyle. Bu hafta Diyarbakır’da 16 gazeteciyi tutukladılar. Bunlar artık laf dinlemeyen bir güruh. Adamlar resmen sizi içeri tıkan irade öyle istiyor diyorlar. Hukuk falan bunlara vız gelir. Zaten en başlarındaki diyor. Yasaları da dinlemeyin. Anayasayı da dinlemeyin diye mahkemelere emir veriyor. Tabii bu gidiş aslında bir şeyi söylüyor bize. Hukuk devleti ve demokrasi bir arada yaşamanın garantisi. Eğer iktidar, muhalifleri komşuları ve vatandaşları olarak değil düşman olarak görüyorsa, bir dava peşindeyse, o zaman güven içinde huzur içinde yaşamamızın hiç bir garantisi kalmıyor. Adam kendi milletinin yarısına savaş açmış. Bu zihniyet faşist ve totaliter bir zihniyet. Eleştiriye kesinlikle tahammülü yok. Dolasıyla yakın ve gerçek bir tehlike ile karşı karşıyayız. Bunu aşmanın ve en kısa zamanda bu otokrat lideri iktidardan uzaklaştırmanın yolunu bulmak zorundayız. Daha çok “kıral çıplak” demeliyiz. Tarkan gibi, TÜSİAD gibi. Varsa sivil toplum, üniversite vs kaldıysa herkes sesini daha yüksek ve gür bir şekilde çıkarmalı. Sosyal medya daha iyi kullanılmalı. İnadına. Sallayalım.

    • TÜSİAD ve dünyadaki muadilleri fosil üretim tarzının temsilcileridir. Kürenin her tarafında fonksiyonları tıpkı Türkiye’de icra edildiği gibidir. Ekonomik aktör olmalarını yeni yorumlarla ön plana çıkarmaktansa siyasette kanaat önderi olmayı tercih ederler. Üzerine oturdukları fosil üretim tarzına sadakatleriyle, hayli muhafazakârlardır. Dönüşümü beceremez, direnir ya da çekinir veya korkar bu nedenle de eskiye sadık kalarak siyasetle pozisyonlarını korumaya çalışırlar.

      Tümü de başarısız ekonomilerde ya da başarısızlığından yana oldukları ekonomilerde varlıklarını sürdüren yahut sürdürmeye çalışan başarısızlardır.

      Çünkü başarılı ekonomilerde tarihin sayfalarına gömülmüşlerdir. Bakınız ABD örneğinde de siyaset, fosil sanayici birkaç çıkar grubunun çekiştirmesi veya baskısı altında uzun yıllar çelişkiler içinde kalmıştır. Fakat hepsi tarih olmuştur. Artık ABD’de, yeni ekonominin aktörleri kanaat önderliği yapmaktadır. Bilim, uzay, teknoloji tarafında etkin profiller yükselmektedir. Hem bunlar müstakilen başarılı oldukları ve olabilecekleri için siyasetle etkileşimleri de düşüktür.

      Türkiye’de aynı sosyoloji, Uğur Şahin Hoca’yı, Özlem Türeci Hoca’yı dahi siyasetin içine çekmek için var gücüyle çalıştı. Girmediler. Aziz Sancar Hoca’ya da aynı baskıyı yaptılar. Farklı bir örnek olacak ama Şener Şen’i siyasi yorum yapmadığı için linç etmeye kalkmış bir zihniyettir, TÜSİAD’ın temsil ettiği zihniyet. Tahmin ederim; Ayhan Sicimoğlu’nun siyaset konularıyla toplum önünde işi olmamasını şaşkınlıkla karşılayan bir anlayışa sahiptirler.

      Başarısını siyasete yaslamayanları anlayamıyorlar, havsalaları almıyor, çözemiyorlar. Onlar gibi olamıyorlar. Herhangi bir kariyer alanında siyasete yaslanmayan bir başarı olamayacağını düşünüyorlar. O yüzden de eski düzen sürsün istiyorlar. Bu zihniyetle de toplumdan karşılık bulamıyorlar.

      Hâlbuki dönüşseler, yeni ekonomiye adapte olsalar veya bu başlıktaki taleplerini dile getirseler, hatta topluma hak ettiği katma değeri sunmak, hak ettiği kalifiye iş kadrolarını açmakla ilgilenseler siyasetten de kamuoyundan da daha samimi destek alabilirler.

      Afgan mültecilere göre iş üretip artık farklı bir iş kültüründe, üretim tarzında var olmak isteyen Türk genci üzerinden siyaset yapmak biraz da iş dünyasının kendi başarısızlığıdır. Herkes şapkasını önüne koyup düşünecek.

      Ben istiyorum ki Türkiye’nin yeni dünyada yükleneceği rolde mevcut sanayicilerimiz önü çeksin. TÜSİAD önü çeksin, MÜSİAD önü çeksin yatırım yapabilecek durumda kim varsa o çeksin. Konuşacaklar, yeni ekonomi yatırımlarının önündeki engelleri konuşsun, bunları dile getirsin, bunları çözdürsünler. Türkiye’nin, eski dünyanın sorunlarına ayıracak ne zamanı ne de kaynağı var. Genç kuşakların da yerli Steve Jobsların (o da yerli gerçi-Malatyalı), TÜSİAD’ı ikame edeceği bir Türkiye’ye ihtiyacı var. Selçuk Bayraktar’a gençlerin ilgisini görmüyor mu, TÜSİAD? Kendisini sorgulamıyor mu? Selçuk Bayraktar’ın girişimciliğe getirdiği yeni soluğu, kendi ciğerlerinden daha kolaylıkla basabilirlerdi.

      Maalesef Türkiye’de girişimcilere gelişmiş bir ekonomideki gibi armut piş ağzıma düş imkânlar sunulamıyor. Ya da yeterince sunulamıyor. Biraz mücadeleyle, biraz gayretle oluyor, olanlar. O gayretten sonra da gelişmiş ekonomilerdeki gibi arkası geliyor ama.

      Hadi arkadaşlar, bırakalım bu işleri de çalışalım. Daha iyi, daha müreffeh bir Türkiye için genç nesillere bir gelecek kuralım. İşi bir tarafa bırakıp siyasete döndüğümüzde zaman kaybediyoruz. Hem bu tarz çıkışlar, eski tahakkümler hortluyor gibi hissettiriyor.

      Ekonomik görünümlü siyasi balanslar artık baydı. TÜSİAD memleketi uçursun, kaçırsın. Türkiye’yi yukarı taşısın.

      “Yok, biz uçacaktık kaçacaktık da siyaset ayağımıza dolandı,” teranelerini kabul etmek durumunda değil gençler. Çünkü “bunların ayağına siyaset dolanıyorsa biz yanmışız,” diye düşünmek durumunda kalıyorlar. Yapılacak iyi işlere siyasetin mani olamayacağını düşünüyorlar. Gerçekten böyleyse de siyasete rağmen yapmalılar, diye düşünüyorlar. “Her işlerini hallederken siyaseti aşıyorlar da doğru yatırımları yapmaya gelince mi aşamıyorlar?” diye düşünüyorlar.

      Bir ülkenin siyaseti, biraz da yatırımların niteliğiyle şekillenir. TÜSİAD, mevcut siyasetten memnun değilse ve bir dönüşüm gerçekleşmesi gerektiğine inanıyorsa, yapması gereken ekâbir çıkışlar değil, kendi yatırımlarını dönüştürmektir. Bu yatırımlar yapılsın hele, ortaya konulan dönüşüme o gün siyaset adapte olamıyorsa zaten tutunamaz. Yok, adapte oluyorsa ne ala.

      Kısaca değerli Endercim, böyle durumlarda toplum önüne çıkıp şikâyet edenler, şikâyet ettikleri kadar o günün veya o ortamın müsebbipleri arasındadırlar. Geriye ve ileriye dönük yaptıkları ve yapmadıklarıyla… Bakmayın şecaat arzına…

      Açıkçası ben, iş dünyasından yeni hikâyeler duymak istiyorum, yeni yüzler görmek istiyorum, aşkın vizyonlarla ilgilenmek istiyorum. TÜSİAD’ın ışıkları yanıyor kabilinden eski terennümlerin, Türkiye’ye hiçbir katkısı olmadığına inanıyorum.

      • İktidar Aziz Sencar’ın katıldığı üniversiteyi kapattı. Başka söze gerek var mı? Ya bendensin ya onlardan, hep bana hep bana zihniyeti, totaliter, faşist ve ırkçı.

    • Ender bey salla salla da biraz üsturuplu salla, kendini kaptırıp sallarken herkesi sarsıyorsun.

      Bu işler duygusallıkla yürümüyor, senin sallamaya çalıştığın insanlar ne yaptıklarını bilerek yapıyorlar. Peki sen ne yaptığını biliyormusun. Bütün bu saçmalıklar sırf sen anla ve ne yapmak istiyorsan bilerek yap diye yaşanıyor. Yoksa kızgın filin meyve dolu ağacı sarstığı gibi bodoslama dalıp da bütün meyveleri heder et diye değil.

      kızgınlıkla sallarken asıl dikkatini vermen gereken dersi kaçırıyorsun. Sonra da alakasız insanları da işin içine katarak topyekün suçlama yoluna gidiyorsun.

      dış güçler meselesini kaçırırken ondan daha önemli, bana göre en önemli noktayı da kaçırıyorsun. Yazıda anlatılan yargıç benim anlayışıma göre tam da Kıran’ın emrettiği gibi hüküm veriyor ve müslüman bir hakim nasıl karar vermelinin canlı örneğini sunuyor biz müslümanlara yazının çarpıcı ve can alıcı noktası burası.

      Kuran doğruları söylemeyi emreder. Felsefe ile uğraşanlar da diyor ki doğru belli değildir, sana doğru gelen bana yanlış, bana yanlış gelen de sana doğru gelebilir, doğrunun mutlak bir tanımı yoktur diyorlar. İngiliz hakim çelişkiyi inanç özgürlüğü ilkesiyle ortadan kaldırmış. Kuran hangi doğruyu söylemeyi emrediyor, doğruluğundan şüphe etmediğin bilgiyi doğru kabul ediyor. Herkes doğruluğundan şüphe etmediği bilgiyi korkusuzca söylerse yanlış olan kendiliğinden ortaya çıkar ve geriye sadece yanlışları ayıklanmış doğru kalır.

      Bu İngilizler boşuna 1000 yıllık imparatorluk değil hani. Adamlar Kuran’ı bilmeseler bile Kuran’ın Emirler’iyle hareket ediyorlar.

      • Baran bey “… bilgiyi korkusuzca söylerse yanlış olan kendiliğinden ortaya çıkar ve geriye sadece yanlışları ayıklanmış doğru kalır.” buyurmuşsunuz da;
        biraz açar mısınız, bu bahsettiğiniz “bilgi” ne hakkındadır?

        • Her konuda her şeyi kapsar yalnız bir süreç içinde olur bu. Zaman doğruları ortaya çıkarır, doğrular cebren gizlense bile…

          Kitlesel davaların yargıcını evinde ölü bulabilirsin! ama verdiği kararları onunla beraber öldüremezsin.

      • “Ender
        18 Haziran 2022 At 22:45
        Muzaffer bazen okuduğunu anlamıyorsun diye düşünüyordum. Ama bu sefer hiç okumadığına kanaat getirdim. Yani ne alaka olmuş bu cevap. Yine de cevap vermek lazım. Evet ilginç bir cazibe alanı var demek ki bu çulsuz elebaşının, iktidar yıllarca ne istedilerse verdi o yüzden, bütün adaleti ellerine teslim etti, üstüne de savcısıyım bunların ben dedi. Yani rezaletlerden rezalet beğenin işte. Sonra da baktı başa çıkamıyor, darbeye teşvik etti. İçinden de Allah affetsin diye çıktı. Yada öyle zannediyor. Allah ne yapar bilmem, ama bizim mahkemeler gün sayıyor. Vakti gelince defterler açılır. Hesaplar kesilir. Bizde affetme yok.

        Yorumu Cevapla”

        • ALTILI masa, cumhurbaşkanlığı adaylığı ve seçim ittifakı konusunda bir türlü anlaşamıyor.
          Kemal Kılıçdaroğlu ile masası adeta savruluyor. Bilindiği gibi Kemal Kılıçdaroğlu ortalarda geziyor duruyor ama masanın liderlerini hala ikna edebilmiş değil. Bir türlü destek bulamıyor. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu rüyalarına giren cumhurbaşkanlığı adaylığı için her pazarlığa açık kapı bırakmış durumda. Ancak son gelişmeler Kılıçdaroğlu’nun uykularını kaçırır özellikte. Çünkü Kılıçdaroğlu altı+bir masasının sağından solundan yumruklarını yiyor. Ama buna rağmen aday olma rüyasına devam ediyor. Selahattin Demirtaş’tan yediği fırçalara cevap verme cesareti gösteremiyor. Meral Akşener’den, Ali Babacan’dan, Ahmet Davutoğlu’ndan yediği tokatlarla kum torbasına dönmüş görünüyor.
          Ancak adaylık uğruna hiçbirine ses çıkarmıyor. Kılıçdaroğlu ve altı+bir masası, düşük profilli cumhurbaşkanı adaylığı ile yola çıktı ancak KUKLA CUMHURBAŞKANI ADAYI pozisyonuna geldiler. Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilme şansı olmadığını düşünen Davutoğlu öyle bir açıklama yaptı ki altılı masanın derin çukurlarda gezdiğini gösterdi. Davutoğlu diyor ki: “Yeni Cumhurbaşkanı ya altı liderden biri olur, ya dışarıdan birisi olur. Ama ister içeriden, ister dışarıdan olsun, ilkeler konusunda onun taahhüdünü isteriz, yetmez 6 lider o Cumhurbaşkanlığı döneminde etkili olur.” Kılıçdaroğlu aylar önce “Düşük profilli cumhurbaşkanı” diyordu oradan Davutoğlu’nun “Aday kim olursa olsun Türkiye’yi 6 genel başkanın ortak iradesi yönetecek” noktasına geldiler. Çıkarılacak ortak adayın KUKLA olduğunu ilan ediyorlar. Kemal Kılıçdaroğlu’na altı+bir masasından destek yok.
          Akşener, devamlı olarak “seçilmesi mümkün olan aday” diyor. Ali Babacan da “Altılı masa ortak adayda anlaşamazsa ben cumhurbaşkanı adayı olurum” diye tekrarlıyor.
          Babacan da Temel Karamollaoğlu da Kılıçdaroğlu’nu seçılecek aday olarak görmüyorlar. Altı+bir masası tam bir pazarlık masası. Siyası manevralar, ayak oyunları, taktikler birbirini takip ediyor. Masa, 29 Mayıs’taki buluşmadan sonra 10 maddelik bir bildiri yayınladı. Bu bildiri, detaylarda İKİYÜZLÜ bir durumu içeriyor. BİRBİRLERİNİN YÜZÜNE GÜLÜYORLAR, AMA İÇ DÜNYALARINDA SAMİMİ DEĞİLLER. Maddelerin içinde terör örgütü PKK, PYD, FETÖ, DHKP-C-DEAŞ yok. Yazamazlar. Çünkü onları bir araya getiren AĞABABALARI kızar. Yani, Amerika ve Avrupa kızar.
          SONUÇ: Başkan Erdoğan liderliğindeki Türkiye, bölgesel güç, küresel oyuncu durumuna gelmiş. Ancak altı+bir masasının üyeleri bunu görmüyor! Gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, dilleri var konuşmuyorlar. Çünkü masanın üyeleri yeni dünya kurulurken, Batı hayranlığına devam ediyor. Gözlerinde Washington, Londra, Berlin parlıyor. Altılı masanın ABD-Avrupa sevdasıyla parlayan gözlerinden Bağımsız Türkiye’ye ışık gelmez.

    • Devlete çalışmayan her kurum ve kişi siyaset yapabilir. Siyaset herkesi ilgilendiriyor çünkü. Tarafsız olmaları gerekenler dışında herkes siyaset yapmalı. TÜSİAD da bunların başında gelir. Çünkü Türkiye ihracatının büyük bir çoğunluğunu onlar yapıyor. Yürütmenin aldığı kararlar doğrudan onların üretimini ilgilendiriyor. Onların aldığı risk çok daha fazla. İktidar gece gündüz zam yapıyor. Ülkeyi istikrarlaştırıyor, halkı fakirleştiriyor. Halkın fakirleşmesi demek üretilenlerin tüketilememesi demek. Elbette iktidarı kıyasıya eleştirecekler. Medyaya ilan da verecekler. İstifaya da davet edecekler. Yapmazlarsa kendilerini inkar etmiş olurlar. TÜSİAD’ı düşman ve enflasyonun sorumlusu göstermek bu ülkeye ihanet. Türkiye onlar sayesinde ayakta bugün. Onlar üretmese neyle borç ödeyeceksiniz, ne tüketeceksiniz. İktidar elektriğe, gaza, benzine, asgari ücrete zam yapıyor, sonra da buradaki sözcüleri TÜSİAD zam yapmasın diyor. Mantıksız öneriler değil mi bunlar.

      Siyaset ülke problemlerini çözmek için elimizdeki tek araç. Evet siyaset yapılacak ve sarsıcı bir şekilde yapılacak. Yediden yetmişe. Siyasetten korkmaya gerek yok. Siyaset yoksa, despotluk var demektir. Kimse siyasete engel olamaz. Gezi de siyasettir, TÜSİAD ilanları da. Anayasal haktır.

      • Endercim “… Türkiye onlar sayesinde ayakta bugün.” dediğin TÜSİAD yerli ve milli araba üretmiş de alan satan olmamış mı?
        Efendim?

      • Zengin ve sadece kendi çıkarlarını koruyan bu iş insanları derneği bir zamanlar ekonomi dışında her şey hakkında açıklama yaparlardı!..

        1970’lerde istediklerini yapmadı diye Başbakan Ecevit’i gazete ilanlarıyla düşürmek istemişlerdi. Turgut Özal iktidara geldiğinde askere koşup şikâyet eden bunlardı.

        Hepsi zengin olan bu iş insanları topluluğu bu milletin sırtından milyarlar kazandılar ama zor zamanlarda hiç riske girmediler. Başarılı her askerî darbeyi desteklediler. İstediklerini aldıkları hükûmetleri kolladılar. İstedikleri olmadığında perde arkasında her türlü alavereyi çevirdiler…

        Gençlere hatırlatalım, 2001 krizinde önemli bir kısmı TÜSİAD üyesi ilk 500 büyük şirketin çoğunun faaliyet geliri faizdendi, üretimden değil. Gecelik faizlerin yüzde 7500 olduğu zamanlardı. Birkaç ayda faizle bu TÜSİAD’çılar hazineyi boşaltmışlardı. Geçenlerde öldü, dönemin Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel bunun şahidiydi.

        2002’den sonra Türkiye’nin hızlı kalkınmasıyla bu iş insanları da servetlerine servet kattılar. Sayın Erdoğan’ın liderliğinde TÜSİAD’çı iş insanları 50 kat, 100 kat büyüdü. Tam 19 sene parayı koyacak yer bulamadılar.

        Geçen seneden beri ekonomi sıkıntıda. TÜSİAD hemen hükûmete akıl vermeye başladı. İşler iyiyken bir teşekkürü bile çok görüyorlardı.

        Son 20 senede darbe girişimleri, muhtıralar oldu… 367 skandalı oldu… FETÖ belası oldu… PKK belası oldu. TÜSİAD tek açıklama yapmadı. Hendek olayları oldu PKK’yı kınamadılar bile.

        Devletimiz Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Fırat Kalkanı Harekâtı düzenledi. Tek destek açıklaması olmadı. 15 Temmuz’un yıl dönümlerinde bile bir mesaj yayınlamıyorlar. Ama PKK ve FETÖ destekçisi İsveç’e Başkan Erdoğan iki laf etti diye “aramızı bozmayalım” diyorlar. Başkan Erdoğan terör konusunda ABD’ye, Avrupa’ya, herkese çok şey söyledi.

        Mesela TÜSİAD YPG’ye binlerce tır dolusu silah veren Amerika’ya tek kelime etti mi? FETÖ’yü koruyan Avrupa’ya itirazı oldu mu? Asla!..

        TÜSİAD, AK Parti zamanında çok büyüdü. Ama ideolojik olarak Başkan Erdoğan’ı sevmezler. Çok da önemli değil. TÜSİAD sevse ne, sevmese ne? Türkiye’de AK Parti döneminde işler iyiyken de Erdoğan’a oy vermemişlerdir.

        TÜSİAD’ın eskiden gücü vardı. Şimdi sadece parası var, gücü hiç yok! Başkan Erdoğan onlara gerekeni söyledi. Ağızlarını bile açamadılar. Hepsi kafasını kuma gömdü.

        Şöyle faizler yüzde 60 olsa, bunlar da faizden büyük paralar kazansalar ağızlarını açarlar mıydı acaba? Dertleri eskiden olduğu gibi faizden para kazanmamaları. Gecelik yüzde 7500 faiz aldıkları günleri özlüyorlar. O devirler geçti.
        TÜSİAD belki öz eleştiri yapar; ama hiç sanmıyorum…

Yoruma kapalı.